Kardak’tan
Meis ve Afrin’e Mavi Vatanın Geleceği
‘’Coğrafya bir ülkenin kaderini
belirler. Siyaset ise bu yazgının değiştirilmesi için uygun yol ve yöntemleri arar.
Aralarındaki köprüyü jeopolitik kurar...Türkiye coğrafi bakımdan iç hat
(sıkışan) konumundaki bir ülkedir...Öncelikli olarak Avrasya ama aynı zamanda
bir Akdeniz devletidir. Batının kısır ve kısıtlayıcı kalıpları içine
sıkıştırılabilecek seçenekleri olmayan bir devlet değildir.. ‘’
Yazıya değerli sınıf ve
kader arkadaşım, meslektaşım Amiral Soner Polat’ın Kaynak Yayınlarından 2015
yılında çıkan ‘Türkiye için Jeopolitik
Rota’ isimli eserinde vurguladığı bu cümleler ile başladım. Türkiye kendi çıkarlarına uygun jeopolitik
rotayı acı çeke çeke buluyor. Türk siyasetine 1946 sonrası unutturulan
jeopolitik, soğuk savaş bitimi ile satha çıktı. Türkiye jeopolitiğinin ana
çerçevesini çizen çevre denizlerimiz, kontrol altında tutulmadıkları takdirde Anadolu’ya en büyük tehdidi
oluşturur. Sevr’e döşenen yolun taşlarının denizdeki kayıplarımız ve
donanmasızlık olduğunu unutamayız. Kurtuluş Savaşını kazanmamızın ana etkeninin
de Karadeniz’de her türlü yokluk ve güçlüğe rağmen idame edilebilen deniz
nakliyatının olduğunu unutamayız. Demek ki deniz, kaybedildiğinde felaket,
lehte kullanıldığında güven getiriyor. Günümüzde değişen bir şey yok. Mavi Vatan yani Kıta
sahanlığı/Münhasır Ekonomik Bölge sınırları ile deniz yetki alanlarımız,
anavatan savunmasının en önemli kalesi olmaya devam ediyor. Mavi Vatanın
geleceği de bugün için Meis’ten, Kardak’tan ve Afrin’den geçiyor. Bugün Kardak
kaynaklı Ege; Afrin ve Meis Kaynaklı Doğu Akdeniz sorunlarımız vardır. Tabi
kuzeyde Montreux Sözleşmesinin tesis ettiği deniz güvenlik rejimini ortadan
kaldırmaya yönelik batı baskılarını da göz ardı edemeyiz. Kanal İstanbul
Projesi ile bu hassas alanda kendi kendimize karşı cepheye büyük fırsatlar
yarattığımızı da vurgulamamız gerekir.
Afrin,
Deniz Jeopolitiğimizi Etkiler. Kısa dönemde jeopolitik endişelerimizin
başında güneyimizde bağımsız bir Kürt devleti kurulması geliyor. Onun da ciddi
bir tehdit oluşturması ancak denize çıkışı olması halinde mümkün. Afrin’in
önemi de tam bu noktada ortaya çıkıyor. Zira Afrin’in kaybı Suriye Kürtlerinin
denize çıkışını mümkün kılacak süreci tetikleyecektir. Denize çıkan yani limanı
olan bir Kürdistan’ın deniz yolu ile temin edebileceği askeri malzeme ve
ağırlıkları tahmin bile edemeyiz. Ya da bir deniz devleti olacak batı kuklası
bir Kürdistan’ın sadece deniz yetki alanları ile değil, aynı zamanda başta
İsrail olmak üzere müttefikleri ile sergileyeceği donanma varlığı ile
Türkiye’ye mücavir bir alanda yaratacağı risk ve tehditler izahtan varestedir. Bu nedenle Afrin’i deniz jeopolitiğimizin
parçası olarak görmemiz gerekir.
Meis’in Hırszılığı . Afrin’den kuş uçuşu 344 deniz mili (637 km) batıya Meis Adası üzerine gelelim. Türk
kıyılarından 2 km uzaktaki ada 7 km
karelik alanı ile Türkiye’den kabaca 100 bin km kare deniz yetki alanı çalıyor.
Zira AB’nin 90’lı yılların sonundan itibaren yaptığı tüm deniz yetki alanları
sınırlandırma çalışmalarında Meis adasına Anadolu yarımadası karşısında devasa
bir deniz alanı veriliyor. Yunanistan-Mısır-İsrail ve GKRY dörtlüsünün bu
konuda ittifak içinde hareket ederek, Türkiye’yi Antalya Körfezi içine
sıkıştırma hedefleri niyetten öte artık
pratiğe dönüşmüş durumda. Geçen haftalarda, İtalyan ENI ve Fransız Total’in
GKRY’nin sözde 6 numaralı sahada fiili sondaj çalışmalarına başlamaları ve GKRY
Hükümetinin bu çalışmaları korumak için büyük pişkinlikle Türk donanmasına
karşı bir Fransız savaş gemisini bölgeye
davet etmesi son derece kışkırtıcı gelişmelerdir.
Neden Korkuyoruz? Türkiye, Dışişleri Bakanlığının bir türlü yenemediği Atlantik
korkusu nedeni ile Akdeniz MEB (Münhasır ekonomik Bölge) sınırlarını ilan edip
BM’ye deklare edemiyor. Dünya düzeninin yeniden şekillendiği, Türkiye’ye açık
düşmanlığın artık gün yüzüne çıktığı bir dönemde GKRY’nin 2004 yılında
gösterdiği cesareti neden gösteremiyoruz? Rumlar kendi sahalarını ilan etmekle
kalmadı, yanlarına Mısır, Yunanistan ve İsrail’i de alarak oyun kurucu oldular.
Dışişlerimiz her zamanki gibi reaktif politikaları tercih etmeye devam ediyor.
Her geçen gün karşı cephe Doğu Akdeniz’deki kuşatmayı güçlendiriyor. Bu sürece
bir de KKTC’deki askeri varlığımızı sonlandıracak sözde çözüm görüşmelerinin
gelecekte aleyhimize sonuçlanabileceği ve Türk kolordusunun adadan çekilme
riskini eklersek Anadolu’nun güneyden kuşatılmışlığı tamamlanacaktır. Bu
kuşatılmışlığa karşı derhal Akdeniz MEB sahamızın ilan edilmesi gerekir.
Kardak Yunanistan’ın Kanseridir. Bu kayalık grubu Ege
Denizindeki kanserin dışa vuran çıbanıdır. Kanser Yunanistan için pek çok
alanda metastaz yapmıştır. Kardak ve kardeşi durumundaki 152 ada, adacık ve
kayalık sorunu çözülmeden Ege’de deniz yetki alanları sınırlandırması dolayısı
ile kıta sahanlığı ya da MEB sınırlandırması yapılamaz. Benzer şekilde Yunanistan’ın
‘’Ege Bir Yunan Gölüdür’’ tezine en
büyük şamar Kardak kayalıklarıdır. Kardak statüsündeki başta kamuoyumuzda işgal
atındaki 18 ada olarak bilinen 152 coğrafi varlığın sahibinin Yunanistan olmadığı
artık bilinen bir gerçektir. Şimdilik kanunsuz olarak bulunduğu bu varlıklardan
zamanı gelince vaz geçmek zorunda kalacaktır. Ancak o gün gelene kadar Avrupa
ve ABD’yi arkasına alarak şımarık çocuk rolüne devam edecektir. Geçen hafta Kardak
Bölgesinde yaşanan denizde çatma taktiklerine benzer faaliyetlerle krizi
tırmandırmaya çalışacaktır.
Ege Kışkırtmalarına Dikkat. Yunanistan’ın bu
kışkırtmaları, Türkiye’nin güneyde (Afrin) karşı karşıya kaldığı son zamanların
en büyük meydan okuma döneminde artırması beklenebilir. Mevcut durumda bu kışkırtmalara soğuk kanlı
yaklaşmak gerekir. Söz konusu hamleleri tamamen kendi iradesi ile yapmadığının
da bilincinde olmalıyız. 15 Mayıs 1919 sabahı İzmir’e çıkan Yunan askerlerinin
kaç tanesi, gerçekten Anadolu’yu işgal edebileceğini düşünüyordu? Zaman Ege’de ve Doğu Akdeniz’de soğuk kanlı
olma zamanıdır. Strateji sanatının
temeli önceliklerin yönetimidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder