30 Kasım 2014 Pazar

Rusya-Çin ve Doğu Akdeniz

Description: IMG_0131 


Mavi Vatan
Amiral Cem Gürdeniz
 Rusya-Çin ve Doğu Akdeniz
Doğu Akdeniz’in  tarihinin en kritik dönemeçlerinden birine girdiğini söylememiz abartı olmayacaktır. Kıbrıs Adasının çevresindeki doğal gaz rezervlerinin kabaca 15 trilyon metreküplük bir potansiyele sahip olması, bu bölgeyi hem jeopolitik hem de jeoekonomik bir çekim merkezi haline getirdi. Bu zenginlikten gelecekte pay alınması sadece kıyıdaşların değil, küresel diğer aktörlerin de iştahını kabartıyor. Türkiye’de 2007 yılından itibaren hükümetin bilgisi dahilinde, paralel yapı tarafından uygulanan kumpas davaların asıl amacı, bu kritik dönemeçte Türk Donanmasının komuta yapısı ile moralini bozarak Türkiye Cumhuriyetinin asli bir oyuncu olarak Doğu Akdeniz’de arenaya çıkmasını önlemekti. Ancak donanmanın cumhuriyetçi ruhunun ölümsüzlüğü önlenememiştir. Bugün donanma tekrar Doğu Akdeniz’dedir. Cumhuriyet Donanması, TPAO’nun araştırma gemisi Barbaros Hayrettin Paşa’ya koruma sağlamakta ve Kıbrıslı Rumların verdiği lisanslar ile Kıbrıs güneyinde 9 no’lu sahada sismik araştırma ve sondaj  işlemlerini yürüten İtalyan ENI ve Güney Koreli Kogas konsorsiyumunun araştırma gemilerini yakından takip etmektedir.
Doğu Akdeniz’de bir ilk. Dışişleri yakın tarihinde ilk kez, Cumhuriyet Donanmasını arkasına alarak Avrupa-Atlantik yapının çıkarları ve baskıları aleyhinde, Türkiye’nin somut jeopolitik çıkarlarını koruyacak bir hamlede bulunmuş ve Barbaros Hayrettin Paşa gemisini Kıbrıs güneyine gönderebilmiştir. Türkiye’nin devlet olmanın gereği dış baskılara rağmen Barbaros’u geri çekmemesi önemlidir. Bu 2002 sonrası Türkiye’sinde gerçekten bir ilktir. Devlet, ilk kez jeopolitik çıkarlarını kendi iradesi ile koruma refleksi göstermiştir.
Rusya ve Çin’in Akdeniz’de Ortak Tatbikat Kararı. Bu arada, Rusya ve Çin 2015 yılında biri Akdeniz’de diğeri Pasifik’te olmak üzere, iki ortak  deniz tatbikatı icra etme kararı aldı. Rus Savunma Bakanı Shoigu’nun açıklamalarına göre, 2015 baharında Akdeniz’de  gerçekleştirilecek bu tatbikatın, daha sonra düzenli tatbikata dönüşmesi planlanıyor. Akdeniz’de ilk kez 2014 yılının Ocak ayı sonunda Rus savaş gemisi ile Çin sahil güvenlik gemisi bir geçiş eğitimi yapmıştı. Bu kez durum farklı. Çin de bölgeye donanmaya mensup savaş gemileri gönderiyor.  İki ülke savunma bakanları, geçen hafta bir araya geldi ve Akdeniz’deki otak tatbikat dışında, ABD Donanmasının Pasifik’te yeniden konuşlanma politikasına bir cevap olarak, her iki ülkenin kolektif bölgesel bir güvenlik sistemi oluşturacaklarını da açıkladı.
Çin, 2011 yılından bu yana Akdeniz’de çeşitli nedenlerle varlık gösteriyor. 2011 yılında NATO’nun Libya saldırısında bölgedeki vatandaşlarını donanma vasıtasıyla tahliye etmiş, 2012 yılında Türk Boğazlarından geçerek Karadeniz’e çıkan Çin savaş gemileri, Rus Donanması ile ortak tatbikat gerçekleştirmişti. Bu kez  Akdeniz’de yani NATO’nun ön bahçesinde Rus savaş gemileri ile bir tatbikat icra edilecek. Bu gerçek anlamda yeni dünya düzeninde Rus-Çin kaldıracının harekete geçtiğinin çok ciddi bir göstergesidir. Küresel barış ve huzur için çok önemli bir manevradır. Rus devlet Başkanı Putin,  Rus ve Çin donanmaları arasındaki bu işbirliği ve yakınlaşmadan son derece memnun. Mayıs ayı içinde ‘her iki ülke arasındaki işbirliğinin, tarihin en üst seviyesinde olduğunu söylemem, bir abartı olmaz demişti’ demişti. Rusya şimdi bu işbirliğini Akdeniz’de sergiliyor. Akdeniz, Moskova için çok önemli. Kıbrıs’ta yaşanan finans krizinden sonra Putin, 2013 yazında “Akdeniz bölgesinin Rusya’nın birinci derece ulusal çıkar alanı” olduğunu söylemişti. Rusya için Akdeniz’in önemi iki cepheli. Birincisi Suriye’nin jeopolitik konumuna yönelik. İkincisi ise Avrupa’nın ana enerji kaynağı olan Rus doğal gazına rakip olabilecek Doğu Akdeniz doğal gazına yönelik. Suriye, özellikle Tartus ve Lazkiye’deki liman ve kolaylıklar nedeniyle,  Rusya’nın Avrasya’daki savunma ve güvenlik mimarisinin Akdeniz bacağını oluşturuyor. Doğal gaz ise Rus ekonomisinin atar damarı durumunda. Gazprom’un, Kızıl Ordu’dan daha etkili olduğu artık stratejik bir gerçek. Akdeniz gazı ne kadar gecikirse, Rusya için o kadar iyi.
Rusya ve Çin, Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin yanına çekilmelidir.  Ruslar, Kıbrıslı Rumları tarih boyunca desteklemiş ve KKTC’yi tanımamış olsalar da, Türkiye’nin Rus çıkarları ile uyuşmayan Suriye politikası yüzünden Doğu Akdeniz’de Türkiye’yi karşılarına almayacaklarını düşünüyorum. 1945-46 Sovyet notaları yüzünden Türkiye’yi kaybeden Rusya’nın aynı hatayı tekrar etmemesi, akılcı bir seçenektir. Putin’in önümüzdeki günlerde yapacağı Türkiye ziyaretinde Dışişleri diplomatlarının Doğu Akdeniz konusunda Rusya’yı yanımıza çekmeleri için her türlü gayreti sarf etmeleri gerekir. Rusya, Doğu Akdeniz’de bizleri Antalya Körfezi’ne hapsetmek isteyen, Avrupa Atlantik dostlarımıza! karşı önemli  bir denge unsuru olacaktır. Bu denklemde Çin de yanımıza çekilmelidir.
Doğu Akdeniz Birinci Derece Önemdedir. Yeni dünya düzeninin jeopolitik ortamının şekillenmesin okyanus ve denizlere yöneliktir. 21nci yüzyılda küresel hegemonyanın, başta enerjinin kontrolüne yönelik el değiştirmesinin nihai hesaplaşması, her zaman söylediğimiz üzere karadaki güncel çatışma alanlarında değil, enerji deposu denizlerde yaşanacaktır. Akdeniz’de Çin-Rus işbirliği Türkiye’nin manevra alanını genişletecektir. Türkiye pozisyonunu buna göre almalı ve Doğu Akdeniz’i aynen Rusya gibi birinci derece öncelikli çıkar alanı ilan etmelidir.


23 Kasım 2014 Pazar

Doğu Akdeniz ve Cumhuriyet Donanmasının Tarihi Sorumluluğu

Description: IMG_0131 


Mavi Vatan
Amiral Cem Gürdeniz
Doğu Akdeniz ve Cumhuriyet Donanmasının Tarihi Sorumluluğu
Geçen ay ve haftalar içinde Doğu Akdeniz’deki mavi vatan çıkarlarımızı ilgilendiren  çok önemli gelişmeler yaşandı. Önce 4 Kasımda Lefkoşe’de Rum Dışişleri Bakanı Kasoulides, İsrail Dışişleri Bakanı Lieberman ile görüştü. Daha sonra 8 Kasım’da Kahire’de Rum Devlet Başkanı Anastasiadis, Mısır Cumhurbaşkanı Sisi ve Yunanistan Başbakanı Samaras buluşarak Doğu Akdeniz’e yönelik ortak bir açıklamada bulundular. 13 Kasım günü Avrupa Parlamentosu Türkiye’yi Doğu Akdeniz’deki faaliyetleri nedeni ile kınayan ve tehdit eden bir açıklama yayımladı. Bu telaşın sebebi KKTC ve Türkiye’nin Doğu Akdeniz politikasındaki keskin rota değişikliği idi. Bu rota değişikliği neden yaşandı?
Donanma Tekrar Doğu Akdeniz’de. Ekim ayı başında Kıbrıslı Rumlar Kıbrıs güneyinde KKTC‘nin de çıkarları bulunan 9 numaralı sahada petrol sondaj çalışmalarına başlayınca, KKTC Dışişleri Bakanı 4 Ekim’de çok sert bir açıklamada bulundu. Ardından 20 Ekim’de Türkiye NAVTEX sistemi üzerinden Kıbrıs’ın güneyinde ve güney doğusundaki deniz sahalarında TPAO’nun açık deniz araştırma gemisi Barbaros Hayrettin Paşa ile 30 Aralık tarihine kadar sismik araştırmalar yapacağını duyurdu. Bu ilan üzerine Anastasiadis, BM gözetimindeki Kıbrıs Çözüm Süreci görüşmelerinden çekildiklerini açıkladı. Bu arada Deniz Kuvvetlerine bağlı savaş gemilerimizin, Barbaros Hayrettin Paşa gemisine koruma sağladıklarını da hatırlatalım. Kısaca, çok uzun bir süre sonra, Cumhuriyet Donanması Kıbrıs güneyindeki sulara geri dönmüştü.
Bu gelişmeler dışında savaş gemilerimiz Kıbrıs güneyinde sismik araştırmalar yapan Saipem 10000, Micoperi Pride ve Mc Kenny Tide isimli Rumlar adına araştırma yapan gemileri de takibe başladı. Donanma, ayrıca Doğu Akdeniz’de 6-14 Kasım 2014 tarihleri arasında ‘Mavi Balina’ isimli davet tatbikatı yaptı. Avrupa Parlamentosu Türkiye’yi kınarken, NATO savaş gemileri Türk gemileri ile Doğu Akdeniz’de tatbikat yapıyordu. Bu arada, Deniz Kuvvetleri Komutanı yakın koruma sağlanan Barbaros Hayrettin Paşa gemisi ve takip edilen araştırma gemilerine yönelik faaliyetler ile ilgili angajman kuralları üzerine açıklamalarda bulundu. Bu açıklamalar Doğu Akdeniz’de tansiyonu  yükseltirken, Kıbrıslı Rumlar,  Yunanistan ve AB’yi rahatsız etti. Karşıt cephe taktik seviyede iki şey istiyor. Barbaros Hayrettin Paşanın bölgeden çekilmesi  ve Rumlara ait  araştırma gemilerinin takibinin kesilmesi. Stratejik ve jeopolitik seviyede de tek şey istiyor. Antalya Körfezi’nden dışarı çıkmayın. Bu değerli denizleri bize bırakın.
Nereden nereye. Türkiye Ergenekon, Balyoz ve Casusluk kumpasları ile Doğu Akdeniz’den 2010 yılından itibaren koparılmıştı. Balyoz’un 2010 yılındaki ilk tutuklamaları, AB’nin 2009 Türkiye ilerleme raporunda Deniz Kuvvetlerimizi ismen şikayetinden bir ay sonra gerçekleşmişti.  Deniz Kuvvetleri, Kıbrıslı Rumlar adına araştırma yapan sismik araştırma gemilerine engel olmakla suçlanıyordu. 2010 yılından bu günlere kadar Deniz Kuvvetleri, Dışişlerinin genel politikası olan Doğu Akdeniz’de Avrupa Atlantik yapının tam kontrolünü kabullenerek inisiyatif almadı ve gelişen olaylara pasif tutumla seyirci kaldı. 11 Şubat 2011 Balyoz toplu tutuklamaları ile donanmanın ulusal çıkarlar çerçevesinde stratejik kullanım iradesi  yok edildi. Cumhuriyet Donanmasının Doğu Akdeniz’de İsrail, Yunan ve Rum çıkarlarına tehdit teşkil etmemesi için gelecek 40 yılının Komuta yapısı hükümetin desteği ile felç edildi. Rumlar, tutuklamalardan kısa süre sonra İsrail ile MEB (Münhasır Ekonomik Bölge)  sınırlandırma antlaşması imzaladı. İmtiyaz haklarını ABD’nin Noble Energy şirketine verdikleri Kıbrıs güneyindeki, 12 numaralı Afrodit sahasında petrol ve doğal gaz sondaj çalışmalarına 19 Eylül 2011 tarihinde başladılar. İsrail’in Delek Firması ile 2012 yılı içinde bu sahada trilyonlarca dolar değerinde 700 milyar metreküp gaz rezervi bulduklarını açıkladılar. Tutuklamalarının tam tamına birinci yıl dönümünde yani 11 Şubat 2012 günü Rumlar, önceden ilan ettiği sahalarda ikinci tur lisans ihalesi ilanı yayınlandı. Türkiye bu girişime KKTC’nin kara ülkesinde petrol araştırmaları yapacağını duyurarak cevap verdi. Tutuklamaların 2’nci yıldönümünde Rumlar Kıbrıs güneyindeki üç sahada İtalyan, Fransız ve Güney Kore firmalarına arama ruhsatı verdi. Bu gelişmeler 24 Ocak 2013 günü Başbakan’ın bir televizyon programında kumpas davalar sonucu “firkateynlere gönderecek komutan bulamıyoruz” yakınmasından kısa süre sonra gerçekleşti. Hukuk tarihinin yüz karası Balyoz davasının güldüren gerekçeli kararının açıklandığı, 7 Ocak 2013 günü, Yunan To Vima gazetesinde Yunanistan’ın Ege ve Doğu Akdeniz’de Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) ilan edeceği haberleri yer aldı. 20 Şubat 2013 tarihli gazeteler Başbakan Samaras’ın hızını alamadığını şu başlıkla ilan ediyordu: “İstediğimiz zaman MEB ilan ederiz.” O günlerde Yunanistan’ı ziyaret eden Fransa Cumhurbaşkanı Hollande da, “Doğu Akdeniz’de doğal gaz yataklarının bulunması Yunanistan için de Avrupa için de fırsattır...Deniz Hukukunun üstün çıkacağına inanıyorum. Fransa bu yataklardan Yunanistan ile birlikte yararlanabilirse bunu yapacaktır”, demişti.
Cezalandırılan Donanma. Söz konusu olumsuzlukların yaşandığı dönemde dışişlerinin teslimiyetçi ve “ver-kurtul”cu anlayışına göre hareket eden Donanma, Kıbrıs civarında değil tatbikat yapmak, 2006 yılında başlatılan Akdeniz Kalkanı harekatı gereği, Doğu Akdeniz’de düzenli varlık bile gösteremiyordu. Zira görevdekiler, ulusal çıkarları korumaya yönelik en ufak bir girişim veya demarşta bulunsalar, paralel yapının içimizdeki ajanları tarafından mimlenerek, kumpas davalardan birisine isimlerinin ekleneceğini çok iyi biliyordu. Zira bugüne kadar deniz yetki alanlarımızdaki çıkarlarımızın korunmasında öne çıkan tüm isimler istisnasız tutuklanmıştı.
Jeopolitik kayıpların hesabını kimse veremez. Ancak devletin her alanda üst üste büyük jeopolitik çıkar kayıplarına uğradığı ve devletin Birinci Dünya Savaşından sonraki döneme benzer şekilde savrulduğu bu dönemde, artık deniz bitti. İktidarlar jeopolitik kayıpların hesabını veremez. Doğu Akdeniz’de Türkiye ve KKTC’nin çıkarları Batının arzu ve dayatmalarına kurban edilemez. Onların isteği ile paralel yapı üzerinden bizler tasfiye edilmiş olabiliriz. Ancak devletlerin jeopolitik çıkarları tasfiye edilemez. Onlar zamana karşı direnirler. O koruyucu ruh, Kurtuluş Savaşında, Sakarya’da, Kocatepe’de,  İnönü’de, Kıbrıs Barış Harekatında Girne-Yavuz Plajında, 1996 da Kardak kayalıklarında bir anda karşınıza çıkar. Cumhuriyet Donanmasının son kertede Doğu Akdeniz’de sergilediği taktik, operatif ve stratejik duruş, devlet olmanın gereğidir. Bu duruş, Cumhuriyet Donanmasının sosyo-genetik kodlarının gücünü bir kez daha göstermiştir.   Dileriz devam eder.  





16 Kasım 2014 Pazar

Hollanda Savunma Bakanının Kumpas Davalar Uyarısı

Description: IMG_0131 


Mavi Vatan
Amiral Cem Gürdeniz
Hollanda Savunma Bakanının Kumpas Davalar Uyarısı
                  Ekim ayı sonunda Hollanda Savunma Bakanı, kendi parlamentosunda yaptığı bir konuşmada Türkiye'de askerlere yönelik Ergenekon ve Balyoz gibi davaların NATO'da konuşulması gerektiğini  söyledi. Basında yer alan haberde, iktidara muhalif TSK mensuplarının, açılan toplu davalarla görevden uzaklaştırılması kadın bakanı şaşırtmış. Bayan Jeanine Hennis, askerlere yönelik toplu davaların, demokratik hukuk devleti ile bağdaşmadığını görüşünde. Hollanda Savunma Bakanı, "Bence bu konu da NATO içinde konuşulmalıdır. NATO, AB'den farklı bir örgüt. Fakat bu yaşanan olayların öylesine yanımızdan akıp geçmesine izin vermemeliyiz" diyor. 
Belli ki bayan bakan değişen ve gelişen yeni konjonktürde Türkiye’nin düşürüldüğü durum ve sürüklendiği bataklığın Avrupa’nın güvenlik ve huzuruna yakın, orta ve uzun vadede ciddi zararlar verebileceğinin yeni farkına varıyor.
Önceden de AB’nin senelik Türkiye ilerleme raporlarında kumpas davaların üzerindeki kuşku ve endişeler zaman zaman dile getirilmişti. 2011-2012 ve 2013 ilerleme raporlarında bu davalardaki uzun tutukluluk süreleri, karmaşık ve tutarsız iddianameler ve bu durumun kamuoyunda yarattığı gerginliğe vurgu yapılmıştı. En önemlisi yargılamadaki bu ihlallerin  toplumda kutuplaşmayı tetiklediği belirtilmişti.
AB Parlamentosu da,  komisyonun hazırlayacağı 2011 Türkiye ilerleme raporuna, Ergenekon ve Balyoz davalarında yaşanan temelsiz ve asılsız delillere yönelik detaylı bir incelemenin  eklenmesini talep etmişti. AB Parlamentosu Dış İlişkiler Komisyonun bu talebinin  yanı sıra, bir diğer talep daha vardı ki bu talep daha sonra ana ilerleme raporunda yer almadı. Bu talep şöyleydi. “Komisyon Türkiye’nin NATO üyeliğinin önemini dikkate alarak, silahlı kuvvetlerin harekat yeteneğinin güvenilirliği ve laik bütünlüğünün sürekliliğinin sağlanması ihtiyacına vurgu yapar.”
Bu talep daha sonra Türk Hükümetinin baskıları sonucunda rapordan çıkarıldı. AB Parlamentosu Dış İlişkiler Komisyonu bu maddeyi Balyoz Davası toplu tutuklamalarından kabaca 6 ay sonra kaleme almıştı. Çok ciddi endişeleri dile getirmişti.
Kimi Kandırıyorsunuz? Balyoz davası ve diğer kumpas davaların sadece ABD’nin değil AB’nin de istek, teşvik ve hatta yönlendirmeleri ile başlatıldığı ve sürdürüldüğünü artık konu ile uzaktan ilgilenenler dahi biliyor. Bu davaların geniş bir perspektifte Kurtuluş Savaşı ve Mustafa Kemal devrimlerinin bir intikam aracı olarak yürütüldüğü bir gerçek. Türkiye’de 80’ler sonrası son sürat uygulamaya sokulan neo-liberal kapitalist politikalar, İsrail güvenliği ve yeni jeopolitik düzenlemeler paralelinde Avrasya girişindeki bu kritik ülkenin dönüştürülmesini gerektirdi. Söz konusu kumpas davalar dönüştürmenin son aşamalarından birisi olarak uygulandı. Başardılar mı? Henüz Hayır.
Şimdi Hollandalı Bakan, kumpas davaları NATO’ya hatırlatma gereği duyuyor. Sanırsınız ekselansları 1894 yılında Fransa’da yaşanan Alfred Dreyfus davasını eleştiriyor. Bakana sormak lazım. Bilgi çağında, dijital deliller üzerinden kurulan kumpaslar ne kadar gerçek olabilir? Saniyede giga byte seviyesinde bilginin üretildiği günümüzde Balyoz kumpasının ne kadar acemice kurgulandığını ve davanın daha başladığı günlerde bu dijital saçmalıkların nasıl da ortaya saçıldığını etrafındakiler ona anlatmamışlar mı? 2011 Mart’ında, NATO’nun Brüksel’deki ana karargahında Lojistik Direktörlükte üst seviyede bir yönetici olarak görev yapan Türk generalin, kendinden emin bir şekilde koşarak Türkiye’ye gelip sözde mahkemede ifade verdiğini, daha ifadesine başlamadan Samanyolu isimli TV kanalında tutuklandığının ilan edildiğini ona kimse anlatmadı mı?
Objektif hukuka ve adil yargılamaya en sadık kalması gereken Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin bile bu kumpaslarda dolaylı olarak rol aldığını, verdikleri 2012 Çetin Doğan ve Cem Çakmak kararlarını okuyanların, haksızlık karşısında isyan edercesine dehşete düştüğünü ve mahkemenin bu skandal kararlarından kaçınmak için, sanıklar lehindeki Birleşmiş Milletler Keyfi Tutuklamalar Çalışma Grubunun Haziran 2013 kararına sığındığını, bayan bakanın hukuk müşavirleri bilmiyor mu? NATO’da Genel Sekreter Rasmussen dahil, Türkiye dışındaki 27 üye devletin askeri ve dışişleri temsilcilerine NATO’daki görevlerinden dönmek zorunda kalan muvazzaf general ve subaylar tarafından bu açık dijital kumpas hakkında bilgilendirici pek çok mektup yazılmış olmasından ve bu mektupların pek çoğunun Hollanda’nın NATO askeri milli temsilcisine de gitmiş olmasından bihaber midir?
Siz değil miydiniz, yıllarca Türk ordusu siyasi iktidarın emrine girmeli ve güvenlik ile dış politikada söz sahibi olmamalıdır diyen? Siz değil miydiniz, 2003 sonrası her AB ilerleme raporunda Türk Silahlı Kuvvetlerini yerden yere vuran? Siz değil miydiniz 2009 AB Türkiye ilerleme raporunda Türk Deniz Kuvvetlerini Doğu Akdeniz’de Kıbrıslı Rumlara engel oluyor diye ismen şikayet eden? Siz değil miydiniz, 2006 yılında Genelkurmay Başkanınız Orgeneral Dick Berlijn’i Ankara’ya ASAM’ın bir seminerine gönderip,  TESEV’in Almanak Türkiye raporuna destek vererek Türk ordusunu evcilleştirmek isteyen?
Eseriniz ortada. Gurur Duyun. Buyurun şimdi. Eseriniz ortada. Tasfiyeler tamamlanmış. Silahlı Kuvvetler ideolojisini ve en önemlisi 30 Ağustos 1922 deki orduya aidiyet duygusunu kaybetmiş ve moralsiz bir durumda. Ülkede iç savaşı aratmayacak kutuplaşma ve güvenlik boşlukları oluşmuş. Şimdi Balyozu ve Ergenekon’u NATO incelesin diyorsunuz. Neyi inceleyeceksiniz? Kumpasın ayak izleri ya bazı NATO devletlerine kadar uzanırsa ne diyeceksiniz?
Evet bir devletin adalet sistemi siyasi amaçlara alet edilirse ve o devletin yargıç ve savcıları kendi polisiyle birlikte ordu ve donanmasına kumpas kuracak kadar ileri giderse, aynen Osmanlının son dönemlerinde olduğu gibi dışarıdan bu tip aşağılayıcı müdahaleler yaşanır. Askeri bir ittifakın hukuki alana müdahil olması istenir. Başta askerlerini hukuka saygılıyız aldatmacası ile 2009 yılından itibaren bu acımasız kumpaslara teslim eden yüksek komuta heyeti olmak üzere, Türkiye’nin ve silahlı kuvvetlerin düşürüldüğü bu duruma neden olanlar, yarattığınız eserle gurur duyabilirsiniz.


