Akdeniz Kalkanından, Fırat Kalkanına
Brüksel’deki NATO karargâhındaki Türk Delegasyonu, 1 Nisan 2006
sabahı, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de “Akdeniz
Kalkanı-Mediterranean Shield” isimli enerji güvenliğine yönelik deniz
harekâtının başlatıldığını yazılı bir açıklama ile tüm ittifak üyelerine ve
dünyaya duyurdu. Bir yıl önce de Karadeniz’de ‘’Karadeniz Uyumu Harekatını’’ başlattığını tüm dünyaya ilan
etmişti. “Akdeniz Kalkanı”,
Akdeniz’deki BTC (Baki-Tiflis-Ceyhan) kaynaklı enerji rotalarının güvenliğine, yönelikti.
Bu harekâtın görünen amacıydı.
Akdeniz’deki Türk egemenliğinin koruyucusu: Akdeniz
Kalkanı. Harekatın diğer amacı Güney Kıbrıs’ın 17 Ocak 2003 ‘de Mısır ile ve 17
Şubat 2005’de Lübnan ile imzaladığı Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) sınırlandırma
antlaşmalarına da bir tepki idi. Bu harekat sayesinde Türkiye, Kıbrıs adası
civarında Rumların yapacağı sismik
araştırmaları yakından takip edebilecek ve caydıracaktı. 2010 yılında Wikileaks
ile ortaya çıkan ABD belgelerinden birinde 2006 yılında ABD Ankara
Maslahatgüzarı McEldowney’in başkentine çektiği bir mesajda, ‘’Türklerin Doğu Akdeniz’de planladığı yeni
ulusal deniz harekâtının BTC boru hattı işletmeye açıldığında artacak tanker
trafiği açısından mantıklı göründüğünü; ancak bu harekâtın Türk donanma
etkinliğini Kıbrıs yakınlarında artırma ve orada muhtemel bir reaksiyona neden
olacağını’’ belirtiyor, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de artacak hâkimiyetinin,
Kıbrıs konusunda Yunanistan ile olan gerilimi yükseltebileceğine dikkat
çekiyordu. Harekât çerçevesinde Mersin ve Magosa’da fırkateyn, tanker ve korvet
konuşlandırılması başlatıldı. Bu durum sadece NATO’yu değil İsrail’i de
tedirgin etti.
Genelkurmay’daki NATO’cular. Akdeniz Kalkanı
Harekatını aslında Deniz Kuvvetleri olarak 2005 yılında başlatmayı
planlamıştık. Ancak Genelkurmay’da NATO’dan daha çok NATO’cu olan bazı Türk
subayları bu harekatı başlatmamızın Akdeniz’de devam eden Etkin Çaba Harekâtını
yürüten NATO’yu gücendireceğini ileri sürerek dönemin İkinci Başkanı ve J5
Başkanı olan karacı generalleri ikna etmiş ve harekat buzdolabına kaldırılmıştı.
Ancak 22 Şubat 2006 tarihinde bir Kıbrıs Rum konteyner gemisi (Able F) Mersin limanına korsan gibi girince,
Genelkurmay Başkanlığı yaptığı büyük hatanın farkına varmış, konu tekrar masaya
getirilmişti.
AB Akdeniz Kalkanını Şikayet Ediyor. Doğu Akdeniz’de 2006
sonrası yaşananlar, AB’nin 2009 Türkiye ilerleme raporunda Türk Deniz
Kuvvetlerinin ismen şikâyet edilmesine kadar gitti. 2009 AB ilerleme raporunun
(Turkey’s progress report) 32’nci sayfasında yer alan şikâyette, ‘’Türk Donanması bu rapor döneminde Kıbrıs Cumhuriyeti namına petrol arayan sivil
tekneleri engellemiştir’’ deniyordu. Bu rapordan yaklaşık 3 ay sonra bu
satırların yazarı ve kumpas şehidimiz Amiral Cem Çakmak Balyoz kumpası ile
tutuklanıyordu.
Kürtler Denize Çıkıyor. Balyoz davası başta
olmak üzere kumpas davalar ile Deniz Kuvvetleri 40 Amiral ve 400 en iyi denizcisini
kaybettikten sonra Irak Federal Kürt Yönetimi lideri Mesut Barzani, 17 Kasım
2013 günü “Kuzey Kürdistan’a Hoş
geldiniz’’ sloganıyla karşılandığı Diyarbakır ziyaretine başladı. Ziyaretin
hemen ardından partisi KDP’nin internet sitesinde İran, Irak, Suriye ve
Türkiye’nin 21 ilini kapsayan büyük Kürdistan haritası yayımlandı. Haritaya göre Barzani’nin
hayalindeki Kürdistan’ın Akdeniz’de de kıyısı vardı. İskenderun Körfezimizde
neredeyse Yumurtalık limanının güneyinde kalan tüm sahillerimiz sözde Kürdistan’a
dâhil edilmişti. Akdeniz’de kabaca 30 millik bir kıyı şeridine sahip olmayı
amaçlıyorlardı. Atlantik sistemin zafer çığlıkları attığı bir dönemden
bahsediyoruz. Barzani’nin hayalindeki, ABD, AB ve İsrail üçlüsünün himayesinde
kurulabilecek sözde Kürdistan, bu kıyı şeridine sahip olduğu takdirde
karasuları, kıta sahanlığı, münhasır ekonomik bölge, bitişik bölge, balıkçılık
bölgesi gibi deniz hukukunun tanıdığı deniz yetki alanlarına sahip olacaktır.
Öncelikle donanma ve sahil güvenlik komutanlığı kurarken, deniz ticaret filosu,
yeni liman işletmeleri, Kürt petrollerinin ve İsrail gazının Akdeniz’e çıkışını
sağlayacak yeni enerji terminalleri geliştirebilecektir. Ortadoğu’nun Basra
Körfezine rakip yeni petrol çıkış terminali ikinci İsrail yani Kürt limanları
olacaktır. Ama hepsinden önemlisi Kürt Akdeniz koridoru üzerinde AB’ye ya da
ABD’ye kullanım hakkı verilecek bir deniz ve hava üssünün varlığı, bölgedeki
tüm jeopolitik dengeleri alt üst edecektir.
Liman demek jeopolitik nefes alanı demektir. Unutmayalım ki
günümüzde deniz ulaştırmasının yerine geçecek bir başka stratejik ulaştırma
metodu maliyet fayda perspektifinde söz konusu değildir. Küresel hegemonya ya
da emperyalizmin asli hayat alanı denizlerdir. Bu yüzyıllardır değişmeyen tunç
yasadır. Deniz düşerse, kara da düşer. Kumpas davalarda neden deniz
kuvvetlerinin odak olduğu böylece daha iyi anlaşılır. Ancak emperyalizm bunu
başaramadı. Ne kumpas davalar, ne patlatılan bombalar, ne de 15 Temmuz girişimi
Anadolu’yu teslim alamıyor.
Fırat Kalkanı, Akdeniz Kalkanı ile ayrılmaz iki
kardeştir. Her iki harekat yapışık ikizlerdir. Türkiye’nin jeopolitik varlığı her
iki kalkanın çelik ve sarsılmaz bir irade ile Anadolu’yu korumasından geçer.
Kimse 15 Temmuz sonrası zayıflayan Türk ordusu ve Donanması retoriği yapmasın.
1913’te Bulgar orduları Çatalca’ya kadar girmişti. Ama 1915’te aynı ordu Çanakkale’de
destan yazdı. Aynı ordu İngiliz Tommy’leri kaçar gibi Gelibolu yarımadasından
defetmişti. Unutmayın tarih daima Türklerin yanında olmuştur. Bir daha vurgulayalım.
Zaman birlik olma ve emperyalizme direnme zamanıdır. Bunu 94 yıl önce
Kocatepe’de başlayıp Dumlupınar’da sona
eren Büyük Taarruzla başardık. Yine başarırız.