26 Haziran 2016 Pazar

NATO’nun BALTOPS 16 Tatbikatı ve Brexit sonrası Kırılgan Avrupa İstikrarı






NATO’nun BALTOPS 16 Tatbikatı ve Brexit sonrası Kırılgan Avrupa İstikrarı
                 
                  8-9  Temmuz 2016’da Varşova’da yapılacak NATO Zirvesi öncesinde NATO 5 Haziran 2016’da Baltık Denizinde son yılların en kışkırtıcı tatbikatını icra etti. BALTOPS 16 (Baltic Operations) isimli planlı tatbikata  15 NATO üyesi ve 2 ortak ülkeden (İsveç ve Finlandiya) 6000 asker, 45 savaş gemisi, 60 savaş uçağı katıldı.
                  Baltık’ta Rus Ruleti. Bu seri tatbikatların ilki Amerikan Atlantik Filosunun Seyir Serbestisi (Freedom of Navigation) girişimi altında 1985 yılında başlatılmıştı.  O dönemde bu faaliyete Sovyetleri kışkırtmamak için Almanya dahil bölgeden katılan tek bir ülke olmamıştı. Sovyetlerin ön bahçesinde yapılan bu meydan okumayı ya da Rus Ruletini 1990 tatbikatı izledi. BALTOPS 90’da Soğuk Savaşın bitiş rüzgarını arkasına alan Amerikan savaş gemileri ilk kez Polonya’nın Gdansk Limanını ziyaret ettiler. Bu 63 yıl sonra gerçekleşen bir ilkti. 1993 yılında BALTOPS çap ve kapsamını genişletti.  Finlandiya ve Litvanya da tatbikata katıldılar.
                  Prag Baharından Baltops’a.  Geçen yıla kadar bu tatbikatlar soğuk savaş sonrası dönemde ortaya çıkan askeri boyutu düşük arama kurtarma, insani yardım, Deniz güvenliği, gibi alanlara yönelikken, geçen yıldan itibaren yüksek  hazırlık ve planlama gerektiren yoğun askeri faaliyetlere odaklandı. 2015 yılında icra edilen tatbikatta Polonya’nın kuzeyindeki Ustka’ya geniş çaplı bir amfibi harekat icra edildi.  Bu İkinci Dünya Savaşından sonra batının Baltık’taki en önemli güç gösterisi oldu. Bundan önceki en büyük güç gösterisi 1968 yazında Sovyetler tarafından yapılmıştı. Sovyetler, Baltık, Barents, Norveç ve Kuzey Denizi’nde “Sever” isimli büyük bir deniz tatbikatı icra etmiş ve bu tatbikata Doğu Alman ve Polonya Donanmaları da katılmıştı. Tatbikat Çekoslovakya’da ‘’Prag Baharı’’ adı verilen Sovyet müdahalesi zamanında büyük bir güç gösterisi şeklinde icra edilmişti. Geçen hafta NATO’nun Baltık Denizinde yaptığı tatbikatın 1968 Sever tatbikatından farkı yoktu. Kışkırtıcı ve saldırgan bir tonda icra edilen bu tatbikat, ABD çıkarları için Baltık kıyıdaşlarını Ruslarla çatışma rotasına sokmaya destek oluyor. Diğer bir deyişle bu tatbikat ve benzeri kışkırtmalar, barış içinde birlikte yaşamayı desteklemiyor.
                  Rusya’nın Kışkırtılmasına Devam. AB ve ABD’nin Kiev kışkırtması sonucu Rusya Kırım’a müdahale ederek bu bölgeyi 18 Mart 2014 tarihinde topraklarına kattıktan sonra NATO Rusya’ya karşı yeni eylem planlarına geçti. NATO’nun yeni Harbe Hazırlık Eylem Planı onaylandı ve bu planla ittifak yetenekleri artırılırken, bu yeteneklerin somut ve gözle görülür olması ve Rusya’nın caydırılması planlandı. NATO planına göre aynı zamanda Rusya ile sınırdaş NATO ülkelerinde birlik kaydırmaları, yakıt ve cephane stoklaması yapıldı. Sadece 2014 yılından sonra  Merkezi ve Doğu Avrupa ülkelerinde yüzlerce  NATO tatbikatı icra edildi. Tüm bu faaliyetler Rusya’yı çevreleme (contain) politikasının operatif ve stratejik hamleleri olarak icra edildi. Bu çevreleme stratejisinde ağırlık Baltık Denizi ve Orta Avrupa oldu. Karadeniz’de Romanya’nın öncülüğünde ABD’nin önemli hamleleri olsa da Montreux Sözleşmesinin kısıtlamaları NATO’nun bu denizde sürekli ve büyük varlık göstermesine engel olmaya devam ediyor. Ancak Ege’de Türkiye’nin büyük hatası sonucu NATO yasadışı göçle mücadele adı altında sürekli varlık göstermeye başladı. BALTOPS 16 tatbikatı devam ederken Brüksel’de icra edilen NATO Savunma Bakanları toplantısında Polonya, Estonya, Letonya ve Litvanya’ya 4 tabur (Yaklaşık 4000 asker) gönderilmesine karar verildi.  NATO’nun ayrıca Doğu Avrupa’da 8 yeni karargâh kurduğu açıklandı.
Dünya Barışına Katkısı Olmayan Hamleler. Bu kışkırtmalar küresel ve bölgesel perspektifte zaten barut fıçısına dönen ve neredeyse Birinci Dünya savaşı öncesi konjonktüre yakın hale gelen dünyamıza barış ve istikrar açısından bir katma değer yaratmıyor. NATO ve ABD güdümünde başta Doğu Avrupa ve Karadeniz sahildarları olmak üzere pek çok ülkeyi Rusya ile yaşanacak bir sıcak çatışmanın ortasına itiyor. 12 Nisan 2016 günü Baltık Denizinde Amerikan savaş gemisi USS Donald Cook muhribinin 12 metresinden geçen Rus SU-24 savaş uçağı, Rus ruletinin fikir ve isim babası bir devletin ön bahçesindeki kışkırtmaya verdiği cevaptır.
ABD, Avrupa için kanını dökmez. Rusya bir refah devleti değil. Jeopolitik çıkarları ve varlığı için büyük bedeller ödemiş ve ödemeye hazır bir devlet. Soğuk Savaş sonrası dönemde sürekli küçülen ve ‘’peace dividend’’ adı altında savunma bütçelerini ve NATO katkı paylarını düşüren Avrupalı NATO üyeleri içine çekildikleri bu tuzağın farkında değiller. Glasnost’un Devlet Başkanı batı yanlısı Gorbaçov NATO’nun genişlemesi ve Rusya sınırlarındaki bu çılgın gidişatı tehlikeli görmüş olmalı ki,  Alman Der Spiegel Dergisine 2014 yılı sonunda verdiği bir röportajda Avrupa’da nükleer savaş tehlikesinden bahsetmişti. 2 yıl önceki bu ikaz Avrupalıları uyarmış gözükmüyor. Savaşın özü insangücü, silah, cephane ve enerji kaynaklarıdır. Bu alanların hepsinde Rusya Avrupa devletlerinin önündedir. Son 71 yılda refah toplumu olan ve tüketmeye alıştırılan Avrupalı devletler Amerikan kışkırtması sonucu Rusya ile bir sıcak çatışma eşiğine girerlerse onları İkinci Dünya Savaşında olduğu gibi ABD askeri gücünün kurtaracağını düşünüyorlarsa yanılıyorlar. ABD küresel güç mücadelesinde yeni  cepheyi 2008 yılında Pasifik’te açtı.
Türkiye çok dikkatli olmalıdır. ABD’nin AB’deki en büyük Truva atı İngiltere’nin AB’den koptuğu ve AB’nin tarihinde görülmedik siyasi bir deprem yaşadığı dönemde ABD tabancası ile Rus ruleti oynamanın sokaktaki Avrupalıya hiç bir faydası olmayacaktır. Türkiye’yi yönetenlerin de BALTOPS 16 gibi kışkırtmaları iyi okumaları ve başta Karadeniz ve Ege olmak üzere NATO’nun tuzaklarına asla düşmemeleri gerekir. NATO Türkiye’nin yüksek jeopolitik çıkarlarına tehdit teşkil ediyorsa, Palmerstone’un lafını hatırlatalım. Devletlerin ebedi dost ve düşmanları yoktur. Çıkarları vardır. 









22 Haziran 2016 Çarşamba

II. Abdülhamit, Yok Edilen Donanma ve Yolsuzluk






 II. Abdülhamit, Yok Edilen Donanma ve Yolsuzluk
                  Osmanlı tarihinde dış savaşlar kadar, pek çok iç savaş ve kardeş kavgası vardır. Bunların ana nedeni iktidar kavgasıdır. Bu savaşlar enerjisini kâh dinsel ya da etnik nefret söylem ve eylemlerinden kâh siyasi kutuplaşmalardan almıştır. Bu savaşlar devletin güçsüzleşmesine ve kan kaybetmesine neden olmuş, kaçınılmaz çöküşü hızlandırmışlardır.
                  Kendi marifetiyle güçsüzleşmek. Ancak bu süreçlerde iki istisna dışında iktidarı elinde tutan güç devletin askeri gücünü bilerek zayıflatmamıştır. Birincisi II. Mahmut döneminde en kritik jeopolitik konjonktürde kara gücünün temelini teşkil eden yeniçeri ocağının 1826’da kaldırılması; diğeri de II. Abdülhamit’in 1876-1909 arasında donanmayı yok etmesidir. İkisinin de bedeli ağır olmuştur.  Türk-Rus Harbi (1877) sonrasında 33 yıl donanmanın Haliç’te hareketsiz bırakılması nedeniyle sadece donanmanın kuvvet yapısı değil, kurumsal kültürü ve tecrübe birikimi de kaybedilmiştir. Bu nedenle Türkler 20’nci yüzyıla donanmasız girdi. II. Abdülhamit donanmayı tasfiye etmeyi kişisel kaygılar ve tercihleri nedeniyle devlet politikasına dönüştürdü. Neticede bahriye için karanlık sayılan bu dönemde değil tatbikat yapmak, savaş durumunda dahi Donanma görevini yapamadı. Nitekim 1897 Türk-Yunan savaşında Donanmanın Ege’ye çıkması emredilmişse de, donanma gemileri değil Ege’ye Haliç’ten Çanakkale’ye zor gidebildiler. Bu dönemin sonlarına doğru yeni gemi alımı ancak Ermeni olayları sonucunda tazminat baskısına maruz kalan sultanın, tazminat ödemek yerine ABD ve İngiltere’de inşa edilen yeni savaş gemilerini almak zorunda bırakılması ile gerçekleşti. II. Abdülhamit’in kendi iradesi ile satın aldığı sadece iki gemi vardır. Onlar da iki denizaltıdır. İsveç–İngiliz ortak yapımı Nordenfelt denizaltıları Yunanistan satın aldığı için alınmıştır. 1886 yılında Taşkızak Tersanesinde monte edilen ve 1888 yılında başarılı torpido atışı yaparak kendini ispat eden bu denizaltılar,  Sultan tarafından bir daha kullanılmamak üzere önce İzmit’e sonra tekrar Haliç’e hapsedilmiş ve çürümüştür.
Donanmasızlık ve Jeopolitik Kayıplar. Bu trajik dönemde  1878 yılında Kıbrıs, Teselya, Romanya, Karadağ ve Doğu Rumeli, 1881 yılında Tunus, 1882 yılında Mısır, 1897 yılında Girit, 1908 yılında Bulgaristan ve Bosna Hersek tamamen kaybedildi. Ardından yaşanan 1911 Libya ve 1912-13 Balkan Savaşları sonunda da Libya ve Yunanistan’ın tamamı ile Ege adaları donanmasızlık nedeniyle kaybedildi. Birinci Dünya Savaşında itilaf devletlerinin ortak donanması ve kara gücü Gelibolu yarımadasına Ege’de hiçbir engelle karşılaşmadan geldi ve asker çıkardı.
Bahriye Nazırı ve Yolsuzluklar. II. Abdülhamit döneminde yolsuzluklar en az hareketten sakıt bırakılan donanma kadar denizcilik gücümüze zarar verdi. 2010 yılında “Abdülhamit Donanmasında Bir Bahriyeli, Donanma Zabiti Emin Yüce’nin Hatıraları” isimli bir kitap (Timaş Yayınları) yayınlandı. Yüce, 1881-1903 arasında 22 sene aynı görevde kalan ve II Abdülhamit’in buyrukları ile donanmayı küçülten ve Ertuğrul Firkateyninin Japon sularında batarak 537 bahriyelinin şehit düşmesine neden olan dönemin Bahriye Nazırı Bozcaadalı Hasan Hüsnü Paşa için şunları söylüyor
                  “…Hakikatte Abdülaziz devrindeki muazzam donanmayı imha ile Haliç’teki şamandıralara kıymeti kalmayan yaldızlı gemileri bend ederek halkı iğfale çalışırdı…Hasan Paşanın en büyük fenalığı onun servet hırsı ve bu uğurda subay ve eratın hakları üzerinde suiistimal icra ederek, tersanede inşaat ve tamirata sarf edilen meblağ üzerinden şahsi çıkar temin etmek idi… Diğer bir deyişle Bahriye bir çiftlik ve biz de onun demirbaş hayvanı idik… Osmanlı tarihinde pek büyük nüfuz ve iktidara fevkalade ihtişam ve saltanata sahip değişik bakanlara tesadüf edilirse de makamını Hasan Paşa kadar uzun süre işgal eden görülmez. Hasan Paşa Abdülhamit’in arzusuna bağlı olarak donanmayı yok etmiş, Bahriyenin kıymetini hiçe indirmiştir.”
                  İngiliz yazar Joan Haslip de ‘’Bilinmeyen Yönleri ile Abdülhamit’’ adlı eserinde (1964 Toker Matbaası) Sultanın Bahriye Nazırı hakkındaki görüşlerini  şöyle aktarıyor:
                  ‘’Padişah ahlaksızlıklarıyla alay edebilmek için nazırlarının yolsuzluk yapmasını beklerdi. Mesela, ihtiyar Bahriye Nazırının (Bozcaadalı Hasan Hüsnü Paşa) hırsızlıklarından sık sık bahsederdi. Fakat buna rağmen ihtiyar Nazır, Padişaha karşı yapılacak bir isyanda vazife almaması için Türk donanmasının hareketten mahrum bir halde Haliçte tuttuğundan konumunu muhafaza ediyordu. Bir gün Abdülhamit’e meşhur bir saray hokkabazının metal çatalları yuttuğu hakkındaki hünerleri anlatılmıştı. Padişah hemen cevap vererek bunda o kadar büyük bir hüner görmediğini çünkü Bahriye Nazırının hiç bir rahatsızlık hissetmeden muazzam harp gemilerini yuttuğunu söylemişti.‘’
                  21nci Yüzyıla Dersler. II. Abdülhamit şüphesiz imparatorluğun ömrünü uzatmak için çaba gösteren bir imparatordu. Ancak büyük bir deniz ülkesine sahip olan toprakları üzerindeki egemenliğinin, donanma ve denizcilik olmadan bir imparatorluk olarak tanınamayacağını anlamadı ya da  anlamak istemedi. Donanmanın iktidarına olası tehdit oluşturmasını, donanmasızlığın imparatorluğa sunacağı jeopolitik felaketin üzerinde tutmuştu. Benzer bir durum 2008 sonrası Türkiye Cumhuriyetinde de yaşandı. F tipi yapılanma sayesinde iktidar ve parlamentonun gözü önünde sürdürülen kumpas davalar deniz gücümüze  indirilen büyük darbeler oldu. Bu kumpasları küresel hegemonya iradesi altında tetikleyen, azmettiren ve icra ettirenler ile sessiz kalarak onay verenler II. Abdülhamit’in 130 yıl önce Türk denizciliğine verdiği zararın daha da büyüğüne neden oldular. En görkemli döneminde Türk deniz gücünün moral değerlerine zarar verirken gelecek komuta yapısını yerle bir ettiler. Dileriz bu yaşananlar gelecek kuşaklara ders olur. Zira tarih ders almayanlar için tekrar eder.






12 Haziran 2016 Pazar

Devlet Vatandaşına Yüzme Öğretmelidir






 Devlet Vatandaşına Yüzme Öğretmelidir

                  Bu köşede 14 Temmuz 2013 tarihinde ‘’Toprak Gemi Ağlıyor: Denizde boğulma rekoru kırıyoruz’’, başlıklı bir yazı yazmıştım. Toprak gemi ağlamaya devam ediyor. 25 Mayıs 2016 günü Büyükçekmece kıyısında serinlemek için denize giren iki liseli genç boğularak hayatını kaybetti. Bunun daha sonra arkası geldi. Yaz ayları geldiğinde sahillerimizde, göl ve ırmaklarımızda boğularak ölen gençlerin sayısı artmaya devam ediyor ve medyanın haber öncelikleri arasında bile yer almıyor.
Ne acı! Devlet de halk da bu haberlere kader deyip geçiyor. Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş 6 Haziran 2016 tarihinde yapılan Bakanlar Kurulu toplantısı sonrasında boğulma vakaları üzerine şunları söyledi: ‘’Gencecik evlatlarımızın boğulduğu haberlerini alıyoruz. Buradan annelere babalara, gerekli kurumlara çağrıda bulunuyorum. Evlatlarımız yüzme bilmiyorlarsa dikkat etsinler. Her yaz boyunca neredeyse her gün bu boğulma haberlerini almayalım.’’ Keşke çağrıda bulunmakla ya da dikkat edin demekle gençleri boğulmaktan koruyabilsek.
Devlet Halka Yüzme Öğretmelidir.   1 Temmuz 2013 gününün gazeteleri denizcilik ve kabotaj bayramına inat eder gibi bir günde 17 kişinin boğularak öldüğü haberleri ile çıkmıştı.  Denizci devletlerde günde 10 gencin boğularak öldüğü haberlerini duyabilir miyiz? Uygar ülkelerde sudan boğulma vakaları iki ana gayretle önlenir. Birincisi devletin ilköğretim döneminde okullarda temel yüzme eğitimi vermesi; İkincisi gönüllü can kurtarma teşkilatı faaliyetleridir. Ancak birincisi ikincisinden daha önemlidir.
Uygar Ülkeler Nasıl yapıyor? Çocuklar kapalı veya açık yüzme havuzlarındaki beden eğitimi derslerinde yüzme öğrenirler. Kıyısı olsun olmasın gelişmiş ülkelerin şehirlerinde her belediyenin veya her mahalli yönetimin kapalı/açık yüzme havuzu bulunur. Bu havuzlarda da sivil toplum örgütleri her yaşa bedava yüzme dersi verirler. Bizde ise yüzme öğrenmek isteyen bir vatandaşın bedava olanak bulabileceği hiçbir unsur yoktur. Yaz okullarında zaten sayısı çok kısıtlı olan su sporları kulüpleri bu işi ücreti karşılığı yaparlar. Okul müfredatlarında yüzmenin teorisi bile anlatılmaz. Bir yarımada devleti olan ve nüfusunun kabaca yüzde 70’inin deniz kıyısında yaşadığı Türkiye’de yüzmenin toplum içinde yaygınlaştırılması için vatandaşlarına ilköğretimi zorunlu tutan ve bu hizmeti bedava veren devletin, bir kamu hizmeti olarak halka yüzme öğretmesi gerekir.
Ne yapılmalı? Yaz aylarında her hafta başta çocuklar ve gençler olmak üzere vatandaşlarımızın boğularak ölmesine artık dur denmelidir. Bu, ikazla, cankurtaran görevlendirmekle ya da yüzmeyi belirli alanlarda yasaklayarak sağlanamaz. Bu tip uygulamalar sürece destek sağlar ama çözüm sağlamaz. Asıl yapılması gereken halka yüzme eğitiminin verilmesidir. Öncelik sahil kentleri ve göl/akarsu kentleri olmak üzere denizle/su ile iç içe yaşayan başta gençler olmak üzere yüzme bilmeyenlere bu temel eğitimin verilmesidir. Bu eğitimden amaç olimpiyat şampiyonu yüzücü yetiştirmek değildir. Suya düştüğünde batmadan ve su yutmadan kısa mesafeye erişebilecek temel yeteneği kazandırmak amaçlanmalıdır. Bu da bir haftada kazandırılabilecek bir yetenektir. Bu konuda hükümet ve parlamentonun acil olarak tedbir alması, muhalefetin bu konunun takipçisi olması gerekir. Nasıl ki artan trafik kazaları karşısında araştırma komisyonları kuruluyorsa halkın temel  yüzme eğitimi için de tedbirler alınmalıdır. Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı ve Gençlik ve Spor Bakanlığı müştereken çalışıp bir önlemler paketi hazırlamalıdır. Bu sürece Mili Eğitim Bakanlığı da dahil olmalı ve kısa vadede ilk öğretimde yüzme eğitiminin Bakanlığın görevleri arasında yer alması sağlanmalıdır.
Belediyeler ve STÖ’ler Yüzme Öğretmelidir. Ülkemizde futbol takımı olmayan belediye yok gibidir. Ancak bunun sağlıklı bir toplum yaratma amacına sağladığı katma değer tartışmalıdır. Futbol  ile kitlesel spor arasında denge kurmak devletin görevidir. Bu kapsamda devlet çıkaracağı yasalar ile belediyelerin futbol kulübü kurması yerine/ yanısıra halk sağlığı ve bedensel gelişimine destek olacak spor tesisleri ve kulüplerinin işletilmesini teşvik etmelidir. Bunun için belediyelerin kapalı/açık yüzme havuzu inşası teşvik edlmeli, öğretim kurumları ve Halk Eğitim Merkezleri ile müştereken yüzme bilmeyen vatandaşlarımıza temel yüzme eğitimini bedava vermeleri sağlanmalıdır.
Sarıyer Belediyesi Örneği. Örneğin Sarıyer Belediyesinin sahip olduğu kapalı yüzme havuzunda her yaz 1000 çocuğa yüzme öğretmesi diğer belediyelerin de takip etmesi gereken, kamuya katma değer yaratan bir projedir. Siyaset üstü bir tutumla belediyelerimizi Sarıyer Belediyesi örneğini takip etmeye; devlet kurumlarımızı da halkımıza yüzme  öğretecek tedbirlerin alınmasına liderlik edecek girişimlerde bulunmaya davet ediyorum. Yoksa her yaz, zaten doğa bilimlerinden ve akıldan hızla uzaklaşan eğitimsiz gençlerimizi, denizlerimize göz göre göre kurban vermeye devam ederiz. Unutmayalım bilimin ve aklın olduğu yerde boğulmak kader olamaz.    



9 Haziran 2016 Perşembe

ABD Donanmasının Yara Alan İtibarı






 ABD Donanmasının Yara Alan İtibarı

12 Ocak 2016 günü Basra Körfezinde faaliyet gösteren  ABD Beşinci Donanmasına bağlı iki nehir karakul botu İran’ın Farsi Adası yakınlarında güneyli rotada yüksek süratle ana üsleri Bahreyn’e intikal ediyordu. ABD tarafına göre botlar uluslararsı sulardaydı. Botlardan birisi makine arizası yapınca durmak zorunda kaldı. Refakatindeki diğer bot da onu beklemeye başladı.

Esir Alınan Amerikan Karakol Botları. Aniden ortaya çıkan altı İran karakol botu, her iki Amerikan teknesinin etrafını kuşatarak derhal teslim olmalarını talep etti. Amerikalılar itirazda bulunmadı ve iki botun denizcileri de direnmeden teknelerine giren silahlı İranlı askerlerin tehdidi ile diz çökertilerek esir alındılar. Esir denizciler ve tekneleri Farsi Adasına götürüldü. Şu ana kadar basına sızan bilgilerden İranlıların Amerikalılara nasıl davrandıkları tam olarak bilinmiyor. Ancak teknede bulunan bilgisayarların alındığı ve içeriğinin kopyalandığı basında iddia edildi. Ayrıca Amerikan denizcilerinin ayrı ayrı sorgulandığı ve İran Televizyon kanallarında sıkça gösterildikleri biliniyor. İran tarafı Amerikan denizcilerinin izinsiz şekilde İran karasularına girdiğini ve bu nedenle tutuklandıklarını; bu iddianın Amerikalı bot personeli tarafından da kabul edildiğini söylüyor. Ancak bu kabullenme zorlama, tehdit veya işkence altında mı sağlandı bunu bilmek çok zor. ABD Hükûmeti 16 saat  sonra esaretten kurtulan askerleri sorgulayıp gerçeği bilse de bu bilgileri açıklamayı ve bu konunun tartışılmasını istemiyor. Zira bu olay üzerinde ABD basını için gizlilik ilan edildi. Kimse bu askerlerin nasıl bir sorgulama ile karşılaştığını ve neden direnmeden teslim olduklarını bilmiyor. Bilinen tek şey olay sonrası ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin  İran tarafına diplomatik işbirliği için teşekkür ettiği. Açıklamada tekneler uluslararsı sularda tutulduğu halde İran tarafını suçlayan tek bir ifade yoktu.

Yayın Yasağı Neyi Saklıyor? Üç hafta önce ABD Temsilciler Meclisinin  Cumhuriyetçi vekili Randy Forbes, bu olayla ilgili önemli açıklamalarda bulunarak yayın yasağının  kalkması halinde Amerikan halkının büyük şok yaşayacağını söyledi.  Sadece İran davranışının değil, Obama yönetiminin krize nasıl cevap verdiğinin de kamuoyunu şaşkına çevireceğini ekledi. Forbes, sıradan biri değil. Temsilciler Meclisinde Denizgücü ve Güç İntikal Kuvvetleri alt komitesinin başkanı. Yaptığı basın açıklamasında bu tip olaylarda gizliliğin siyasi iradeyi utandırabilecek durumlarda söz konusu olabileceğini iddia edecek kadar ileri gidiyor. Deniz Kuvvetlerinin yetki ve  emir almadığı için bu olay üzerine bir açıklama yapamadığını ve Kasım ayındaki başkanlık seçimlerine kadar  olay üzerindeki gizlilik sansürünün devam edeceğini belirtiyor. Forbes, ileri giderek eğer Hillary Clinton Başkan seçilirse bu konunun asla açığa çıkartılmayacağını da sözlerine ekliyor.

Gerileyen etki ve itibar. Günümüzde Obama’nın savunma ve dış politika uygulamaları ABD’de cumhuriyetçiler tarafından alaya alınarak küçük görülüyor. Rus savaş uçaklarının Karadeniz ve Baltık’ta Amerikan savaş gemilerinin 10 metre üstünden uçmaları; Çin’in neredeyse Hong Kong’a yapılacak Amerikan savaş gemisi ziyaretlerine açıkça engel olması ve Güney Çin Denizinde Amerikan P3-C deniz karakol uçaklarının uluslararası hava sahasındayken bölgeden uzaklaştırılmaları, Amerikan deniz gücünün düştüğü zayıf duruma örnek veriliyor. İran’ın sadece iki Amerikan nehir botunu 16 saat esir alması değil, aynı zamanda geçen aralık ayında USS Harry Truman uçak gemisinin 1500 yarda açığına füze atışı yapması da itibar kaybı eleştirileri arasında. ABD’de durum öyle hassas ki, deniz piyadelerin envanterdeki uçaklarının yedek parçalarını  temin edebilmeleri için gereken fonlar yetersiz kaldığından, askeri müzelerdeki uçaklardan parça söktükleri iddialar arasında. Ancak bu iddialar arasından şüphesiz en çok dikkat çekeni, halen 10 -kısa süre sonra 11 adet olacak- uçak gemisi varlığına rağmen, sadece altı gemiyi donatacak pilot ve uçak sayısına sahip olmaları. Özellikle darbe/bombardıman uçaklarında durumun vahim olduğu biliniyor. Forbes, her dört bombardıman uçağından üçünün gelecek 12 ay için harbe hazır olamayacağını  iddia edenler arasında. Kemirme usulü ile arızalı uçakların sağlam parçaları sökülerek diğerlerinde kullanılıyor ve harekâta hazırlık seviyesi yüksek tutulmaya çalışılıyor. Bu durum denizaltı filosu için de geçerli. Uzun süreli havuz  bakımına gren denizaltıların güçlü dönemde 28 ayda bakımı tamamlanırken, bugün sürenin  40 ayı geçtiği dile getiriliyor. Özetle 2007 yılında donanma, küresel harekat ihtiyaçlarının %90’ını karşılarken, bugün bu değer yarıya düşmüş durumda. Obama donamayı 272 gemiye indirgedi. Aslında % 12’lik bir küçülme talebi daha vardı ancak geçtiğimiz aylarda senato bu isteği reddetti. Obama 2008’de iktidara gelince gelecek on yıllık savunma bütçesinde 780 milyar dolar kısıtlamaya gitti. Daha sonra ayrıca 500 milyar dolara el koydu. Bu durum, donanmanın harbe hazırlık ve caydırıcılığını olumsuz yönde etkilemeye devam ediyor. ABD, eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Greenert, 2014 yılında İngiliz  Jane’s Naval Review  Dergisine verdiği bir beyanatında, ”Bu bütçe ile ancak anavatan sularında kalırız ve ihtiyaç olursa güç intikal ettirebiliriz. Fakat zamanında krize müdahale edemezsek, itibarımız ve etkimizi kaybederiz” diyordu. Dediği çıkıyor. Farsi Adası olayı gerileyen Amerikan deniz gücünün sadece etki kaybına değil,  ciddi itibar kaybına da neden olduğunu gösterdi.