31 Ocak 2016 Pazar

Aydınlıkta 150’nci Yazı ve Yelken Tutkusu


         Aydınlıkta 150’nci Yazı ve Yelken Tutkusu

Amiral Cem Gürdeniz
           
Aydınlık Gazetesinde 24 Mart 2013 tarihinde ilk yazım ‘’Neden Mavi Vatan?’’ adı altında yayımlandı. O sırada 18 yıl hapis cezası onaylanmış bir Amiral olarak Silivri 5 No’lu Cezaevindeydim. Silivri’ye 7 ay önce Hasdal Askeri Cezaevinden gelmiştim. 2 yıldır hapisteydim. O günlerin konjonktüründe -özellikle sonradan kumpas davalar adını alacak Türkiye’yi dönüştürme davalarında-  hakikati arayan ve sergileyen  çok ama çok az sayıda gazete vardı. Sayıları dördü geçmiyordu. Onların arasında Aydınlık eşitler arasında birinci olarak öne çıkıyordu. Hükümet ve parlamentonun gözü önünde başta Türk Deniz Kuvvetlerinin komuta yapısını ortadan kaldırmayı amaçlayan kumpas davaların hedeflerini, araçlarını ve aktörlerini başından itibaren görebilen ve bugüne kadar bu görüşünden bir milim sapma göstermeyen Aydınlık Gazetesinde yazmak o günün koşullarında özgürleşmekle eş değerdi benim için. Meslek hayatının 40 yılını denizlere ve Türkiye’nin denizcileşmesine adayan bir yurtsever olarak yazmalıydım. Aydınlık yazarlarının hakikat uğruna ağır bedeller ödemesi ve ağır acılar çekmelerine rağmen vakarlı duruşları da benim bu kararımı etkileyen önemli faktörlerdendi. 55’nci yaş günümde ilk yazım çıktı. Bu yazı aldığım en güzel doğum günü hediyesi oldu. 19 Haziran 2014 tahliyeleri ile özgürlüğüme kavuştum. 6 Haziran 2015 tarihinde beraat ettim. Bugüne kadar tek bir hafta sektirmeden yazmaya devam ettim. Bugün size 150’nci yazım olarak 18 yıl hapis cezasının onaylandığı günlerde Silivri’de değil denizin, gökyüzünün sadece 60 metrekarelik kutu içinden göründüğü bir ortamda çok sevdiğim yelken hakkında yazdığım yazımı sunuyorum.

Yelken Tutkusu. Yelken, bir yerden bir başka yere gitmek için araç değildir. Daha çok aklın ve kalbin doğa ile birlikte olmaya yönelik bir manifestosudur. 140 milyar mil kare alan ile uzaya benzeyen okyanus ve denizler, dünyayı maviye boyarlar. Rüzgarın rengi yoktur, ancak üzerinde estiği denizin rengini aldıklarını hayal ederiz. İşte yelkenciler bu mavi gezegenin manifestocu ressamlarıdır. Eğer bir erkek veya kadın bir şeye tutku ile bağlanacaksa en iyisi belki de yelkendir. Bir yelkenli tekne son derece baştan çıkarıcıdır. Onu hızla iskeleden fora edip, ufkun ötesine geçmek istersiniz. Ya da mehtap ışığının tam da üzerinde orsaya yükselmeyi arzu edersiniz. Yelken ve yelkencilik verdiği emsalsiz mutluklar kadar aynı zamanda zorluk ve sorunlarla doludur. Ama bizi hayata bağlayan ve mücadeleci insan yapan da budur. Hayatı boyunca düzenli olamamış birisi, korumalı bir limanda demirlemiş yelkenlisinin içinde, en düzenli ve tutumlu insan olur.  O küçük tekne ona tüm dertlerini unutturur. Disiplinli hayatı öğretir. Zira bir yelkenlide doğa disiplini, donanım disiplini ve mürettebat disiplini olmadan yaşayamazsınız. Hayatta kalamazsınız. Mutlu olamazsınız. O küçük tekne, halatların sihri, yelken bezinin mucizesi ile denizin dibi ve gökyüzünün sonsuzluğu arasındaki eviniz olarak size sonsuz seçenekler içinde sürekli karar verme ama en doğru kara verme disiplinini sağlar. Zira yelken, gücünü doğadan alır ve doğanın şakası yoktur. Bilgisizlik, tecrübesizlik ve disiplinsizliği hayatınızla veya başkalarının hayatı ile ödersiniz. İnsanlar için yelkenli tekneleri, salma, dümen ve direği ile beşikten mezara kadar akıllarının gizli yerinde tuttukları küçük mucizelerdir. Karadan binlerce mil uzakta ilerleyebildikleri, hız yapabildikleri, doğanın aksi gücünü lehte kullanabildikleri bir mucize. Yelken ile tanışana kadar çoğu insan için deniz riskli bir alandır. Rüzgar, fırtına, akıntı, sis, karaya oturma, çatma, batma, boğulma, yaralanma denizin ayrılmaz tehlikeleridir. Ancak bir kez rüzgar, yelkenli teknenizi harekete geçirdi mi, artık yekeyi elden bırakamazsınız. Artık rüyalarınızda bile tiramolalar, manevralar, halatlar ve yelkenlerle uğraşırsınız. Seneler geçtikçe yelken bir zevkten tutkuya dönüşür.  Tekne limanda durduğu ve rüzgar estiği sürece artık denizin davetine cevap vermek onurlu bir görevdir. Gitmek gerekir. Artık içki şişesini hayatından çıkaramayan bir alkolik gibisinizdir. Yaşadığınız sürece yelken yapmamak gibi bir seçeneğiniz artık yoktur. Bunu başaramazsınız. Bedeninizin fiziki yetenekleri, yelkenle işinizin bittiğini söylemeye başladığı zaman, rüzgarlı havalardan nefret edersiniz. Zira rüzgarda denizde olamamanın ve ıskota tutamamanın, tiramola edememenin yoksunluğuna tahammül edemezsiniz. Artık rüzgarsız havalardan hoşlanmaya başlarsınız. Hayatın gerçekleri ile geçmişin arzuları boğaz boğaza kavga ederler. Ömrünü yelkene adamış insanlar artık motorlu tekne sahibi olmaktan bahsetmeye başlarlar. Yanlarından kaçarsınız.
Ne zaman Bırakmalı? Bir insan denizi ve yelkeni ne zaman bırakmalı? Sağlamken mi yoksa büyük bir hata sonrasında mı? Denize mi düşmeli yoksa yanlış bir manevra sonrası bumba veya yelkenden iyi bir tokat mı yemeli? Ya da hiç birisi mi? Hiç birisi. Yelkeni ve denizi seven bir insan aslında onları ölene kadar asla terk etmez. Zira yelken yapmak fiilen denize çıkmak değildir. Hayatını yelkene adamış biri aslında denizi her gördüğünde ya da denizi göremediği ama yüzünde rüzgarı hissettiği her an yelken yapıyordur. Beden fiilen yeke ve ıskotayı tutamasa da ruhumuz bedene teslim olmadığı sürece yani yelken, rüzgar ve deniz hayallerimizi teslim alıp onları düşünmemize engel olmadığı sürece her an yelken yaparız. Son tiramolada sonsuzluğa yelken bastığımız anda zaten bütün rüzgarlar ve denizler bizim olmayacak mı?







24 Ocak 2016 Pazar

İsrail Donanmasının Yeni Denizaltısı





         İsrail Donanmasının Yeni Denizaltısı

Amiral Cem Gürdeniz

            İran’a tüm ambargoların kalktığı, İsrailli Adalet Bakanı Ayelet’in açıkça PKK sayesinde bağımsız bir Kürt devletinin kurulmasının arzulandığını deklare ettiği ve Başbakan Netenyahu’nun ‘’İŞİD’i İran’a tercih ederiz’’ dediği bir konjonktürde İsrail Donanması beşinci Dolphin sınıfı denizaltısını Almanya’dan teslim aldı. 13 Ocak 2016 günü INS Rahav denizaltısı Hayfa limanında yapılan bir törenle donanmaya katıldı. Bu denizaltıların stratejik önemine geçmeden önce İsrail denizaltı filosunun kuruluş tarihine göz atalım.
Genç Bir Filo. İsrail Denizaltı Filosu Kuvvetleri  1959 yılında kuruldu.  Filonun ilk denizaltıları II Dünya Savaşı yıllarında yapılmış  olan S ve T sınıfı İngiliz dizel elektrik denizaltılardı. Geçmişinde hiç bir denizcilik ve denizaltıcılık tecrübesi olmayan bir ulusun, bağımsızlıktan 11 yıl sonra teknoloji ve kurumsal tecrübe birikimi gerektiren denizaltı silahını kullanması önemli bir aşamaydı. Kendi harekat ihtiyaçlarına göre ilk denizaltı tedariği  İngiltere’de inşa edilen 3 adet Gal (Dalga) sınıfı denizaltılar oldu.
Yenilenen Filo. 1970’de hizmete giren Gal sınıfı denizaltıları   Alman HDW Tersanesinden tedarik edilen 3 adet  Type 800 (Dolphin) sınıfı dizel elektrik denizaltıyla 2000’li yıllardan itibaren değiştirdiler. Dalmış halde 1900 ton deplasmana sahip bu denizaltılarda baş tarafta 10 adet torpido kovanı var.  Bu üç denizaltının da dizel elektrik denizaltı olduğunu  belirtelim. Yani kısa aralıklarla dizellerini atmosferdeki oksijeni kullanarak şarj etmek zorunda kalıyorlar. Bunun için satha yaklaşıp şnorkelleri ile gerekli oksijeni alıp gürültüye neden olan dizellerini çalıştırıyorlar.
                  Havadan Bağımsız Tahrikli Denizaltılar. 2006 yılında Alman HDW Tersanesi ile yapılan bir sözleşme ile ısmarlanan ikinci üçlü paket sayesinde İsrail bu sorundan büyük ölçüde kurtuldu. AIP (Air Independent Propulsion-Havadan Bağımsız Tahrik) Sistemi sayesinde yeni tip  denizaltılar suyun altında atmosferde üretilen oksijene, yani şnorkel seyrine ihtiyaç duymadan bir kaç hafta sessiz seyir yapabiliyorlar. Bu sınıfın ilk gemisi Tanin oldu. Filoya geçen haftalarda katılan ikinci gemi Rahav, (Deniz Tanrısı Neptün anlamında), İsrail’in toplamda beşinci Dolphin sınıfı denizaltısı oldu. Rahav, 67 metre uzunluğunda ve  2000 tonluk bir denizaltı. İsrail ayrıca Almanya’dan altıncı aynı sınıf denizaltıyı da 2013 yılında ısmarladı. Onun da 2017 yılında hizmete girmesi bekleniyor.  Son üç denizaltı İsrail’e 1,4 milyar avroya mal oldu. Alman hükümeti bu maliyetin üçte birini karşılıyor.
                  Denizaltılarda nükleer silahlar. Gelelim en önemli konuya. Bu denizaltıların taşıdığı silahlara. Dolphin sınıfı denizaltılarda suüstü gemilerine ve denizaltılara karşı kullanılan konvansiyonel başlıklı torpidolar ile karadaki ve denizdeki hedeflere karşı kullanılan güdümlü mermiler (230 km menzilli Sub Harpoon)  ve cruise füzeleri (1500 km menzile sahip Popeye) bulunuyor. Ancak batıdaki bazı kaynaklara göre İsrail’in Dolphin sınıfı denizaltıları (Tanin, Tekuma, Leviathan, Dolphin, Rahav) aynı zamanda nükleer başlıklı popeye füzeleri de taşıyabiliyor. Bu durum   İsrail’e bir nükleer saldırıya maruz kalırsa, ikinci darbe fırsatını veriyor. İsrail bu yeteneğini açıkça deklare etmiyorsa da, elinde 200’e yakın bu tip savaş başlığı olabileceği açık kaynaklarda iddia ediliyor. Bu sınıf denizaltılar başta 10 adet torpido kovanına sahipler. Nükleer başlıklı cruise füzeleri de bu kovanlardan atılabiliyor. Sorun bu füzeler ses altı sürate sahipler ve Akdeniz’den İran’a varmaları uzun zaman ve üç-dört ayrı ülkeden engebeli kara geçişi gerektiriyor. En uygun alan Arap Denizi ya da Basra Körfezi. Ancak burada da üslenme ve destek sorunu var. Bunun için Süveyş Kanalından ve Babel Mendeb ile Hürmüz Boğazlarından geçmeleri gerekiyor. Bu geçişler de en azından Mısır ve diğer kıyıdaşlar tarafından kolayca tespit edilebilir. Bir diğer seçenek de bu denizaltıların Cebelitarık ve Afrika güneyinden  geçerek  kimsenin haberi olmadan Arap Denizine erişebilmeleridir. Ancak vardıkları yerde ikmal yapmaya ihtiyaç duyacaklardır. Ama nereden? Bu sorunun cevabı verilmiş ki aşağıdaki konuşmalar Rahav’ın töreninde hayata geçirilmiş.
                  Denizaltılar İran’a Karşı. Rahav için Hayfa’da yapılan törende Başbakan Netanyahu’nun konuşmasında ‘’denizaltı filomuz bizi yok etmek isteyen düşmanlarımıza karşı caydırıcı unsur olarak kullanılacaktır. Onlar hedeflerine erişemeyeceklerdir. İsrail’in ona  zarar vermek isteyenlere karşı büyük güçle darbe vurabilecek yeteneğe sahip olduğunu bilmeleri gerekir’’ ifadesi, olası nükleer bir senaryoda bu denizaltıların ikinci darbe özelliğini ima eden bir açıklama oldu. Bu kapsamda denizaltıların başkalarının gözlerinden ve ana üslerinden çok uzaklarda, son derece zorlu görevlere gidebileceğini ekledi. Cumhurbaşkanı Rivlin de, denizaltıların kontrol ettiği derinliklerin İsrail’e güvence temin ettiğini söyledi. Savunma Bakanı denizaltıları öven konuşmasında ‘’bu gemiler sessizlik içinde sürpriz ve yaratıcılıkla hareket ederek, derinliklerden ortaya çıkacaklar ve üslerine geride hiç bir iz bırakmadan döneceklerdir’’ dedi.
Evet tüm bu konuşmalarla denizaltıların yeteneklerini üst üste koyunca hedefin İran olduğu ve denizaltıların kullanım alanının gelecekte Arap Denizi olabileceği ortaya çıkıyor. Doğu Akdeniz’de sadece 190 mil kıyı şeridine sahip İsrail, artık olağanüstü boyutta ve yetenekte bir denizaltı filosuna sahip. Günümüz teknolojileri satıhta stratejik ve taktik durumsal farkındalığı yüzde yüze yakın bir başarı ile sağlarken, suyun altı 20nci yüzyıldaki gibi bilinmezliğini korumaya devam ediyor. İsrail tespit edilmesi en zor olan silaha yatırım yapmakla kalmıyor, onu çok daha öldürücü hale getiriyor. Bu da dolaylı olarak büyük bir caydırma sağlıyor. Ama en önemlisi uzak denizlere gönderdiği bu denizaltıların dizel yakıtı ve hidrojen tedarik sorununu çözmüş görünüyor.


.









17 Ocak 2016 Pazar

ABD Deniz Kuvvetleri Küçülmeye Devam Ediyor





         ABD Deniz Kuvvetleri Küçülmeye Devam Ediyor

Amiral Cem Gürdeniz

            Ocak ayı başında ABD Deniz Kuvvetleri Bakanı Maybus’a Savunma Bakanı Ashton Carter’dan bir direktif geldi. Söz konusu direktifte Bakan,  Deniz Kuvvetlerinin bütçesini kısmasını ve harcama metotlarını değiştirmesini istiyor. Özetle Donanmadan daha çok gemi inşa edilmesi yerine daha çok akıllı mühimmat ve silah sistemlerine para harcanması isteniyor. Carter, ‘’caydırmak önemli ama bizim gerektiğinde savaşma ve kazanmaya ihtiyacımız var’’ diyor. Bu ikazın Çin’in ikinci uçak gemisini inşa programına başladıklarını resmi olarak açıkladığı günlere denk düşmesi gözlerden kaçmadı. Bakanın bu ikazı, Amerikan amirallerini çok rahatsız etti. Bu kararı ‘’ABD Deniz Kuvvetleri Buzdağına Çarptı’’ şeklinde niteleyenler bile oldu.

                  Obama Donanmayı Küçültüyor. Ashton Carter’ın Başkan Obama ağzı ile düşünüp konuştuğu bilinen bir gerçek. Çok tecrübeli bir savunma uzmanı olan Carter, donanmanın 308 gemi sayısını aşmaması gerektiğinin altını çiziyor. Direktifinde ‘’bu sayının sorumsuzca geçilmesine izin verilmemelidir’’ ifadesini kullanıyor. Onu eleştirenler ise sayıların önemli olduğunu zira o sayede caydırmanın kazanılacağını; caydırmanın savaşmaktan çok daha ucuz ve kolay olacağını savunuyorlar. Caydırmak  varlık göstermekten geçiyor. Varlık göstermek de yüksek harekat temposu ve çok sayıda gemi demek. Donanma çevreleri, değişik yayınlarda gözlemlenen görüşler paralelinde bakanın bu ikazının deniz stratejisini, dost ve düşman algısını değiştireceğini ve çok tehlikeli olduğunu savunuyor. Bu düşünce sahiplerine göre ABD, II. Dünya Savaşından bu yana en karmaşık ve kapsamlı küresel güvenlik krizini yaşıyor. Bir deniz haydutluğu saldırısını caydırmanın, kaçırılan bir gemiye SAT birlikleri ile operasyon gerçekleştirmekten çok daha ucuza mal olabileceğini, ya da Çin’in son yıllarda yarattığı özellikle güney Çin Denizindeki suni adacıkların inşa sürecinin bölgede karakoldaki bir uçak gemisi ile diplomatik protestolar veya alçak uçuş gösterilerinden çok daha etkin şekilde caydırılabileceğini iddia ediyorlar.
Borç Yükü ile Donanma Büyüyemez.         ABD Donanmasına finansal en büyük darbeyi, 2008-2014 arasında Obama yönetimi vurdu. Vurmaya da devam ediyor. 14 Trilyon dolar kamu borcuna saplanan Amerikan ekonomisi nedeniyle Obama, savunma bütçesinde üst üste iki kesinti yaptı. Cumhuriyetçilerin büyük muhalefetine rağmen, 10 yıllık savunma bütçesinden 472 milyar dolar kesinti (defense cut) ve üstüne üstlük bu kesintiden kısa süre sonra on yıllık savunma bütçesinden ilave 472 milyar dolara el koymaya (sequestration) karar verildi.
Bugün donamanın 273 savaş gemisi var. Hizmetten ayrılacak yaşlı gemilerin durumu göz önüne alındığında 2022’den önce 308 gemi hedefini yakalamak mümkün görünmüyor. Savaş gemisi inşa programları Obama Yönetimi tarafından sürekli revize ediliyor ve pek çok projede gemi sayısı düşürülüyor. Bu durum 308 gemi hedefini yakalamayı bile ileride zora sokabilecektir. Carter bu sayının geçilmesine tahammül edilemeyeceğini kullandığı ‘’sorumsuzluk’’ kelimesi ile ifade ediyor.
Diğer yandan Başkan Obama’nın Dört Yıllık Savunma Gözden Geçirme Raporunun (QDR) görevlendirdiği Ulusal Savunma Paneli, donanmanın 323 ile 346 arasında savaş gemisine sahip olması gerektiğini savunuyor.   Bu sayının Batı Pasifikte çıkabilecek bir çatışma için gerekli olduğuna vurgu yapılıyor. Bir önceki 2010 yılı gözden geçirme raporu da 346 gemi talep ediyordu. Bu talep yapıldığında Rusya ile ilişkiler bozulmamış, IŞİD ortaya çıkmamış, Çin suni adaları hizmete sokmamıştı.
Direktifin zamanlaması ve Gerçekler. Carter’ın donanmayı ikaz direktifi tarihin bir tesadüfü olsa gerek, Çin Donanmasının büyümesinin en somut ifadesi olan ikinci uçak gemisi inşa kararı ile çakışıyor. Hatırlanacağı üzere Çin donanmasının 190 savaş gemisi ve yüzlerce deniz karakol uçağı ile helikopteri var. Tamamı kendi olanakları ile inşa edilmiş bu gücün ana stratejik hedefi, Filipinler, Tayvan ve Japon adalarını birleştiren ilk adalar zincirinin içine rakip deniz gücü sokmamak. Silahlanmasını da buna uygun şekilde yapıyor. Diğer taraftan, savunma ve özellikle Deniz Kuvvetleri bütçesinde son yıllarda yaşanan artışın temel nedeni, Çin jeopolitik düşünce yapısında artık deniz ve okyanusların en tepe ve en öncelikli konu haline dönüşmesidir. Bu durumu Sovyetlerin Amiral Gorshkov döneminde (1956-85) yaşadığı küresel deniz gücü oluşturma dönemine benzetebiliriz. Aradaki en önemli fark, Sovyetler bu donanmayı sosyalist ekonominin gücü ile devam ettiremedi. Çin ise devlet kapitalizmi ile bu gücü geliştirmeye ve denizlerde jeopolitik güç olmayı hedefliyor. Çin, süratle denizcileşiyor ve ABD, Çin’in bu yoldan geri dönmesinin artık imkansız olduğunu görüyor. Bu rotada Amerikan deniz gücünün Obama müdahalesi ile duraksaması ise Bush döneminde neo-conların ilan ettiği imparatorluk dönemi Amerikan gücünün artık inişe geçtiği, hayatın ve ekonominin gerçekleri ile yüzleşmeye başladığı ve olması gereken yere dönmeye başladığının işaretidir.  Altın karşılığı olmayan dolara bağlı bir ekonomi ile büyük bir donanma işletme dönemi tarihin hiç bir döneminde bu çapta yaşanmamıştı. Bu yanlış bir dönemdi.17.1.2016



10 Ocak 2016 Pazar

Cumhuriyetin İlk Deniz Gezgini: Mustafa İhsan Denizaşan

Cumhuriyetin İlk Deniz Gezgini: Mustafa İhsan Denizaşan
’Büyük bir öncüye çok geç kalmış takdir ve teşekkür ile...’’

Amiral Cem Gürdeniz

            Türkiye’nin Osmanlıdan intikal etmiş kaderidir. Liyakat, kahramanlık ve başarı ödüllendirilmez. Gerçek kahramanlar asaletlerinin ve tevazularının gereği geri planda kalırlar. Ancak aradan yıllar geçse de gerçek kahramanların hatırası bir şekilde ortaya çıkar. Zira insanlığın tunç yasasıdır. Kişiler ne oldukları ile değil, ne yaptıkları ile hatırlanırlar. Gerçek, zamandan daha güçlüdür. Zamanı gelince mutlaka ortaya çıkar ve bir tokat gibi yaşayan nesillere geçmişin kahramanlarını hatırlatır. Bu ne kaderin gücü, ne de bir tesadüftür. Bu, geçmişin bugüne bir armağanıdır.
                  Unutulmuş Bir Kahraman. Mustafa İhsan Denizaşan işte bu kahramanlardan biridir. Cumhuriyetin ilk gezgin amatör denizcisidir. Türk insanın doğaya, denizde meydan okuma macerasının somutlaşmış ilk başarı abidesidir. Denize ve denizciliğe kayıtsız şartsız aşkı kadar bayrağı ve tarihine olan saygısı  denizin zorluklarını, bilinmezliği ve tahmin edilemezliğini dengeleyebilmiş ve hatta galebe çalmıştır. 4 metrelik  Ankara ismini verdiği branda kaplı randa yelkenli sandalını bir Fransız denizcilik dergisinde gördüğü resme bakarak inşa etmiştir. 1930’lu yılların Türkiye’sinde yüreğini ve cesaretini öne çıkararak 4 yılda Akdeniz’de, Nil Nehrinde ve Atlantik kıyılarında Huelva/Cadiz’e kadar binlerce deniz mili yol yapmıştır. Onlarca limanda Türk bayrağını dalgalandırmış ve küçücük teknesinde taşıdığı gramofon ile istiklal marşımızı tüm limanlarda yerli halka ihtiram içinde dinletmiş, Mustafa Kemal’i selamlatmıştır.
                   İdeal Bir Yıldıza Benzer. Mustafa İhsan, 1903 yılında İstanbul’da doğmuş baba tarafından bahriyeli bir aileden gelmektedir. Çocukluğu Boğaziçi’nde Beykoz’da geçmiş, İstanbul Sanayi Mektebini bitirmiş ve 20’li yaşların sonunda bir tekne ile uzaklara gitme duygusu hayatını şekillendirmiş. Seyir hatıratında 1932-1936 yılları arasında Akdeniz kıyıları ile Atlantik’te Cadiz’e kadar devam eden branda kaplı yelkenli sandal seyrinin başlangıç sebebini Oscar Wilde’a ait bir sözle şöyle ifade ediyor:
                  ‘’İdeal    bir yıldıza benzer. Ona belki hiç kavuşamayız, fakat bize parlaklığı ve güzelliği ile yaşama, yaratma ve çalışma enerjisi verir.’’
                  Sonra kendi idealini şöyle tarif ediyor:
                  ’Tarihin şanlı sayfalarında yer almış bir milletin evladı olarak benim taşıdığım ideal, nazlı dalgalanışlarında benliğini, bütün bir tarihini duyduğum bayrağımızı  mazide atalarıma ait olan  her yerde bir kere daha dalgalandırmaktı. Böylece bana birçok  fedakarlıklarla bu bayrağı emanet  etmiş olan büyüklerimin ruhunu da hoşnut edebilecektim.’’
                 
                  Atatürk’ün ilk Gezgini.  Onun bu seyahati ile hemen hemen aynı dönemde (1932-1939 arası) Alman Oscar Speck de bir kano ile Tuna, Akdeniz, Fırat, Basra Körfezi, Arap Denizi, Hint Okyanusu, Endonezya sahillerini kıyı kıyı takip ederek Avustralya’ya varacağı seyre başlamıştı. 1923 ile 1927 yılları arasında Fransız tenisçi Alain Gerbault da küçük bir yelkenli ile 700 gün süren  seyirle tek başına dünyayı dolaşmıştı. Her ne kadar 72 sayfalık hatıratında her iki isimden bahsetmese de bu örneklerin  Mustafa İhsan’ı kamçıladığı düşünülebilir. Bir Alman ve Fransız yapabiliyorsa, Atatürk’ün evladı neden yapmasın? Mustafa İhsan, önce 30 Haziran ve 14 Kasım 1932 arasında 4,5 aylık Marmara, Ege Doğu Akdeniz ve Kıbrıs seyri yaptı. Kendini ve teknesini tanıdı. Başına pek çok olay geldi. En kötüsü Bozcaada açıklarındaki bir fırtınada maskotu olan köpeği Yumuk’u  kaybetmesi oldu. Ancak her şeye rağmen 4,5 aylık bu seyrin başarısı ona daha sonra 3,5 yıl sürecek Akdeniz ve Atlantik seyri için yeterli tecrübe ve özgüveni verdi. Seyahat masrafları için bağış kampanyasını kendi yürüttü. 1 Temmuz 1933’de başlayan seyrini 26 Aralık 1936’da tamamladı. Hedefi Kuzey Denizine kadar çıkmaktı. Maddi imkansızlıklar nedeniyle İspanyanın Atlantik kıyısındaki Huelva limanına kadar gidebildi. Çok cüzi maddi olanaklara rağmen, gittiği her limanda Mustafa Kemal’in onurlu ve başı dik gençliğinin bir temsilcisi olarak, tertemiz beyaz kıyafetleri ve illaki üzerindeki şanlı bayrağımızın ay yıldızı ile Türk denizcisini dünyaya tanıttı.
                  Heykeli Dikilmelidir. Dönüşte bu büyük başarısı hak ettiği şekilde  değerlendirilemedi. Bir kaç gazetede orta sayfa haberi oldu. Sonradan Deniz Kuvvetleri Taşkızak Tersanesinde ambar memuru olarak işe başladı. 1937 yılında soyadı kanunu le Denizaşan soyadını aldı. 1964 yılında, emekliliğinden iki yıl sonra Hürriyet Gazetesinde Akdeniz seyrini kısa tefrika olarak yayımladı. 1989 yılında  vefat etti ve Paşabahçe mezarlığında toprağa verildi. 1988 yılında bir denizcilik dergisinde gazeteci  Özcan Özyemişçi, Mustafa İhsan’ı kamuoyuna bir makale ile hatırlattı. 2008 yılında gazeteci ve deniz araştırmacısı B. Hulusi Gürbüz sahaflarda bulduğu bir kartpostal üzerinden, konuyu derinliğine araştırdı ve kızı Nevin Ersoy Denizaşan’ı bularak Mustafa İhsan’ın 4 yıllık Akdeniz seyrinin tüm belge ve fotoğraflarına erişti. Denizcilik tarihimiz, B. Hulusi Gürbüz’e bu başarısından dolayı şükran duymalıdır. Bu sayede 2010 yılından sonra Mustafa İhsan Denizaşan, Türk denizcilik kültüründe hak ettiği yeri ağır ağır almaya başladı. Bugün onunla ilgili tüm belgelere erişilmiştir. Deniz ve Denizcilik Müzelerimiz teknesinin bir replikası ile Mustafa İhsan Denizaşan galerisi kurmalı, hakkında kitaplar basılmalı, filmi yapılmalı ve Kalamış’taki gezgin Türkler anıtının yanına ‘’Mustafa İhsan  Denizaşan’’ anıtı dikilmelidir. Böylece, ona karşı geçmiş nesillerin vefasızlığını, sanırım bir nebze hafifletmiş oluruz. Asil ve cesur ruhu önünde saygı ile eğiliyorum.