Kıbrıs’ta Türk Jeopolitiği mi Kazanacak?
7 -11 Kasım 2016 tarihleri
arasında İsviçre/Montreux kentinin Mont
Pelerin kasabasında yürütülen Kıbrıs görüşmelerine Rum tarafının talebi ile ara
verilmiş ve süreç 8 gün sonra 20 Kasımda Cenevre’de devam etmişti. Bu
görüşmelerden 17 aydır devam eden Kıbrıs barış sürecini son aşamaya taşıyacak
beşli konferans tarihinin çıkması bekleniyordu ancak olmadı.
Bize Şans Getiren Montreux. Görüşmeler 22 Kasımda
başarısızlıkla sonuçlandı. Montreux bize yine şans getirdi. Tabi burada
Kıbrıslı Rumların kendi içlerinde bölünmüş olmalarının da hakkını vermeliyiz. Muhalefetin
ağır baskısı bu sonucu getirdi. 2004 baharındaki Annan Planında da aynısı
olmuştu. Türklerin evet oyu ile referandumda kendi devletlerini yok etme
gafleti, Rumların hayır oyu sayesinde önlenebilmişti. Anastasiadis’e “zirvede hiçbir karara imza atma”
uyarısı yapan muhalefet partileri tarihi tekrar ettirdiler. Eğer İsviçre
görüşmeleri başarılı olsaydı toprak ve harita konusu ile güvenlik ve garantiler gibi tüm hayati
konuları nihai karara bağlayacak beşli konferansın kapısı açılacaktı.
Konferansta anlaşmanın iki halkın eş
zamanlı onayına sunulacağı referandumların tarihi de belirlenecekti.
Türk Askeri İstenmiyor. Basına sızan bilgilerden
görüşmelerin kesintiye uğramasının temel nedenlerinden birinin Rumların adadaki
Türk askerinin çekilmesi konusunu -gündemde olmamasına rağmen-masaya getirmiş
olmaları. Şimdi taraflar
Kıbrıs’a dönerek yeni durum muhakemesine
yönelecekler. Tartışılan planın Annan Planından pek farkı yok. Ancak hakkını
verelim, Türk askerinin adadan geri çekilmesi konusunda KKTC
Cumhurbaşkanının 2004 döneminin aksine direnmesi. Ancak bu
yetmez. 33 yıldır bağımsızlık onurunu yaşamış bir devletin, başının birleşmenin siyasi, ekonomik, sosyolojik ve askeri
açılardan Anadolu’ya ve kendi halkına neler kaybettireceğini tarihten ders
alarak algılamış olması gerekir.
Rauf Denktaş Dersleri. 2004 baharında arsız Annan Planına
Türklerin evet deme gafletinin devlet eliyle teşvik edildiği bir konjonktürde, rahatsızlığı nedeniyle Burgenstock/ İsviçre’ye
gidemeyen KKTC Kurucu Cumhurbaşkanı merhum Rauf Denktaş, görüşmelerde ortaya çıkan metne bir mektupla itiraz etmiş ve son sözünü
söylemişti:
“Bu planda
egemenlik yoktur. O halde nüfusumuz çapında etki sahibiyiz ve böyle olmaya
devam edeceğiz. Bunun ötesinde bize verildiği iddia edilen sözde haklar ve
diğer çıkarlar, Rumlar lehine tadil edilen dengelerle anlamını yitirmektedir...İki
kesimlilik bozulmuştur, tanınmayacak şekilde sulandırılmaktadır ve ileride
Rumların kuzeye sahip olmasını önleyecek diye bize sunulan tedbirler de kalıcı
değildir. AB normlarına aykırı addedilecekleri ve zamanla ortadan
kaldırılacakları açıktır...1960 Anlaşması üç yıl devam edebilmişti. Halkımızın
çoğunu göçmen ve topraksız bırakacak olan bu yeni zorlama, kanımca hepimizi
derinden üzecek sonuçları verecektir. ‘’
Bir Büyükleçinin Sözleri. 33 yıl önce,
15 Kasım 1983 tarihinde KKTC devleti kurulduğunda Dışişleri Bakanlığında Kıbrıs’dan
sorumlu dairede görevli olan Emekli Büyükelçi Tugay Uluçevik de geçen hafta
KKTC’de medyaya verdiği bir demeçte şunları söyledi:
“Meslek hayatımın kendimce en şerefli günüydü... Bana göre Kıbrıs
meselesi işte o andan itibaren çözüme kavuşmuş oldu. 1974’te Türkiye’nin Barış
Harekâtıyla sağladığı başarı o gün somut bir anlam kazandı. Kendi egemenliğine,
toprağına, kendi halkına sahip bağımsız bir devlet ortaya çıktı. Bizlere düşen,
Kıbrıs Türk halkına düşen, bu devleti yaşatmaktır. Çünkü Kıbrıs sorununun tabii
çözümü iki devletli bir çözümdür. Ama bu tabii çözüm, aslında eyalet, kanton
veya vilâyet statüsünde olan iki yapıdan oluşan bir federal düzenin
- kelime oyunlarıyla, İngilizceden Türkçeye tercüme oyunlarıyla -
kamuoyuna iki devletli federasyon olarak takdim edildiği iki devletli bir çözüm
değildir...Halen yapılmakta olan, iki devletli federasyon kisvesi altında
Türk tarafına göre yok hükmündeki 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti'nin temeli üzerinde
ve çatısı altında iki eyaletli sözde bir federal çözüm arayışıdır...Şimdi bütün
işaretler odur ki, Rumlar gerçek bir federasyon altında ya da çerçevesinde
Türklerle beraber yaşama iradesine sahip değillerdir... Bu yüzden de sakat bir
çözüm şekliyle Kıbrıs sorunu halledilse bile Ada'da sürekli bir barış ortamı
meydana gelmeyecektir...’’
Bir Amiralin Yazdıkları. Kıbrıs Barış
Harekatı sırasında Ege Denizi Görev
Kuvveti Komutanlığı görevini yürütmüş olan Emekli Koramiral Sabahattin Ergin de
2010 yılında yazdığı bir makalede şunlara vurgu yapıyordu:
‘’Kıbrıslı Türklerin, varlıklarını korumak ve sürdürmek amacıyla
kurdukları bu devletin varlığı, siyasi
hukuk bakımından, diğer devletlerin tanımalarına bağlı değildir. Bu devletin
varlığı; onun amacına ve Uluslararası Hukuka göre sahip olduğu hak ve
çıkarlarının korunmasına dayanır. KKTC,
başta BM Antlaşması ve belgeleri olmak üzere, tamamen UA Antlaşma ve yasalardan
kaynaklanan haklara uygun olarak kurulmuştur ve bunda, hiçbir şüphe ve eksiklik
söz konusu değildir...Bize göre müzakerelerin amacı, zaman içinde, KKTC’yi yok
etmektir...’’
Türk Jeopolitiği Kazanmalıdır. Cenevre dönüşü Akıncı şunları
söyledi: ‘’Çözümün ancak eşitlik, özgürlük ve
güvenlik çerçevesinde bulunabileceğini her zaman aklımızda tuttuk. Kıbrıs Rum
toplumunun haklarına saygılı olurken Kıbrıs Türk halkının haklarına saygı
beklerdik.”
Umalım ki Akıncı Hükümeti, jeopolitiğin saygı ile
alakalı olamdığını tarihten ders alarak öğrensin. Montreux bozgununa uğrayan BM
planında ısrarcı olmasın ve her alanda gerilemeye başlayan Avrupa Atlantik
yapının geçmiş aldatmalarına rağmen göstermelik bir federasyon planına halkını
razı etmesin. Federasyon hayata geçer ve Türk askeri adadan çekilirse
Anadolunun ışıkları karanlığı yırtamaz. Türkler kaybeder. Tarih bir daha
Rumlara ‘’Bekledim de gelmedin’’
şarkısını söyletmesin. Buna izin vermeyin. Bu kez Türk jeopolitiği kazansın.