Mavi Vatan
Amiral Cem Gürdeniz
ABD’nin
Yeni Güvenlik Stratejisinin Düşündürdükleri
Geçen haftanın en önemli gelişmesi Kudüs
kararının hemen ertesinde ABD Ulusal Güvenlik Strateji belgesinin yayınlanması
oldu. Yeni dokümanın ağırlıklı olarak Amerikan liderliği, istikrar, barış ve
refaha vurgu yapmasına rağmen, yayınlandığı dönemin Amerikan hamleleri ile soğuk
savaş sonrasının en istikrarsız dönemini oluşturması büyük bir çelişki
oluşturuyor. İktidara gelirken her söyleminde içine kapanmayı, korumacı
yaklaşımla ilan eden Başkan adayı Donald Trump’ın, POTUS olunca 180 derece rota
değiştirerek askeri endüstriyel yapı ve müesses nizamın dümen suyunda ilerleyen
bu dokumanı imzaladığını görüyorsunuz. Dokümanın Obama dönemininkinden (2015) büyük
farkı yok denebilir. Zira dokumana fikirleri ile hayat verenler, Amerikan
devletini temsil ediyor. Devletin temel doktrini kolay değişmez. Ancak
dokumanın teorisi ile Trump ve kabinesinin pratiğinin pek çok alanda çatışma
noktasına gireceğini de şimdiden söyleyebiliriz. Yani devlet ile hükümet
arasındaki rekabet bu dokumanla pek de kolay aşılamaz.
Bilinenlerin Tekrarı. Soğuk savaş sonrası yayınlanan
tüm Amerikan strateji dokümanlarında karşımıza çıkan terörle mücadele, KİS
yayılmasının önlenmesi, haydut devletler, suç şebekeleri ile mücadele ve illaki Kuzey Kore ile İran burada da karşımıza
çıkıyor. 2015 yılına kadar bu tip dokümanlarda doğrudan hedef gösterilmeyen
Rusya ve Çin, artık hedef statüsüne alınmış durumda. Diğer bir fark Obama döneminde ulusal
güvenlik tehdidi olarak görülen çevre konuları ve küresel ısınma bu dokumanda
geçmiyor. Dokumanda geçmiş yılların aksine Amerikan değerlerinin ve
demokrasinin yaygınlaştırılması/ihracı klişeleri de yaygın şekilde yer almamış.
(Afganistan, Irak, Libya ve Suriye’ye demokrasi ihracının neler yarattığı göz
önüne alınırsa bu değerlendirme pek de şaşırtıcı değil.)
Güvenilir Arabuluculuğun Sonu. Geçmiş yılların aksine, Amerikan liderliği söylemi altında
geliştirilecek uluslararası işbirliği yerine, Amerikan egemenliğinin korunması
fikrinin benimsenmesi Trump’ın Kudüs kararında yaşandığı gibi dayatmacı ve
rekabetçi bir politika sergileyeceğinin göstergesi olarak değerlendirilebilir. Kudüs kararı ile BM
Güvenlik Konseyinde kendisi hariç, 14 BMGK üyesini ve BM genel kurulunun 193
üyesinin 128’ini karşısına alabilen ABD’nin artık hiç bir konuda güvenilir
arabulucu (honest broker) rolünden bahsedemeyiz. Dolayısı ile ABD artık oyun
kurucu dünya liderliğinden, rekabetçi ortamda küresel çıkarlarını korumaya çalışan
güç statüsüne dönüşmektedir. ABD,
kapitalist demokrasilerin ve küreselleşmenin hamisi olarak soğuk savaş sonrası elde ettiği tüm kredileri
hızla tüketmiş ve bugünün şartlarını hazırlamıştır. Dünya, 1946 sonrası ilk kez
Amerikan değerlerini sorgulayan ve ona meydan okuyan bir konjonktüre girmiştir.
Geleneksel müttefikleri olan ülke halklarının bile Amerikan pratiğini yargılamaya
başlamış olması, 21’inci yüzyılda ABD’yi içine kapanarak yeni bir değerlendirme
sürecine itiyor. İsrail ve ABD’deki İsrail’e rağmen ABD bunu yapabilir mi
? Zaman gösterecektir.
Çin Refahının Yarattığı Rahatsızlık. Dokumanda açıkça adı verilmese de Çin’in OBOR (Bir Kuşak- Bir
Yol) girişiminin dolaylı olarak eleştirildiği “Çin, adaletsiz ticaret ve kilit alanlardaki yatırımları ile Avrupa’da
stratejik bir kazanım elde etmiştir” cümlesinden anlaşılıyor. ABD’nin son
20 yılda yüz milyonlarca Çinlinin devlet kapitalizmi ve sosyalizm sayesinde fakirlikten
orta sınıfa geçmiş olması; ayrıca OBOR üzerinden Çin yatırımlarını ve finansını
çeken Asya ve Afrika devletlerinde refah artışının yaşanıyor olması gerçeklerine rağmen Çin’in ekonomik gelişmesini
jeopolitik rekabet içinde görmesi ve bunu tehdit olarak algılaması insanlığa ne
katkı sağlayacaktır? ABD, insanlığın mutluluğunu sadece Amerikan rüyası ile
sınırlandırmaya mı çalışıyor?
ABD ve Tukidides tuzağı Askeri
endüstriyel yapının duymak istediği savunma yatırımlarının artışını sağlayacak
argümanlar dokumanda bolca yer alıyor. Yayınlandığı sıralarda savunma bütçesi
700 milyar dolarla son yılların rekorunu kırıyordu. Dokumanda, “Zayıflığı
ihtilafa giden en kolay yol olarak görüyoruz, bu yüzden de rakipsiz bir gücün
en kesin savunma olacağını düşünüyoruz” diyen Trump, bu söylemi ile tüm
imparatorlukların gerilemesine neden olan kapının kilidini bir kez daha açmış
oluyor. Savunma adı altında küresel saldırı yeteneğini geliştirme ve böylece
sadece yeni rakip ve düşmanlar elde etme sürecini hızlandırıyor. Bu durum aynı
zamanda Tukidides Tuzağı olarak bilinen süreci de başlatıyor. Bırakalım büyük
nükleer devletleri, Kuzey Kore ve benzeri yeni nükleer kulüp üyelerinin dahi bu
alanda kritik eşiği geçmiş olmaları ABD’nin artık nükleer stratejiye
başvurmasını zorlaştıracağı gerçeğine rağmen dokumanda ısrarla nükleer
silahlara vurgu yapılması askeri endüstri lobisinin dışında kimi memnun
edecektir, anlamak çok zor. Zira küresel ısınma sonuçlarının dehşet dengesi
yarattığı bir ortamda bu dengeyi daha da zora sokacak nükleer silah kullanma
riskini artırmak karşılıklı intihar değildir de nedir?
Denize
Yansımalar. Dokumanda denize yapılan vurgular eski dokümanlarla aynı.
Denizlere serbest erişim ve seyir serbestisi ana temalar olmaya devam ediyor.
Theodore Roosevelt zamanından bu yana değişmeyen söz konusu prensipler bu
dokümanda da ulusal güvenlik ve Amerikan refahının temeli olarak kabul
ediliyor. ABD’nin okyanuslardaki hegemonyasının korunması ‘’ABD’nin
rekabetçi üstünlüğünün yenilenmesi’’ başlığı altında ele alınırken, 355 gemi hedefine uygun
şekilde donanmaya yatırımlara devam edileceği anlaşılıyor. Ancak denizler çok
geniş. Tüm okyanus ve düğüm noktalarında
Amerikan kontrolü tek başına sağlanamayacağından müttefik ve dostlara dayanma isteği
de öne çıkıyor. Bu çerçevede Hindistan’ın kazanılması, Filipinler ve Tayland
ile ilişkilerin yeniden güçlendirilmesi; Vietnam, Endonezya, Malezya ve
Singapur ile deniz işbirliği ve
ortaklığın geliştirilmesi hedefleniyor. Düzensiz harp ile konvansiyonel
çatışma düzeyi altındaki krizlere vurgu yapılması, Obama döneminin gözdesi Özel Kuvvetlerin bu dönemde de yıldız
olacağına işaret diyor. Özetle yeni dokuman ABD nin maceracı dış ve güvenlik
politikaları uyguladığı bir dönemin ürünü. Bu dokuman ABD’ye müttefik
kazandırmak bir yana Kudüs başarısızlığı ile bir arada değerlendirildiğinde, mevcut
müttefiklerini de ondan uzaklaştıracaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder