Gemiler ve Devletler
İki gün sonra
Dumlupınar denizaltımızın 4 Nisan 1953 gecesi 0210 sularında Çanakkale Boğazı
Nara Burnu mevkiinde, İsveç bayraklı Naboland şilebi ile çarpışması sonucu
batışının 64’üncü yıldönümü. Denizaltıcılık tarihimizin bu hazin kazasının 81
şehidi, mavi vatanın 90 metre derinliğinde vardiyalarına devam ediyorlar.
Ne olmuştu?
Gemi Komutanı Yüzbaşı Sabri Çelebioğlu, o gece satıhta tatbikat dönüşü Ege’den
Marmara’ya doğru, kuzeye yükselen Dumlupınar’ın kulesine çıktığında gemi Nara
Burnu’na yaklaşmaktadır. Geminin kumandası geçici görev ile Dumlupınar’da
görevlendirilen Üsteğmen Hasan Yumuk’tadır. Hasan Yumuk geminin iskele baş
omuzluğundan (sol baş tarafa yakın bölge) yaklaşan Naboland şilebini görmüştür.
Aralarındaki mesafe 4-5 mil civarındadır. Arkasına 5 millik Çanakkale
akıntısını alan Naboland çelik azgın bir dev gibi Dumlupınar ile çatışma
rotasında ilerlemektedir. Her iki gemi birbirlerine saatte 20 mil, her saniyede
10 metre hızla yaklaşmaktadır. Dumlupınar’ın sancak (sağ) tarafı kara, iskele
(sol) tarafı denizdir. Ancak iskeleye rota vermek çok risklidir. Zira geminin
sürati düşüktür. Ayrıca akıntı kuvvetlidir. Gemi çok önceden henüz çatışma
rotasına girmeden iskeleye dönüp Naboland’ın rotasından çıkabilse, bu manevra
emniyetli olabilirdi. Ancak artık bu manevrayı uygulamak çok riskli olurdu. Bilgi,
beceri ve muhakeme seviyesi yüksek olan genç Üsteğmen rotayı sancağa
değiştirir. Sancak tarafta kara olsa da, gemiyi manevra ile Naboland rotasından
çıkarmaya yetecek fırsatı yakalamıştır. Ancak kuleye henüz çıkan ve ortama tam
uyum sağlayamayan gemi komutanı ani bir kararla ‘’kumanda bende’’ der ve ‘’iskele
alabanda’’ (sola keskin dönüş) emri ile tam yol sürat emreder. Niyeti
Naboland’ın pruvasından (önünden) atlamaktır. Ancak çok yanlış bir karardır. Gemi
kısa bir süre sonra Naboland’ın altına girer. Anında batar. Sadece kulede
bulunan 5 kişi kurtulur. (Denize düşen 8 kişidir. 2 kişi Naboland’ın pervanesi
yüzünden, bir kişi boğularak şehit düşer.)
Tanrıdan sonra
gelen. Gemi komutanı İngiliz Donanmasında ‘’Tanrıdan sonraki’’ adam
olarak bilinir. Bu yaklaşım aslında tüm bahriyeler için geçerlidir. Zira savaş
gemisi başka bir dünyadır. Devlet toprağıdır ve gemi komutanı doğrudan devlet
egemenliğinin temsilcisidir. Geminin maddi ve manevi tüm varlığı ona emanet
edilir. Gemide yaptığı ve yapmadığı her şeyden devlete karşı sorumludur. Savaşta
ve barışta gemi komutanı verdiği kararlar ile gemisinin onurunu, varlığını ve
taşıdığı canları ya selamete götürür ya da ölüme. O nedenledir ki tarih boyunca
gemide isyan veya gemi komutanının otoritesini sorgulama en ağır şekilde cezalandırılan
bir eylem olmuştur. Dumlupınar komutanı acele ile verdiği bir kaç saniyelik
kararla 81 kişiyi ölüme götürdü. Gemisini kaybetti. Yıllarca süren bir mahkeme
sürecinde tarifsiz acılar çekti. Ama kaybettiği 81 kişinin yüzü son nefesine
kadar gözünün önünden gitmedi. Bu büyük kaybın barışta bir kaza ve en önemlisi
yanlış bir karar sonucu ile yaşanmış olmasının vicdanda yarattığı acının
büyüklüğü tarifsizdir.
Devletler de savaş gemileri
gibidir. Zira kayıpları ya da zayıflamaları kar-zarar hesabı ile
ölçülemez. Sonuçlarına sadece yaşayan nesiller değil gelecek kuşaklar da
katlanır. Gemideki herkes gibi, devletin tüm vatandaşları da yönetimin verdiği
yanlış kararlardan etkilenir. Yazılı tarih, ani verilen kararlarla devletlerin
sürüklendiği felaketlerle doludur. Örnek verelim. II. Abdülhamit, Balkan
savaşında Selanik’in düşme tehlikesi ortaya çıkınca 3,5 yıldır sürgünde
bulunduğu Alatini Köşkünden deniz yolu ile İstanbul’a getirilir. Almanya’ya ait
SMS Loreley isimli istasyon gemisi ile 29
Ekim 1912 günü Selanik’ten ayrılır. Onu almaya gelen Osmanlı Paşalarına ne oldu
diye sorunca büyük bir bozgun yenildiğini ve Selanik’in her an düşebileceği cevabını
alır ve buna inanmak istemez. Ama gerçek budur. Donanmasız bıraktığı Osmanlı, Selanik’i
bile kaybetmişti. Keşke sadece Selanik olsa. Batı Trakya, tüm Ege adaları da
kaybedilmişti. Donanmayı yok etme kararı Amcası Abdülaziz’in halli ve intiharı
üzerine acele ile alınmış bir karardı. Darbe korkusu yüzünden koskoca
İmparatorluğun denizgücü yok edilmişti. Bu yanlış karar sonucu Türkler sanayi
devriminin en yoğun yaşandığı 20’nci yüzyıla donanmasız girmek zorunda
kalmıştı. Halbuki tam ters bir karar da alabilirdi. Sonuçları bugün bile
yaşanan Ege ve Doğu Akdeniz ve Kıbrıs sorunlarının aradan geçen yüz küsur yıla
rağmen yaşanmasına izin vermeyebilirdi.
Gemi Komutanlığı ve
Devlet Adamlığı. İşte cumhuriyetin ve demokrasinin erdemi burada ortaya
çıkıyor. Aynen bir gemide olduğu gibi. Eğer Dumlupınar’ın komutanı, kulede
bulunan genç üsteğmenin farklı görüşünü alsaydı, belki de facia yaşanmamış
olacaktı. Zira subay heyetinin varlığı gemi komutanına en doğru kararı aldırmak içindir.
II. Abdülhamit de kendi korkularının değil de bilgi ve tecrübenin tavsiyesine
uysa idi, donanmasız kalmazdı. Tek adam olmak büyük bir sorumluluktur. Hata
yapmadığı sürece topluma güven refah ve mutluluk getirdiği sürece
sorgulanmayabilir. Ancak sonuçlar felakete giderse sadece onun bedel ödemesi
yeter mi? Kaybedilenler geri alınabilir mi? Devlet adamlığı da gemi komutanlığı
kadar büyük sorumluluk içerir. Dumlupınar şehitlerimizi rahmet ve minnetle
anıyoruz. Dilerim bu topraklar ve mavi vatan asla felaket görmesin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder