27 Nisan 2015 Pazartesi

Mülkiye ve Bahriye

Description: IMG_0131 


                   Mavi Vatan
Amiral Cem Gürdeniz
Mülkiye ve Bahriye
1859 yılında kurulan Mülkiye, bugünkü adı ile Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi (SBF) son 156 yılda Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti’nin jeopolitik ve siyasi kaderinde önemli rol oynamıştır. Bugün de SBF, Mülkiyeliler Birliği ile müştereken, duayen plancı ve akademisyen Prof. Dr. Bilsay Kuruç önderliğinde 2011 yılından bu yana Türkiye’nin geleceğine çok önemli katkı sağlayacak bir fikir hareketine öncülük ediyor. 21nci Yüzyıl İçin Planlama Kurultayları adı altında başlatılan bu akademik faaliyetin asıl amacı, “ülkenin 21. Yüzyıla nasıl gireceği meselesi. Daha açık söylemek gerekirse 20. Yüzyıla ait zamanın ve daha eski zamanların hamulesini, ağır yüklerini geride bırakarak bizi ileri taşıyacak yapı taşlarını seçerek, alarak 21. Yüzyılın yollarını bulabilmek”.  Bu yıla kadar dört adet Kurultay toplanmış. 2015 ile birlikte, daha noktasal çözümleri ortaya koyabilmek için “seminerler” düzenlenmiş. Seminer serilerinin 2015 Bahar dönemi ikincisi, 17 Nisan 2015 günü Mülkiye Şeref Salonunda icra edildi. Seminer konusu Türk Denizcilik Gücü ve 21nci Yüzyıl idi.
Mülkiyede bir ilk. Prof. Dr. Sencer İmer’in seminer başkanlığını yürüttüğü etkinlikte, Mülkiyeli Deniz Hukukçusu Prof. Dr. Sertaç Hami Başeren, “21’nci yüzyılda Çevre Denizlerimiz: Ege ve Doğu Akdeniz”, ben de “Jeopolitik, Savunma ve Güvenlik Perspektifinde Türk Deniz Gücü” ile  “21nci Yüzyılda Türkiye’nin Denizcileşmesi -Durum Tespiti ve Denizcileşme Modeli” konularında iki ayrı sunum yaptım.  Aynı zamanda deniz hukuku uzmanı olan iki saygın Büyükelçimiz, Deniz Bölükbaşı ve Prof. Dr. Hüseyin Pazarcı Ege ve Doğu Akdeniz sorunları üzerinde tecrübe ve bilgilerini katılımcılarla paylaşırken,  Can Erenoğlu ve Ergun Mengi Amiraller ile Deniz Kurmay Albay (E) Emin Erol da Deniz/Denizcilik Gücü ve Türkiye’nin denizcileşmesi konuları üzerinde değerlendirmeleri ile  seminerin etkinliğine katma değer sağladılar. Böylece Mülkiye en yakın kıyıdan 200 km uzaklıktaki Ankara’da, tarihinde ilk kez denizcilik, deniz gücü ve denizcileşme kavramlarını tartıştı. İzleyiciler ve özellikle genç öğrenciler Türkiye denizcileşmesinin durum tespiti ile mavi vatanla toprak gemi Anadolu’nun buluşabilmesinin yol haritasının potansiyel seçeneklerini dinleme fırsatı buldu.
Seminer bir tezi savunuyor. Türkiye 21nci yüzyılda Denizcileşmelidir. Denizcileşme her türlü engellemeye rağmen iki eksende başarılmalıdır. Bunlardan ilki, jeopolitik önemdeki deniz çıkarlarımıza sahip çıkılmasıdır. Yani Kıbrıs, Türk Boğazları, Ege, Akdeniz ve Karadeniz deniz jeopolitiğimizin merkezine oturtulmalıdır. Çıkarlarımız sadece korunmamalı aynı zamanda geliştirilmelidir.  Diğeri denizcilik gücüne refah ve mutluluk boyutunda katkı sağlayan maddi ve psikosoyal/ kültürel alanlarda katma değer üretilmesi ve böylece halkın denizcileşmesinin teşvik edilmesi ve geliştirilmesidir. Böylesine iddialı bir tezin 17 Nisan 2015 günü Mülkiye çatısı altında, geleceğin kaymakam, vali, diplomat adaylarına aktarılması tarihi önemdeydi. Mülkiyelilerin denizciliği bir ideal olarak benimsemesi Türkiye’nin denizcileşmesinde en az Donanmanın lokomotif rolü kadar önemlidir.

Mülkiye Marşı Deniz Kökenlidir. Mülkiye marşının sözleri bize bu konuda da ilham ve güç veriyor: ‘Başka bir aşk istemez, aşkınla çarpar kalbimiz/Ey Vatan gözyaşların dinsin, yetiştik çünkü biz.
Mülkiye Marşı'nın sözlerini yazan Cemal Edhem (Yeşil) Bey, 1921 Mülkiye mezunudur. 1918'de kaleme aldığı bu şiir için, o zamanki duygu ve düşüncelerini yıllar önce şöyle anlatmış:
    "... Aradan elli yıla yakın zaman geçti. O zamanın havasına girmeyi denemek, yirmi yaşından önce alınmış bir soluğu elli yıl ciğerlerinde tutup yetmişine yakın vermeyi düşünmek gibi bir şey olur... Yazdığım bu şiire, mütareke günlerinin gittikçe artarak yüreklerimizde yer eden acısı ve acılığı ister istemez sinecekti. Güftenin o zaman için aşırı iyimser görünüşünü de delikanlılık çağını yenilgiye karşı direnme gücüne ve aydınlık bir geleceğe özlem duygusuna verebiliriz."
                  Seminerin başlangıcından bu yana koordinatörlüğünü yapan SBF yarı zamanlı öğretim üyesi Dr. Serdar Şahinkaya da marşın güftecisinin ruh halini yabancı savaş gemilerinin varlığına şöyle bağlıyor:
                  ‘13 Kasım 1918 günü İtilaf devletlerinin donanma gemileri İstanbul’a girmiş, işgal başlamıştır. Mülkiye’nin bulunduğu Yıldız Sarayı, Yaveran binasından, İstanbul Boğazı ve boğazdaki işgalci düşman gemileri kahredilerek izlenmektedir...’
Donanmasızlık İşgal Getirir.  Evet, 55 parçalık işgal donanması, İstanbul Boğazı ve Adalar önünde demirlemişti. Yunan Kruvazörü Averof başrolde, Türklerin sadece savaş azmini değil, onurunu da kırıyorlardı. Tarihin tekrar ettirilmemesi Türkiye’nin denizcileşmesi ve denizlerde güçlü olmasından geçer. Cemal Edhem Bey’in donanmasızlık sonucu yaşanan denizden gelen işgale isyanının mısralara yansıdığı jeopolitik sonuç, bir daha asla yaşanmamalıdır.  Mülkiye’nin geçen hafta icra ettiği tarihi denizcilik semineri, bu uğurda çok önemli bir işaret fişeğidir.




19 Nisan 2015 Pazar

İran Deniz Gücü, Batı sayesinde gelişiyor.

Description: IMG_0131 


                   Mavi Vatan
Amiral Cem Gürdeniz
İran Deniz Gücü, Batı sayesinde gelişiyor.
Bir deniz gücünün stratejik varlık olabilmesi için sadece fiziki unsurlara sahip olması yeterli değildir. Bu gücün stratejik hedeflerle uyumlu kullanımı esastır. İran 2000’li yıllardan itibaren mevcut deniz kuvvetini işte bu amaçla son kertesine kadar kullanıyor. Donanması ve diğer askeri unsurlarını güçlendirmesinin ardında yatan ana faktör kuşatılmışlık kaygısıdır. Basra Körfezinde- halen Yemen’de askeri harekat yürüten- ABD güdümündeki GCC (Körfez İşbirliği Konseyi) devletlerinin topraklarındaki Amerikan, İngiliz ve Fransız üslerinin varlığı ile Basra Körfezinde her gün seyir yapan sahildarlar dışındaki hegemon devletlere ait 50 civarındaki savaş gemisinin faaliyetleri kuşatılmışlık kaygısını artırmaktadır. İran sırf bu nedenle karasuları dışındaki, münhasır ekonomik bölgesi içinde yabancı askeri faaliyetleri yasaklayan az sayıda devletten birisi.
Asimetrik donanmadan konvansiyonel donanmaya geçiş. İran Şah döneminin sonlarında ABD desteği ile Basra Körfezi dışına çıkarak Hint Okyanusunda sürekli varlık gösteren bir açık deniz donanması kurmayı hedefledi. Ancak İslami devrim ve ardından başlayan Irak savaşı ile tamamen Körfeze bağlı kaldı. Sonraları, Rusya Federasyonu, Çin ve Avrupa’dan silahlanmaya devam etti. Deniz Kuvvetleri kıyı sularda asimetrik bir silahlanma ve deniz savaş doktrinine yöneldi. Dip, demirli ve serseri mayınlar, kıyıdan denize atılan güdümlü füzeler ve cep denizaltıları ile arı üşüşmesi taktiği ile kullanılan silahlı ve yüksek süratli saldırı botları bu doktrinin temel unsurlarıydı. Ancak nükleer araştırmalar alanında ciddi kazanımlar elde etmeye başladığı 2000’li yıllardan sonra, asimetrik donanmadan konvansiyonel donanmaya yöneldi. 2010 yılında ilk milli firkateynleri Mowj sınıfı Jamaran’ı hizmete soktular. Arkası geldi. Ulusal olanaklarla ve çoğunluk tersine mühendislikle hücumbot, korvet ve cep denizaltıları inşa ettiler. Diğer taraftan sahip oldukları üç adet Rus yapımı Kilo sınıfı dizel elektrik denizaltılar ve kendi üretimleri cep denizaltıları, -Basra Körfezi’nin sığ suları denizaltılara dezavantaj sağlamasına rağmen- Amerikan savaş gemileri için önemli bir endişe kaynağı olmaya devam ediyor.
Artan harekat temposu ve çapı. Aynı dönemde İran ve Devrim Muhafızları donanmaları ayrı ayrı harekat tempo ve çaplarını da artırdı. 2008 yılından itibaren ilk kez deniz haydutluğu ile mücadele kapsamında Hint Okyanusunda varlık göstermeye başladılar. 18 Şubat 2012’de iki savaş gemisini son olarak 1979 yılında ziyaret ettikleri Akdeniz’e, Suriye’nin Tartus limanına gönderdiler. Bir yıl sonra Sabalan isimli firkateyn ile desteğindeki Kharg isimli açık deniz tankeri 4 Mart 2013 günü Çin’i ziyaret etti. Böylece İran tarihinde ilk kez bir savaş gemisi, Pasifik Okyanusunda hiç uğrak yapmadan, refakatindeki tankerden yakıt alarak, gidiş dönüş 10 bin deniz mili seyir yapmış oldu. İran 2014 yılı sonunda da Atlantik Okyanusunda ABD açıklarında donanma varlığı göstereceğini açıklamıştı. Bu açıklama ABD Basra Körfezindeki 5’nci Donanmasıyla yapacağı büyük tatbikata karşılıktı.
Yemen’de İran Savaş Gemileri. Son olarak, 8 Nisan 2015 günü, iki İran savaş gemisi (Elbruz muhribi ile Buşehr Yakıt Gemisi), Yemen açıklarında karakola başladı. Yapılan açıklamada deniz haydutluğuna karşı mücadele edileceği beyan edilse de, bu harekatın Suudi Arabistan donanmasının 30 Mart günü başlattığı Yemen ablukasına bir karşılık olarak başladığı açık. GCC koalisyonuna karşı tek başına böylesine bir manevrada bulanabilmek, İran’ın gerek moral üstünlüğü gerekse kendine olan güveninin dışa yansımasıdır. Bu harekatla İran, Basra Körfezi dışında ilk kez donanmasını ganbot diplomasisi rolünde kullanmış oluyor. Diğer taraftan geçen Şubat ayı içinde İran’ın 200 metre uzunluğunda bir  Amerikan uçak gemisinin mock up (içi boş benzerini) Basra Körfezindeki bir tatbikatta batırması, İran’ın hem iç kamuoyuna hem de dışarıya verdiği önemli bir mesaj oldu. Harbe hazırlık eğitimi perspektifinden çok gereksiz bir yatırım olmasına rağmen, yarattığı psikolojik etki dikkate alınmalıdır.

Diğer taraftan, İran’ın Yemen açıklarındaki faaliyetinde, Şii Ensarullah hareketinin, liman şehirleri Aden ve Hudeyde’yi kontrol altında tutuyor olmasının da büyük rolü var. İran bölgeye iki savaş gemisi göndermekle Suudi  ablukasının  başarısını ve olası bir amfibi harekat seçeneğini de imkansızlaştırıyor.

Nükleer İran ve Kapanan Hürmüz Boğazı. İran’ın ABD ile ilişkilerinin gerginleştiği her krizde hedefi, günde 17 milyon varil petrolün geçtiği Hürmüz Boğazının kapanması veya körfezdeki tanker trafiğinin engellenmesine odaklandı. ABD kapital, finans ve askeri endüstriyel yapı kontrolündeki küresel ekonomi, Hürmüz’den akan petrolün kesintiye uğramasını kaldıramaz. Ayrıca nükleer silahlara sahip İran’ın İsrail güvenliği için oluşturacağı tehdidi de göz ardı edemez. Ancak aynı anda her iki hedefi tatmin edebilecek bir çözüm de şu an olası görünmüyor. İran ulus devlet yapısını ve teokratik rejimini korumak için nükleer silahtan vaz geçmeyecektir. ABD ve İsrail şahinleri de buna izin vermeyecektir. Ancak izin verip vermemeleri de  ABD gücünün sürekliliğine bağlıdır. Bu da BM UAEK ile varılan son nükleer anlaşmadan anlaşılacağı üzere, tartışmalı bir döneme girmiştir.  Bu güç açığını ABD’nin İsrail ve Sünni Arap devletleri ve maalesef Türkiye üzerinden kapatmaya çalışacağı gözlenmektedir.

Almanya’dan İsrail’e denizaltı. Bu kapsamda geçen hafta nükleer anlaşmanın tam ertesinde, Almanya’nın İsrail’e beşinci denizaltının transfer onayını vermesi bölgedeki jeopolitik karmaşayı daha da artıracaktır. Gelecekte dört denizaltı daha alarak İsrail’in toplam denizaltı sayısını 9 yapması bekleniyor. İran Körfez dışına çıkarken, İsrail, nükleer başlıklı cruise füzesi atabileceği iddia edilen bu üstün yetenekli (Havadan Bağımsız Tahrikli) denizaltılarla Kızıldeniz üzerinden rahatlıkla Arap Denizi’ne inebilecek. Böylece İran’ın gelecekte nükleer silah geliştirmesi halinde bu denizaltılarla ikinci darbe yeteneğini elinde tutacak. İsrail’in bu yeteneği sadece İran perspektifinde değil, tüm Akdeniz perspektifinde de çok ciddi bir kırılma yaratacaktır.

İran artık denizlerde boy gösteriyor. ABD’nin bölgeyi yerel aktörlerle bu şekilde polarize etmesi küresel barış ve istikrara katkı sağlamayacaktır. Gölge CIA kuruluşu STRATFOR direktörü George Friedman’ın geçen hafta yayımlanan ‘Amerikan İmparatorluğu ile Uzlaşma (Coming to terms with American Empire)’ isimli makalesinde artık Amerikan silahlı kuvvetleri için Irak ya da Afganistan benzeri yüksek sayılı askerle icra edilecek kara harekatı döneminin kapandığı mesajı veriliyor. İran da buna güveniyor. Zira işin özü savaşan tarafların  insan kayıplarını kaldırma potansiyeline kitleniyor. Bu alanda ne İsrail ne de ABD, İran’la boy ölçüşemez. Bu alandaki üstünlüğünü bilen İran, artık batının güçlü olduğu alanda, yani denizlerde de boy göstermeye başlıyor.







12 Nisan 2015 Pazar

Yunan Savunma Bakanı Yakın Tarih Okusun

Description: IMG_0131 


                   Mavi Vatan
Amiral Cem Gürdeniz
Yunan Savunma Bakanı Yakın Tarih Okusun
                  28 Mart 2015 günü Yunan Savunma Bakanı ve aynı zamanda hükümet ortağı ‘Bağımsız Helenler Partisinin milliyetçi lideri Panos Kammenos, basınımıza da yansıdığı üzere, ABD’deki bir konuşmasında ‘Ege Denizi Yunan Denizidir’, dedi.  Daha da ileri giderek, Kardak benzeri egemenliği antlaşmalarla Yunanistan’a devredilmemiş ada, adacık ve kayalıkları kastederek "Gri bölgeler yoktur, haritalar üzerinde çizilmek istenen gri bölgeler kurşun kalemlerle değil, ancak halkların kanı ile boyanır" dedi.
                  Güç ve hedefler uyumlu olmalıdır. Ne talihsiz cümleler. Tarihsel, hukuki ve jeopolitik gerçeklerden ne kadar uzak cümleler. Bu sözleri sarf eden bakan, Yunanistan’ın eski Türk düşmanlığı paradigmalarına bağlı kalmış. Geçmişte olduğu gibi bugün de  Yunan siyasetçilerden henüz jeopolitik perspektifte Ege’de bir detant beklemek gerçekçi değil. Ortada Kardak gibi egemenliği Yunanistan’a devredilmemiş 152 ada, adacık ve kayalığın varlığı duruyor. Tek başına bu konu bile normalleşmeyi önlüyor.  Diğer yandan karasuları sorunu var. TBMM’nin Bakanlar Kuruluna 1995 yılında karasuları genişliğinin Yunanistan tarafından Ege’de tek taraflı 6 mil üzerindeki artımına karşı devrettiği ‘Casus Belli’ yetkisi duruyor olmasa, biraz da ekonomileri düzelse, kimsenin şüphesi olmasın yarın karasularını 6 mil üzerine çıkarmaya bile yeltenirler. Ancak Yunan ekonomisi iflasın eşiğindeyken bu tip cümlelerin sarf edilmesinin Yunan halkına şu an ne kazandıracağını merak ediyorum. Ulusal çıkarlar ve bunlara erişim stratejileri ulusal güç ile uyumlu olmalıdır. Savunma Bakanları normal şartlar altında ülkelerinin barış ve istikrar içinde yaşamaları için çalışırlar. Komşuları tahrik etmek ve kışkırtmak için değil. Kaldı ki kışkırtmanın zamanı bile ulusal güç ile doğru orantılı olmalıdır. Şaşkın Bakan, hükümetinin Almanya’dan 50 yıl öncesinin savaş tazminatını isteyecek kadar zorda kaldığı bir dönemde, ‘Ege Yunan denizidir.’ diyor.
                  Ege aynı zamanda Türk Denizidir. Ege Denizi neden Yunan Denizi değildir. Bakan üzülecek ama Ege Denizi yaklaşık % 49’luk bir alanı kapsayan açık deniz alanları ile en az Yunan Denizi kadar bir Türk Denizidir. Neden? Ege, Türkiye'nin batı ekseninin terminal alanı, Asya'dan Avrupa'ya uzanan Anadolu'nun sıçrama alanı, Akdeniz'e yönelişinin kapısıdır. Ege Denizi, Türkiye'nin kuzeydeki Karadeniz ve Marmara sahilleri ile Akdeniz sahillerini birleştirirken, en önemli sanayi bölgemiz olan Marmara’yı hem Türkiye'nin diğer sahillerine hem de Akdeniz'in uluslararası sularına kesintisiz bir şekilde ulaştırmaktadır. Karadeniz ile Akdeniz’i birleştiren Ege Denizi, Türkiye’nin karasal bütünlüğünün de önemli bir aracıdır.
Türkiye'nin dış ticaretinin yük olarak yaklaşık % 90'ı, değer olarak %50'den fazlası deniz yolu ile yapılmaktadır. Türkiye'nin ihtiyaç duyduğu petrol ithalatla karşılanmaktadır. Ege Denizi, ihtiyaç duyduğumuz petrolün yaklaşık %75'nin geçtiği bir denizdir. Ege Denizi ayrıca Türk Boğazlarına yönelik kuzey –güney rotalarında her gün 150 civarında ticaret gemisinin oluşturduğu trafiği taşımaktadır. Bu yönü ile aynı zamanda Bulgar, Romen, Ukrayna, Rusya Federasyonu ve Gürcistan’ın dış ticaret yükleri için de hayati öneme sahip bir denizdir. Öte yandan Türk turizminin, Ege kıyılarımızda yoğunlaşmış olduğunu da ekleyelim.
Ege, Mavi Vatanın Amiral Gemisidir. Ege ile Anadolu birbirlerinden ayrılması ve soyutlanması olanaksız coğrafyalardır. Tarih boyunca aksi yaşandığında Anadolu önce ticaret savaşını kaybetmiş, sonra da istilaya uğramıştır. Ege’de kalıcı barış ve istikrarın gerçek şartı Türkiye’nin Ege’de güçlü olmasından, onu kullanmasından ve şartlar ne olursa olsun Ege’nin ortak paylaşımından geçmektedir. Ege’nin bir, iki lunatik Yunanlı siyasetçinin jeopolitik hayalleri ile Karadeniz ve Akdeniz’den soyutlanmış olması hayal bile edilemez.
Türkler Tarihten Ders Almıştır. Ege’nin Anadolu’nun güvenliği için ne denli önemli olduğu, tarihimizde yaşanan pek çok trajediyle de örneklenmiştir. Dört yüzyıl Türk egemenliğinde kalan Ege Adaları, Girit ve Kıbrıs, Osmanlı İmparatorluğu biraz jeopolitik ve deniz stratejisi bilseydi  güçlü  donanmalar sayesinde kaybedilmezdi. Çanakkale Savaşları, yarımadada vuku bulmadan caydırıcı bir donanmayla Ege’de önlenebilirdi. Yunanistan’ın Mondros sonrası Anadolu topraklarında feci dayak yediği ‘Küçük Asya’ macerası, güçlü bir donanmayla Ege’de caydırılabilir,  Yunanlı ve Türk gençler kaybedilmezdi. Cumhuriyet bu trajedilerden ders almıştır. Devlet olmanın gereği jeopolitik çıkarları korumuş ve geliştirmiştir.
Kışkırtmaya Devam Edin. Bu arada hatırlatalım Yunanistan Türkiye’yi ne zaman kışkırtsa her zaman kaybetmiştir. Örnekleri çoktur. 1915 te İngilizlerin yardım ve yataklığında Anadolu’yu işgal ettiler. İzmir’de denize döküldüler ve genç Cumhuriyet doğdu. Kıbrıs’ta 1974 Temmuz’unda darbe yaptırdılar, sonunda KKTC kuruldu. Aynı yıl Ege’de kıta sahanlığı sorununu yarattılar, 1976’da aleyhlerine olacak Bern Mutabakatını imzalamak zorunda kaldılar. 1982’de 12 mil karasuyu sorununu yarattılar, sonunda Türk Donanmasının Ege’de sürekli varlık göstermesi ve Casus Belli kararının çıkmasını sağladılar. 1995’te Kardak kayalıklarına bayrak diktiler, akabinde Türk donanması ve hava kuvvetlerinin yüksek manevra gücü karşısında geri çekilmek zorunda kaldılar. Genelkurmay Başkanları istifa etti. Sonuçta onların tabiri ile gri bölgeler, yani 152 ada adacık ve kayalık sorununu Türk jeopolitiğine hediye ettiler. Kısacası biz denizciler Yunanistan’a ve Kammenos gibilerine teşekkür borçluyuz. Bu hamleler Anadolu’nun deniz jeopolitik gündemini ve donanmasını güçlendirirken, halkın denizcileşme farkındalığını artırıyor. Bakana tavsiyemiz ruh halini korurken, biraz yakın tarih okumasıdır.
             




5 Nisan 2015 Pazar

Mavi Uygarlık: Türkiye Denizcileşmelidir.

Description: IMG_0131 


                   Mavi Vatan
Amiral Cem Gürdeniz
Mavi Uygarlık: Türkiye Denizcileşmelidir.
Yazının başlığı, geçen hafta okuyucu ile buluşan yeni kitabımın adıdır. Haluk Hepkon ve İlknur Özdemir yönetimindeki Kırmızıkedi yayınevinden çıkan ve editörlüğünü Aydınlık yazarlarından Tunca Arslan’ın yaptığı kitabım, tutsaklık dönemimde Hasdal ve Silivri’de yazıldı. Ancak gözden geçirilmesi ve basılma süreçleri özgürlüğümde gerçekleşti. Aynı yayınevinden tam tamına iki yıl önce çıkan ilk kitabım ‘Hedefteki Donanma’ idi. Onunla Deniz Kuvvetlerinin kumpas davalarda neden hedef alındığını, Atlantik sistemin güçlenen Türk Deniz Kuvvetlerinden neden çekindiğini, bir gecede 25 amiral ve yüzlerce en seçkin denizcinin nasıl tasfiye edildiğini izah etmeye çabalamıştım.   Tutsaklığımın son aylarında, yıldızların bile zor görüldüğü hapishane ortamına inat, ‘Amatör Denizcilikte Acil Durum Seyri’ isimli tamamen okyanus navigasyonuna yönelik güneş,  yıldızlar ve gezegenlerin yön ve mevki bulmada kullanılmasıyla ilgili bir hobi kitabı yazmıştım. Kırmızıkedi’den çıkan her iki kitap denizcilik kültürünün geniş spektrumunda iki spesifik ve nispeten dar alanı temsil ediyordu. Bu kez ‘Mavi Uygarlık’ ile  denizcilik gücüne ve kültürüne hayat veren tüm alanları incelemeye çalıştım.
Mavi Uygarlık Haliç Sularında Doğdu. Kitabın doğumu 28 Mart 2015 günü Hasköy/İstanbul’da bulunan Rahmi Koç Müzesinin, denizcilik kültürüne yönelik eşsiz atmosferinde, Türk Donanmasına 500 yıl ev sahipliği yapmış Haliç sularında, müze rıhtımındaki tarihi gemi ve teknelerin huzurunda yapıldı. Mavi Uygarlık kitabının bu sularda doğması onun için büyük bir ayrıcalık oldu. “Mavi Uygarlık: Türkiye Denizcileşmelidir”i değişik bir metodoloji ile yazdım. Deniz uygarlığının devletlere ve halklara beka, refah ve mutluluk getirdiği gerçeğini göz önünde tutarak, önce okuyucuya denizcilik gücü ile ilgili temel kavramları aktarmaya, daha sonra dünya siyasi tarihinde okyanuslarda egemen olmuş büyük denizci devletleri ve onların denizcileşme süreçlerini nasıl başardıklarını anlatmaya çalıştım. Bu analizlerden sonra Türklerin denizcileşme sürecinin bir değerlendirmesi ile geleceğe yönelik bir projeksiyon yapmaya gayret ettim. Gerek denizci devletlerin, gerekse Türk denizciliğinin analizinde, ana unsur olarak donanmaya odaklandım. Zira donanmalar denizcilik gücünün lokomotifidir.
Türkiye Mavi Uygarlığı Başarabilir. Başarmalıdır. Şüphesiz 21’inci yüzyıl, tüm dünya için deniz yüzyılı olacaktır. İnsanlık, tarihte önceden yaşanmadığı kadar denizlere gerek ulaştırma gerekse enerji ve gıda ortamı olarak tam bağımlı olacaktır. Türkiye geçmişte denizcileşememiştir. Ancak, gerek coğrafyası gerekse milleti ile denizcileşmeyi başaracak potansiyele sahiptir. Bunu başarmalıdır. Mavi uygarlığın sahibi denizci bir Türkiye, erişilmesi zor bir ülkü değildir. Bu ülkü için coğrafya binlerce yıldır hazırdır. Denizcileşmek için gereken sosyo genetik miras da hazırdır. Bu coğrafyada ortaya çıkmış tüm denizci uluslar ve uygarlıkları bugün biz temsil ediyoruz. Atatürk’ün “Türkiye Cumhuriyetini kuran Anadolu halkına Türk denir” veciz ifadesinde anlamını bulan Anadolu halkı, Hitit, Frigya, Lidya, İyonya, Doğu Roma, Bizans, Selçuk, Osmanlı ve bu topraklarda hayat kurmuş ve katma değer üretmiş tüm halkları temsil eder. Anadolu’yu yurt bilen her denizci uygarlık, geleceğimizi şekillendirdi. Türk halkının genlerinde hazır olan binlerce yıllık potansiyel denizcilik birikiminin kinetik enerjiye dönüşmesi, “ne zaman?” sorusunun değil, “nasıl?” sorusunun bir fonksiyonudur. Halkın hazır olması ise, devletin hazır olmasına bağlıdır. Unutulmamalıdır ki uluslar denizci doğmaz, denizci olurlar. Onları denizci yapan ise devlettir.
Önce Devlet Denizcileşmelidir. Kitabın son tahlili, devlet denizcileştiği ve denizcileşmeyi askeri, ekonomik, siyasi, teknolojik, sosyokültürel ve çevre boyutlarında ulusal stratejik hedef haline dönüştürebildiği takdirde, halkın da kısa sürede denizcileşebileceği yönündedir. Anadolu insanının çok hızlı öğrenme ve yeniliklere uyum sağlama yeteneği ile doğaya yakın karakteri bu süreçte kuvvet çarpanı rolündedir. Okuduklarım, dinlediklerim ve bizzat yaşadıklarım paralelinde ifade etmek isterim ki, Anadolu insanı eğitildiği ve yönlendirildiği takdirde, kısa sürede okyanus denizcisi olabilecek, en iyi savaş ve ticaret gemileri ile yat ve sportif tekneleri inşa edebilecek, en uzak alanlarda deniz ticareti ve balıkçılık yapabilecek ve denizcilik kültürünü kısa sürede geliştirip benimseyebilecek yetenektedir. Kitabımın, bu yetenek ve potansiyelin ortaya çıkarılması için gerekli olan farkındalığa katkı sağlamasını diliyorum. Kitabımda Türk halkına özetle şu mesajları vermeye çalıştım:
  ‘Denize dönmek için daha fazla bekleme artık, o hepimizin geleceğidir. O, “Mavi Uygarlık”tır. Maviyi vatan belle ve onu karşılıksız sev. “Mavi Vatan” ile “Mavi Uygarlığı” buluşturmak senin elinde. O gün geldiğinde, daha bağımsız, daha uygar, daha demokratik, daha akılcı, daha bilimsel, daha üretken, daha çalışkan, daha cesur, daha çevreci ve tüm bunların sonucunda daha zengin ve daha mutlu olacaksın.
Toprak Gemi Şiiri. 430 sayfalık kitabımı  1976 yılında kaybettiğimiz deniz şairi annem Rahime Gürdeniz’in 1972 yılında yazdığı  Toprak Gemi şiirinin son mısraları ile bitirdim. Rahmetli annem aslında bu şiiri ile gençlere stratejik bir vizyon vermişti. Maalesef onun bu vizyonunu aramızdan çok genç yaşta ayrılması nedeniyle kendisi ile paylaşacak zamanım olmadı. Ama şimdi onun bu mısralarını Türkiye’nin denizcileşmesinin sembolü olarak büyük bir gururla sizlerle paylaşıyorum.
Haydi, çocuklar haydi!/Toprağına gümüş katın/“Toprak gemi” yürüsün, mucizeler yaratın/Onu sizler parlatın/Pırıl pırıl ışıklı aydınlık bayrağımız/Gönüllü tayfaların size olan aşkıdır/Sancak direğinde o süzüm süzüm süzülsün/Yedi deniz üstünde saçlarını sürüsün/Bayraklar çoğaldıkça/SEN ÇALIŞKAN VE HÜRSÜN.