28 Ocak 2018 Pazar

Çamurda Savaşmak


 Çamurda Savaşmak
                  Dünya jeopolitik dengelerinin yeniden şekillendiği tektonik bir değişim döneminden geçiyoruz. Bu değişimin itici güçleri şüphesiz ekonomik, sosyal/demografik, teknolojik, siyasi ve askeri alanda yaşanan birbirine bağımlı gelişmeler.
                  Zeytin Dalının Etkileri. Bölgemizde TSK’nın başarı ile yürüttüğü Zeytin Dalı Harekatı küresel ölçekli sonuçları beraberinde getirecek etki potansiyeline sahip. 2016 yazında başlatılan Fırat Kalkanı harekatından amaç, kapsam ve hedefler bakımından büyük farkı olmasa da  zamanlama ve küresel konjonktürün şatları bu harekatı farklı kılıyor. En önemli özelliği Barzani Kürdistan’ının bağımsızlık referandum fiyaskosunun sonrasında oluşan bir konjonktürde icra edilmesi. Zira söz konusu fiyasko hegemonyanın vekalet savaşları üzerinden jeopolitik hedeflerine erişmesinin artık kolay olmayacağını gösterdi. Bölgesel ittifakların ya da geçici işbirliklerinin  dışarıdan bölgeye empoze edilen jeopolitik çözümleri reddedebileceğini ispat etti. Bu çıkarımın özü, hegemonyanın kendi askeri ile bedel ödemeye hazır olup olmadığıdır. Vekalet savaşçıları düzenli ordu birliği savaşçıları değil. Hegemonya Afganistan, Irak, Libya ve Suriye müdahaleleri dersleri ışığında kendi piyadesini, pilotunu ya da özel kuvvetlerini doğrudan cephede kullanmıyor. Hele terörle mücadele maskesi altında vekalet savaşı yürütme stratejisi artık kimseyi etkilemiyor. Demokrasi kelimesinin maske olarak kullanılması gibi terörle mücadele de soğuk savaş sonrası dönemde yaratılan sihri artık yaratmıyor. Bu nedenledir ki ABD Savunma Bakanı Mattis 9 Ekim 2017 tarihinde yaptığı bir konuşmada sahadaki muharip askerin ABD çıkarları için ne kadar önemli olduğunu dile getirerek Amerikalı tarihçi T.R. Fehrenbach’ın Kore Savaşlarını anlattığı  ‘’This Kind of War (Bu çeşit Savaş)’’ isimli kitaba vurgu yaptı. Konuşmasında kitaptan yaptığı alıntı şu şekildeydi:
                  ‘’Bir milletin üzerinde sonsuza kadar uçabilir, onu bombalıyor olabilirsiniz. Onu un ufak edebilirsiniz. Hayattan silip atabilirsiniz. Fakat uygarlık için onu korumak ve teslim almak istiyorsanız bunu ancak Roma lejyonlarının yaptığı şekilde kara üzerinde yapmanız gerekir.  Bunun için de genç askerlerinizi çamura sokmanız gerekir.’’
                  General Mattis bu alıntıyı neden yapıyor? Zira gerçek anlamda bir işgal olmadan sadece vekalet savaşlarıyla artık ABD’nin herhangi bir askeri başarı elde edemeyeceğini görüyor. ABD, 1999-2011 yılları arasında savunmaya kabaca 8 trilyon dolar harcadı. Bu miktarın yarısına yakını personel giderleri için kullanıldı. Alt yapının tamamen yok edildiği, milyonların öldüğü her iki ülkede, işgal ve rejim değişikliğine rağmen istikrar sağlanamadı. Nihai siyasi hedefler elde edilemedi. Benzer durumlar Libya ve Suriye’de yaşandı ve yaşanıyor. Zira işgaller artık çok daha zor. Dünya üzerinde füzeler, toplar, roketler ve güdümlü mermilerin yayılması inanılmaz boyutlarda arttı. Diğer bir neden de dünya nüfusunun  artışı. Savaşın özünün demir ve kan olduğunu hatırlatalım.
Ölmeye Hazır Olun. 4 Ocak 2018 tarihinde Çin Devlet Başkanı Xi Jingpin zırhlı birlikler arasında 7000 Çinli askere yaptığı bir konuşmada ‘’silahlı kuvvetlerin harbe hazır olmasını ve askerlerin ölümden korkmamaları gerektiğini’’  söyledi. Aslında bu konuşma ile Mattis’in Fehrenbach’lı konuşmasına cevap veriyordu. Kısacası Çin askerine ‘’çamurda savaşa hazır olun’’ diyordu. Bu konuşmaya cevap gecikmedi. 20 Ocak 2018 günü Mattis  yaptığı konuşmada ‘’terörizm ile mücadelenin yerini  artık büyük güç rekabetinin aldığını’’ ilan ederek, ‘’ABD’nin Rusya ve Çin’den kaynaklanan tehditlerle karşı karşıya kaldığını’’ ilan etti. Konuşmasında her iki ülkenin de revizyonist güçler olduğunu ve kendi otoriter modellerine uygun bir dünya yaratmaya çalıştıklarını ekledi. Bu açıklama iki gün önce -18 Ocak 2018 tarihinde- açıkladığı Ulusal Savunma Strateji Belgesinin içeriği ile uyumlu oldu. Yeni belge Çin’i ve Rusya’yı en büyük askeri tehditler olarak açıklıyor. Savunmaya daha çok yatırım gereğinin altını çizen belge, Amerikan halkına ve yöneticilere şu mesajı veriyor: ‘’Stratejinin uygulanmama maliyeti çok yüksek olacaktır. Belirtilen kuvvet ihtiyaçları karşılanmadığı takdirde ABD’nin küresel etkisi azalacak; müttefikler ve ortaklar arasındaki bağlar zayıflayacak; piyasalara erişim zorlaşacak; Sonuçta  bu durum Amerikan refah ve yaşam standardında gerilemeye katkı sağlayacaktır.’’
Çamurun Belirleyiciliği. Ancak yeni belge çamurda savaşmaktan bahsetmiyor. 21’inci yüzyılda yeni dünya düzenine hakimiyetin belirleyicisi can kayıplarını göze alarak kendi ordunuzla yürüteceğiniz savaş olacaktır. Zira başta denizlerdeki mücadele olmak üzere diğer alanlarda eşitlik hızla sağlanıyor. Büyük düzen değişiklikleri 17. Yüzyıldaki Westaphalia’dan bu yana daima büyük savaşlar sonunda ve denizdeki güç dengesinin bozulması ile oldu. 21’inci yüzyılda bu belirleyici savaş Asya Pasifik bölgesinde çıkacak. Ancak bu kez deniz uygarlığını temsil eden Atlantik sistemin karşısında deniz alanında söz sahibi olmaya kararlı ve aynı zamanda çamurda savaşmaya hazır  Çin ve Rusya var. Umarız bu savaş yaşanmadan yeni düzen kurulur. Umarız Türkiye, tektonik değişimin yaşandığı bu dönemde en doğru kararları verir.



25 Ocak 2018 Perşembe

Kardak’tan Meis ve Afrin’e Mavi Vatanın Geleceği


Kardak’tan Meis ve Afrin’e Mavi Vatanın Geleceği
’Coğrafya bir ülkenin kaderini belirler. Siyaset ise bu yazgının değiştirilmesi için uygun yol ve yöntemleri arar. Aralarındaki köprüyü jeopolitik kurar...Türkiye coğrafi bakımdan iç hat (sıkışan) konumundaki bir ülkedir...Öncelikli olarak Avrasya ama aynı zamanda bir Akdeniz devletidir. Batının kısır ve kısıtlayıcı kalıpları içine sıkıştırılabilecek seçenekleri olmayan bir devlet değildir.. ‘’
Yazıya değerli sınıf ve kader arkadaşım, meslektaşım Amiral Soner Polat’ın Kaynak Yayınlarından 2015 yılında çıkan ‘Türkiye için Jeopolitik Rota’ isimli eserinde vurguladığı bu cümleler ile başladım.  Türkiye kendi çıkarlarına uygun jeopolitik rotayı acı çeke çeke buluyor. Türk siyasetine 1946 sonrası unutturulan jeopolitik, soğuk savaş bitimi ile satha çıktı. Türkiye jeopolitiğinin ana çerçevesini çizen çevre denizlerimiz, kontrol altında tutulmadıkları  takdirde Anadolu’ya en büyük tehdidi oluşturur. Sevr’e döşenen yolun taşlarının denizdeki kayıplarımız ve donanmasızlık olduğunu unutamayız. Kurtuluş Savaşını kazanmamızın ana etkeninin de Karadeniz’de her türlü yokluk ve güçlüğe rağmen idame edilebilen deniz nakliyatının olduğunu unutamayız. Demek ki deniz, kaybedildiğinde felaket, lehte kullanıldığında güven getiriyor. Günümüzde  değişen bir şey yok. Mavi Vatan yani Kıta sahanlığı/Münhasır Ekonomik Bölge sınırları ile deniz yetki alanlarımız, anavatan savunmasının en önemli kalesi olmaya devam ediyor. Mavi Vatanın geleceği de bugün için Meis’ten, Kardak’tan ve Afrin’den geçiyor. Bugün Kardak kaynaklı Ege; Afrin ve Meis Kaynaklı Doğu Akdeniz sorunlarımız vardır. Tabi kuzeyde Montreux Sözleşmesinin tesis ettiği deniz güvenlik rejimini ortadan kaldırmaya yönelik batı baskılarını da göz ardı edemeyiz. Kanal İstanbul Projesi ile bu hassas alanda kendi kendimize karşı cepheye büyük fırsatlar yarattığımızı da vurgulamamız gerekir.
 Afrin, Deniz Jeopolitiğimizi Etkiler. Kısa dönemde jeopolitik endişelerimizin başında güneyimizde bağımsız bir Kürt devleti kurulması geliyor. Onun da ciddi bir tehdit oluşturması ancak denize çıkışı olması halinde mümkün. Afrin’in önemi de tam bu noktada ortaya çıkıyor. Zira Afrin’in kaybı Suriye Kürtlerinin denize çıkışını mümkün kılacak süreci tetikleyecektir. Denize çıkan yani limanı olan bir Kürdistan’ın deniz yolu ile  temin edebileceği askeri malzeme ve ağırlıkları tahmin bile edemeyiz. Ya da bir deniz devleti olacak batı kuklası bir Kürdistan’ın sadece deniz yetki alanları ile değil, aynı zamanda başta İsrail olmak üzere müttefikleri ile sergileyeceği donanma varlığı ile Türkiye’ye mücavir bir alanda yaratacağı risk ve tehditler izahtan varestedir.  Bu nedenle Afrin’i deniz jeopolitiğimizin parçası olarak görmemiz gerekir.
Meis’in Hırszılığı . Afrin’den kuş uçuşu 344 deniz mili (637 km)  batıya Meis Adası üzerine gelelim. Türk kıyılarından 2 km uzaktaki  ada 7 km karelik alanı ile Türkiye’den kabaca 100 bin km kare deniz yetki alanı çalıyor. Zira AB’nin 90’lı yılların sonundan itibaren yaptığı tüm deniz yetki alanları sınırlandırma çalışmalarında Meis adasına Anadolu yarımadası karşısında devasa bir deniz alanı veriliyor. Yunanistan-Mısır-İsrail ve GKRY dörtlüsünün bu konuda ittifak içinde hareket ederek, Türkiye’yi Antalya Körfezi içine sıkıştırma hedefleri niyetten öte  artık pratiğe dönüşmüş durumda. Geçen haftalarda, İtalyan ENI ve Fransız Total’in GKRY’nin sözde 6 numaralı sahada fiili sondaj çalışmalarına başlamaları ve GKRY Hükümetinin bu çalışmaları korumak için büyük pişkinlikle Türk donanmasına karşı bir  Fransız savaş gemisini bölgeye davet etmesi son derece kışkırtıcı gelişmelerdir.
Neden Korkuyoruz? Türkiye, Dışişleri Bakanlığının bir türlü yenemediği Atlantik korkusu nedeni ile Akdeniz MEB (Münhasır ekonomik Bölge) sınırlarını ilan edip BM’ye deklare edemiyor. Dünya düzeninin yeniden şekillendiği, Türkiye’ye açık düşmanlığın artık gün yüzüne çıktığı bir dönemde GKRY’nin 2004 yılında gösterdiği cesareti neden gösteremiyoruz? Rumlar kendi sahalarını ilan etmekle kalmadı, yanlarına Mısır, Yunanistan ve İsrail’i de alarak oyun kurucu oldular. Dışişlerimiz her zamanki gibi reaktif politikaları tercih etmeye devam ediyor. Her geçen gün karşı cephe Doğu Akdeniz’deki kuşatmayı güçlendiriyor. Bu sürece bir de KKTC’deki askeri varlığımızı sonlandıracak sözde çözüm görüşmelerinin gelecekte aleyhimize sonuçlanabileceği ve Türk kolordusunun adadan çekilme riskini eklersek Anadolu’nun güneyden kuşatılmışlığı tamamlanacaktır. Bu kuşatılmışlığa karşı derhal Akdeniz MEB sahamızın ilan edilmesi gerekir.
Kardak Yunanistan’ın Kanseridir. Bu kayalık grubu Ege Denizindeki kanserin dışa vuran çıbanıdır. Kanser Yunanistan için pek çok alanda metastaz yapmıştır. Kardak ve kardeşi durumundaki 152 ada, adacık ve kayalık sorunu çözülmeden Ege’de deniz yetki alanları sınırlandırması dolayısı ile kıta sahanlığı ya da MEB sınırlandırması yapılamaz. Benzer şekilde Yunanistan’ın ‘’Ege Bir Yunan Gölüdür’’ tezine en büyük şamar Kardak kayalıklarıdır. Kardak statüsündeki başta kamuoyumuzda işgal atındaki 18 ada olarak bilinen 152 coğrafi varlığın sahibinin Yunanistan olmadığı artık bilinen bir gerçektir. Şimdilik kanunsuz olarak bulunduğu bu varlıklardan zamanı gelince vaz geçmek zorunda kalacaktır. Ancak o gün gelene kadar Avrupa ve ABD’yi arkasına alarak şımarık çocuk rolüne devam edecektir. Geçen hafta Kardak Bölgesinde yaşanan denizde çatma taktiklerine benzer faaliyetlerle krizi tırmandırmaya çalışacaktır.
Ege Kışkırtmalarına Dikkat. Yunanistan’ın bu kışkırtmaları, Türkiye’nin güneyde (Afrin) karşı karşıya kaldığı son zamanların en büyük meydan okuma döneminde artırması beklenebilir.  Mevcut durumda bu kışkırtmalara soğuk kanlı yaklaşmak gerekir. Söz konusu hamleleri tamamen kendi iradesi ile yapmadığının da bilincinde olmalıyız. 15 Mayıs 1919 sabahı İzmir’e çıkan Yunan askerlerinin kaç tanesi, gerçekten Anadolu’yu işgal edebileceğini düşünüyordu?  Zaman Ege’de ve Doğu Akdeniz’de soğuk kanlı olma zamanıdır. Strateji sanatının  temeli önceliklerin yönetimidir.





18 Ocak 2018 Perşembe

Kanal İstanbul, Batı İstanbul Adası ve Jeopolitik Riskler




Kanal İstanbul, Batı İstanbul Adası ve Jeopolitik Riskler
Kanal İstanbul Projesi iktidar partisi tarafından ‘’Çılgın Proje‘’ olarak nitelendirilmiş ve 2013 yılının Nisan ayında proje için Yüksek Planlama Kurulu kararı çıkmıştı. İktidar tarafından yapılan son açıklamalar ile 2018’in ilk haftalarında projenin başlaması için son aşamaya gelindiği anlaşılıyor. Fiziki coğrafyamızı değiştiren proje ile Batı İstanbul artık ada oluyor. Trakya ile doğrudan karasal irtibat kesiliyor. Batı İstanbul Adası tarif edilirken ‘’Asya ile Avrupa kıtaları arasındaki ada ‘’ olarak tarif edilecek. SABAH gazetesinin açıklamalarına göre Kanal İstanbul'un güzergahı 5 alternatif arasından seçilerek resmileşti. Bu habere göre 45,2 km.lik güzergah Küçükçekmece Gölü kıstağından  başlayıp, Altınşehir ve Şahintepe’den geçerek, Sazlıdere Baraj Havzasını takip edecek ve Terkos Gölü'nün doğusunda Karadeniz'le buluşacak. Ayrıca çıkan hafriyat kullanılarak Marmara Denizinde her biri Burgaz Ada yüzölçümünde 3 suni adacık ile Karadeniz Trakya’sında de kıyı dolgusu inşa edilecek. 65 milyar dolarlık proje, kanal dışında Marmara ve Karadeniz'e konteyner limanı inşasını da öngörüyor.  Batı İstanbul Adası basından öğrendiğimiz bilgilere göre Trakya ile 6 köprü ile bağlantılı olacak. Ayrıca vahşi hayvanların geçmesi için de 6 köprü yapılacakmış.
Batı İstanbul Adasının Riskli Jeopolitiği. Kanal İstanbul beş yıl sonra tamamlandığında Türkiye yepyeni bir jeopolitik gerçeklik ile kaşı karşıya kalacak. Önce demografik yapıya bakalım. Batı İstanbul adası 1600 km kare alan, 8 milyon nüfus yani kilometrekareye 5000 kişi ile  yepyeni savunma ve güvenlik paradigmasını gerektiriyor. Öncelikle belirtelim Batı İstanbul Adası Avrupa’nın en kalabalık; dünyanın da en yoğun nüfusa sahip adalarından birisi olacaktır. Ada devleti olan Singapur’da km kareye 4500 kişi düştüğünü hatırlatırsak, Batı İstanbul Adası’nın Singapur’u; ya da km kareye 2500 kişinin düştüğü Çin’e ait Macao adasını geçeceğini söyleyebiliriz. Batı İstanbul Adası, Avrupa kıtasına 6 köprü ile bağlanırken, Asya’ya halen mevcut üç köprü ve iki tünel ile bağlı olacak. Bu denli yoğun nüfusun ihtiyaç duyduğu ulaşım, gıda, her nevi tüketim malı giriş çıkışı ile insan hayatını  ilgilendiren her türlü hareket ana arterler olarak bu köprü ve tünelleri kullanacak. Eğer kanal üzeri bağlantı hatları kesilirse  adada yaşayan 8 milyon nüfusun Trakya kara coğrafyasına erişimi mümkün olamayacak. Aradaki 150 metre genişlik ve 25 metre derinlikteki dev su kanalı bu geçişi engelleyecek. (Askeri strateji açısından yaratılan kısıtlamalar ayrı bir yazı konusu olur.)
Deprem Senaryosu. Ada için en yakın tehlike ve doğrudan ulusal güveliğe etkileri olan ‘’deprem’’ ve afetler düzleminde konuya yaklaşalım. Genişliği 150 metre ve yüksekliği 25 metre olan içi su, etrafı beton dolu bir hacmin,  beklenen büyük Marmara depreminde deniz dibinde fay kırılmasıyla oluşacak enerjiden ne şekilde etkileneceği; bölgede yaratılan jeolojik değişikliğin bu kanal ve civarında oluşturulacak yerleşim birimleri üzerindeki olası etkisini biliyor muyuz? Modellemesini bilim insanlarımız yaptılar mı? Bu kapsamda deprem sonrası oluşacak tsunami ve deniz yükselmesinin etkileri veya kanalın doğayı değiştiriyor olmasının yaratacağı jeolojik risklerin büyüklüğü ve tahmini sonuçları hakkında bilgimiz var mı? Nihai güzergahın beş alternatif içinden seçildiği basında yer aldı. Bu seçimde deprem /tsunami riskleri ne kadar etkili oldu ? Batı İstanbul Adasında yaşayan 8 milyon insanın deprem sonrası hasar kontrol, acil müdahale, triaj, defin, beslenme, ulaşım, güvenlik ihtiyaçları modellendi mi? Kriz Yönetim tatbikatı ile masa başında denendi mi? Sadece deprem değil, diğer doğal felaketler ya da Karadeniz’deki yakın komşularımız olan Romanya ve Bulgaristan’da mevcut nükleer reaktörlerde Fukushima ya da Çernobil benzeri bir patlama sonrası oluşacak nükleer serpinti durumunda 8 milyonun acil tahliyesi yapılabilecek mi? ABD’de her yaz görmeye alıştığımız büyük bir disiplin ve hazırlık içinde yürütülen kasırga tahliyelerini düşünürsek halkımız bugüne kadar hiç görmediği bu tip durumlarda kontrol altında tutulabilir mi? Bırakalım doğal felaketleri derbi maçlarında 30-40 bin kişinin hareketinde ana arterlerin nasıl tıkandığını düşünürsek Ada coğrafyasında bu tıkanıklığı nasıl aşacağız? Denizin İstanbul ulaşımındaki payının düşüklüğünü düşünürsek bu açık nasıl kapanacak? İstanbul’un günlük ulaşımında deniz ulaştırmasının payı son derece  düşüktür. (Günlük 13 milyon yolcu hareketinin sadece 350 bini denizden sağlanıyor.)
Diğer Menfi Etkiler. Kanal İstanbul Projesinin ve berberinde getireceği yeni Marmara adaları projesinin iç denizimiz olan Marmara’ya yaratacağı menfi etkiler bilim insanları tarafından çok yazıldı. Özetle halen can çekişen Marmara Denizinin tabutuna son çivi çakılmış olacaktır. Bu kanalın Montreux Sözleşmesine etkileri ayrı bir yazı konusudur. Ancak çok ciddi de facto sonuçlara gebe olduğunu söyleyebiliriz.  Zira söz konusu kanal, Montreux Sözleşmesinin temelini teşkil eden Türk Boğazları bölgesi tarifini fiilen bozmaktadır.
Jeopolitik Hassasiyet. Bu proje ile Türkiye’nin sanayi, finans, ulaştırma ile turizm başta olmak üzere hizmet sektörünün, kısacası ekonomisinin Amiral Gemisi olan Batı İstanbul Adası 8 milyon nüfusu ile Türkiye’nin jeopolitik hassasiyet noktası haline gelecektir. Gelecekte yaşanacak büyük bir kriz veya savaşta  her yönden iç hatlar konumunda kalma riski çok yüksek olan 1600 km karelik bu adanın geleceği, sadece İstanbul’u değil, tüm Türkiye’yi etkileyecektir. Balkan ve Çanakkale Savaşlarındaki acı tecrübelerimizi unutmamak gerekir.





10 Ocak 2018 Çarşamba

Denizdeki İran ve Hürmüz Boğazı


Denizdeki İran ve Hürmüz Boğazı
1979 devrimine kadar ABD tarafından donatılıp eğitilen İran Silahlı Kuvvetlerinde 1974 yılında 6250 Amerikalı danışman ve subay vardı. İran o yıllarda ABD için NATO üyesi Türkiye’den çok daha değerli ve önemli bir müttefikti. Ancak İran halkı ABD’den nefret ediyordu. Bu nefret şaha karşı din temelli bir devrimin tohumlarını ekti. Nefret o kadar büyüktü ki, devrim sırasında  4 Kasım 1979 ile 20 Ocak 1981 arasında tarihe ‘’İran rehine krizi’’ olarak geçen olayda Tahran’daki ABD Büyükelçiliği mensubu 60 Amerikalı diplomat 444 gün süre rehin tutuldu. Bu süreç içinde İran-Irak savaşı başladı. 22 Eylül 1980 günü Irak’ın sürpriz saldırısı ile başlayan ve 8 yıl süren İran Irak Savaşında 1 Milyona yakın İranlı hayatını kaybetti.
İran’ın jeopolitik silahı: Hürmüz Boğazı.  Savaş sonunda İran, süratle toparlandı. Savaşın son yıllarında Basra Körfezinde yaşanan ve 55 geminin batırıldığı tankerler savaşından da çıkardığı dersler ile deniz kuvvetlerine önem vererek, asimetrik deniz harbi alanında oyun değiştirici yetenekler kazandı. Bu yetenekleri Umman ile paylaştığı ve en dar yerinde 21 mil genişliğe sahip Hürmüz Boğazının kapatılması hedefine yoğunlaştırdı. Günde  17 milyon varil petrol akışıyla küresel petrol arzının % 40’ının geçtiği Hürmüz Boğazının kapanmasının etkileri küresel enerji dengelerini alt üst edecek boyuttadır. (Iran Irak Savaşında kapanmadığı halde bu akış, %25 kesilmişti.) Günümüzde Körfez petrolünün % 85’i Asya ülkelerine gidiyor. Enerji arzının kesilmesinden en çok zarar görecek iki ülkenin Japonya ve Çin olacağını söyleyebiliriz. Bu listeye doğal gaz ihtiyacının üçte birini Katar’dan gemilerle ithal eden İngiltere’yi de ekleyebiliriz. İşte küresel ekonominin, bu kesintiyi kaldıramayacağını iyi bilen İran,  ABD ile yaşadığı her krizde boğazı kapatma tehdidinde bulundu.
