30 Ekim 2013 Çarşamba

Türk Donanması kaç kez yakıldı ??????

Türk Donanması kaç kez ‘yakıldı’...
TÜRK donanması tarihinde 3 kez yakılmıştır. 1770 Çeşme’de Ruslar tarafından, 1827 Navarin’de Rus, İngiliz, Fransızlar tarafından, 1853’te Sinop’ta yine Ruslar tarafından....
Cumhuriyet donanmasının 137 denizcisi de 9 Ekim 2013 sabahı Ankara’da yakıldı. Kendi mahkememiz, kendi Genelkurmayımız, kendi Yargıtayımız tarafından...
Sözde ‘balyoz’ tertibinin küresel bir operasyon olduğunu artık herkes biliyor. Böyle bir ihanet Anadolu Toprakları tarihinde yaşanmadı, örneği yok. Yargıtay, tarihinde hiçbir darbede rol almamış deniz kuvvetlerine, balyoz davasında baş rol verdi.
Aziz ruhlu Türk milleti tehlikenin farkında mısın? Donanmanın her yakılışı, Anadolu’ya toprak, can ve mal kaybı getirdi. Bu son ihanette farklı bir sonuç getirmeyecek. Kıbrıs, Ege, Doğu Akdeniz ve Karadeniz’de son 90 yılın tüm kazanımlarını tek, tek, yitiriyoruz. Bu çıkar ve kazanımları koruyacak donanma amiralsiz ve ehil komutansız bırakılmıştır. Böyle bir donanmanın savaşması yıkım ve ölüm getirir. Artık gerçekleri gör, tehlikenin farkına var, 137 denizcisine ve diğer tertip davalardaki tüm askerine sahip çık, yoksa faturayı ödeyen yine ülkemiz olacak.
Cem GÜRDENİZ-Emekli Tümamiral-Balyoz hükümlüsü.

Katip iddianamesi..!