9 Kasım 2014 Pazar

Donanma, Kumpaslardan Ders Almalıdır

Description: IMG_0131 


Mavi Vatan
Amiral Cem Gürdeniz
Donanma, Kumpaslardan Ders Almalıdır
         Bir ülkenin jeopolitik yönelişi sadece kara ülkesi ile sınırlı değildir.  Türk Boğazları ile Akdeniz'de doğu-batı yönünde bir kısrak başı gibi uzanan yegâne yarımadaya sahipliğimiz, Karadeniz, Akdeniz ve Ege’ye ayrı jeopolitik değer katıyor. Sevr'de Türkiye bu üç alandan soyutlanarak kabaca 400 millik kısa bir kıyıya mahkum ediliyordu. Bırakın Ege Adaları, Kıbrıs ve Türk Boğazlarını, uluslararası denizlerde sadece balıkçılık yapacak kadar bir kıyıya mahkum edilen Türkler, böylece açık denizler ve okyanuslara erişimden ebediyen soyutlanmış oluyordu.
         Kumpaslar Deniz Kuvvetleri Odaklı. Batı, 16. Yüzyılda Türk Donanması'nın Orta ve Batı Akdeniz'de ne büyük rol oynadığını asla unutmadı. 1500'lü yıllarda Türk donanması Akdeniz'de belirleyici güçtü. Türkiye Cumhuriyeti Atatürk’ün verdiği enerji ile 20. yüzyıl sonunda denizlerde 16. yüzyılda başarılanlara benzer bir durum yarattı. Bu beklenmedik bir şeydi. Üç alanda öne çıktı:            1) Teknoloji üretti. 2) Strateji ve doktrin üretti. 3) Gücünü kullandı. Kumpas davaların Deniz Kuvvetleri odaklı olmasının temel gerekçeleri bu üç alanda saklıdır.
         Teknoloji Üretimi. Cumhuriyetin ilanından sonra başlayan hamleler ve Soğuk Savaş sırasında etki alanına kendi irademiz ile girdiğimiz Avrupa–Atlantik yapıdan ‘’know how’’ transferleri ile Deniz Kuvvetleri Türkiye ortalamasının çok önünde bir teknoloji birikimine sahip oldu. 50’li yıllarda ABD’den hibe uçak alımları sonrası milli uçak projesini terk eden Hava Kuvvetlerinin hatasına düşmeden, milli savaş gemisi tasarım ve üretim hedefinden hiç bir zaman sapmadı. Soğuk Savaş sonrası Türk Deniz Kuvvetleri mühendisleri daha büyük projelere giriştiler. Radar, sonar, atış kontrol, silah sistemleri ve savaş gemi tasarımı ve inşası gelişti. Deniz Kuvvetleri, 2000 tonluk MİLGEM korvetini tasarladı,  yüzde 70 oranında milli sistemlerle donatmayı becerdi ve gemiyi donanmaya 3 yıl önce 2011 sonunda teslim etti. Eğer Balyoz ve Askeri Casusluk kumpasları 2000 yılı  başlarında kurgulanmış olsaydı, kimsenin şüphesi olmasın ki bugün ne MİLGEM vardı, ne de onun en önemli elemanı GENESİS Savaş Yönetim Sistemi.
         91 yıl önce değil gemi inşa etmek, toplu iğneyi bile ithal eden bir cumhuriyetin 21. yüzyıl başında 2000 tonluk bir korveti inşa etmeyi başarması, küresel egemenlerin kontrolü dışında gerçekleşti. Türkiye bu başarılarla, stratejik deniz savunmasında dışa bağımlılıktan kurtulmak bir yana, uzun dönemde milyarlarca dolarlık bir kaynağın yurt içinde kalmasının ve aynı zamanda ihracatın yolunu açtı. İngiliz Başbakanı Llyod George'un Birinci Dünya Savaşı sonunda Asya steplerine, ait oldukları çöllere geri dönmesini istediği 'barbar Türkler'in, deniz uygarlığı alanına girmeleri ve gemi, sistem, silah üretmeleri kabul edilemezdi! Askeri casusluk davası denilen rezil kumpasta yargılanan ve halen hapiste olan pırlanta denizciler arasında Albay Necmi Yıldırım gibi Milgem sonarına hayat veren en seçkin araştırmacı mühendisler bulunması tesadüf değildir.
Strateji ve Doktrin Üretimi. Teknoloji alanında Türkiye’deki pek çok kuruma örnek teşkil ederek önderlik eden  Deniz Kuvvetleri,  deniz jeopolitiği alanında strateji ve doktrin üretiminde de öncülük etmiştir. Bugün deniz kuvvetlerinin devlete maliyeti, yılda kabaca 1,5 milyar dolar civarındadır. Deniz kuvveti barışta, ulusal çıkarlar paralelinde deniz hak ve çıkarlarının korunması, gözetilmesi, ve geliştirilmesi için bulundurulur. Savaş durumunda, ülkenin top yekun savunmasına katkı sağlarken, deniz ulaştırma rotalarımızın açık, düşmanınkilerin de kapalı tutulmasına çalışır. Deniz Kuvvetlerimiz,  1952 sonrası, 1963'te Kıbrıs olayları patlak verene kadar, Karadeniz'e odaklanmış bir NATO donanmasıydı. Kıbrıs olayları ile Yunanistan’ın 1974 sonrası Ege Kıta sahanlığı ve adaları silahlandırması ve ayrıca 1981'den itibaren karasularını genişletme girişimleri üzerinden Ege’de genişleme politikalarını uygulamaya sokması, Türk Deniz Kuvvetlerini ön alıcı ve caydırıcı tutuma zorladı. Bu da uygun strateji ve doktrinlerin hayata geçirilmesi demekti. Benzer durum Karadeniz’de Montreux Sözleşmesine sadakat ve özellikle soğuk savaş sonrası Karadeniz’de barış ve istikrara katkıya yönelik strateji ve girişimlerle ortaya çıktı. Bu alana son olarak Doğu Akdeniz’de münhasır ekonomik bölgemizdeki deniz çıkarlarımızın korunmasına yönelik girişimler de eklenebilir.  Saydığım tüm alanlarda strateji ve doktrin üretmiş istisnasız tüm Amiral ve deniz subayları, cımbızla seçilmiş ve kumpas davalara eklenmiştir.
Gücü Kullanmak. Kıbrıs Barış harekatında krizin başlamasından 120 saat sonra Girne‘de kıyı başını tutan donanma, 1996'da Kardak Krizi'nde Güney Ege’de üstün manevra gücünü sergileyerek ön aldı. 2001'de Karadeniz'de diğer beş sahildarı ikna ederek Deniz İşbirliği Görev Grubunu (BLACKSEAFOR)'u kurdu. 2004 yılında NATO'nun Active Endeavor harekatının Karadeniz'e genişlemesine karşı KUH (Karadeniz Uyumu Harekatı) ile Karadeniz’de deniz alanında güvenlik ve istikrarın devamını sağladı. 2006 yılında Doğu Akdeniz’deki deniz çıkarlarını korumak üzere başta Akdeniz Uyumu harekatını başlatmak olmak üzere, yüksek profil sergiledi. Kardak krizi başta olmak üzere 1996 sonrası gerçekleşen saydığım bu faaliyetlerin A takımı Amiral ve Subaylar kumpas davalarla tutuklandı. Kimse kamuoyunu kandırmasın. Kumpas davaların ağırlık merkezi donanmadır. Bu durum donanmanın emperyalizmi rahatsız etme derecesinin de bir göstergesidir. Ayrıca kumpas davaların görülme sürecinde amiral ve subayların mahkeme heyetleri karşısında en karanlık günlerin hüküm sürdüğü ortamda dahi, dik durmuş olmaları da donanmanın psikososyal gücünü gösterir. Bugünün donanmasına hayat veren tüm denizcilerin bu yaşananlardan ders çıkarması ve bir daha asla emperyalizmin tuzağına düşmemesi gerekir. Donanma, kendi silah arkadaşlarını  sırtından vuracak kadar zavallılaşanlara artık izin vermemelidir. Donanma, Atatürk’ün rotasında viyalamaya devam etmelidir.