Denizde Asimetrik Savaş. Bir sonraki savaşta gerek düzenli donanma gerekse Devrim Muhafızları Donanması için Basra Körfezi ve Hürmüz Boğazındaki deniz ticaret akışını kesmeye ve küresel ticareti sarsabilmeye yönelik bir silahlanma programı uyguladı. Bu amaç için uyguladığı silahlanma programında kıyıdan gemilere karşı atılan füze sistemleri, mini denizaltılar, sürü halinde kullanılan çok yüksek süratli silahlı botlar, gelişmiş dip ve demirli mayın sistemleri başı çekti. Asimetrik yetenekler dışında konvansiyonel yeteneklerini de ulusal olanaklarıyla geliştirmeye devam ettiler. 2010 yılında kendi dizayn ve üretimleri ilk milli firkateyn Jamaran’ı hizmete soktular. Sahip oldukları üç adet Rus yapımı Kilo sınıfı dizel elektrik denizaltılar ve kendi üretimleri cep denizaltıları, sığ sulara sahip Basra Körfezinin denizaltı harekatına uygun olmamasına rağmen Amerikan savaş gemileri ve tanker trafiği için önemli bir endişe kaynağı olmaya devam ediyor.
İran vurulursa Hürmüz’e Odaklanır. İran’da yeni yıl arifesinde başlayan olayların şimdilik denize, deniz ulaştırma rotalarının aksamasına, Hürmüz Boğazının engellenmesine ya da kapanmasına varacak bir tırmanma senaryosu sergilemeyeceğini söyleyebiliriz. Ancak -çok zor da olsa- Suriye benzeri olaylar kapıya dayanıp, İran topraklarına ilk bombanın düştüğü andan itibaren Basra Körfezi ve Hürmüz Boğazındaki enerji arz zinciri İran tarafından koparılabilir. İran, en kötümser senaryoda bile, Devrim Muhafızları Donanması gibi rejime sadık güç unsurları ile Basra Körfezinde böyle bir hareket tarzını uygulamaya başvurabilir. Şüphesiz bu zor kararı vermeden önce, ABD ve İsrail’e ait  hava unsurları ve cruise füze saldırıları ile başta nükleer tesisleri olmak üzere kritik askeri alt yapısının hedeflenmesini bekleyecektir. Bu saldırıların ardından Boğazın kapatılmasına ve tanker trafiğinin engellenmesine yönelik faaliyetlere başlayabilecektir.
İran Diğerlerine Benzemez. İran’ın Irak, Libya veya Suriye ile kıyaslanamayacağını belirtmekte yarar var. Son 30 yılda Körfezde İran’ın oluşturduğu ateş gücü yoğunluğunun Tomahawk ya da Uçak gemisi  gruplarının taarruzları ile yok edilmesi çok zor. Karadan müdahale gerekir. Bunu kim yapacak? ABD ve İsrail askeri yerine kullanılacak İran ile sınırdaş vekalet savaşçısı/savaşçıları kim olacak? İran askeri makinesi ancak Yugoslavya benzeri bir iç savaşla ya da çok kapsamlı ABD liderliğinde büyük bir koalisyon istilası ile yıkılabilir. Ancak ABD, Kudüs oylaması sonrası  bu koalisyona bir kaç devlet dışında kimseyi ikna edemez. İç savaş seçeneği de teokratik ve  otoriter; Besic ve Devrim Muhafızları ile korunan bir İran için çok zordur. Bu süreç İran’ı ancak istikrarsızlaştırır. Güney Azerbaycan etkisi ise mevcut konjonktürde oyun değiştirici olamaz.
Tarihten Ders Almak. Amerikalı stratejist Richard Betts, 5 yıl önce “ABD’nin tarihten ders almadığını, unuttuğunu ve ufku kısa politikacılar tarafından yönetildiğini söylerken, Soğuk Savaş dönemi caydırma paradigmasının artık mantığını yitirdiğini ve bunda ABD’nin hataları olduğunu’’ ileri sürüyordu. (Richard Betts, The Lost Logic of Deterrence, Foreign Affairs, Ocak/Şubat 2013.) Çok haklı. Bugün durum daha da kötü. Ortadoğu’da güç dengesi işlemez. Genelde aktörler irrasyonel ve değişken davranır. ABD’nin yapması gereken İsrail’in dış güvenlik ihtiyaçlarına daha akılcı yaklaşmak olmalıdır. Kudüs kararının ardından İran olaylarının başlatılması söz konusu coğrafyada ABD ve İsrail düşmanlığını artırmıştır. Bu durumun ABD’de sokaktaki adama faydası yoktur.  Sadece askeri endüstriye faydası vardır. İran’ın yapması gereken de halkın sosyal, ekonomik ve demokratik ihtiyaçlarına cevap vermek olmalıdır. Halk modernleşmeyi istiyorsa zorla 7. Yüzyıl koşullarını dayatmamalıdır. Bu dayatma anti emperyalist İran halkını İran devletinden uzaklaştırır.