6 Ekim 2013 Pazar

Amiral Vesim Paşa ve Abdülhamit 2

cemgurdeniz
Deniz tarihimizde kendi donanmamızı devlet gücü ile zayıflatmanın iki çarpıcı örneği vardır. İlki, II. Abdülhamit döneminde (1876-1909) 93 Türk-Rus Harbi sonrasında donanmanın Haliç'te hareketsiz bırakılmasıdır. Bu gelişme nedeniyle sadece donanmanın kuvvet yapısı değil, kurumsal kültürü ve tecrübe birikimi de kaybedilmiştir. İkincisi de 2008 yılından itibaren Cumhuriyet Donanmasının Atatürkçü amiral ve subay kadrolarına düzenlenen sahte delil ve iftiralara dayalı tertip davalar dönemidir. Bu dönem henüz bitmemiştir. Bu süreçte 40 Amiral ile çoğu komodor, gemi ve birlik komutanı 400 deniz subayının tasfiyesi hedeflenmiştir. II. Abdülhamit dönemi sonunda Türkler 20'nci yüzyıla donanmasız; Tertip davalar sonucu da 21'nci yüzyıla amiralsiz girdi. Bu yazımızda Türk Donanmasının 19'uncu yüzyıl sonunda yaşadığı karanlık döneme değineceğiz.
II. Abdülhamit'in donanma sevgisizliği
II. Abdülhamit donanmayı tasfiye etmeyi kişisel kaygılar ve tercihleri nedeniyle devlet politikasına dönüştürdü. Tarihçiler bu tercihi değişik nedenlere bağlamaktadır. İlki amcası Abdülaziz gibi kendisinin de donanma desteği ile tahtından indirileceği korkusu; İkincisi 93 Harbinde Yeşilköy'e kadar gelen ve İngiliz Akdeniz Donanmasının İstanbul'a gelmesiyle durdurulan Rusya'ya taviz vermek; üçüncüsü iflas eden ve Düyun-u Umumiye kontrolüne giren Osmanlı ekonomisine donanmanın oluşturduğu yükü kaldırmak; Dördüncüsü başta İngilizler olmak üzere Akdeniz'de batılı donanmalarla silahlanma yarışına girmemek ve Navarin veya Sinop benzeri bir baskını önlemek.
Neticede bahriye için karanlık sayılan bu dönemde değil tatbikat yapmak, savaş durumunda dahi Donanma görevini yapamamıştır. Nitekim 1897 Türk-Yunan savaşında Donanmanın Ege'ye çıkması emredilmişse de, donanma gemileri değil Ege'ye Haliç'ten Çanakkale'ye zor gidebilmişlerdi. Bu dönemin sonlarına doğru yeni gemi alımı ancak Ermeni olayları sonucunda tazminat baskısına maruz kalan sultanın, tazminat ödemek yerine ABD ve İngiltere'de inşa edilen yeni savaş gemilerini almak zorunda bırakılması ile gerçekleşebildi. Sultanın kendi iradesi ile satın aldığı sadece iki gemi vardır. Onlar da iki denizaltıdır. İsveç -İngiliz yapımı Nordenfelt denizaltıları Yunanistan satın aldığı için alınmıştır. 1886 yılında Taşkızak Tersanesinde monte edilen ve 1888 yılında başarılı torpido atışı yaparak kendini ispat eden bu denizaltılar, Sultan tarafından bir daha kullanılmamak üzere önce İzmit'e sonra tekrar Haliç'e hapsedilmiş ve çürümüştür.
Deniz Kuvvetlerinin prestij kitabında II. Abdülhamit
Balyoz tutuklamalarının tepe yaptığı 2012 yılında Deniz Kuvvetleri Komutanlığı prestij bir kitap çıkardı. Evren Mercan isimli araştırmacı tarafından yazılan "Osmanlı Bahriyesinde ilk Denizaltılar" isimli bu kitap, denizaltıların hazin hikâyesini belgelere dayanarak açıklamaktadır. Kitabın arka kapağında tanıtımının yapıldığı kısa bir metinde Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü mensubu Yard. Doçent Doktor Selim Karakışla şöyle yazıyor: "Donanmayı Haliç'e bağlayıp çürümeye terk etmiş olmakla suçlanmış olan, Sultan II.Abdülhamit'in, aslında 19. yüzyılda zırhlı diplomasi çağında başta büyük devletlerin güçlü donanmalarına karşı koyabilmek için denizaltılardan faydalanmayı düşünmüş ilk hükümdar olduğu gözler önüne serilmektedir."
Aslında gözler önüne serilen, başarılı iki denizaltının hiçbir neden gösterilmeden Sultan'ın iradesi ile çürümeye terk edilmesi ve esas alım nedeni olan Türk Yunan harbinde hiç kullanılmamış olmasıdır. Ancak burada asıl önemli olan, Yard. Doçentin bu yorumunun, II. Abdülhamit döneminde en çok acı çeken devlet kurumunun bugünkü temsilcisi olan Deniz Kuvvetlerinin, Balyoz tutuklamaları sonrasında çıkardığı ve Deniz Kuvvetleri Komutanı imzasını taşıyan prestij bir kitapta ve hem de kapağında yer almasıdır.

Amiral Vesim Paşa ve Abdülhamit

cemgurdeniz
Deniz tarihimizde kendi donanmamızı devlet gücü ile zayıflatmanın iki çarpıcı örneği vardır. İlki, II. Abdülhamit döneminde (1876-1909) 93 Türk-Rus Harbi sonrasında donanmanın Haliç'te hareketsiz bırakılmasıdır. Bu gelişme nedeniyle sadece donanmanın kuvvet yapısı değil, kurumsal kültürü ve tecrübe birikimi de kaybedilmiştir. İkincisi de 2008 yılından itibaren Cumhuriyet Donanmasının Atatürkçü amiral ve subay kadrolarına düzenlenen sahte delil ve iftiralara dayalı tertip davalar dönemidir. Bu dönem henüz bitmemiştir. Bu süreçte 40 Amiral ile çoğu komodor, gemi ve birlik komutanı 400 deniz subayının tasfiyesi hedeflenmiştir. II. Abdülhamit dönemi sonunda Türkler 20'nci yüzyıla donanmasız; Tertip davalar sonucu da 21'nci yüzyıla amiralsiz girdi. Bu yazımızda Türk Donanmasının 19'uncu yüzyıl sonunda yaşadığı karanlık döneme değineceğiz.
II. Abdülhamit'in donanma sevgisizliği
II. Abdülhamit donanmayı tasfiye etmeyi kişisel kaygılar ve tercihleri nedeniyle devlet politikasına dönüştürdü. Tarihçiler bu tercihi değişik nedenlere bağlamaktadır. İlki amcası Abdülaziz gibi kendisinin de donanma desteği ile tahtından indirileceği korkusu; İkincisi 93 Harbinde Yeşilköy'e kadar gelen ve İngiliz Akdeniz Donanmasının İstanbul'a gelmesiyle durdurulan Rusya'ya taviz vermek; üçüncüsü iflas eden ve Düyun-u Umumiye kontrolüne giren Osmanlı ekonomisine donanmanın oluşturduğu yükü kaldırmak; Dördüncüsü başta İngilizler olmak üzere Akdeniz'de batılı donanmalarla silahlanma yarışına girmemek ve Navarin veya Sinop benzeri bir baskını önlemek.
Neticede bahriye için karanlık sayılan bu dönemde değil tatbikat yapmak, savaş durumunda dahi Donanma görevini yapamamıştır. Nitekim 1897 Türk-Yunan savaşında Donanmanın Ege'ye çıkması emredilmişse de, donanma gemileri değil Ege'ye Haliç'ten Çanakkale'ye zor gidebilmişlerdi. Bu dönemin sonlarına doğru yeni gemi alımı ancak Ermeni olayları sonucunda tazminat baskısına maruz kalan sultanın, tazminat ödemek yerine ABD ve İngiltere'de inşa edilen yeni savaş gemilerini almak zorunda bırakılması ile gerçekleşebildi. Sultanın kendi iradesi ile satın aldığı sadece iki gemi vardır. Onlar da iki denizaltıdır. İsveç -İngiliz yapımı Nordenfelt denizaltıları Yunanistan satın aldığı için alınmıştır. 1886 yılında Taşkızak Tersanesinde monte edilen ve 1888 yılında başarılı torpido atışı yaparak kendini ispat eden bu denizaltılar, Sultan tarafından bir daha kullanılmamak üzere önce İzmit'e sonra tekrar Haliç'e hapsedilmiş ve çürümüştür.
Deniz Kuvvetlerinin prestij kitabında II. Abdülhamit
Balyoz tutuklamalarının tepe yaptığı 2012 yılında Deniz Kuvvetleri Komutanlığı prestij bir kitap çıkardı. Evren Mercan isimli araştırmacı tarafından yazılan "Osmanlı Bahriyesinde ilk Denizaltılar" isimli bu kitap, denizaltıların hazin hikâyesini belgelere dayanarak açıklamaktadır. Kitabın arka kapağında tanıtımının yapıldığı kısa bir metinde Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü mensubu Yard. Doçent Doktor Selim Karakışla şöyle yazıyor: "Donanmayı Haliç'e bağlayıp çürümeye terk etmiş olmakla suçlanmış olan, Sultan II.Abdülhamit'in, aslında 19. yüzyılda zırhlı diplomasi çağında başta büyük devletlerin güçlü donanmalarına karşı koyabilmek için denizaltılardan faydalanmayı düşünmüş ilk hükümdar olduğu gözler önüne serilmektedir."
Aslında gözler önüne serilen, başarılı iki denizaltının hiçbir neden gösterilmeden Sultan'ın iradesi ile çürümeye terk edilmesi ve esas alım nedeni olan Türk Yunan harbinde hiç kullanılmamış olmasıdır. Ancak burada asıl önemli olan, Yard. Doçentin bu yorumunun, II. Abdülhamit döneminde en çok acı çeken devlet kurumunun bugünkü temsilcisi olan Deniz Kuvvetlerinin, Balyoz tutuklamaları sonrasında çıkardığı ve Deniz Kuvvetleri Komutanı imzasını taşıyan prestij bir kitapta ve hem de kapağında yer almasıdır.

