23 Şubat 2015 Pazartesi

Balyoz Yalanı ve Geçmişten bir Hatırlatma

Description: IMG_0131 


                   Mavi Vatan
Amiral Cem Gürdeniz
Balyoz Yalanı ve Geçmişten bir Hatırlatma
                  26 Ağustos 2011 tarihinde henüz tasfiye edilmediğim ve Hasdal Askeri Cezaevinde kendi vatanımda kendi askerlerimizin gözetiminde esir tutulduğum dönemde, Silivri’deki çadır mahkemesinde bir talep konuşması yaptım. Bu konuşmamda önce Büyük Taarruzun başladığı günün yıldönümünde şehitlerimizi rahmetle andım ve şunları söyledim:
                  “Devlet sahte para ya da tahvil basar mı? Devlet sahte diploma ya da ehliyet verir mi? Tabiî ki hayır. Peki,  devlet sahte dava, sahte delil ve sahte haber üretilmesine göz yumar mı? Bu soruya gönülden hayır demek için neler vermezdim! Büyük yalan Balyoz, Türkiye Cumhuriyetinde kurgulanan ve uygulanan en büyük sahteciliktir. Türk hukuk ve adalet tarihinin kanseridir. En büyük özelliği devletin imkânlarını kullanarak sonsuz sayıda sahte delil üretebilmesi ve dilediği yerde metastaz yapmasıdır.
                  Bu salonda son sekiz aydır sahte CD’ler, iftiralar ve yalanlara karşı yapılan hukuki savunmaları dinledik. Sahte CD’lerin ve sahte delillerin Karadeniz fıkralarını aratmayacak nükte dolu çelişki ve garabetlerini hep beraber izledik. Emin olun eğer TRT bu davayı naklen yayınlasaydı pembe dizi ve programların reytinglerini geçer rekor kırardı. Programa bir de isim buldum: güler misin ağlar mısın?
                  Acımasız bir tasfiye kasırgası ile rütbelerin, makamların ve özgürlüklerin çalındığı bir karanlıklar dönemini daha, hep beraber yaşıyoruz...Bu davalar gücünü hiçlikten almakla beraber ülkemiz için çok ciddi sonuçlar doğuracak jeopolitik çapta bir vizyona sahiptir. Bu vizyon doğrudan ve dolaylı olarak Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kuruluş felsefesi ve en temel var oluş ilkesi olan “yurtta sulh cihanda sulh” ilkesinin ortadan kaldırılmasıdır.
                  Bu süreçte Türk halkı her türlü alçakça ve iftira dolu yalan ve sahte haber ve yorumları fütursuzca yayımlayan yandaş ve dinci medya terörü ile karşı karşıyadır. Yandaş ve dinci medyanın balyoz yalancılığı Irak işgali öncesi Amerikan medyasının ‘Saddam’ın nükleer silahı var’ yalanını fersah fersah aşmıştır.
                  29 Temmuz 2011 günü istifa eden Genelkurmay Başkanı Orgeneral Koşaner’in Türk Silahlı Kuvvetlerine yayınladığı mesajda şu sözleri çok anlamlıdır: “Tutuklamaların evrensel hukuk kaidelerine, hakka, adalete ve vicdani değerlere uygun olarak yapıldığını kabul etmek birçok hukukçunun da ifade ettiği gibi mümkün değildir.” Bu sözleri söyleyen sıradan bir devlet memuru değildir. Devlet protokolünde 4. Sırada bulunan, anayasal bir kurum olan Türk Silahlı Kuvvetlerinin başıdır. O zaman sormak lazım. Eğer bir toplumda hukuk ve adalet sistemi güvenilirliğini, tarafsızlığını yitirir ve bir genelkurmay başkanı bu durumun yarattığı karanlık tablo karşısında istifa etmek zorunda kalırsa, hak arayanlar bundan sonra ne yapabilir?
                  İngiliz siyaset bilimci John Locke’un dediği gibi “hukukun bittiği yerde zorbanın egemenliği başlamaz mı?” Zorbanın egemenliğinin başladığı toplumlarda en temel insan hakkı olan zorbalığa direnme hakkı doğmaz mı?   Mahkemenizden talebim: Bizi yargılamaya devam edin. Gölcük ve Eskişehir kaynaklı sahte belgelere emperyal çete tarafından adı bulaştırılan tüm Atatürkçü vatanseverleri tutuklamaya devam edin. Emperyal buyruk kapsamında özellikle Deniz Kuvvetleri’nin içini boşaltmaya devam edin. Devam edin ki: emperyal yandaş medya yalanlara ve iftiralara doymasın ve tertemiz isimleri renkli ve parlak baskılı bedava gazeteleri ile nursuz beyaz camlarında doya doya kirletmeye devam etsin.
                  Devam edin ki: vatanseverleri tasfiye eden emperyal iştah daha da artsın.   Buna paralel makam ve rütbe hırsızları çoğalsın. Devam edin ki, özgür basın ve özgür toplumlu ileri demokrasimiz daha da ilerlesin. Devam edin ki, kurgulanan ve uygulanan bu komplolarda görev alan emperyal hainlerle olan bitene, hukuka saygılıyız maskesiyle sessiz kalan korkakların sayısı her geçen gün artsın. Devam edin ki, Doğu Akdeniz’de Kıbrıs civarında İsrail, Rum ve Amerikalı dostlarımız rahat rahat doğal gaz ve petrol çıkarsın. Onların çocukları ve torunları daha da zengin olsun. Devam edin ki, Ege’deki haklarımızdan vazgeçerek Ege’ye sonsuza dek sürecek Helen barışı gelsin. Devam edin ki, Montreux’süz Karadeniz,  Basra Körfezi gibi savaş gemileri ile dolsun, taşsın. Devam edin ki, Müslüman ülkelerdeki iç savaşlara müttefiklerimizle beraber kara birliklerimizle de katılıp bu ülkelere Afganistan ve Irak’taki gibi barış ve huzur getirelim. Devam edin ki, Yakın ve Ortadoğu’yu Türkiye’yi parçalayarak yeniden şekillendiren Amerikalı Albay Ralph Peters’in haritası bölgemize barış ve huzur getirsin. Devam edin ki, ailelerimizle beraber çektiğimiz mağduriyet ve acılar katlansın, içinde bulunduğumuz karanlık daha da artsın ki, aydınlık ve özgür Türkiye’ye o kadar yaklaşalım.
Nasıl Kıydınız? Evet, kabaca 4 yıl önce sarf ettiğim bu sözlerden iki yıl sonra, çadır mahkemesi  21 Eylül 2013 günü son sözümü sordu. Onlara mahkemeyi tanımadığımı ve son sözüm olmadığını söyledim. 18 yıl hüküm verdiler. Benimle birlikte 236 şerefli silah arkadaşımın özgürlüğünü utanmadan çaldılar. Şimdi, 3 kişilik bilirkişinin raporu ile 5 no’lu hard disk sahte ilan edildiği için merkez medya dahil,  kamuoyu heyecan içinde. Neymiş efendim? F tipi herkese kumpas kurmuş, hükümeti de aldatmış. Ne acı değil mi? 4 yıl boyunca bu bir dijital terör kumpasıdır dedik, dinletemedik. 30 dan fazla bilirkişi raporu bu belgeler sahtedir dedi, dinletemedik. Bu bir dijital Dreyfus davasıdır dedik, dinletemedik. Bir darbe davasında Yargıtay’ın cezasını onayladığı 237 kişinin 134’ü denizcidir, bu, Türk Deniz Kuvvetlerine en büyük emperyal saldırıdır dedik, dinletemedik. Ali Tatar, Berk Erden ve Murat Özenalp Albayları şehit verdik, dinletemedik. Amiral Cem Çakmak hapiste kanser oldu, dinletemedik. Çünkü bize, en yakınlarımız bile sırtını döndü. İçimizdeki hainleri, sahte belgeleri gömenleri ortaya çıkarmak ve onlarla savaşmak yerine, hukuka saygılıyız aldatmacası içinde susmayı tercih ettiler. Bahriyenin yerleşik vefa değerlerini ve dayanışma ruhunu alt üst ettiler.
Kubilay’ın katledilişinden sonra Behçet Kemal Çağlar’ın, 5 Ocak 1931 yılında Hakimiyet-i Milliye gazetesinde yayımlanan şiirinden bir bölüm ile bu yazıyı bitirelim:
Çıkmadı mı bu genci bir tek kurtaranınız? /Sormaz mıydı kalbiniz, akmaz mıydı kanınız?/Gövdeyi kan götürse demek ki razıydınız/O’na nasıl kıydınız, O’na nasıl kıydınız?






15 Şubat 2015 Pazar

Rusya, Norveç ve Kuzey Buz Denizi

Description: IMG_0131 


                   Mavi Vatan
Amiral Cem Gürdeniz
Rusya, Norveç ve Kuzey Buz Denizi
21’inci yüzyılın en ciddi hegemonik çatışma alanlarından birinin Kuzey Buz Denizi yani “Arktik Okyanusu” olduğunu, önceki yazılarımızda belirtmiştik. Ukrayna üzerinden devam eden yeni soğuk savaşın sıcak cepheleri Kırım, Doğu Ukrayna, Transdinyester  ve Kaliningrad olarak görünse de gelecekte asıl jeopolitik rekabet ve potansiyel kriz alanının Arktik Bölgesi olacağını söyleyebiliriz. Son 60 yıldır, önce Sovyetler daha sonra Rusya’ya karşı sınırda  tatbikat  yapmayan Norveç’in, önümüzdeki ay içinde Rusya sınırında büyük çaplı bir tatbikat icra etme kararı alması, bu değerlendirmemizin önemli nedenlerinden birisi oldu.
 Enerji ve kaynak rekabeti artıyor. Arktik alanda ABD, Rusya Federasyonu, Kanada, Norveç ve Danimarka’nın kıyısı var. Ancak bölgenin uluslararası yönetim örgütü olan Arktik Konsey’de bu beş sahildar dışında üç ülke daha (İsveç, Finlandiya ve İzlanda) temsil ediliyor. Sekiz ülkenin dördü NATO üyesi. Bu durum Rusya’da  Karadeniz’de olduğu gibi kuşatılmışlık hissi yaratıyor. Küresel doğal gaz rezervlerinin % 30, ham petrol rezervlerinin % 13’ünün bulunduğu değerlendirilen bu denizin % 88’i sahildarların Münhasır Ekonomik Bölgesi (MEB) iken, % 12’lik kısmı açık deniz (high seas) statüsündedir.  Kıyılarının % 65’i Rusya Federasyonu’na ait olduğundan,  deniz dibindeki enerji rezervlerinin büyük çoğunluğu da Rusya Federasyonu’na ait. 3,2 milyar m³ rezerv ile dünyanın en büyük gaz rezervi olan Shkotman havzasında Rusya, 2008 yılından sonra gaz temin çalışmalarına başladı. Rusya’yı bir yıl sonra Barents Denizi’nde Norveç izledi.  STATOIL ASA, Snoehvit  bölgesinde ilk kez doğal gaz çıkarmaya başladı. Rusya jeopolitik yönelişinin ve bölgeyi sahiplenmenin bir ifadesi olarak 2007 yılında Kuzey Buz Denizi’nin Rus kıta sahanlığı içinde kalan ve ünlü Rus bilim adamı “Lomonosov”’un ismi ile anılan bölgede, binlerce metre derinlikteki deniz tabanına, Rus bayraklı bir plaket yerleştirdi. Bu jeopolitik refleks, rakip cephede ciddi bir sarsıntı yarattı. Arktik bölgesi ayrıca küresel ısınma nedeniyle soğuk sulara kaçan pek çok balık türüne de ev sahipliği yapıyor. Geçmiş yıllara göre balık stoklarının arttığı bu bölge, balıkçılık alanında da gerilimlere neden olacak potansiyele sahip.
Yeni Ulaştırma Rotaları. Bu  jeopolitik rekabet alanının bir diğer özelliği de, eriyen buzullar nedeniyle deniz ticaretinde devrim yaratacak yeni deniz ulaştırma rotalarına sahip olmasıdır. Simülasyonlara göre 2040 sonrası bölgenin deniz ulaştırmasına tamamen açılacağı tahmin ediliyor. Böylece okyanuslar arası deniz ticaret rotaları ciddi sonuçlar yaratacak kadar kısalacak. (Çin için bu yeni rotalar, senede 100 milyar dolar tasarruf anlamına geliyor.) Bu rotaların bir diğer avantajı da Rusya’nın Sibirya sahillerini dış dünya ile birleştirmek olacak. Bu durum yabancı yatırımcıyı çekerken, alt yapının gelişmesini tetikleyecek. Henüz 2009 yılındayken, Devlet Başkanı Medvedev, “Arktik Okyanusu, Rusya Federasyonu’nun milli gelirinin % 20, ihracatının % 22’sini üretiyor” demişti. Yani Rusya’nın ekonomik olarak bölgeden beklentileri çok yüksek.
 Norveç kışkırtıyor. Diğer yandan Rusya’nın Kırım müdahalesi sonrasında, Afganistan’dan çekilen NATO, eski düşmanını kabaca 26 yıl aradan sonra yeniden keşfetti. ABD’nin dümen suyundaki Norveç gibi ülkeler, Rusya ile gerginliği arttırmak için her tuzağa düşüyor. Hatırlatalım 2011 yılındaki NATO’nun vahşi Libya müdahalesinde Norveç Hava Kuvvetleri, Libya’nın fiilen bombalanmasında görev almıştı. Şimdi de Rusya’yı kışkırtmakla meşguller. Norveç’e ait Svalbard Adaları etrafındaki zengin balık kaynaklarının bulunduğu deniz yetki alanlarında Rus-Norveç çekişmesi başlamış durumda. Geçtiğimiz günlerde Norveç Sahil Güvenlik gemileri, Rus balıkçı gemilerine bording (fiili gemiye çıkma) yapınca, Rusya da balıkçı gemilerini korumak için, bölgeye savaş gemisi gönderdi.
Rusya için Arktik Okyanusu ön bahçe. Rus Donanması’nın %67’sinin Kuzey Donanmasına ait olması ve Kuzey Donanması ana üssünün bu bölgede olması, Rusya’ya büyük stratejik avantaj sunuyor. Dünyada nükleer buz kıran gemisi olan tek ülke Rusya. Bölgede 8’i nükleer 11 büyük tonajlı buz kıran gemi/römorköre sahipliği, iki adet  buz kıran gemisi olan ABD’ye karşı, Ruslara avantaj sunuyor. Ruslar ayrıca dünyanın ilk nükleer güçlü açık deniz petrol/doğal gaz sondaj platformunu da burada hazırlıyorlar. Diğer yandan askeri hazırlıklar kapsamında, geçen Aralık ayında bizzat Putin tarafından ilan edilen yeni askeri doktrin gereğince yeni tedbirler alıyorlar. Yeni doktrin, ilk kez Arktik Bölgesini Rus etki alanı olarak tanımlıyor. Rusya’nın ön bahçesi sayılacak bölgede hava üsleri geliştirilip, erken uyarı radarları ve dinleme sistemleri modernize edilirken, hava üslerinde görevli uçak  sayısı artırılıyor. Ayrıca Murmansk ve Yamal bölgelerinde 6000 kişilik  acil müdahale gücü kuruluyor.
İskandinavya havzası NATO kışkırtmalarına uymamalıdır. Rusya, Kırım sonrası artan NATO düşmanlığı paralelinde daha kuşkucu ve reaktif pozisyon alırken, sınırdaşı Norveç de bu gergin ortamı daha da zorlaştıracak hamlelerde bulunuyor. ABD ile birlikte Rusya’ya karşı uygulanan ambargoya Norveç katılıyor. Rusya, son zamanlarda Norveç için, stratejik perspektifte potansiyel tehdit ülke kategorisine alındı. NATO’nun Arktik’teki öncü kalesinin Norveç olduğunu söylemeye gerek yok. Zira Norveç, Arktik Daire (66°33’N enlemi) kuzeyinde daimi askeri karargahı olan tek NATO ülkesi. Norveç, yeni gelişen Arktik jeopolitiği nedeniyle en önemli güvenlik ve savunma önceliğini bu bölgedeki çıkarlarının korunmasına veriyor. ABD güdümündeki NATO da, Norveç’in bu durumunu, Rusya’ya karşı koç başı olarak kullanıyor, onu ABD’nin bu bölgedeki çıkarları için öne sürüyor. Başta belirttiğimiz gibi Norveç Hükümeti’nin önümüzdeki ay Norveç-Rusya sınırındaki Finnmark bölgesinde geniş çaplı bir tatbikat yapılacağını deklare etmesi, tırmanmayı teşvik edici özellikte. Halbuki Norveç bir kanat ülkesi olarak Soğuk Savaş ve sonrası dönemde Rusya sınırında  hiç bir tatbikat icra etmemişti. (Türkiye de hatırlanacağı üzere Karadeniz’de tek bir NATO tatbikatı icra etmedi, bugün de etmiyor.) Norveç, ABD’nin ve NATO’nun kışkırtmalarına ayak uydurduğu sürece son 60 yıldır refah ve istikrar bölgesi olan İskandinavya havzası karışacak gibi görünüyor. Bu kapsamda İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğine teşvik edilmesi için, kamuoylarının hazırlanmasına yönelik senaryoların devreye sokulması sürpriz olmamalı.


8 Şubat 2015 Pazar

Ermeni Olayları, Emperyal Blok ve II.Abdülhamit Donanması

Description: IMG_0131 


                   Mavi Vatan
Amiral Cem Gürdeniz
Ermeni Olayları, Emperyal Blok  ve II.Abdülhamit Donanması
93 (1877-78) Osmanlı-Rus Harbinde Rus orduları İstanbul Yeşilköy’e kadar gelmiş ve İstanbul’u işgalden İngiliz Donanması kurtarmıştı.  Savaş  sonunda önce Ayastefanos ve daha sonra Berlin Antlaşması imzalandı. Berlin  Antlaşmasına göre Kars, Batum, Artvin ve Ardahan sancakları Rusya'ya bırakıldı. Osmanlı İmparatorluğu, Doğu Anadolu'daki illerde Ermeniler lehine ıslahat yapacaktı. Bu fırsatı kullanan ve örgütlenmeye başlayan Ermeniler, birçok yerde Ermeni komite ve cemiyetleri kurdu, Rusya’nın ve İngiltere’nin desteklemesiyle Ermeni Cemiyetleri, Avrupa’ya da yayıldı. Amaçları Doğu Anadolu’da özerk veya bağımsız bir Ermeni devleti kurmaktı.  1885 yılından itibaren, Doğu Anadolu’daki Ermeniler, Türk köylerine saldırmaya başladılar. Van, Erzurum, Bitlis’te ayaklanmalar çıktı. Osmanlı Devleti haklı olarak, bu olaylar karşısında ciddi önlemler almak zorunda kaldı. Bu alınan önlemler esnasında, Anadolu’da bulunan emperyal devletlerin dış temsilciliklerinin ve Anadolu’da yaşayan vatandaşlarının gayrimenkulleri de zarar gördü. Bu zararların tazminat adı altında ödenmesine karşı çıkan II’nci Abdülhamit’e, değişik bir teklif götürüldü.
Size Gemi Satalım. II’nci Abdülhamit’in Donanmaya önem verdiğini günümüzde savunan yazarlar, 1897 Türk-Yunan Savaşı’ndan sonra onun ders çıkararak ABD, İngiltere, Almanya, Fransa ve İtalya’dan Peyk-i Şevket sınıfı kruvazörler ile Taşköprü ve Kastamonu sınıfı ganbotların tedarik edildiğine vurgu yaparlar. Ancak donanma ve gemi sevmez bir sultanın aniden böyle bir karar vermesinin nedenlerini sorgulamazlar. Perde arkasındaki nedenleri araştırmazlar. Bu tedariklerin arkasında Ermeni olayları ve emperyalist devletlerin aç gözlülükleri vardır. Açıklayalım.
Yüksek Fiyatlı Savaş Gemileri. 1897 Türk-Yunan Savaşından sonra başta, Hamidiye, Mecidiye ve Drama kruvazörleri olmak üzere, ABD ve Avrupa ülkelerine ‘normal piyasa fiyatları üzerinde’ savaş gemileri ısmarlandı. 50 yıla yakın İstanbul’da görev yapan İngiliz diplomat Ediun Pears, hatıratında (Fifty Years in Constantinople, The Anehan Press, Londra, 1916) şunları yazıyor:
Ermeni olayları sırasında ABD, Fransa, İtalya ve İngiliz azınlıklarına ait gayrimenkullere büyük ölçüde zarar verilmişti. Türk Hükümetinin zarar ve ziyanı karşılaması gerçeği, ortadaydı. Azınlıkların temsilcileri zararların karşılanmasını talep edince, Bab-ı Ali tarafından, bu talepler reddedildi. Ancak ısrarlı tutumlarını sürdürdüler ve gerekirse haklarını almak için zora başvuracaklarını bildirdiler. Bunun üzerine Sultan Hamit, hem hak talebinde bulunan devletleri memnun edecek, hem de kendi ülkesinin itibarını zedelemeyecek bir formül arayışına düşmüşken, ABD Sefirinin ortaya atmış olduğu görüş pek makul oldu. Bu görüşe göre, devletin tazminat ödemesine mani olan yasalar, herhangi bir dış devletten gemi alımına mani değildi. Ismarlanan bu gemilerin ücreti, istenen tazminatlar üzerine eklenerek ödenecekti. Padişah, ABD Sefiri aracılığıyla büyük bir gizlilik içinde Amerikalı Cramp acentesini, saraya davet etti. Geminin tipi belirlendi, ayrıntılar dikkatle gözden geçirildi, kontrat hazırlandı ve geminin (Mecidiye y.n.) siparişi verildi. Şişirilmiş maliyet önce ABD Büyükelçiliğine ödenecek, o da doğal olarak bu parayı istediği gibi sarf edecekti. Benzer uygulama İngiliz, İtalyan ve Fransız talepleri için de uygulanmıştı. İtalyanlar için uygulamada küçük değişiklikler yapıldı. Eski bir zırhlı (Mesudiye y.n.) Cenova’daki Ansoldo Tersanesine onarım maksadıyla gönderilerek, İtalyan taleplerinin de onarım maliyetine eklenmesi istenmişti.”
 Söz konusu dönemin bahriye subaylarından Emin Yüce de, hatıratında da (Şakir Batmaz-Abdülhamit Donanması’nda Bir Bahriyeli-TİMAŞ Yayınları-2010) bu konuda şunları söylüyor:
II’nci Abdülhamit gibi donanmadan uzak duran bir padişahın devri saltanatında, ciddi bir şekilde savaş gemisi inşa ve teçhizi mümkün değildi. Ancak bir gün oldu ki Amerikan Hükümetine yeni bir sitimli muhafazalı kruvazör (Mecidiye), İngiltere’ye benzer bir kruvazör (Hamidiye) ile büyük ve küçük bir yat, Almanya’ya kruvazöre benzer iki küçük gemi, Fransa’ya dört torpido muhribi ile dört torpidobot ve on ganbot, İtalya’ya dokuz torpidobot ısmarlandı ve iki büyük nakliye gemisi alındı. Bu siparişler 1904 ile 1907 arasında ve sessiz sedasız yapılmıştı... Bu inşa ve tamir siparişleri ile Avrupa Hükümetleri ile vakit vakit akdedilen anlaşma ve kontratların nedeni, Osmanlı’da bu ülkelere bağımlı ya da yakın azınlıkların iktisadi çıkarlarına hizmet etmeye ve her birine, birer miktar para kazandırmak maksadına yönelik imiş... Bu inşaatın heyeti mecmuası, bize bir donanma vücuda getirmekten çok uzak ve hatta o zamanki Avrupa Filolarının teşkilatına nazaran gülünç ise de, yine de bir şeydi. Çünkü savaş gemilerimiz namıyla Çanakkale ve İstanbul da yatan tekneler, kadın ve çocuklarımızı bile aldatamayacak kadar harap ve berbat idi.”
Niteliksiz İnsangücü Savaşamaz.  Ne çelişkili bir durum. Ermenileri Osmanlıya karşı kışkırt. Ayaklanmalara neden ol. Sonra tazminat iste. Bir tarafta donanmayı yok etmeye yeminli bir padişah ve diğer yandan donanmadan nefret eden bu padişaha, kendi çıkarlarını kollamak için yüksek fiyattan zorla savaş gemisi aldıran emperyalist blok. Dünyada hiç bir devlet ya da blok, rakip gördüğü bir devletin donanmasını güçlendirmek için o devlete zorla savaş gemisi aldırmaz. Ne zaman aldırır? O gemilerin etkinlikle kullanılamayacağından emin olduğunda. II’nci Abdülhamit’in iktidarının son yıllarında ABD ve Avrupa baskısıyla aldırılan bu yeni gemiler donanmayı güçlendiremedi. Zira son 27 yılda kurumsal kültür, doktrin ve komuta kontrol birliği tamamen kaybedilmişti. Bilgisiz ve tecrübesiz amiral ve denizciler, en yeni gemilere de sahip olsalar, bu gemilerin savaş gücüne dönüşmesi yıllar alacaktı. Daha da kötüsü yeni alınan gemiler, II’nci Abdülhamit’in iktidarı 1909 yılında sona erene kadar, onun iradesi dışında değil seyir ve tatbikat yapmak, kışları ısınmak maksadıyla bile sitim kazanlarını yakamadılar. Modern gemilere basit odun sobaları kuruldu. Donanmanın bu zor dönemde, özellikle personel ve kurumsal kültüründeki kayıpları ile operatif zayıflığı daha sonra Libya ve Balkan Harplerinde deniz cephesinde ağır gerilemelere ve kayıplara neden oldu. Donanmasızlık Birinci Dünya Savaşında emperyalist istila gücünün Anadolu’ya ayak basmasına yol açtı.

Tarihten Ders Almayı Becerememek. Gelelim 21nci yüzyıla. Kumpas davalarla Cumhuriyet Donanması, Avrupa Atlantik yapının çıkarları için, en tecrübeli ve yetişmiş 40 Amiral ile çoğu amiral adayı 400 en iyi deniz subayını F tipi örgütün ve TSK içindeki uzantılarının ihaneti ve hükümetin onayı ile kaybetti. Bunun bedelinin ne olacağını zaman gösterecektir. Ne diyelim? Tarihten ders almayı beceremiyoruz. Cehaletin, bilginin üzerinde değer gördüğü toplumların, tarihten ders almak yerine, topluca acı çekmeye yatkın olduklarını hatırlatarak noktayı koyalım.

1 Şubat 2015 Pazar

SYRİZA’ya Ege ve Doğu Akdeniz Tavsiyeleri

Description: IMG_0131 


                   Mavi Vatan
Amiral Cem Gürdeniz
SYRİZA’ya Ege ve Doğu Akdeniz Tavsiyeleri        
Türk adalet ve hukuk tarihinin yüz karası Balyoz davasının skandal gerekçeli kararının açıklandığı, 7 Ocak 2013 günü Yunan To Vima gazetesinde Yunanistan’ın Ege ve Doğu Akdeniz’de Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) ilan edeceği haberleri yer aldı. Bunun arkası geldi. 20 Şubat 2013 tarihli gazeteler Başbakan Samaras’ın hızını alamadığını şu başlıkla ilan ediyordu: “İstediğimiz zaman MEB ilan ederiz.” Bu açıklamayı kimin yanında yapıyordu? O günlerde Yunanistan’ı ziyaret eden Fransa Cumhurbaşkanı Hollande’ın yanında. Hollande ne diyor? “Doğu Akdeniz’de doğal gaz yataklarının bulunması Yunanistan için de Avrupa için de fırsattır...Deniz Hukukunun üstün çıkacağına inanıyorum. Fransa bu yataklardan Yunanistan ile birlikte yararlanabilirse, bunu yapacaktır.”
Zor Anlarımızda Yunanistan Nerede? İşte Yunanistan’ın Atlantik  dümen suyundaki hükümetinin ve Fransız ağabeyinin Syriza öncesi Ege ve Doğu Akdeniz’e bakışı. İki yıl içinde ABD kontrolündeki F tipi yapının planlayıp uyguladığı kumpas davalar üzerinden, en  iyi 40 amiral ve 400’e yakın deniz subayını kaybeden Türk Deniz Kuvvetlerinin en zor günlerinde Yunan Başbakanın verdiği beyanat aslında sürpriz değil. Örnekleri tarihte vardır. Mondros ateşkesinden tam 5,5 ay sonra İngiliz hükümetinin açık destek ve yönlendirmesi ile Yunan Krallığı, Birinci Dünya Savaşı yorgunu Anadolu halkının en zor günlerinde Küçük Asya macerasına girişmiş ve Anadolu’yu kana bulamıştı. Bu macera Yunanistan’da başbakanlar, bakanlar ve bazı generalleri idam ettirecek derecede acı bir yenilgi ile sonuçlanmış, bu büyük zafer üzerinden genç Mustafa Kemal’in Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştu. Dememiz o ki, Yunanistan geçmişte Türkiye’nin zor anlarında hep fırsattan istifade etmeye çalışmış, ancak sonuçlar hep aleyhine olmuştur. Türkiye ise Yunanistan’ın zor anlarında hep yanında olmuştur. İkinci Dünya Savaşı ile Yunan İç Savaşındaki yardımları kim inkar edebilir? Yunanistan, Avrupa Atlantik yapının kuklası olarak hareket ettiği ve kaderini kuruluşundan itibaren velinimeti saydığı Avrupa’ya bıraktığı sürece dönem dönem büyük acılar çekti. Ekonomisini onların arzuladığı şekilde şekillendirdi. Denizcilik ve turizm sayesinde hizmet sektörü büyürken,  yok denecek kadar küçük kalan sanayi, yerinde saydı. Zayıf bir ekonomi ile AB’nin avro bölgesine girince birkaç yıllık ‘dolce vita’ sonrası trajik çöküşle karşılaştılar. Halkı çok acı çekti.
Syriza Ezber Bozarken. Kilisenin anayasaya ‘Yunanistan’ın dini Ortodoks Hristiyanlıktır‘ maddesini koyduracak kadar güçlü, bir o kadar da zengin olduğu Yunanistan’da Syriza Partisi son 185  yılın tüm ezberlerini bozacak devrimsel bir enerji ile iktidara geldi. Liderlerinin parti programı içerik olarak geleneksel Yunan politikalarını yerle bir edecek potansiyele sahip. Örneğin tarihte ilk kez bir Başbakan, Ortodoks papazları reddederek göreve başladı. Parti programında kiliseye sağlanan ayrıcalıkların kaldırılacak olması, kilise ile devletin ayrılmasının sağlanması ve kilise taşınmazlarının kamu yararına kullanılacağının açıklanması da kiliseyi çok rahatsız edecek boyutlarda.
SYRİZA’nın siyasi zaferi Ege ve Doğu Akdeniz’de yeni bir başlangıç olmalıdır.  Başbakan Tsipras’ın seçim öncesindeki vaatleri arasında yer alan bazı hedefler, savunma ve güvenlik politikalarında ciddi değişikliklere neden olacaktır. Bu vaatlerden bazıları şöyle: Askeri harcamalar kesilecek; Avrupa ile yapılan anlaşmalar referanduma götürülecek; Yunan askeri birlikleri Afganistan ve Balkanlardan çekilecek ve kendi sınırlarının dışında hiç bir yerde Yunan askeri kalmayacak; Yunanistan’daki tüm yabancı askeri üsler kapatılacak;  NATO dan çıkılacak; İsrail ile işbirliği kaldırılacak; Türkiye ile istikrarlı anlaşmalar için müzakere yapılacak.
Bu ideal politik hedefler, eğer reel politik hedeflerle örtüşür ve Tsipras Avrupa-Atlantik yapının tehdit ve şantajlarına direnebilirse, Avrupa’da her geçen gün gelir dengesizliği ve istikrarsızlık yaratan neoliberal sistemin gölgesindeki siyasi-askeri konjonktür, ciddi değişim geçirecektir. Bu arada NATO’dan çıkmayı düşünen Tsipras’ı ABD’nin Chavez ya da Morales’leştirmesinin de olası olduğunu vurgulayalım.
Ve Tavsiyeler. Öncelikle Tsipras’e geçmiş dönem Yunan siyasetçilerin içerde sıkıştıkları anda başvurdukları, Türk düşmanlığına sarılmamasını tavsiye ediyoruz. Zira bu siyaset sonuç getirmiyor. Bu yeni dönemde Syriza, özellikle Ege ve Akdeniz’de kriz potansiyeli yüksek kronikleşmiş jeopolitik çıkar çatışmalarında, Türk-Yunan ilişkilerine yeni bir başlangıç yaratma potansiyeline sahiptir. Bu kapsamda Syriza ve Tsipras’a tavsiyelerimiz şunlardır: Türkiye Yunanistan’ın Egedeki 3 millik karasuyunu 6 mile çıkarmasına 1936 yılında ses çıkarmadı. Bir gecede Ege’deki karasularınızı iki katına çıkardınız. Sizden önceki hükümetlerin  1982 sonrası karasularınızı tekrar iki katına çıkarma sevdasından gelin siz vaz geçin. Türkiye artık Ege’de açık deniz alanlarında bir milim taviz verecek durumda değildir. Kardak benzeri ada, adacık ve kayalıkların statüsü için adalet divanına gidelim. Daha sonra gelin kıta sahanlığını ve münhasır ekonomik bölge sınırlarını müzakere edelim. Sizin tabirinizle gri bölgeler sorunu çözüldükten sonra Ege’de sınırlandırma kolay olacaktır. Ege’de buna rağmen anlaşmazlık devam eder ve çözüm sağlanamazsa  açık deniz alanlarında ortak doğal gaz ve petrol arayıp eşit olarak paylaşalım. Doğu Akdeniz’de AB kuklası Güney Kıbrıs’ı frenleyin. Geçmiş hükümetlerinizin de destek verdiği hukuksuzluklarına ortak olmayın. Bu arada Meis Adasının Doğu Akdeniz’deki MEB sınırlandırmasına etkisini öne çıkaran  tezinizden vaz geçin. Dünyada örneği yok. Küçücük Meis ile koskoca Anadolu’yu Antalya Körfezine hapsedemezsiniz. Adaların silahlandırılması, Arama Kurtarma Bölgeleri, FIR sorunu gibi diğer sorunlar müzakerelerle çözülebilir. Sizler Atlantik sisteme meydan okuyarak iktidara geldiniz. ABD, AB ve kilise etkisini reddederek seçimleri kazandınız. Yeni paradigmanız, bugüne kadar Yunan hükümetleri tarafından sürekli göz ardı edilen Türkiye’nin gerçekçi jeopolitik çıkarlarını dikkate alarak,  karşılıklı işbirliğini güçlendirmelidir. Ege ve Akdeniz’de ABD ve AB dayatmaları dışında hakkaniyetli çözüm alternatifleri yaratabilme fırsatını iyi kullanmanız gerekir. ABD ve AB’yi arkanıza alarak eski geleneksel gerilim politikalarına devam etmenizin size jeopolitik bir getirisi olmayacaktır. Ezber bozmanın zamanı çoktan geldi.