31 Ekim 2016 Pazartesi

Cumhuriyet ve Cumhuriyet Donanması





Cumhuriyet ve Cumhuriyet Donanması
                  İkinci Abdülhamit dönemi tarihimizde Türk deniz gücünün yaşadığı en trajik dönemdir. 33 yıl boyunca donanma Haliç’ten çıkartılmamış, 1897 Türk Yunan savaşı çıktığında  bazı gemilerin Haliç’ten Çanakkale’ye varması dört günü bulmuştu. Donanma savaş boyunca Ege’de hiç bir varlık gösterememiş, gemi komutanları bu acınacak durum sonrasında topluca istifa etmişlerdi. Dönemin Donanma Komutanı, Hasan Rami Paşa, hatıratında Yunan Savaşı sonunda Sadarete yazdığı 31 Mart 1898 tarihli tavsiye raporunda şunları yazıyordu:
                  “Devletin şan ve şerefine uygun tek bir gemiye bile sahip olamamış olan Osmanlı Bahriyesinin gelecek 150 senede işi, Allah’a kalmıştır.”
                  Rauf Orbay da , II’nci Abdülhamit dönemini hatıratında şöyle özetliyor:
                  “30 seneden beri bahriyede tatbik edilen sistem, gemilerin adeta bilerek ve özenerek çürümeye terk edilmiş olmasıydı...Meşrutiyetin ilanı üzerinden kısa bir zaman geçmişti. Elimizden geldiğince donanmayı, vatan savunmasını asgari ölçüde olsa da, başarabilecek hale getirmeye gayret etmiştik. Fakat ne yazık ki, 30 seneyi geçmiş bir sürede enkaz haline gelmiş donanmayı, hazır hale getirmek için, ilahi bir mucize lazımdı. Ondan da mahrumduk.”
                        Gelenekler ve Donanma. Donanmalar gelenekleri ve kurumsal faaliyet birikimleri üzerinde yükselirler. Değil 33 yıl, herhangi bir donanmayı bir sene eğitim, tatbikat ve planlı bakım tutum ve onarım faaliyetlerinden uzak tutun, o donanmanın önce duraksaması, sonra gerilemesi ve en sonunda çöküşü kaçınılmaz olur. Fransız devriminde aristokrat amiral ve gemi komutanlarını tasfiye sonrası Fransız deniz gücü öyle bir çöküş yaşadı ki,  Aboukır ve Trafalgar Deniz Savaşlarında İngilizler karşısında aşağılanmaları ve  yenilmeleri kaçınılmaz oldu. Toparlanmaları onlarca yıl sürdü. II. Abdülhamit’in, Türkleri 20’nci yüzyıla donanmasız  sokmasının sonucunu İtalyan Harbinden sonra Libya ve 12 Adaları, Balkan Harbinden sonra da Batı Trakya ve Ege Adalarını kaybederek ödedik. Birinci Dünya Savaşında Donanmasız Anadolu’nun işgaline gelen istila güçlerini denizde durduramadık ve Çanakkale’de yüzbinlerce vatan evladını yitirdik.
                        Çöküş Donanmasından Diriliş Donanmasına. Abdülhamit döneminin çöküş donanması, muhteşem bir Kurtuluş Savaşının ardından 1923 yılında Mustafa Kemalin diriliş donanmasına dönüştü. Lozan imzalandığında ortada değil harbe hazır, seyre hazır bir filo bile yoktu. Ancak Kurtuluş Savaşının ateş gücünü teşkil eden 500 bin tonluk cephaneyi, çürük çarık teknelerle Karadeniz’deki Sovyet limanlarından Anadolu’ya taşıma başarısı gösteren denizcilerin, haklı gururu ve yüksek morali vardı. Ne tersane, ne gemi ne de bir üs vardı. 15 Şubat 1924’te kurulan Bahriye Dairesi Reisliğinin kurucu reisi Albay Abdürrahim Fevzi,  Deniz Kuvvetlerine yayımladığı ilk prensip mesajında şunları söylemişti:
Hiç bir milletin Deniz Kuvvetleri bizim bugün içinde bulunduğumuz zorluklarla karşılaşmamıştır. Deniz Kuvvetlerimizin materyali bugün Abdülhamit istibdadının bıraktığı mirastan daha sönük ve daha azdır.  Buna rağmen personelin subay kısmı en yeni bir Donanmayı en üstün bilgilerle sevki idare edecek kifayet ve kabiliyettedir. Halen Deniz Kuvvetlerimizin kadrosunu teşkil eden subaylar Deniz Kuvvetlerini ve Donanmayı ölümsüzlük sırrına eriştirmekle mükelleftirler.”
Ölümsüz Cumhuriyet Donanması. Cumhuriyet Donanması akan yıllar içinde ölümsüzlük sırrına erişmiştir. Bu sır, ana vatanı ve mavi vatanı, Cumhuriyet için ne pahasına olursa olsun koruma sorumluluğundan başka bir şey değildi. Deniz jeopolitiğinin gereğini  her koşulda gelecek kuşaklar için yapmaktı. Bu süreçte her kayıptan, acılardan ve  her zorluktan ders çıkarıldı. Atılay’ın, Refah’ın, Dumlupınar’ın, Kocatepe’nin, Muavenet’in kaybı. Gölcük Depremi. Başta Balyoz olmak üzere kumpas davalar... Yaşanan trajediler ve karşılaşılan devasa engeller ile engebeler Cumhuriyet Donanmasının rotasını değiştiremedi.
Tuzağa Çekilemeyen Donanma. 15 Temmuz 2016 kalkışmasında FETÖ’nün yediği tokat, bu rotanın sağlamlığını bir kez daha ispatladı. Balyoz ve diğer kumpaslar ile 25 Amiral ve 400’e yakın en iyi denizcisini tasfiye ettirerek, bu seçkin denizcilerin makam ve rütbelerini çalan FETÖ mensupları, Cumhuriyet Donanmasını 15 Temmuz 2016 gecesi korkunç bir tuzağın içine çekemedi. Savaş gemilerimizin hiç birisi halkına ateş etmedi. Birbirlerine ateş etmedi. Hainler çok kısa süre içinde teslim olmak zorunda kaldı. Üs ve limanlarından gerçek bir emir aldıklarını zannederek ayrılan az sayıdaki gemimiz hain planın farkına vararak kısa sürede üslerine geri döndü. Hainler Deniz Kuvvetleri Komutanını derdest edemedi. Tüm bu gelişmeler Cumhuriyet Donanmasının ölümsüzlük ruhunun sonuçlarıdır. Deniz Subay ve astsubaylarımızın durumsal farkındalık üstünlüğünün sonuçlarıdır. Donanmamız, Sahil Güvenlik Komutanlığımızın seçkin denizcileri ile Cumhuriyetimizin deniz çıkarlarını sadece korumaya değil, geliştirmeye de devam edecektir. Muhtaç oldukları kudret Cumhuriyet ve Cumhuriyet Donanmasının geçmişinde saklıdır.


24 Ekim 2016 Pazartesi

Denizde İnsansız Savaşçı 2016





Denizde İnsansız Savaşçı 2016

Geçen hafta İngiltere’de ilk kez denizde ‘’insansız savaşçıların’’ bir tatbikatı (Unmanned Warrior 2016) düzenlendi. Düzinelerce insansız deniz araç sistemi İngiliz Kraliyet Donanmasının liderliğinde İskoçya sahillerinde değişik senaryolarda denendi. Bu yüksek teknoloji ürünlerin sahibi başta ABD olmak üzere 18 batılı ülke tatbikatta yerini aldı. Laboratuvarlardan yeni çıkan bu araçların insan makine etkileşimi (man-machine interface)  içinde kullanılabilirlik, tatbik edilebilirlik ve birlikte çalışabilirlik yetenekleri test edildi. Değişik insansız sistemlerin özellikle başında karar verici insan oturan savaş yönetim sistemi  ve keşif gözetleme ve komuta kontrol sistemleri ile entegrasyonu denendi. Aynı amaca yönelik değişik markalı sistemlerin, aynı yazılımı kullanmasına rağmen yazılım versiyonlarının farklı olması nedeniyle farklı komuta kontrol sistemlerine entegre olamadıkları bu tatbikatta görüldü. Tatbikat sonuçlarına göre bu araçlar yeni geri beslemelerle gözden geçirilecek. Avrupa Atlantik sistem gelecekteki savaşlarda teşkil edilecek müşterek ve birleşik görev kuvvetlerinde kullanacağını tasarladığı insansız sistemleri birbirine entegre etmeye çalışıyor. Örneğin Alman gemisinin insansız aracı Fransız  gemisine veya İtalyan gemisinin emrine verilebilecek. Söz konusu  tatbikata getirilen deniz araçları beş temel deniz savaş alanında kullanıma yönelikti.  