28 Haziran 2015 Pazar

21. Yüzyıl Türkiye’si için Mavi Bir Düş

Description: IMG_0131 


                   Mavi Vatan
Amiral Cem Gürdeniz
                  21. Yüzyıl Türkiye’si için  Mavi Bir Düş
                   Kabotaj Kanunun yürürlüğe girmesinin 89, bu tarihin 1 Temmuz denizcilik bayramı olarak kutlanmasının  80’nci yıldönümüne iki gün kala bir düş kuralım. İçinde bulunduğumuz jeopolitik, siyasi, ekonomik, sosyolojik ve ideolojik karamsar tabloya rağmen hayal edelim. Aşağıdaki her paragrafı okuduktan sonra, lütfen gözlerimizi kapayalım ve okuduklarımızı hayal edelim…
“Mavi Vatan”ımız, yani deniz yetki alanlarımız ve deniz çıkarlarımızla ilgili bir uluslararası sorunda, Türk halkının tek yürek olduğunu; Türk dış ticaretinin 387 milyon tonluk tüm yüklerinin kendi bayrağımızı taşıyan ticaret gemileri tarafından taşındığını; Anadolu’nun deniz ticaret rotaları üzerinde Avrasya’nın lojistik kapısı olduğunu; büyük Türk limanlarının her birinin Singapur ve Rotterdam çapında intermodal terminaller haline dönüştüğünü; 8333 kilometrelik kıyılarımızda, mevcut 26 liman şehri arasında yolcu ve yük taşımacılığının ağırlıklı olarak deniz yolu ile yapıldığını; Türk kurvaziyer gemilerinin Karayipler’den, Norveç fiyortlarına bayrak dolaştırdığını; Türk tersanelerinin Güney Kore ve Çin pazarını ele geçirdiğini; her türlü ticaret gemisi ile savaş gemisini, açık deniz petrol ve doğal gaz platformunu, Türk klaslamasında tasarım ve inşa ederek, ihraç ettiğimizi; yat ve gezi tekneleri tasarım, üretim ve ihracında dünya lideri olduğumuzu;
Türk balıkçı gemilerinin tüm dünya denizlerinde ağ attığını; ülkede balık restoranlarının sayısının kebap restoranlarını geçtiğini; çiğköfte ve lahmacunun yanına balık ve her türlü su ürününün eklendiğini; fert başına balık tüketiminin altı kilodan, Avrupa ortalaması olan 26 kiloya çıktığını;  çevre denizlerimizde balık çeşitliliğinin 1950’li yıllar seviyesine geri geldiğini; Türkiye’de kimsenin denizlerde, göllerde ve akarsularda boğulmadığını; Türkiye’de halkın en az yüzde 80’ninin yüzme bildiğini; Türk deniz yetki alanlarında, kısaca “mavi vatan”daki arama kurtarma sorumluluk sahamızda hiçbir hayatın kaybedilmediğini; denizde arama kurtarma şöhretimizin dünya çapında bilindiğini; çoğunluk Türk vatandaşının, denize girmeden, kürek çekmeden ve yelken yapmadan hayatını tamamlamadığını;
Denize kıyısı olan tüm belediyelerimizin atık su arıtma sistemine sahip olduğunu; çevre denizlerimizde kirlenmenin tamamen kontrol altına alındığını; kıyılarımızda hiçbir katı atık bulunmadığını ve tüm plajlarımızın mavi bayraklı olduğunu; Türk marinalarının Akdeniz çanağında nitelik ve nicelik olarak birinci sıraya yükseldiğini; her 50 kişiye, bir amatör denizci teknesi düştüğünü; hafta sonları liman şehirlerimizin açıklarında, yüzlerce yelkenli teknenin sabahtan akşama kadar martılar gibi süzüldüğünü; Amatör denizci ehliyetine sahip olanların sayısının, otomobil ehliyetine sahip olanların sayısına yaklaştığını;
En popüler halk sporu olan futbolun yerini, yüzme, yelken ve kürek sporlarının aldığını; olimpiyatlarda su sporlarında çoğunluk madalyaların Türk sporcuları tarafından paylaşıldığını; denize sahili olmayan ama gölleri olan tüm şehirlerimizde kurulu yelken, yüzme ve kürek kulüplerinin bile dünya ve Avrupa şampiyonları çıkardığını; açık deniz yatçılarımızın America’s Cup, Volvo Okyanus Yarışı ve Vendeé Globe gibi prestij yarışların kupalarını Türkiye’ye getirdiklerini; solo yelkenci, kürekçi ve yüzücülerimizin yeni dünya rekorları kırdığını;  bir Türk denizcisinin tek başına Güney Okyanusu’nu geçtiğini; Türk denizcilik okullarının dünyanın en iyileri arasında yer aldığını ve hepsinin yelkenli okul gemisine sahip olduğunu;     
Başta Bodrum, Marmaris ve İstanbul olmak üzere altyapısı hazır olan tüm il ve ilçelerimizde ulusal ve uluslararası çapta markalaşmış denizcilik festivalleri yapıldığını; her yıl deniz ve denizcilik kültürüne yönelik yeni bir dergi ve gazetenin medyaya katıldığını; sadece deniz kültürü üzerine yayın yapan televizyon kanallarının varlığını; denizcilik üzerine faaliyet gösteren yüzlerce internet portalının olduğunu; gemi modelciliği, gemisever ve denizsever derneklerinin sayısının, futbol kulüplerinin sayısını geçtiğini; deniz ressamlarının ve deniz şairlerinin çoğaldığını; deniz üzerine bestelenen şarkıların ve klasik müzik eserlerinin arttığını; her liman şehrinde bir denizcilik müzesi ve akvaryum olduğunu; sualtı arkeolojisi ve müzeciliğinde dünyanın en iyisi olduğumuzu; Türk Donanması’ndaki büyük savaş gemilerinin isimlerinin halkın büyük çoğunluğu tarafından ezbere bilindiğini;
Türk deniz stratejistleri, deniz tarihçileri ve deniz hukukçularının uluslararası ortamda en çok aranan şahsiyetler arasına girdiğini; Uluslararası Denizcilik Örgütü (IMO)’da ve diğer uluslararası denizcilik örgütlerinde genel sekreter veya başkanların Türk olduğunu; dünya deniz hukuku alanında söz sahibi hukukçularımızın, BM tarafından akil kişiler olarak her alanda görev aldıklarını; deniz tarihimize yönelik araştırmaların ve doktora öğrenci sayısının yüzlerle ifade edildiği; üniversitelerde denizgücü, denizcilik gücü, deniz stratejisi, deniz kuvvetleri stratejisi kürsülerinin açıldığını;  hayal edin.
Evet, her şey hayal etmekle başlar. Türkiye mutlaka denizcileşecektir. Bu coğrafyanın gereğidir.










21 Haziran 2015 Pazar

Demokrasi ve Jeopolitik

Description: IMG_0131 


                   Mavi Vatan
Amiral Cem Gürdeniz
                  Demokrasi ve Jeopolitik
                  Eski ABD Başkanlarından Franklin D. Roosevelt, demokrasinin tercihlerini bilgece yapmaya hazır olmayanlarla başarılı olamayacağını, bu nedenle asıl bekçisinin eğitim olduğunu söylemişti. Diğer yandan Platon ülkemizin bugünkü koşullarına uyan şekilde, demokrasiyi yoksulların (çoğunluğun) iktidarı olarak tanımlıyordu. Eğitimli demokrasilerde halkın aldatılması veya afyonlanması kolay değildir. Bu gibi gelişmiş demokrasilerde halkın devlet teorisi ve jeopolitik bilinci de güçlüdür. Devlet jeopolitiği hükümetler üstü politikayla takip edilir. Bu tip demokrasilerde jeopolitik, ideolojinin de üstündendir. Milli güç unsurları şartlar ne olursa olsun jeopolitik kayıpların yaşanmasına, ülke içinde ulus devlet yapısının ve anayasal omurganın değişmesine ya da bozulmasına izin vermez.
Zayıf demokrasiler jeopolitik bilmez. Diğer yandan dünya tarihini incelediğimizde, görünüşte demokratik olan bir ortamda, cahil çoğunluk oylarıyla iktidara gelenlerin kendi veya emperyal güçlerin çıkarlarına göre devletin jeopolitiğini ya da iç siyasal dinamikleri şekillendirdiklerini görebiliyoruz. Diğer bir deyişle emperyalizm dayatarak demokrasi getiriyor ve sözde  demokrasi gelen ülkenin jeopolitiği şekillendiriliyor. Yakın tarihte örnekler çoktur. Irak, Libya, Suriye en tipikleridir. Kıbrıs’ta 2004 Annan Planı referandumunda Türk soydaşlarımızın kendilerini yok edecek plana evet demeleri de bu örnekler arasında sayılabilir. Hepsinde demokrasi bozgun amaçlı kullanılmıştır.
Meşrutiyetler ve Jeopolitik Kayıplar. Osmanlı  tarihinden örnekler verelim. Osmanlılar  parlamento, demokrasi ve anayasa kavramları ile ilk kez Birinci Meşrutiyet ile 23 Aralık 1876’da karşılaştı. Birinci Meşrutiyet, II. Abdülhamid'in 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı'ndaki yenilgiyi bahane ederek Meclis-i Mebusan'ı kapatmasıyla 1878'de son buldu. Magna Carta’dan 661 yıl sonra gerçekleşen bu yarı demokrasi denemesini batılı devletler Hristiyan azınlıkların haklarını bahane ederek dayatmışlardı. Osmanlının Avrupa’dan sökülüp atılması için Balkanların yeniden şekillenmesi gerekiyordu. Bunun için baskı yapıldı ve tarihte Tersane Konferansı (23 Aralık 1876) olarak bilinen konferans, İstanbul’da Haliç’te toplandı. Batılı devletlerin yüksek temsilcileri Balkanlardaki Osmanlı Hıristiyanlarının hakları ve yönetim koşullarının geliştirilmesi için baskıda bulundular. Bu konferansın Osmanlı Devleti'nin Balkanlardaki topraklarını elinden alacak kararlarla sonuçlanacağını değerlendiren yeni II.  