28 Ağustos 2016 Pazar

Akdeniz Kalkanından, Fırat Kalkanına





Akdeniz Kalkanından, Fırat Kalkanına
Akdeniz’deki Türk egemenliğinin koruyucusu: Akdeniz Kalkanı. Harekatın diğer amacı Güney Kıbrıs’ın 17 Ocak 2003 ‘de Mısır ile ve 17 Şubat 2005’de Lübnan ile imzaladığı Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) sınırlandırma antlaşmalarına da bir tepki idi. Bu harekat sayesinde Türkiye, Kıbrıs adası civarında  Rumların yapacağı sismik araştırmaları yakından takip edebilecek ve caydıracaktı. 2010 yılında Wikileaks ile ortaya çıkan ABD belgelerinden birinde 2006 yılında ABD Ankara Maslahatgüzarı McEldowney’in başkentine çektiği bir mesajda, ‘’Türklerin Doğu Akdeniz’de planladığı yeni ulusal deniz harekâtının BTC boru hattı işletmeye açıldığında artacak tanker trafiği açısından mantıklı göründüğünü; ancak bu harekâtın Türk donanma etkinliğini Kıbrıs yakınlarında artırma ve orada muhtemel bir reaksiyona neden olacağını’’ belirtiyor, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de artacak hâkimiyetinin, Kıbrıs konusunda Yunanistan ile olan gerilimi yükseltebileceğine dikkat çekiyordu. Harekât çerçevesinde Mersin ve Magosa’da fırkateyn, tanker ve korvet konuşlandırılması başlatıldı. Bu durum sadece NATO’yu değil İsrail’i de tedirgin etti.
Genelkurmay’daki NATO’cular. Akdeniz Kalkanı Harekatını aslında Deniz Kuvvetleri olarak 2005 yılında başlatmayı planlamıştık. Ancak Genelkurmay’da NATO’dan daha çok NATO’cu olan bazı Türk subayları bu harekatı başlatmamızın Akdeniz’de devam eden Etkin Çaba Harekâtını yürüten NATO’yu gücendireceğini ileri sürerek dönemin İkinci Başkanı ve J5 Başkanı olan karacı generalleri ikna etmiş ve harekat buzdolabına kaldırılmıştı. Ancak 22 Şubat 2006 tarihinde bir Kıbrıs Rum konteyner gemisi  (Able F) Mersin limanına korsan gibi girince, Genelkurmay Başkanlığı yaptığı büyük hatanın farkına varmış, konu tekrar masaya getirilmişti.
AB Akdeniz Kalkanını Şikayet Ediyor. Doğu Akdeniz’de 2006 sonrası yaşananlar, AB’nin 2009 Türkiye ilerleme raporunda Türk Deniz Kuvvetlerinin ismen şikâyet edilmesine kadar gitti. 2009 AB ilerleme raporunun (Turkey’s progress report) 32’nci sayfasında yer alan şikâyette, ‘’Türk Donanması bu rapor döneminde  Kıbrıs Cumhuriyeti namına petrol arayan sivil tekneleri engellemiştir’’ deniyordu. Bu rapordan yaklaşık 3 ay sonra bu satırların yazarı ve kumpas şehidimiz Amiral Cem Çakmak Balyoz kumpası ile tutuklanıyordu.
Kürtler Denize Çıkıyor. Balyoz davası başta olmak üzere kumpas davalar ile Deniz Kuvvetleri 40 Amiral ve 400 en iyi denizcisini kaybettikten sonra Irak Federal Kürt Yönetimi lideri Mesut Barzani, 17 Kasım 2013 günü “Kuzey Kürdistan’a Hoş geldiniz’’ sloganıyla karşılandığı Diyarbakır ziyaretine başladı. Ziyaretin hemen ardından partisi KDP’nin internet sitesinde İran, Irak, Suriye ve Türkiye’nin 21 ilini kapsayan büyük Kürdistan haritası yayımlandı. Haritaya göre Barzani’nin hayalindeki Kürdistan’ın Akdeniz’de de kıyısı vardı. İskenderun Körfezimizde neredeyse Yumurtalık limanının güneyinde kalan tüm sahillerimiz sözde Kürdistan’a dâhil edilmişti. Akdeniz’de kabaca 30 millik bir kıyı şeridine sahip olmayı amaçlıyorlardı. Atlantik sistemin zafer çığlıkları attığı bir dönemden bahsediyoruz. Barzani’nin hayalindeki, ABD, AB ve İsrail üçlüsünün himayesinde kurulabilecek sözde Kürdistan, bu kıyı şeridine sahip olduğu takdirde karasuları, kıta sahanlığı, münhasır ekonomik bölge, bitişik bölge, balıkçılık bölgesi gibi deniz hukukunun tanıdığı deniz yetki alanlarına sahip olacaktır. Öncelikle donanma ve sahil güvenlik komutanlığı kurarken, deniz ticaret filosu, yeni liman işletmeleri, Kürt petrollerinin ve İsrail gazının Akdeniz’e çıkışını sağlayacak yeni enerji terminalleri geliştirebilecektir. Ortadoğu’nun Basra Körfezine rakip yeni petrol çıkış terminali ikinci İsrail yani Kürt limanları olacaktır. Ama hepsinden önemlisi Kürt Akdeniz koridoru üzerinde AB’ye ya da ABD’ye kullanım hakkı verilecek bir deniz ve hava üssünün varlığı, bölgedeki tüm jeopolitik dengeleri alt üst edecektir.
Liman demek jeopolitik nefes alanı demektir. Unutmayalım ki günümüzde deniz ulaştırmasının yerine geçecek bir başka stratejik ulaştırma metodu maliyet fayda perspektifinde söz konusu değildir. Küresel hegemonya ya da emperyalizmin asli hayat alanı denizlerdir. Bu yüzyıllardır değişmeyen tunç yasadır. Deniz düşerse, kara da düşer. Kumpas davalarda neden deniz kuvvetlerinin odak olduğu böylece daha iyi anlaşılır. Ancak emperyalizm bunu başaramadı. Ne kumpas davalar, ne patlatılan bombalar, ne de 15 Temmuz girişimi Anadolu’yu teslim alamıyor.
Fırat Kalkanı, Akdeniz Kalkanı ile ayrılmaz iki kardeştir. Her iki harekat yapışık ikizlerdir. Türkiye’nin jeopolitik varlığı her iki kalkanın çelik ve sarsılmaz bir irade ile Anadolu’yu korumasından geçer. Kimse 15 Temmuz sonrası zayıflayan Türk ordusu ve Donanması retoriği yapmasın. 1913’te Bulgar orduları Çatalca’ya kadar girmişti. Ama 1915’te aynı ordu Çanakkale’de destan yazdı. Aynı ordu İngiliz Tommy’leri kaçar gibi Gelibolu yarımadasından defetmişti. Unutmayın tarih daima Türklerin yanında olmuştur. Bir daha vurgulayalım. Zaman birlik olma ve emperyalizme direnme zamanıdır. Bunu 94 yıl önce Kocatepe’de başlayıp  Dumlupınar’da sona eren Büyük Taarruzla başardık. Yine başarırız.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder