Hangi Havayı Soludunuz? Hangi Suyu İçtiniz?
Cumhuriyet Donanmasına Nasıl İhanet Ettiniz?
Zor
günler geçiriyoruz. Büyük bir ihanetin yaralarını sarıyoruz. Savaş zamanı bile
yaşanabilmesi zor olan bir vahşeti
yaşadık. Silahlı Çatışma Hukuku -diğer adıyla harp hukuku- bile düşman ülkedeki
masum sivillerin harp zamanı öldürülmesini yasaklar. Bunlar kendi halkını
öldürdü. Ne acıdır ki, halkın vergileri ile alınan uçaklar, tanklar ve zırhlı
araçlar halkın üzerine ateş açtı. Türk askeri tarihi bu kadar karanlık bir 14
saati hiç bir zaman yaşamadı.
Anadolu
halkı 19’uncu yüzyıl ortalarından bu yana çok acılar çekti. Çok kayıplar verdi.
İşgaller ve iç savaşlar gördü. Toplu katliamlara uğradı. Ancak 1919 da başlayan
büyük bir ulusal kurtuluş savaşı ve onu takip eden devrimlerle 1923’te büyük
bir cumhuriyet kurdu. Cumhuriyetin en büyük özelliği geçmişin dersleri ışığında
hataları tekrar ettirmemek ve halkına bir daha ne toprak, ne can ne de onur
kaybı yaşatmamaktı. Bu görüşle büyük baskılara rağmen İkinci Adam İnönü, Türkiye’yi
İkinci Dünya Savaşına sokmadı. Ama olmadı Mustafa Kemalin kaybından ve
özellikle 1946 sonrası adım adım emperyalizmin tuzaklarına çekilen bu güzel
ülke, sonunda kendi ordusuna sızmış emperyal bir çetenin kendi halkına ateş
açtığını da gördü.
Tarih Unutmaz. 30 Ekim 1918 Mondros
mütarekesi sonrası dönemde Bahriye Mektebi mezunu 159 güverte, 68 makine ve bir
inşaiye subayı ile beş denizci doktor Anadolu’ya kaçtı ve işgalcilerle
işbirliği içindeki Osmanlı Donanmasını terk ederek namus cephesine katıldılar.
Toplam 233 denizci Kurtuluş savaşının kaderini değiştirdi. O dönem muvazzaf
olan kabaca 1500 subay içinde, sadece 233 kişiydiler. Diğerlerinin çoğu Haliç’teki
kıçtankara gemilerini ve İstanbul’daki sıcak yuvalarını terk etmedi. Maalesef
Akhisar torpidobotunun komutanı gibi, 1920 yılı baharında İngiliz Donanması
emrinde Kuvayı Milliye’yi yok etmeye giden, Kuvayı İnzibatiye kuvvetlerini
İstanbul’dan Karabiga’ya taşıma şerefsizliğini yaşayanlar da oldu.
İzmit Tersanesinde
Kurşuna Dizilen Kuvvacılar. Donanma Komutanını tutuklamak üzere 15 Temmuz 2016
gecesi Fenerbahçe açıklarına gelen Yavuz firkateyni Komutanı ve FETÖ’cü
işbirlikçileri de Akhisar Torpidosu komutanı ile aynı kaderi paylaştı. 16 Mart
1920’de İngilizler İstanbul’u ikinci kez işgal ettiler. Bu tarihten sonra
Marmara’da bulunan İngiliz savaş gemileri (HMS Superb, HMS Benbow, HMS
Marlborogh, HMS Revenge, HMS Ajax, HMS Sovereign, HMS Iron Duke, HMS Agamemnon),
Yunan işgaline destek vermek amacıyla Gemlik, Mudanya, Karamürsel ve İzmit’in
deniz piyadeler ile işgaline ve deniz topçu ateşi ile sivil mekânlar dâhil bu
yerlerin bombardımanına filen katılmışlardı. İzmit’te işgal sonrası
yakaladıkları Kuvayı Milliyecileri İzmit Tersanesi duvarı önünde kurşuna
dizmişlerdi. Maalesef onlara Padişah Vahdettin ve Başbakan Damat Ferit
emrindeki Kuvayı İnzibatiye de yardım etmişti. Maalesef üzerinde kuyruk
numarası TC ile başlayan ve Türk bayrağı taşıyan jetlerimiz ve
helikopterlerimizin parlemento olmak üzere değişik kurumlarımıza ve halka ateş
açıp bomba yağdırmasının bu İngiliz gemilerinden farkı olmadı.
İkinci
Kurtuluş Savaşında Ne Yapılmalı? Bir kesim 15 Temmuz sonrasını İkinci
Kurtuluş Savaşı olarak adlandırıyor. Bu doğru bir tespittir. Türkiye Avrupa
Atlantik sistemin yönlendirmesi, devşirmesi, bilinçlendirmesi sonucu yaşadığı bu
kuşatmadan ancak post modern bir Kurtuluş Savaşı ile çıkabilir. Önce devleti
sarmış FETÖ kanserinden kurtulmalıyız. Daha sonra iktidar, tüm kesimleri
kucaklayarak liyakat, bilim ve aklı öne çıkaran yeni bir siyasi sistemin önünü
açmalıdır. Dinin ortak payda olamayacağı aksine düşmanlık ve kutuplaşmayı
artıracağı FETÖ’nün İslam referanslı iktidara
saldırması ile ortaya çıkmıştır. Bu zor dönemde Laiklik ve Mustafa Kemalin
çimento olarak kitleleri birleştirici özelliği sonuna kadar kullanılmalıdır.
Artık Türkiye’de sağcı solcu, dinci laik, Türk Kürt ayrışması yapılmamalıdır.
Her kesim milli düşünmeli ve gayri milli emperyal cepheye tavır almalıdır.
Milli cephenin bugüne kadar ölümsüz lideri Atatürk olmuştur. Bugün 15 Temmuz
suikastı sonrası, iktidar partisini
kendisine oy vermeyen milyonlarla asgari müşterekte birleştirecek unsur, millici
uyanışla devleti koruma refleksi ve Atatürk olmalıdır. Zira dönemin koşulları
Atatürk’ün emperyalizmle savaştığı koşullara benzemektedir. Türkiye tarihsel
tecrübesini kullanmalı ve kurucu ideolojinin temellerine geri dönmelidir. Bu kapsamda
Cumhurbaşkanının 13 Eylül 2011 de Mısır’da ve 15 Eylül 2011 de Tunus’ta yaptığı
laikliği övücü konuşmaların önümüzdeki dönemde ülkemize de ışık tutması önem arz etmektedir. İktidar
Partisi eylem ve söylemleri ile ortanın sağına gelmelidir. Ana muhalefet
partisi de artık bu ülkede ‘’Avrupa Atlantik cephenin onayı olmadan iktidara
gelinemeyeceği’’ paradigmasının 15 Temmuzda halka ateş açılması ile sonlandığını
görmelidir. Ekonomide zor bir döneme hazır olmalıyız. Üretim ve tasarruf
ekonomisine hızlı bir geçiş yapılmalıdır. Dış borç ödemelerinin döndürülmesi
için yeni arayışlara girilmelidir. Atatürk döneminde yokluklar içinde Osmanlının dış borçlarını
son kuruşuna kadar bu halkın çabaları ile ödediğimiz unutulmamalıdır. Zaman
milli duruş zamanıdır.