Abdülhamit, taviz vermek maksadıyla konferansın toplandığı  gün meşrutiyeti ilan etmek zorunda kaldı. Bölgedeki azınlıkların yeni anayasa (yani demokrasi uygulaması ile) kazandıkları özgürlüklerden dolayı, Avrupa ülkeleri tarafından Osmanlı egemenliği altında bırakılacakları hesaplanmıştı. Ancak konferans bu gelişmeye rağmen Sırbistan ve Karadağ’ın bağımsızlığını ve Bulgaristan ile Bosna Hersek’e özerklik verilmesini dayattı. Osmanlı bunu kabul etmeyince Meşrutiyetin ilanından tam 4 ay sonra 27 Nisan 1877 günü Rusya ile 93 harbi olarak bilinen savaş başladı. Savaş sonunda Romanya, Sırbistan, Bosna Hersek  bağımsız oldu. Bulgaristan’a özerklik verildi. Kıbrıs, İngiltere’ye ödünç verildi (Sonra hiç çıkmadı). Batum, Kars, Ardahan Rusya’ya bırakıldı.
                  İkinci Meşrutiyet ve Direnme Hakkı.  Halkın II. Abdülhamit iktidarına karşı başlattığı direnme hakkının bir sonucu olarak 24 Temmuz 1908 günü II. Meşrutiyet ilan edildi. 12 yıl süren bu dönemde İttihat ve Terakki Partisi vatanseverlik ve fedakarlıklarına rağmen sanayisi, donanması ve güçlü ordusu olmayan bir imparatorluğun devamını sağlayamadı. Bu dönemdeki siyasal çekişmeler emperyalizmin ülke içinde at koşturmasına olanak sağladı. Osmanlı, henüz Türk milleti temelli ulus devlet yapısında olmadığından, ne ülkü birliği ne de ideolojik birlik vardı. Dolayısıyla Talat Paşa’nın hatıratında belirttiği üzere, Meclis’te temsil edilen her türlü azınlık, Osmanlının devamı ve dirliğinden çok, kendi azınlığının hakları, özerkliği ve bağımsızlığı için çalışıyordu. Nitekim Bulgaristan II. Meşrutiyetin getirdiği demokratik özgürlük ortamında aynı yıl bağımsızlığını ilan etti. Bulgarlar 5 yıl sonra Balkan Savaşı sırasında Trakya’da Çatalca’ya kadar gelebildi. Yunanlılar iki ay içinde tüm Ege Adalarını işgal etti. Ardından Birinci Dünya Savaşı geldi. Demirsiz yani sanayisiz Osmanlı, işgalcileri başta Çanakkale olmak üzere kanla geçici olarak durdurabildi,  ancak sonunda yenildi. Bu kaderi ancak Mustafa Kemal durdurabilirdi.
Gelelim günümüze. Emperyalizm soğuk savaşın bitmesinden sonra zafer sarhoşluğu ile Ortadoğu’yu yeniden şekillendirmeye başladı. Bu şekillendirmede en büyük yardımcısı demokrasi oldu. Nasıl ki 150 yıl önce Hristiyan haklarının korunması ve geliştirilmesi müdahale için fırsat sunduysa, yeni yüzyılda demokrasi ihracı veya koruma hakkı (Right to Protect) gibi gerekçeler sadece emperyal kurumların değil, aynı zamanda işgale uğrayan ya da bizim gibi 2002 sonrası tüm kurumsal güven mekanizmalarını ve devlet disiplinini kaybetmiş ülkelerin vatandaşlarını da etkilemeye devam etti. Sadece cahillerin değil, jeopolitik bilinci olmayan sözde aydınların da desteği ile demokrasi, jeopolitiği yenmeye devam etti. Güzel ülkemizde yakın zamanda su ve doğal kaynak zengini Güneydoğu Anadolu’da özerklik ilan edildiğinde, ya da Irak ve Suriye’nin kuzeyini Akdeniz’e bağlayan Kürt koridoru açıldığında emperyalizmin demokrasi oyununun jeopolitik sonucunu umarım sözde aydınlarımız anlar. Yazıyı yine bir ABD Başkanı olan Theodore Roosevelt’in sözleriyle bitirelim: ‘’Bir oy, tüfek gibidir. Etkinliği kullanıcının karakterine bağlıdır.’’


14 Haziran 2015 Pazar

Denizdeki Çin

Description: IMG_0131 


                   Mavi Vatan
Amiral Cem Gürdeniz
 Denizdeki Çin
                  26 Mayıs 2015 günü Çin, tarihinde ilk kez askeri stratejisi üzerine beyaz kitabını (White Paper) yayımladı. Bundan önce 9 kez savunmaya yönelik beyaz kitap yayınlamıştı. Pek çok yönü ile küresel güç mücadelesinde yeni bir dönemin kilometre taşını oluşturacak nitelikte özelliklere sahip bu doküman, Pentagon’un ABD Kongresine sunduğu  ‘’Çin’in Yıllık Askeri ve Güvenlik Gelişmeleri’’ raporundan iki hafta sonra, Akdeniz’deki tarihin ilk birleşik Rus- Çin Deniz Tatbikatının bitmesinden hemen sonra yayımlandı. Şüphesiz beyaz kitabın her sene yayınlanan Amerikan raporunu beklediğini söyleyebiliriz. Bu makalede Çin’in Beyaz Kitabını deniz bakışı ile gözden geçireceğiz.
                  Çin Denizlerdeki Yerini Sağlamlaştırıyor. Beyaz Kitabın yayımlandığı dönem aslında Güney Çin Denizi’nde tansiyonun yükseldiği ve Japon-ABD Savunma İşbirliği Antlaşmasının yenilendiği bir döneme denk geldi. Dokümanda, dört seçilmiş ağırlık merkezi dikkat çekiyor: Okyanus alanları, uzay, nükleer kuvvetler ve siber savaş. Ancak deniz kuvvetlerine bu ilk dokumanda özel ilgi gösterilmesi dikkatlerden kaçmıyor. Kitap deniz ortamının kritik güvenlik ortamı olduğunu belirtiyor ve Çin’de yaygın olan, ‘’karaların denizden daha önemli olduğu’’ görüşünün artık terk edilme zamanı geldiğini deklare ediyor. ‘’Çin, ulusal güvenlik ve kalkınma çıkarlarıyla uyumlu;  ulusal egemenliği ile deniz hak ve çıkarlarını kollayabilecek; stratejik deniz ulaştırma rotaları  ile denizaşırı çıkarlarını koruyabilecek; uluslararası deniz işbirliği faaliyetlerine katılabilecek ve Çin’in bir denizcilik gücüne dönüşmesine stratejik destek sağlayacak  modern bir deniz kuvvetleri yapısı geliştirecektir, ’’ ifadesi, işte bu rota değişikliğinin somut bir dışa vurumu oluyor.
                  İlk vurmam ancak çok sert cevap veririm. Kitapta Çin’in gelecekteki bir gerginlikte ilk vuran olmayacağı, ancak vurulduğu takdirde çok güçlü karşılık vereceği ifadesi dikkat çekiyor. Çin’in özellikle deniz ortamında bu kavrama farklı yaklaştığı biliniyor. Şöyle ki, Çin denizdeki statükonun değişmesini bir saldırı olarak kabul ediyor ve bu durumda ilk vuranın ateş gücü kullanmasa bile statükoyu değiştiren taraf olduğunu değerlendirerek, bu harekete güçle mukabele etme hakkını saklı tutuyor. Benzer şekilde Çin Donanmasının artık kıyı sularının savunması ile  açık deniz alanlarının korunmasını birlikte yürütecekleri anlaşılıyor. Bu yaklaşım deniz yetki alanları rejimi ile de uyuşuyor. Çin, 1982 BM Deniz Hukuku Sözleşmesi ve uluslararası teamül hukukundan farklı şekilde karasuları alanı dışındaki Münhasır Ekonomik Bölgeyi  kapsayan açık deniz alanlarında savaş gemileri ve uçakların seyir serbestisini tanımıyor. Çin karasularından yabancı savaş gemilerinin izinle geçmesi gerekiyor.
                  Tayvan Birinci Öncelik. Beyaz Kitap, Tayvan Adasının bağımsızlığı için mücadele eden ayrılıkçı kuvvetleri Tayvan Boğazının iki yakası arasındaki ilişkiler açısından en büyük tehdit olarak görüyor. Amerikan raporu da benzer bir yaklaşımla Çin askeri modernizasyonunun ana tetikleyicisi olarak deniz yetki alanları ihtilaflarından ziyade, Tayvan sorununu gerekçe gösteriyor. 1995-96 yıllarında yaşanan Tayvan krizinde Amerikan Donanmasına ait iki uçak gemisi görev grubunun bölgede güç gösteresinde bulunması Çin jeopolitik hafızasından silinemiyor. Ancak kitapta deniz yetki alanları ve egemenlik sorunlarına yönelik değerlendirmelerde daha güçlü ifadeler var. Bu kapsamda bazı deniz komşularının Çin’e ait kayalık ve adalarda askeri varlıklarını gayri yasal artırarak kışkırtıcı faaliyetler içinde oldukları, bazı bölge dışı ülkelerin (ABD’nin adı açıkça verilmeden) Güney Çin Denizi’ndeki işleri karıştırdıklarına vurgu yapılıyor. Çin, dokümanda bölgedeki az sayıda ülkenin Çin’e karşı keşif ve gözetleme faaliyeti yaptığını da dile getiriyor. Bu kapsamda Japonya’nın silahlanması ve ABD güdümündeki stratejik paradigma değişikliğinden duyulan rahatsızlık da raporda değişik şekillerde dile getiriliyor.
                  Çin donanması ABD teknolojik üstünlüğünü örseliyor. Diğer taraftan Pentagon raporu, özellikle deniz çıkar çatışma alanlarında aktif savunma stratejisi uygulayan Çin’in  askeri alandaki modernizasyon gayretlerinin ABD’nin askeri teknolojik üstünlüğünü örselediğini belirtiyor. Çin yeni dokümanda, kuvvet yapısı ve silahlanmaya yönelik olarak, stratejik caydırıcı unsurlar, nükleer karşı saldırı yetenekleri ve orta ve uzun menzilli hassas darbe yeteneğinin geliştirilmesini amaçladığını ilan ediyor. Bu durum Amerikan değerlendirmesi ile uyuşuyor. Pentagon raporuna göre Çin, gelişmiş ve dayanaklı karşı erişim (anti access) ve bölge yasaklayıcı (area denial) silah sistemleri geliştiriyor. Bu silah ve sistemler  kısa ve orta menzilli kıtalararası balistik füzeler ile gemiye karşı kullanılan balistik füzeleri, gezginci (cruise) füze taşıyan savaş gemileri ve nükleer silah taşıyan denizaltıları kapsıyor. Amerikan raporuna göre örneğin DF 21D gemiye karşı balistik füzeler Çin kıyılarının 900 mil açığında seyreden Amerikan uçak gemilerine karşı büyük tehlike yaratıyor. Bu demektir ki, ABD 1995-96’da yaşanan Tayvan Boğazı krizindeki gibi uçak gemilerini bölgeye artık eskisi gibi sevk edemeyecektir.
                  Dünya barış ve istikrarına katkı. Özetle Çin, yeni dokümanda denizlere bir daha geri dönmemek üzere çıkışını ilan ediyor. Bunu ilan etmek için denizcilik gücü alt yapısında her türlü imkana sahip olduğunu görüyoruz. Jeopolitik hamleler ancak zamanı geldiğinde yapılır. Donanma geliştirmede, tersanecilikte, balıkçılıkta, deniz ticaretinde, araştırma ve geliştirmede küresel liderler arasına girmeden, ancak hepsinden önemlisi ideolojik bütünlüğe ve ülkü birliğine sahip halk-devlet ilişkisi kurulamadan  bu hamle yapılamazdı. Devlet kapitalizmini, monoteist din toplumundan ziyade bir felsefe toplumu olarak, zamanın ruhu ve küreselleşme ile harmanlamayı başaran Çin’in dünya barış ve istikrarına katkıları olacağını söylemenin zamanı çoktan gelmiştir. Türkiye’nin başta denizcileşmesi olmak üzere Çin’den öğreneceği çok ama çok şey var.





