29 Kasım 2015 Pazar

Teorisiz Pratik; Stratejisiz Taktik Olmaz





Teorisiz Pratik; Stratejisiz Taktik Olmaz
                  Olursa savrulursunuz. 1878 yılında Yeşilköy’e kadar gelen Rus ordularının işgalini önlemek için İngiliz Donanmasını Marmara’ya sokarsınız. Karşılığında Kıbrıs ve Mısır’ı verirsiniz. 1913 yılında Balkan Harbinde, 5 yıl önce bağımsızlığını kazanan Bulgaristan’ın işgal ordusu ile Çatalca’ya kadar gelmesini seyredersiniz. 29 Ekim 1914’te Almanya’nın ve Kayzer’in ucuz kanı olarak Goeben ve Breslau gemilerinin emrivakisi ile Rus limanlarını bombalar ve bir anda kendinizi Birinci Dünya Savaşının kanlı ve karanlık tünelinde bulursunuz. Sonunda, 3 milyon km2 imparatorluktan, Sevr ile dayatılan 200 bin km2 karelik Ege’siz, Marmara’sız ve Akdeniz’siz bir toprak parçasına sıkışıp kalırsınız. 1962 yılında Türk milletinin haberi olmadan orta menzilli Amerikan nükleer Jüpiter füzelerini topraklarınıza yerleştirtir ve nükleer karşı saldırının açık hedefi olursunuz. Aynı yıllarda topraklarınızdan Amerikan stratejik U2 istihbarat uçaklarının kalkmasını bile kontrol edemez ve Sovyet topraklarında düşürülen uçağın pilotu Türkiye’den kalktığını söyleyince pişkince bize haber verilmedi dersiniz. Kuzey Irak Kürtlerini koruyacağız diye, 1991 yılında  ‘’Provide Comfort’’ isimli Çekiç Güç harekatına izin verir ve güneydoğumuzun anavatandan kopma sürecine su taşırsınız. 4 Temmuz 2003 günü Süleymaniye’de özel kuvvetlerinize çuval geçirilir, ellerine kelepçe takılır ve namusları olan silahları alınır, içlerinden bir kişi bile direnmeden teslim olduğunda, ‘’stratejik ortağımızla bir çatışmayı önlediler’’ dersiniz. 1 Haziran 2010 gecesi İsrail deniz komandoları Mavi Marmara gemisine saldırıp katliam yaptığında, gemi Türk bayrağı taşımıyordu, Kiribati bandırasına sahipti dersiniz. Kara sınırlarınız delik deşik olmuş, giren çıkan teröristlerin sayısı bile bilinmezken, 24 Kasım 2015 günü size açık tehdit teşkil etmeyen Rus savaş uçağını hava sahamızı ihlal etti diyerek düşürür ve 21nci yüzyılın başında her açıdan karşılıklı  işbirliğine ihtiyacımız olan Rusya ile ilişkileri bir anda dinamitlersiniz.
                  NATO Tarihinde bir ilk. Bu yaşanan NATO tarihinde bir ilktir. Ne soğuk savaşın en karanlık günlerinde ne de Balkan Krizinde (NATO’nun 24 Mart 1999 Kosova müdahalesi dahil) NATO’nun düşürmediği bir Rus uçağını düşüren ülke, tarihe Türkiye olarak geçmiştir. Türkiye soğuk savaş döneminde Küba Füze Krizi gibi en kritik dönemde bile bırakalım Sovyet jetleri ile it dalaşını, Karadeniz’de bir kez bile NATO tatbikatına izin vermemişti. Bugün, nükleer bir dünya gücüne ve aynı zamanda ticaret, enerji (mavi akım, Türk akımı), turizm ve bilimsel işbirliği (Akkuyu nükleer santral) ortağımıza yapılan bu müdahale, angajman tedbirleri uygulanıyor gerekçesine sığınılarak izah edilemez. NATO tabiri ile ‘’Political Position Indicator’’ (Siyasi Durum Göstergesi)  dikkate alınarak, angajman  tedbirleri mevcut hassas duruma göre uyarlanabilirdi. Yani stratejik ve hatta jeopolitik sonuçları olacak kritik bir alanda tetiği her önüne gelene çekmeyecek bir mekanizma tesis edilebilirdi.
                  Benzeri Soğuk Savaşta Yaşanmadı. Bu yaşananın bir benzeri ne soğuk savaş döneminde ne de sonrasında yaşanmıştır. 1 Mayıs 1960 ‘da Sovyetler üzerinde ve 27 Ekim 1962 günü  Füze Krizi esnasında Küba üzerinde Amerikan U2 istihbarat uçaklarının düşürülmesi bile bu olaya benzemez. Eğer NATO’ya güvenerek bu uçak düşürülmüşse, NATO’da çalışanların çok iyi bildiği bir gerçeği hatırlatalım. Ne ABD’li Johny, ne İngiliz Tommy, ne de Fransız Pierre, Türkiye’nin çıkarları ve savunması için ölür.

                  Geçmişten bir anı:  Deniz Harp Akademisi öğrencisi iken strateji ve deniz gücü öğretmeniz E. Deniz Kurmay Albay Mert Bayat, 60’lı yıllarda bir kurmay subay olarak katıldığı NATO Komuta Yeri Tatbikatında (CPX) yaşadıklarını anlatmıştı. Tatbikat senaryosuna göre Sovyet Karadeniz Filosunun Bulgar kuvvetlerinin desteği ile İstanbul Boğazı kanatlarını işgal etme girişiminde bulunduğu bir durum yaratılmıştı. Tatbikata katılan NATO Komutanlığı temsilcisi Amiral, Türk Donanma’sının yoğun Sovyet Hava Kuvvetleri saldırıları ile imha edilmiş olması ve Boğazların düşme tehlikesinin belirmesi üzerine İstanbul Boğaz yaklaşma sularındaki ve amfibi hedef sahasındaki Sovyet donanmasına karşı uçaklardan atılan taktik nükleer silahların kullanılmasını önerir. Türk tarafı bu duruma şiddetle karşı çıkar. Zira bu silahların kullanılması yaratacağı radyasyon ve Sovyetlerin mukabil nükleer saldırısı ile onbinlerce sivil  İstanbullunun da ölmesi demektir. Amerikalı Amiralin cevabı şöyledir: ‘’Boğazların düşmesi daha mı iyidir?’’

Tarih yol gösterir. Liyakat kazandırır. Osmanlı İmparatorluğu 2 Ağustos 1914 günü çok büyük bir gizlilik içinde sadece Enver, Talat, Sait Halim Paşa ve Büyükelçi  Hans von Wangenheim’ın bilgisi ve iradesi ile Almanya ile ittifak antlaşması imzalamıştı. Bahriye Nazırı Cemal Paşa bile ittifak anlaşmasından bir gün sonra haberdar olmuştu. Bu  antlaşmadan 3 ay sonra bu kez Goeben (Yavuz) muharebe kruvazöründe bulunan Alman Amirali Souchon’un Enver Paşa’yı Karadeniz’de bir tatbikat yapacağız aldatmacası ile kandırıp, Rusya ile savaşı başlatan emrivaki saldırısı gerçekleşmişti. Osmanlı Donanmasından da Gayret-i Vataniye ve Muavenet-i Milliye, Taşoz ve Samsun muhriplerinin de yer aldığı  29 Ekim 1914 gece saldırısında Odesa, Novorosysky, Sivastopol limanları bombalanmış iki Sovyet savaş gemisi batırılmıştı. Bu harekattan Osmanlı kabinesinin haberi yoktu. Sonuçta bu savaşta yenildik, milyonlarca gencimizi kaybettik. Savaşı, sonunda batı emperyalist devletleri kazandı. Osmanlı İmparatorluğu Sevr Antlaşması ile Anadolu’da küçük bir toprak parçasına mahkum edildi. Bu makus kaderi strateji ve taktik ile teori ve pratiğe sahip bir eşsiz bir lider, asker ve devlet adamı bozabildi. Onun liderliği kadar yanındakilerin sadakat ve en az onun kadar önemli olan liyakatleri de bu başarıda rol oynadı. Bugün ihtiyacımız olan da budur. Mustafa Kemal’e sadakat ve liyakat. Zaman tarihten ders alma zamanıdır. İç ve dış tuzaklara düşmeme zamanıdır.



22 Kasım 2015 Pazar

Enerjinin Yeni Rotası

Description: IMG_0131 



Enerjinin yeni rotası
                  Aralık ayı içinde Fransa, tarihinin belki de en büyük konferansına ev sahipliği yapacak. Geçen hafta yaşanan kanlı cuma olayının külleri soğumadan, 50 bin katılımcının iştirak edeceği Paris İklim Konferansı -kısa adıyla COP (Cooperative Partners) 21’de devletler, sera gazlarının azaltılması ve iklim değişikliğinin yüzyılın sonuna kadar 2° C altında tutulmasına yönelik bağlayıcı  anlaşmalara imza atacak. 4,5 milyar yaşındaki dünyanın atmosferi ve çevresi ile tarihte önceden görülmedik kapsam ve çapta tahribata uğramasının ve bozulmasının temel nedeni son 150 yıldır hüküm süren kapitalizmin esiri endüstriyel medeniyet ve onun atardamarı olan petrol ve yan ürünleri.
                  Yenilenebilir Enerji ve Enerji Verimliliği. Anlaşmalardan beklenen en önemli konu mali yardımlar. Gelişmiş ülkelerin gelişmekte olan ekonomilere, sera gazını azaltacak teknolojilerin temini için finansal yardım yapması gerekiyor. 2009 "Kopenhag COP Konferansı" ile gelişmiş ülkeler, iklim değişikliğinin asıl nedenlerinden birisi olan sera gazı emisyonunu kısıtlamaya yönelik ortak bir anlaşmaya imza atmıştı. Ancak bu anlaşmalar 2020'de sona eriyor ve gelecek için yeni anlaşmalara ihtiyaç var.  Bu arada, toplantıya katılacak ülkeler içinde sera gazlarının % 90’ını üreten 150 ülke, bir ortak bildiri hazırlayarak, bu tip gazları azaltma konusunda ciddi önlemler almaya söz verdi. Bu önlemlerin % 40 kadarı yenilenebilir enerji alanına geçişe, % 30 kadarı da enerji verimliliğini artırıcı tedbirleri almaya yönelik olacak. Bunlar arasında sera gazı oluşumundan sorumlu en büyük iki kaynak ülkeden ABD’de, temiz enerji politikasına geçiş  ile Çin’de karbon takası programının uygulanmaya koyulması  dikkat çekici önlemler arasında.  Bu arada temiz enerji politikasında ABD’de kömür yerine doğal gazın elektrik üretiminde yoğun kullanıldığını ve 1 megavat elektrik için kullanılan kömürün yarattığı CO2 emisyonlarının doğal gaz kullanımı ile yarı yarıya düşmesinin, doğal gazın sadece jeopolitik değil, aynı zamanda çevresel olarak da değerini artırıyor.

İyi haber, dünya süratle yenilenebilir enerji alanına yöneliyor. Örneğin 2014 yılında rekor seviyede 130 GW kapasiteye sahip, yenilenebilir enerji tesisleri hizmete girdi. Böylece günümüzde artık yenilenebilir kaynaklar, kömürden sonra en önemli elektrik üretim aracı oldu. Benzer şekilde dünya üzerinde uygulanan enerji verimliliği artırma tedbirleri ile günümüzde artan enerji ihtiyacı, geçen yılların artış oranına nazaran istatistiki olarak olması gerekenin üçte biri oranında düşürülebildi.

IEA 2015 Enerji Raporu. Diğer taraftan geçen hafta içinde Uluslararsı Enerji Ajansı (IEA)  Dünya Enerji Görünümü 2015, (World Energy  Outlook 2015) raporunu yayınladı. Bu rapora göre 2040 yılına kadar küresel enerji ihtiyacı, senede % 1 kadar artacak. Bu oran 1990’dan sonraki artış değerinin neredeyse yarısı kadar. Bunun temel nedeni enerji verimliliği  tedbirlerinin alınmaya başlanmasıdır. Ancak tüm bu önlemler küresel ısınma artışının yüzyılın sonuna kadar  2° C altında tutulmasına yönelik hedefi başarmada yeterli olmuyor. IEA, 2040 yılındaki toplam sera gazı miktarının, 2013 yılından % 16 daha fazla olacağını tahmin ediyor. 2000 yılından sonra rekor seviyede yılda % 2,4 oranında artan miktarın, artık senede % 0,6 ve 2020 sonrası % 0,5 oranında artması bekleniyor. Bu hedeflere erişim için 150 ülkenin sera gazlarını düşürmeye yönelik kapsamlı önlemler paketini oluşturması gerekiyor. Bunu başarmak için düşük karbon teknolojileri ile enerji verimliliğini artırmaya yönelik projeler başta olmak üzere, 2030 yılına kadar 13,5 trilyon dolarlık yatırımlara ihtiyaç var. IEA sera gazları salınımının azaltılmasına yönelik olarak, enerji veremliliğinin endüstri, binalar ve ulaşımda arttırılmasını; kömürle çalışan verimsiz enerji santrallerinin kapatılmasını; yenilenebilir enerji kaynaklarına yatırım yapılmasını teklif ediyor.
                  Artan Elektrik İhtiyacı. Diğer yandan küresel çapta elektrik ihtiyacı 2040 yılına kadar, % 70 oranında artacak. Bu talebi karşılamak için yenilenebilir enerji kaynakları ve doğal gaz devreye girecek. 2030 yılına kadar halen en büyük kaynak olan kömürün yerini, yenilenebilir kaynaklar ve doğal gaz alacak. 2040 yılında Avrupa’da yenilenebilir enerji, elektriğin % 50’sini, Çin ve Japonya’da % 30’unu, Hindistan ve ABD’de % 25’ini, üretecek. Diğer yandan 2040 da yarım milyar insan hale elektriğe erişemeyecek. (Bunların çoğu Büyük Sahra altı Afrika ülkesi) Çin’in, ekonomisinde sanayi payını azaltırken, hizmet sektörü payını arttırmaya yönelik yeni politikası, sanayide elektrik için büyük ölçüde kullanılan kömür tüketimini azaltacak. ABD ve AB ülkelerinin yenilenebilir enerji yatırımları sonrasında da, bu ülkelerdeki petrol talebi de 1960’ların seviyesine geri çekiliyor. (Günde 4 milyon varil azalacak) 2040 yılına kadar, doğal gaz ihtiyacı Çin ve Ortadoğu ülkeleri nedeniyle % 47 oranında artacak. Bu durumda dünya enerji üretiminde  kömür ve petrolün payı toplamda % 9 oranında azalacak. Yenilenebilir enerji % 5, nükleer enerji ve doğal gazın payı % 2 oranında artacak.
                  Doğal Gaz ve Yeni Paylaşım Savaşı. Özetle, Ortadoğu’da, Rusya’nın yakın coğrafyasında, Güney ve Doğu Çin Denizlerinde  ve Doğu Akdeniz’de yaşananlara doğal gaz perspektifiyle bakmak gerçeği arayanlara yardım edecektir. Yenilenebilir kaynaklar her ülkenin kendi coğrafyasına ve doğal şartlarına bağlı.  Ancak doğal gaz öyle değil. 20’nci yüzyılın her iki büyük paylaşım savaşı petrol için yapılmıştı. Bu dönemde doğal gaz için yapılıyor. O savaşlar silahlı çatışma hukukuna göre düzenli ordular ve donanmalar arasındaydı. Kendine göre bir düzeni  vardı. Bugünün savaşları kirli istihbarat örgütlerinin, özel kuvvetlerin, medyanın ve hegemonyanın hormonlu ürünü din temelli terörizm sayesinde yürütülüyor. Hiç bir düzeni ve kuralı yok.





15 Kasım 2015 Pazar

Montrö Sözleşmesi 80 yaşına girerken





Montrö Sözleşmesi 80 yaşına girerken
                  Anadolu’da yaşamak ve hayatta kalmak büyük bir jeopolitik mücadeledir. Denizde kuzeyini, batısını ve güneyini emniyete alamamış bir Anadolu yarımadasında bağımsız yaşamak mümkün değildir.
                  Denizde Gerileme Toprak Kaybettirir. Osmanlı İmparatorluğu, 1571 yılında yaşanan İnebahtı yenilgisi sonrasında kaçınılmaz bir şekilde denizlerde gerilemeye başlamış ve bu gerileme 1915 yılında Gelibolu yarımadasına yarım milyona yakın istila ordusunun çıkışına kadar devam etmiştir. Bu ordu Mustafa Kemal ve onun gibi binlerce kahraman Türk evladı sayesinde def edilmiş ancak 3 yıl sonra Mondros ateşkesi ile yeniden denizden gelen düşman imparatorluğun kalbi olan İstanbul’u işgal etmiştir.

                  Rusya ve Kurtuluş Savaşımız. Eğer Kurtuluş Savaşı sırasında kuzey komşumuz Rusya ve lideri Lenin, Mustafa Kemal’e yardım etmese ve işbirliğine girmese bugünün bağımsız Türkiye Cumhuriyetinden bahsedemezdik. Rusya’nın Kurtuluş Savaşımız öncesinde anti emperyalist bir mücadeleye girmesi ve Rus karşı devrimcilerine emperyal batı devletlerinin destek vermesi, Lenin’i Mustafa Kemal’e yakınlaştırmış ve Kafkas seddinin yıkılmasına büyük katkı sağlamıştır. Eğer Rusya’da devrim olmayıp Romanov’ların Çarlık İmparatorluğu devam etseydi, Anadolu dört eksende baskıya maruz kalacak ve sanayisiz, üretimsiz sözde imparatorluk, Sevr haritasından bile daha kötü bir duruma zorlanan bir teslime razı olacaktı.

                  Jeopolitik zenginlik: Türk Boğazları. Osmanlının tarihi, Anadolu jeopolitiğinin laboratuvarıdır. Bu laboratuvarın en önemli bölümünü Türk Boğazları oluşturur. Boğazlar ilk değerini askeri sahada değil, ekonomik sahada bulmuştur. Tarihte, Boğazlar Batı ile Doğu arasındaki, bir nevi ticaret köprüsü, mal mübadele merkezi olmuştur.  Karadeniz ve Anadolu üzerinden Asya'ya uzanan biri deniz, diğeri de kara olmak üzere iki yol üzerinde bulunduğundan boğazlar yüzyıllarca bir jeopolitik çekim merkezi oldu. Doğu Roma, Bizans ve Osmanlı İmparatorluğunun İstanbul'a gelmesi ve boğazlara hakim olmasının çekim noktası budur. Boğazların güvenliği Türk jeopolitiğinin yüzyıllarca en büyük endişe alanı olmuştur. Bu durum, Türk donanmasının gücü ve yeteneklerinden etkilenmiştir. Donanma kuvvetli oldukça hegemonyanın Boğazlar üzerindeki ihtirasları kontrol edilebilmiş, donanma zayıflayınca Boğazlar üzerindeki istekler artmıştır. Zira, Türk donanması, kuvvetli olduğunda boğazları ileriden –en azından Girit geçitlerinden- savunabiliyordu. Tarihte Çanakkale dört kez zorlanmıştır. (1656 yılında Venedik, 1807'de İngiltere, 1912'de İtalya,  1915'de İngiltere)