4 Ekim 2013 Cuma

Hndistan ın Uçak Gemisi

cemgurdeniz
Ağustos ayının ilk haftasında gazetelerin birçoğu Hindistan'ın ulusal olanaklarla inşa ettiği ve donatımına başladığı INS Vikrant isimli uçak gemisini haber yaptı. Gemi 2018 yılında donanmadaki görevine başlayacak. Bu gemi Hindistan'ın ilk uçak gemisi değil. Günümüzde 1986 yılında İngiltere'den satın aldıkları (eski HMS Hermes) INS Viraat isimli uçak gemisini kullanmaya devam ediyorlar. Bu gemi 54 yaşında olmasına rağmen son zamanlarda ciddi bir yatırım yapılarak yenilendi. Gemide, dikine havalanan/inen (VSTOL) tipi Sea Harrier uçakları kullanılıyor. Deniz stratejisinde tek uçak gemisi doktrini olmaz. Zira uzun süreli onarıma girdiğinde tek gemiye bağımlı kalan donanmalar zor duruma düşerler. O nedenle en az iki gemiye sahip olmalıdır. Bu nedenle Rusya Federasyonu'ndan Vikramaditya isimli ikinci uçak gemisini (eski adıyla Gorshkov) tedarik çalışmaları da tamamlanmak üzere. Rusya'da büyük tadilat ve onarım geçiren gemi Kasım ayı ortasında donanmaya katılacak. 2018 yılında INS Viraat hizmet dışına çıkacak.
Hindistan egemenliğini kazandığı 1946 yılından sonra donanmasını oluştururken uzun süre sömürgesi olduğu İngiltere donanmasını örnek aldı. Gerek kuvvet yapısı gerekse komuta yapısı ile gelenek ve göreneklerinde dahi Kraliyet Donanması'nın özelliklerini hala taşıyor. Bugün için hem uçak gemisi hem de nükleer denizaltı işletebilen, idame edebilen ve dünyanın en gelişmiş donanmaları ile ortak tatbikat yapabilecek beraber çalışabilirlik (interoperability) seviyesine sahip prestijli bir donanmaya sahipler. 1971 yılına kadar denizaltısı olmayan Hindistan, özellikle son 20 yılda inanılmaz bir gelişme göstererek Hint Okyanusu'nda ciddi bir jeopolitik aktör haline geldi. Bugün için uçak gemisi harekâtında Çin Halk Cumhuriyeti'nden en az 30 yıl öndeler.
Hindistan, güçlü bir denizaltı filosuna sahip
Bünyesinde Alman HDW yapımı, Type 209 sınıfı ve Rus yapımı Kilo sınıfı dizel elektrik denizaltılar var. Rusya'dan kiraladıkları Charlie sınıfı Nepra isimli nükleer hücum denizaltısına sahipler. Kiralanan bu gemi haricinde, Rusya'dan yeni bir nükleer hücum denizaltısı tedarik ediyorlar. Uluslararası anlaşmalar bu sınıf gemilerin satışına izin vermediği için, söz konusu denizaltı kira usulü ile tedarik ediliyor. 14 Ağustos 2013 günü Mumbai'de bir kaza sonucu batan INS Sindhurakshak denizaltısı da Rus yapımı Kilo sınıfı bir dizel elektrik denizaltı idi. (Bu kazaya neden olan infilakın muhtemelen tersanede onarım esnasında batarya dairesinde oluşan hidrojen gazı birikiminden kaynaklanabileceğini değerlendiriyorum.)
Nükleer güç Hindistan
INS Vikrant'ın haberleri arasında ulusal olanaklarla nükleer bir reaktörün inşa edildiği haberi de birçok okuyucunun gözünden kaçmış olabilir. Bu haber de çok önemlidir. Hindistan 1998 sonrası nükleer bir güç haline geldi. Dolayısı ile nükleer füzelere sahip. Nükleer denizaltı işletme tecrübesini de 80'li yıllardan itibaren Sovyetler/Rusya Federasyonu üzerinden sağladılar. Geriye, kendi gemilerini inşa etmek kalmıştı. Bunu da tersine mühendislikle, Rusya'dan kiraladıkları denizaltılar üzerinden yaptıklarına şüphe yok. Bu gelişmelerin yanı sıra, dalmış denizaltıdan konvansiyonel gezginci (cruise) füze fırlatma yeteneğine de ulusal olanaklara kavuştukları biliniyor. Ancak dalmış denizaltıdan atmosfer dışına çıkacak nükleer balistik füze atabilme yeteneğine kavuşmaları henüz olası değil. Hepsini topluca değerlendirdiğimizde şu ortaya çıkıyor.
Kıtasal deniz gücü
Günümüzde kıtasal deniz gücü olabilmenin anahtarı iki platformda saklıdır. Birincisi uçak gemisi diğeri de nükleer denizaltıdır. 1,2 milyar insanla dünyanın en kalabalık ikinci ülkesi olan Hindistan, şüphesiz Hint Okyanusu'nun en kritik ülkesidir. Dolayısı ile "bölgesel güç ya da kıtasal gücün" sahip olması gereken güçlü bir donanmaya ve deniz silahlarına adım adım sahip olmuştur. Bu arada Brezilya'nın da birkaç ay önce kendi olanakları ile nükleer hücum denizaltı inşasına başlayacağını ilan etmesi de dikkat çekmektedir. Böylece BRICS (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika Cumhuriyeti) içinde nükleer denizaltısı olmayan (Güney Afrika Cumhuriyeti dışında) ülke kalmıyor. Hindistan Deniz Kuvvetleri, savunma bütçesinden % 19 ile en düşük payı alıyor. (Aynı Türkiye gibi) Ancak buna rağmen Hindistan'a prestij sağlayan en önemli güç de donanması.
Donanmanın stratejik kullanım hedefleri neler?
Hindistan'ın Pakistan ile Keşmir, Çin ile Güney Tibet sınır sorunları var. Bu sorunlar nedeniyle her iki ülkeyle değişik zamanlarda savaştılar. Çin-Pakistan stratejik işbirliğinin temeli bu sorunlara dayanmaktadır. Günümüzde İslami köktendinciliğin bataklığına kapılan Pakistan, süratle başarısız nükleer bir devlete dönüşürken, Hindistan ciddi sosyal sorunlarına rağmen ekonomik büyümesini sağlıyor ve dünyanın en büyük demokrasisi olma özelliğini koruyabiliyor. Pakistan'ın aksine ülkede ne siyaset ne de ekonomi askerlerin kontrolünde. Pakistan'ın ilk kullanan olmayı reddetmeyen nükleer silah doktrini ile Hindistan için ciddi bir güvenlik endişesi olduğu bir gerçektir. Ancak ulusal güç kıyaslaması yapıldığında Hindistan'ın her alanda Pakistan'ın çok önünde olduğu da ortaya çıkmaktadır. Hindistan için asıl rakip, Çin Donanmasıdır. Pakistan'ın stratejik ortağının Çin olması da bu konuda önemlidir. Pakistan'ın Arap Denizi'nde, Gwadar limanını Çin'e kiralaması ve Pakistan silahlı kuvvetlerinin en büyük silah tedarikçisinin Çin olması bu durumu açıklamaktadır. Dolayısıyla Hindistan, ŞİÖ içinde gözlemci statüde olmasına ve soğuk savaş yıllarından bu yana Bağlantısızlar Ligi'nde lider ülke olmasına rağmen yeni konjonktürde Avrupa-Atlantik yapı ile ileri seviyede ilişkiler geliştiriyor. Bu durum ABD için son derece önemli. 2005 yılında Hindistan ile nükleer teknoloji alanında imzaladıkları işbirliği antlaşması bu ilişkilerin geldiği seviyeye iyi bir örnektir. ABD kendi iradesi dışında nükleer güç sahibi olan bir ülkenin bu statüsünü tanımakla kalmıyor, aynı zamanda işbirliği geliştiriyor. Diğer yandan ABD, Çin'in Hint Okyanusu'nda varlık göstermesinden ve deniz gücü erişim çapını büyütmesinden rahatsız. Çin, dünya deniz ticaretinin yarısının geçtiği suları kontrol ediyor. Çin'in son 40 yıldır nükleer donanmaya sahip olması ve 2012'den sonra uçak gemisi işletmeye başlaması bu rahatsızlığı ileriye taşıyor.
Hindistan'ın deniz gücü yeteneği ile Çin'e bir endişe kaynağı yaratması ABD'nin nihai hedefidir. Dolayısıyla Hindistan, ABD'nin Asya Pasifik'e yönelik yeni pivot stratejisinde en önemli ülkelerin başında gelmektedir. Hindistan donanması, Çin'in dış ticaretinin önemli bölümünün geçtiği Malakka Boğazını, arkasında ABD desteği olduğu sürece batı yönünden kontrol altına alabilir. (Bunu tek başına gerçekleştiremez.) ABD'nin önümüzdeki dönemde en büyük hedefi Hindistan'ı yanına tam çekmek ve onun bağlantısızlık ilkesini zamanın ruhu paralelinde değiştirmek ve özellikle silahlanmada Rusya'dan uzaklaştırmak olacaktır.