Ortam İstihbaratı; Denizaltı Savunma Harbi; Mayın Karşı Tedbirleri; İstihbarat, Gözetleme, Hedefleme ve Keşif ile son olarak  Komuta ve Kontrol alanlarında kullanılan bu yüksek teknoloji ürünlerin bir kısmı yüzüyor, bir kısmı dalıyor, bir kısmı hem yüzüyor hem dalıyor, bir kısmı da uçuyor. Geçmiş yıllara nazaran öne çıkan en önemli yenilikler arasında, otonom (kendi kendine karar verebilme) sistemlerinin gelişimi; sürdürülebilir güç yeteneğini kullanma (solar enerji, ya da dalga hareketlerini kullanma vb.); 3 boyutlu yazıcılar (replicator) ile gemide/ana platformda anında üretilebilme ve taktik ya da operatif gereksinimler için sarf edilebilme olanaklarının gelişmiş olması sayılabilir.
İnsansızlaşan Savaşlar. Dünya savunma sanayi, özellikle Atlantik Bloğun temsil ettiği emperyal blok  21’nci yüzyılda savaşın her veçhesini insansızlaştırıyor. Artık insan dışı ruhsuz varlıklar insan hayatını sonlandırabiliyor. Yani insanlık kendinden uzaklaşıyor. Diğer yandan bu makineler cep telefonlarının 90’lar sonrası hayatımıza girmesi gibi savaşın vaz geçilmezleri arasında yerini aldı. Artık yeni dizayn edilen firkateyn ve daha büyük tonajlı su üstü savaş gemilerinde insansız hava araçları ile silahlı suüstü aracı, gemi savaş sisteminin organik parçası haline geldi. Suüstü savaş gemilerinin taşıdığı helikopter yanında mutlaka insanız hava araçları  (İHA) da bulunuyor. Üzerinde roket dahil ağır silah sistemleri taşıyabilen insansız su üstü araçları ana gemiden uydu sistemleri yardımıyla kontrol edilerek, yüzlerce mil öteye rakip kıyılarına gönderiliyor ve işi bitince geri alınıyor. Benzer şekilde sualtı sistemleri mayın avlama, liman savunma ya da denizaltıları tespit etme aracı olarak kullanılıyorlar. Denizaltılardan dalmış haldeyken torpido kovanlarından atılabilen ve denizaltıya uydu vasıtasıyla istihbarat veren tek kullanımlık araçlar da sahada kullanılmaya başlandı. Bu sistemler son yıllarda  o kadar hızlı gelişti ki, sadece ABD Savunma Sanayinde bugün için 5 milyar dolar üzerinde bir pazara sahipler. Dünyada başta insansız hava araçları (İHA) olmak üzere insansız savaş araçlarına AR/GE ve daha sonra seri üretim yatırımı yapan, Türkiye dâhil 90 ülke var.  Bu araçların kısa sürede yaygınlaşması askeri doktrinde de yeniliklere neden oldu. Böylece 21’nci yüzyıla askerlik sanatı, Drone Warfare (İHA Savaşı) adı altında yeni bir kavramla girmiş oldu.
 Dijital Devrim Sınır Tanımıyor.  Bilgisayar süratleri ile algoritmalar o kadar hızlı gelişiyor ki savaşın her kapsamda insansızlaşması her geçen gün gelişiyor. Yeni nesil savaş uçakları ABD’de J-35 sonrası insansız olacak. Geçtiğimiz ay içinde  amfibi harekatın kaderini değiştirecek, görev şekline göre modüler yapıda geliştirilen i̇nsansız amfibi araç prototipi ABD’de geliştirildi. Amfibi hücum harekatında sahildeki hedefleri ateş altına almada, yakıt ikmalinde; mayın ve engellerin temizlenmesinde, denizaltı tespitinde görev yapacak bu araçlar güç intikalinde insan kayıplarını asgariye indirebilecek.
Neden savaşlar insansızlaşıyor? Bir yandan dünya nüfusu artıyor. Yeni krizler çoğalıyor. Bir yandan Atlantik blokta askeri harekatlarda oluşan insan kayıplarında kamuoyu baskısı artıyor. O zaman insansız savaş araçlarının yüksek ateş gücü ile emperyalizm karşısında değeri olmayan insan kitleleri ya da askerlerinin imha edilmesi hedefleniyor. Zira emperyalizm dünyayı öyle bir hale getirdi ki hafif silah yayılması sayesinde dünyamız,  tarihinde benzeri görülmemiş bir cephaneliğe döndü. Bu cephanelikte hegemonya, askeri şövalye gibi savaşmaktan ziyade atari oynar gibi savaşmayı tercih ediyor. Neden evlerde dijital oyunların hastalık derecesinde yaygınlaştığını ve bu oyunların şiddeti neden teşvik ettiğini iyi anlamak gerekir. Obama emri ile Yemende Houtilerin kampına drone saldırısını sıcak ofisinde kahvesini içerken icra eden bir Amerikalı havacı subay için yapılan iş, hafta sonu samimi bir arkadaş ile evde oynanan bilgisayar oyunundan farklı değil.



17 Ekim 2016 Pazartesi

Rus Deniz Gücü ve Tartus Deniz Üssü





Rus Deniz Gücü ve Tartus Deniz Üssü
                  7 Haziran 2013 günü Putin, “Akdeniz bölgesinin Rusya’nın birinci derece ulusal çıkar alanı” olduğunu söyleyerek, Rus Akdeniz Filosu (Beşinci Eskadra) Komutanına görev talimatını bizzat kendisi vermiş ve yeni bir dönemi başlatmıştı. Henüz AB kışkırtmaları sonucu Kırım işgal edilmemiş; Kalibr M füzeleri taşıyan Rus Hazar Filosu korvetleri ve Doğu Akdeniz’deki Kilo sınıfı denizaltılar Suriye’deki İŞİD mevzilerine cruise füzesi taarruzları geliştirmemiş; Rus Karadeniz Filosu dört yeni denizaltı ve iki yeni firkateyn ile henüz güçlendirilmemişti.
                  Okyanus aşırı Büyüyen Rus Denizgücü. Rusya Savunma Bakan Yardımcısı Nikolai Pankov, 10 Ekim 2016 günü  Suriye'nin Akdeniz kıyısında bulunan Tartus limanında daimi bir deniz üssü kurmayı planladıklarını açıkladı. Açıklama bir hafta önce Küba ve Vietnam’daki Kam Ranh Körfezinde bulunan eski Sovyet üslerinin yeniden açılmasının düşünüldüğünün kamuoyu ile paylaşımından bir hafta sonra geldi. Kısa bir süre sonra da Izvestia gazetesinin haberi geldi. Buna göre Rusya Mısır’da bir hava üssü, Hint Okyanusu/Seyşel Adaları, Venezüella, Nikaragua ve Singapur’da da deniz üsleri kiralamak arzusunda olduğunu yazdı. Rusya 1977 yılından bu yana Tartus’ta zaten ileri bir lojistik üs bulunduruyor. Bu kez üs, ilave yatırımlar ve başta üste yeni konuşlandırdığı S-300 hava savunma füze sistemleri olmak üzere yeni daimi harekat üssüne dönüşecek. Suriye Hükümeti ile yapılacak daimi konuşlanma anlaşması ile Tartus üssü hukuki statüsünü de güçlendirecek. Rusya’nın bu  üsleri talep etmesinin ve geliştirmesinin nedeni, tek kutupluluğu reddettiği yeni konjonktürde küresel siyasette ancak ganbot ve donanma diplomasisi sayesinde etkin olabileceğini biliyor olmasıdır. Küresel politikada söz sahibi olmak için önce okyanus aşırı donanmaya sahip olmak daha sonra da bu donanmayı destekleyecek üsler zincirine sahip olmak gerekir. Rusya bu konuda Soğuk Savaş döneminin tecrübelerini de kullanıyor. 1990’lı yıllarda çökme aşamasına gelmiş bir devlet için geçmiş tecrübeler şimdi değerli bir hazine olarak kullanılıyor.
                  Donanma Dış Politikanın Emrinde. Putin,  “Donanma Günü” olan 9 Temmuz 2001 tarihinde, 2020 yılına kadar bir dönemi kapsayan RF Denizcilik Doktrinini açıklamış ve Rus Denizcilik Bakanlığını kurdurmuştu. İlerleyen yıllarda donanmaya büyük yatırımlar yaptırdı. Rusya bu yatırımların geri dönüşünü Baltık’ta, Doğu Akdeniz’de, Arktik Okyanusunda ve Pasifik Okyanusunda alıyor. Bu geri dönüşten Çin de yararlanıyor. Daimi Hakemlik Mahkemesinin 12 Temmuz 2016 Güney Çin Denizi kararından kısa süre sonra Rus ve Çin Donamamalarının Güney Çin Denizindeki ortak tatbikatı bu karara ortak meydan okuma oldu.
Halen sıcak çatışmaların en yoğun yaşandığı Ortadoğu’da Rusya deniz gücünü etkin bir şekilde kullanıyor. 7 Ekim 2015 günü,  Hazar Denizi Filotillasına ait Gepard sınıfı firkateyn ve Buyan-M sınıfı korvetlerden Suriye’deki IŞID mevzilerine 26 adet Kalibr-NK (Klub K) (NATO tanımı ile SS-N-30-A) gezgin (cruise) füzesinin fırlatılması stratejik, operatif, taktik ve teknolojik perspektifte önemli bir  dönüm noktası oldu. Rusya için büyük bir meydan okuma, Atlantik cephe için büyük bir stratejik baskın yarattı. Aynı füzelerin Aralık ayı sonunda Kilo Sınıfı denizaltılar tarafından da Doğu Akdeniz’de kullanılması ikinci bir güç gösterisi oldu. ABD Donanmasının işinin en kadar zorlaştığı bu stratejik  kırılma ile anlaşıldı. Diğer yandan Rus askeri doktrininden “nükleer silahları ilk kullanan olmama” prensibinin çıkarılmış olması da Rusya’ya askeri alanda avantaj sağlamaya devam ediyor.
Harekat temposu her geçen gün artıyor. Rusya son aylarda askeri olarak üst seviyede aktif.  Suriye’de askeri hesaplaşmanın yoğunlaştığı, Türkiye’de Atlantik destekli 15 Temmuz darbe teşebbüsünün yaşandığı bir konjonktürde, Ukrayna’nın doğu sınırlarında tatbikat yaparken, Güney Çin denizinde Çin ile ortak deniz manevralarını yürütebiliyor,  Kırım Yarımadası civarında geniş çaplı bir amfibi tatbikat  icra ediyor, Baltık Denizi’nde Latviya açıklarında denizaltılarını karakola gönderebiliyor ve aynı zamanda Doğu Akdeniz’de 20’ye yakın savaş gemisini Suriye’deki savaşa müdahil edebiliyor. Bu gelişmelerden anlaşılan Rusya’nın yakın çevre olarak tanımladığı Baltık, Karadeniz ve Doğu Akdeniz etki alanlarında daha önce örneği görülmeyen büyük bir askeri hareketlilik ve caydırma profilini hedeflediğidir. Son olarak Karadeniz’de Kırım civarında icra edilen Kafkaz-2016 tatbikatına 120.000 askerin katıldığını ilave edersek Rusya’nın çevre jeopolitiğini ne denli yaşamsal gördüğünü anlamış oluruz. Bu  tatbikat 2014 yılında Karadeniz’de ilan edilen güney ekseni açıklamasından sonra en büyük güç gösterisi oldu. 2014 sonrası Karadeniz’e 4 yeni denizaltı ve iki fırkateynin intikali de Karadeniz’deki dengeleri değiştirdi. Bugün Rusya batı tarafından uygulanan ambargolara, düşük petrol fiyatlarına rağmen, askeri faaliyetleri idame edebiliyor. Kafkaz 2016 tatbikatının Çin’deki G 20 zirvesi sırasında yapılmış olması dünyaya  ayrı bir mesaj olarak okunmalıdır. Şüphesiz dünya gerilim ve askeri meydan okumaların yoğunlaştı bir dönemi yaşıyor. Bu süreçte Suriye üzerinden Atlantik cephe ile Rusya liderliğindeki Avrasya cephesi büyük bir çatışmanın eşiğinde. Büyük satranç oyunu karşılıklı hamlelerle devam ediyor. Tartus’ta Rusya’nın daimi deni üssüne sahip olması Doğu Akdeniz’deki istikrar ve barış için olumlu katkı sağlayacaktır. Zira son çeyrek asırdır ilk kez Atlantik hegemonyasına Doğu Akdeniz’de dur diyen çıkmıştır. Bu durum Kürt Koridorunun Akdeniz’e erişimine en büyük engellerden biri olacaktır. Akdeniz’deki Rus Deniz Gücü batı donanmalarının Libya’nın yağmalanmasındaki arsızlığını önleyecek bir stratejik engel teşkil edecektir.








10 Ekim 2016 Pazartesi

Sürekli Hakemlik Mahkemesinin Güney Çin Denizi Kararı

Sürekli  Hakemlik Mahkemesinin Güney Çin Denizi Kararı
                  La Haye’deki Uluslararası Adalet Divanına bağlı Sürekli Hakemlik Mahkemesi, 12 Temmuz 2016 tarihinde Filipinlerin 2013 yılında Çin aleyhine açtığı Güney Çin Denizi Davasını karara bağladı.  Bu karar, ‘’deniz yüzyılı’’ olacak 21’nci yüzyılda, dünya okyanus ve denizleri üzerindeki devam eden pek çok deniz yetki alanı sorununa emsal teşkil edecek nitelikte bir karar. Filipinler ve Çin’in her ikisi de  1982 tarihli Birleşmiş Milletler  Deniz Hukuku Sözleşmesine (BMDHS) imzacı devlet statüsündeler. Sözleşme imzacı devletlere, egemenlik ihtilafı içermeyen deniz yetki alanları sorunlarında  zorunlu yargı usulünü bir seçenek olarak sunuyor. Çin, 2006 yılında deniz sınırlandırmalarına ilişkin BMDHS’nin tanıdığı bu yetkiyi, zorunlu yargı yetkisinin dışında bıraktığını bildirmişti. Filipinler ise bu hakkı kullanarak tek taraflı olarak mahkemeye gitti. Çin davanın hiçbir aşamasına katılmadı. 12 Temmuz 2016 mahkeme kararı 478 sayfalık bir metinle, Çin’i Güney Çin Denizinde her açıdan  haksız buluyor.
                  Kararın Siyasi Yönü Ağır Basıyor. Davanın esas konu başlıkları Güney Çin Denizindeki ilgili devletlerin  haklarının dayanağı, bölgedeki ada, adacık, kayalık atol, resif ve diğer coğrafi formasyonların hukuki durumu ile Çin’in bölgedeki çeşitli faaliyetlerinin hukuki statüsünü  ilgilendiriyordu. Kararın hukuki boyutundan çok siyasi yönü dikkat çekiyor. Zira küresel hukuk düzeni  halen Avrupa-Atlantik merkezli paradigmanın gölgesinde kalmaya devam ediyor. Hukuk, bu yapının Çin’i çevreleme (containment) stratejisinin bir parçası olarak kullanılmaya devam ediyor. Ancak kararın   hukuki yönünü de Çin’in dikkate alması beklenmiyor. Çin’in davaya katılmaması,  Çin’in dışında oluşturulan Hakemlik Mahkemesinin davaya bakmasını ve karar vermesini engellememiştir. Bu durum davanın siyasi yönünü açıklamaya yetiyor. Deniz Hukuku uzmanı, Profesör Hüseyin Pazarcı’ya göre Ege sorunu bakımından kararın ilk etkisi, eğer  Sözleşmeye taraf olunursa zorunlu yargı sisteminden kaçmanın pek kolay olmayacağını göstermiş olmasıdır. Dolayısıyla, Ege sorununda karşılıklı Türk-Yunan görüşmelerinin geldiği noktada Türkiye’nin konuyu uluslararası yargı ya da hakemliğe götürmedeki tereddütlerinin vardırdığı 1982 Sözleşmesine taraf olmamasındaki tutumunun ne kadar doğru olduğunu teyit eder niteliktedir.
                  Tarihsel Haklar Belirleyici Değil.  Filipinlerin Güney Çin Denizinde haklarının dayanağının belirlenmesini istemesi, aslında egemenlik sorunu olup mahkemenin yetkisi içinde olmamasına rağmen Hakemlik Mahkemesi bunu  incelemiştir. Mahkeme ayrıca, Çinin 1946 dan beri uyguladığı 9 nokta hattının herhangi bir  deniz sınırlandırılması olmadığını bildirmiştir. En önemlisi Hakemlik Mahkemesi, Çin’in davaya katılmamasına rağmen kararının Çin için de bağlayıcı olacağını ifade etmiştir. Çin bölgedeki tarihsel haklarını 2000 yıl geriye giderek savunurken, mahkeme tarihsel koy, tarihsel haklar ve tarihsel sular kavramlarını ayırmıştır. Tarihsel sular kavramının yalnızca iç sular için geçerli olduğunu, ve tarihsel hakların varlığı için bunu iddia eden devletin bizzat bu yöndeki eylemlerini kanıtlaması gerektiğini açıklamıştır. Balıkçılar gibi vatandaşların eylemlerinin tarihsel hak doğurmayacağını belirtmiştir. Halbuki Çinin en büyük dayanağı Çinli balıkçıların 2000 yıldır bu suları kullanması ve sahiplenmesiydi. Mahkeme daha ileri giderek tarihsel haklar kazanımının sadece karasuları içinde olabileceğini ve tarihsel balıkçılıkla gemiciliğin karasuları dışında dayanak oluşturamayacağını belirtmiştir.
                  Ekonomik Varlık ve Kıta Sahanlığı İlişkisi. Mahkeme ayrıca devletin karasuları dışında kalan su altındaki coğrafi formasyonlara sahip olamayacağına hükmetmiştir. Sürekli su üstünde kalan kayalıklar  ile sürekli kalamayanları ayırarak birinci grubun “ada” kapsamına girdiğini teyit etmiştir. Adaların, üzerinde sürekli tarımsal faaliyetler ve yerleşim olduğu sürece kıta sahanlığına ve münhasır ekonomik bölgeye sahip olabileceğini teyit etmiştir. Mahkeme geçici süre barınma ve yaşam olanağı sağlayabilenlerin kıta sahanlığına ya da münhasır ekonomik bölgeye sahip olamayacağını karara bağlamaktadır.
                  ABD Baskısı ile Mahkemeye Giden Filipinler. Filipinler mahkemeye bir önceki devlet başkanı ABD yanlısı Aquino sırasında gitmişti. 30 Haziran 2016 da göreve başlayan ABD muhalifi yeni Başkan Duterte, Çin’e yaklaşıyor. Hatta bir adım öne çıkarak ülkedeki Amerikan üslerini kapatmayı, ortak tatbikat yapılmayacağını ilan ediyor. Bu deklarasyonların geçen haftalarda Güney Çin denizinde devam eden son yılların en büyük Rus-Çin ortak deniz tatbikatından sonra gelmesi de dikkatlerden kaçmadı.
                  Karar İstikrar Getirmeyecek. Özetle Sürekli Hakemlik Mahkemesinin kararı, Çin’in müzakerelerde bulunmayışı ve ABD baskısı ile Aquino Hükümetinin tek taraflı olarak yargıya gitmesi nedeni ile siyasidir. Verdiği karar senede 5 trilyon dolar yük geçişinin yaşandığı bu sular için istikrar getirmeyecektir. Çin’in Rusya ile yaptığı ortak tatbikat bunun ilk ispatıdır. Çin’in aynı bölgede Vietnem ile deniz sınır sorununu hallettiğini, Hindistan ve Butan dışında Rusya, Myanmar, Pakistan ve Kuzey Kore ile hiç bir sınır sorunu olmadığını hatırlatalım. Hakemlik mahkemesi kararının Ege’deki sorunlar açısından detaylı irdelenmesi için deniz hukukçularımızın en kısa sürede DEHUKAM (Ankara Üniversitesi Deniz Hukuku Araştırma Merkezi) çatısı altında düzenlenecek bir çalıştayla irdelenmesi elzemdir.