                  Karadeniz ve Boğazlar. Karadeniz’de durum daha farklıdır. 1774 Kaynarca Antlaşmasıyla Ruslar ilk kez Karadeniz’de donanma bulundurmaya başladı. Böylece Çarlık Rusya’sı ile Osmanlı arasında boğazlar meselesi başladı. Halbuki Ruslar 1699 Karlofça antlaşmasıyla Azak denizi kıyılarına gelip Karadeniz'de ticaret yapmak izni isteyince padişah ‘’ Rusları sarayıma alırım; fakat Karadeniz'e bırakamam’’ demişti. O zaman ki yöneticiler İstanbul Boğazını değil, bizzat Karadeniz'i düşünüyorlardı. Fakat donanma zayıflayınca Kaynarca antlaşması hem Karadeniz'i, hem de Karadeniz Boğazını Ruslara açtı. Rus Çarlığı ile sonu antlaşma ile biten 8 savaş yaşandı. Ancak Ruslar bu savaşlarda Boğazı zorla geçmeye teşebbüs etmediler, diğer taraftan Karadeniz’de Türk donanmasına da hareket serbestisi vermediler. Kırım harbinin neticesi olan 1856 Paris antlaşması, Karadeniz'deki bütün Türk ve Rus üslerini yıkmış ve her iki devleti de Karadeniz'de donanma bulundurmaktan men etmişti. Bu rejim de 1870 Berlin antlaşmasına kadar devam etti.
                  Montrö en büyük Güvencedir. Atatürk Lenin dostluğu ile başlayan yeni dönem, İkinci Dünya Savaşına kadar sürdü. Lozan’la egemenliği terk edilen Boğazlar Bölgesi 2016 yılında 80’nci yıldönümünü kutlayacağımız Montrö Sözleşmesi ile tekrar egemenlik alanımıza katıldı. Bu sözleşme sadece Boğazların egemenliğini geri vermedi aynı zamanda Karadeniz’de bir güvenlik rejimi tesisi etti. Montrö Sözleşmesi bugüne kadar İkinci Dünya Savaşı, Soğuk Savaş ve 11 Eylül 2001’e kadar devam eden Soğuk Barış dönemi ile 2001 sonrası ABD güdümündeki terörle mücadele dönemini başarıyla atlatmıştır. Bugün de Montrö Sözleşmesi kuzey jeopolitik eksende Cumhuriyet için büyük bir güvence, Karadeniz jeopolitiğinde en önemli enstrümanımızdır. Son olarak, Montrö Sözleşmesinin hükümlerine hassasiyetle uyan Türkiye’nin soğukkanlı diplomasisi sayesinde, batının her türlü kışkırtmasına rağmen 2008 yazında yaşanan Gürcistan-Rusya ve 2014 baharında yaşanan Rusya-Ukrayna krizlerinde Türkiye’yi zora sokacak denizde bir çatışma ve tırmanma yaşanmamıştır.

                  Türkiye Soğuk Kanlı Davranmalıdır. Bugün de Türkiye soğuk savaş dönemindeki hassasiyetle Rusya’nın güvenlik çıkarlarını zorlamayacak dengeli politikayı devam ettirmelidir. Bu kapsamda Karadeniz’deki NATO tatbikatlarına katılım ve Amerikan savaş gemileri ile geçiş tatbikatları (Passex) konusunda hassasiyet gösterilmeli, Rusya kışkırtılmamalıdır. Ayrıca Türkiye’nin büyük emekleri ile gerçekleştirilen Karadeniz Deniz işbirliği Görev Grubu (Blackseafor) ve Karadeniz Uyumu Harekatı ile Sahil Güvenlikler arası İşbirliği forumundaki karşılıklı ilişkiler ve faaliyetler artırılmalıdır. Ukrayna ve Gürcistan’da devam eden krizlerin Batı tarafından Karadeniz’in tuzlu su ortamında son 25 yılda oluşturulan  işbirliği ikliminin ve hepsinden önemlisi Montrö Sözleşmesinin ruhunun zedelenmesine izin verilmemelidir. Montrö, Cumhuriyetten büyük bir mirastır.  Bu miras korunmalıdır.


8 Kasım 2015 Pazar

ABD Donanması Zorlanıyor





ABD Donanması Zorlanıyor
Basra Körfezinde gelecek iki ay boyuna Amerikan uçak gemisi bulunamayacak. Bu çok sık rastlanılan bir durum değil. 2013 baharında Basra Körfezi’ndeki görevine başlaması gereken USS Truman Uçak gemisi görev grubu da bütçe sorunları nedeniyle göreve beş ay geç kalkmış ve bölgede bulunan uçak gemisi Norfolk’a çok sonra dönebilmişti. Bu durumun üç temel nedeni var. İlki küçülme. İkincisi bütçe ve sonuncusu  Çin ve Rusya donanmalarının okyanuslarda geçmiş  yıllarla kıyaslanmayacak derecede harekat temposu ve çapını artırmış olmaları.
Küçülen ABD Donanması. Küçülmeyle başlayalım. Soğuk Savaşın bittiği 1989 yılında ABD, 592 savaş gemisine sahipti. (14 uçak gemisi, 4 muharebe gemisi, 40 kruvazör, 68 muhrip, 100 firkateyn, 61 amfibi gemi, 99 nükleer hücum denizaltısı, 33 nükleer balistik füze denizaltısı ve 137 yardımcı gemi.) 2001’de bu sayı 316 oldu. Bugün ise 271. Diğer bir deyişle 1989 yılı seviyesinin yarısı kadar gemiye sahipler. Bu sayı, 1916 yılından bu yana ABD donanmasının en düşük gemi sayısı.
Yüksek Borç Ulusal Güvenlik Sorunu. 15 trilyon dolar kamu borcuna saplanan ABD, soğuk savaşın galibi olmasına rağmen, küresel liderliğin gereği büyük bir donanmayı artık zorla idame ediyor. 2012 ve 2013 yıllarında  Amerikan savunma bütçesine üst üste iki darbe vuruldu. (472 milyar dolar savunma kesintisi ile 412 milyar dolarlık el koyma (sequestration)) Bu kesintiler Amerikan Donanmasının tedarik projeleri ile operatif faaliyetlerini alt üst etti. Uçak Gemisi Grupları azaltıldı. 11 uçak gemisi görev grubu sayısı 8’e düştü. Önceden dünyanın herhangi bir yerinde oluşacak krizlere müdahale etmek için bir hafta içinde hazır hale getirilebilecek 3 uçak gemisi ve 3 amfibi hazır görev grubu mevcut iken, bugün bu sayı her iki grup için bire düştü.
Rus ve Çin Donanmalarındaki Hareketlenme. Son nedene gelince. Küresel hegemonyaya meydan okuyan Rusya ve Çin Deniz Kuvvetleri son yıllarda sadece bütçelerini ve niteliklerini artırmakla kalmadı, aynı zamanda Amerikan donanması karşısındaki son 30 yılın ezilmişliğini de üstlerinden attılar. Denizde Çin ve Rus işbirliğinin Pasifik’te, Akdeniz  ve hatta Karadeniz’de birlikte tatbikat yapacak kadar ileri gitmesi, bu eşiğin atlanmasında önemli rol oynadı. Küresel çıkarların Suriye nedeniyle Doğu Akdeniz’de, eriyen buzullar nedeniyle Arktik Okyanusunda, Senkaku Daiayou adacıkları sorunu nedeniyle Doğu Çin Denizinde ve Spratly, Paracel ve Wilborough adacık/kayalıkları sorunları nedeniyle Güney Çin Denizinde, Kırım ve Gürcistan nedeniyle Karadeniz’de  çatışmaya girmesi ve sıfır toplamlı olmayan sorun alanlarından (non zero sum), sıfır toplamlı sorunlara (zero sum) dönüşmesi, ABD donamasının Pasifik Okyanusu ağırlıklı (Yüzde 60) olmak üzere dünya okyanus ve denizlerinde yayılmasını gerekli kıldı. Soğuk Savaş sonrası Amerikan donanması en yüksek harekat temposunu yaşıyor. Gem sayısı görevleri karşılamaya yetmiyor.
Tırmanma Dönemine Giriliyor. Diğer taraftan,  Rusya’nın 7 Ekim 2015 günü Hazar Denizindeki savaş gemilerinden Suriye’deki İŞİD mevzilerine gerçekleştirdiği füze saldırısı ile Çin’in geçen yıl Liaoning isimli uçak gemisini hizmete sokması, Pasifik ve Hint Okyanuslarında  nükleer/konvansiyonel denizaltı karakollarını başlatması, geçtiğimiz aylarda Alaska açıklarında Aleutian Adaları civarında savaş gemisi grupları bulundurması  bu gelişmeyi destekleyen  önemli kilometre taşları oldu. Taraflar ayrıca birbirlerini taciz edecek ve meydan okuyacak çok tehlikeli taktik ve operatif faaliyetler içine girmeye başladılar. Ekim sonunda Tupolev 142 tipi bir Rus karakol uçağının Kore Yarımadası güneyinde Amerikan USS Ronald Reagan uçak gemisinin 2000 metresi içine girmesi örneği soğuk savaşta bile yaşanmamıştı. (Normal şartlarda Amerikan uçak gemilerinin 50 miline (kabaca 90 km) hiç bir yabancı temas sokulmaz.) Amerikan muhribi, USS Sallen’ın 27 Ekim’de Çin’in Güney Çin Denizinde Spratly Adalar bölgesinde yaptığı 5 suni adacıktan birisi olan Subi’nin 12 mili içinden geçmesi de dikkat çeken bir gelişme oldu. ABD’de bazı çevreler bu geçişi zararsız geçiş olarak niteledi. (Bu durumda adacığın egemenliğini kabul etmiş olduklarından bu geçişi eleştirenler de var. ) Çin, bu geçişe sert bir açıklama  ve takip eden yüksek ateş gücünün kullanıldığı 10 savaş gemisinin ve deniz hava filosu jetlerinin katıldığı bir bölgesel tatbikat ile cevap verdi. ABD’nin gerek Rusya ve gerekse Çin ile ‘’Denizde Donanmalar Arasında Beklenmeyen Olayların Önlenmesi Antlaşmaları’’ olmasına rağmen kontrolsüz tırmanmaları tetikleyecek bu tip olayların özellikle Pasifikte yaşanmaya başlanması okyanuslarda yeni bir döneme girildiğinin ifadesi oluyor. Ancak unutulmaması gerekir ki bu sularda yıllık 5 trilyon dolarlık yük hareketi gerçekleşiyor. Küresel ticaretin yüzde 30’u Güney Çin Denizi sularından geçiyor. Bu ticaretin kesilmesinin kazananı olamayacak. Zira ABD ile Çin arasında dakikada 1 milyon dolarlık ticaret söz konusu.
Atlantik’te Rus Deniz Faaliyetleri. Diğer yandan ABD, Rusya’ya karşı Avrupa cephesinde daha fazla savaş gemisi konuşlandırmakta  da zorlanıyor. Zira Rus deniz faaliyetleri son 20 yıldır görülmeyen bir artışla tepe yapmış durumda. Özellikle Atlantik’te denizaltıları çok aktif. Bazı Rus denizaltıları ABD doğu sahilleri yaklaşma sularında tespit edildi.  Rus denizaltı karakolları son 2 yılda yüzde 50 artış gösterdi. ABD Deniz Kuvvetleri bu denizaltıların kritik su altı iletişim kabloları düğüm noktalarına yakın seyir yapmalarından endişe duyuyor.
ABD Pasifikte iyi huylu hegemon rolünde. Özetle, Amerikan donanması ve bütçesi son 30 yılda hızlı küçüldü. Çin ve Rus donanmaları bu durumu güçlerini yayarak ve Amerikan çıkarlarına her alanda meydan okuyarak kendi lehlerinde kullanıyor. Bu nedenle ABD, tarihinde hiç olmadığı kadar müttefik desteğine ve karşılıklı askeri yardım antlaşmalarına ihtiyaç duyuyor. Bu durum Ortadoğu’da kötü hegemon kimliğinde olan ve istenmeyen ABD’nin Pasifik sahillerine iyi huylu hegemon olarak geri dönmesinin de yolunu  açıyor. Zira bölge ülkeleri artan Çin etkisi nedeniyle hızla ABD’ye yaklaşıyor.