5 Haziran 2015 Cuma

Sadun Boro’nun ardından...

Description: IMG_0131 


                   Mavi Vatan
Amiral Cem Gürdeniz
 Sadun Boro’nun ardından...
                  5 Haziran 2015 sabahı Toprak Gemi Anadolu’nun ilk yelkenci dünya gezgini, Türk amatör denizciliğinin kutup yıldızı, Mavi Uygarlık rotasının usta kaptanı  Sadun Boro’yu kaybettik. Onunla ilk kez 16 Haziran 1968 günü Hürriyet Gazetesinin manşet haberi sayesinde tanışmıştım. Tam 10 yaşındaydım. Manşet ‘’İstanbul’un Kalbi Boro’lar için çarptı’’ şeklindeydi. Kısmet isimli ketch (keç) tipi (iki direkli) 10 metrelik yelkenlisi ile 21 Ağustos 1965 günü başlayıp,  15 Haziran 1968 gününde yani 2 yıl, 10 ay ve 6 gün sonra tamamladığı dünya turu başarısını İstanbul halkı coşku ile kutluyordu. ‘’İstanbul sanki ayaklanmıştı’’ alt manşetine iliştirilen resim, halkın ona, eşi Oda ve seyirde doğan kızı Deniz’e duyduğu büyük sevginin ve takdir hislerinin bir dışa vurumuydu. Onu daha sonra yayımladığı ‘’Pupa Yelken’’ isimli kitabıyla daha yakından tanıdım. 1969 yılında Hürriyet yayınları tarafından üçüncü hamura basılan bu kitap içimde yeni yürümeye başlayan denizciyi koşturmuştu. Pupa Yelken’i eline aldıktan sonra yelkenle ve 10 metrelik bir yelkenliyle dünya seyahati hayal etmeyen genç her halde yoktur.
                  Macera tutkusunu öğreten denizci. O, Türkiye’de milyonlarca gencin yüreğine, deniz sevgisi ve macera tutkusunu aşıladı. O kapıyı açmış, ardından gelenler Toprak Gemi Anadolu’dan dünya gezgini Türk yelkenciler çıkabileceğini, dünyaya ispat etmiş, Türk Bayrağı okyanuslarda ve adını dahi bilmediğimiz yüzlerce limanda ve ülkede şerefle dalgalanabilmiştir. Sadun Boro ve ardından gelen dünya gezginlerimiz bu toprakların sadece iyi denizciler çıkarabileceğini değil, ancak uygar ülkelerin sahip olabildiği doğa ile mücadele edebilme cesaret, azim ve iradesine sahip, özgür ve bağımsız ruhlu insanlar çıkarabileceğini de ispat etmiştir. Türkiye’nin denizcileşmesi ile tam bağımsızlığı arasında Sadun Boro’lar ve onu takip edenler bizlere mükemmel bir bağlantı örneği sunuyor.
                  Özgür ve bağımsız ruhlu denizci. Özgürlüğün ve bağımsızlığın değerini, en iyi doğanın üstün gücü ile mücadele edebilen Sadun Boro gibi insanlar bilebilir.  Ufuk çizgisinin ötesine geçmek için okyanusa açılan bir denizci, özgürlüğünden geçici olarak vazgeçer. Artık o doğanın ve kendi iradesinin rehinidir. Önce kendisi ile giriştiği mücadeleyi, daha sonra doğa ile mücadeleyi kazanmalıdır. Kendi iradesine yenilen denizci, hayatta kalma mücadelesini kazanamaz. İradesini yenerek özgürleşmelidir. Daha sonra doğa ve denizle, onu asla yenemeyeceğini ama işbirliği yapabileceğini bilerek, aklı, mantığı ve duyguları ile mücadele etmelidir. İşte insanın özgürlük ruhunu geliştiren süreç budur. Okyanuslara açılma ve ufkun ötesine gitme cesaret ve onuruna ise sadece özgür ülkelerin çocukları sahip olabilir.  Sadun Boro bu çocukların ilkidir. Onu günümüze kadar 13 amatör denizci takip etti. Halen takip edenler var.  Türkiye’de binlerce Boro’lar olduğunu hayal edelim. Demokrasimizin kalitesini düşünebiliyor musunuz? Denizcileşmenin özgürlük ve bağımsızlık duygularını kamçılarken, laik demokraside nitelik yükselişine neden olabileceği göz ardı edilebilir mi? Sadun Boro ve onun takipçisi bu cesur insanlar, Türkiye’nin feodal ortaçağı aratmayan güncel popüler kültüründe öne çıkan dizi oyuncuları, mankenler, türkücüler ve futbolcular kadar ünlü değiller, ancak onlar Türk denizciliğinin gerçek gurur abideleridir.  Cumhuriyet Donanması ruhunun gerçek temsilcileridirler.  Atatürk’ün okyanuslara erişim hayalinin gerçek sahipleri cesur, çelik iradeli ve başladığını bitirme ilke ve onuruna sahip Türk denizcileridir. Onlar Mavi Vatan’ın gerçek sevgilileridirler.

                  Güle güle Büyük Denizci. Sadun Boro şimdi sonsuzluk okyanusunda yeni bir seyre başlıyor. Bu seyrin 1965 seyrinden aslında hiç farkı yok. Artık yanında sevgili eşi Oda var. Kedileri Miço da onlarla beraber. Hızır Hayrettinler, Oruç Reisler, Kemal Reisler ve Mustafa Kemal onu bağrına basıyor. Türkiye’nin ve Türklerin ilk ‘’Primus Circumdedisti’’ denizcisi olarak okyanuslara ismini kazımış başta Macellan ve Juan Sebastian El Cano olmak üzere tüm dünya denizcileri onu ayakta selamlıyor. Güle güle büyük denizci. Artık tüm denizler senin.