29 Kasım 2018 Perşembe

Akdeniz’deki Sevr’e Cevabımızdır: ‘’Geldikleri Gibi Giderler.’’


 




Akdeniz’deki Sevr’e Cevabımızdır: ‘’Geldikleri Gibi Giderler.’’
10 Ağustos 1920’de imzalanan ve Türkleri 800 km.’lik bir sahil şeridi ile Karadeniz’e hapsederek Anadolu yarımadasının açık denizler ve okyanuslar ile irtibatını kesen Sevr Anlaşması, 500 yıldır kapitülasyonlara mahkum edilmiş ve zaten deniz ve denizcilikte geri bırakılmış Türkleri Orta Asya’ya geri göndermeyi amaçlayan bir anlaşmaydı. Eğer Kurtuluş Savaşının sonunda Yunan orduları başarılı olsaydı dış dünya ile irtibatı sadece Karadeniz üzerinden olan entite morbide bir Osmanlı Sultanlığı  ilerleyen bir kaç yıl içinde parçalara bölünür, Anadolu Türkleri ya devşirilir ya da Asya steplerine veya Ortadoğu’nun çöllerine sürülürdü.
Sevr’e Birinci Akdeniz Tokadı. İlk tokat, Yunan orduları üzerinde  26 Ağustos 1922 sabahı patladı. Mustafa Kemal’in o gün haykırdığı ‘’Ordular İlk hedefiz Akdeniz’dir’’ komutu, emperyalizme en büyük başkaldırının  son buyruğu oldu. Büyük bir zaferle sonuçlanan bu komut, ayrıca uluslararası camiada hak ettiği onurlu yeri almak isteyen, imparatorluk külleri üzerinden doğmakta olan yeni ve devrimci bir devletin dünya sahnesine çıkışını da işaret ediyordu. İsmet İnönü, 10 yıl sonra, 27 Temmuz 1932 günü İzmir’de yaptığı bir konuşmada şunları söylüyordu:
‘’Gazi, meydan muharebesinin sonucunu ifade eden hedefi değil, Akdeniz siyasetinde ve uygarlığında Türk milletinin layık olduğu yüksek mevki hedefini göstermiştir...Türk milleti binlerce yıldan beri uygarlığında ve siyasetinde başlıca yer tuttuğu Akdeniz’den fiilen uzaklaştırılmak istendi...Teorik olarak, savaşın son ve kesin neticesini büyük ordularına göstermek durumundayken Gazi’nin Akdeniz’i ilk hedef olarak göstermesine dikkat etmeliyiz...Milli mücadele Türk milletinin öyle bir dirilmiş ayaklanmasıdır ki, Sevr meselesi bu ayaklanışın ilk safhasıdır. Gerçektir ki, en acıklı safhasıydı. Diğer safhalara varmak için ateşle, demirle ve kanla atlanması lazım gelen yıldırıcı safhası ve ilk hedefiydi. Diğer hedefler daha kolay olmamıştır. Ve olmayacaktır. Türk milletinin davası, yüksek ve medeni bir milletin asil bir ideal davasıdır. Bu dava uzun ve çetin bir davadır... Şimdiki nesiller ve gelecek nesiller bu davanın arkasından yorulmadan ve dinlenmeden koşacaklardır. Koşmaya mecburdurlar.’’
Akdeniz’in Ardından Koşmalıyız. Akdeniz’de ikinci Türk tokadı 20 Temmuz 1974 sabahı Girne Yavuz Plajında tutulan kıyı başında yine Rum orduları üzerinde patlamıştır. Bugün aynı ruh hali ve enerji ile Akdeniz davasının peşinden terle ve gerekirse kanla  koşmamız gereken bir dönemi yaşıyoruz. Türkiye, Doğu Akdeniz ve Ege üzerinden Cumhuriyet tarihinde örneği görülmemiş şekilde kapsamlı ve planlı bir jeopolitik kuşatma altındadır. Doğu Akdeniz’de ABD ve AB’nin grand stratejik destek ve yönlendirmesi altında şekillenen Yunanistan, İsrail, GKRY ve Mısır bloğu Türkiye karşıtlığında birleşen işbirliklerini, siyasi ve ekonomik cepheden askeri cepheye taşıdılar. Bugün Batı dediğimiz jeopolitik varlık, tüm desteği ile bu bloğun arkasındadır. AB’nin ve ABD’nin deniz yetki alan sınırlandırma haritalarında Türkiye’yi, Antalya ve İskenderun Körfezlerine hapseden ve 100 bin km kare mavi vatan alanımızı çalarak neredeyse 2. Sevr olarak tanımlanabilecek haritaları istisnasız bir işbirliği içinde her mecrada yayınlama ve dayatma gayretleri; Denize çıkışı olan sözde Kürdistan hedefine hizmet için PKK, PYD ve YPG’ye yapılan Amerikan yardımları; Her ay Doğu Akdeniz’de temposu ve çapı artan (Nemesis, Noble Dina ve Medusa serisi başta olmak üzere) Türkiye karşıtı askeri tatbikatlar; Haydut GKRY’nin korsan ruhsat sahalarında ABD, İngiltere, Fransa, Katar, İtalya, Güney Kore ve İsrail’e ait küresel enerji firmalarının arkalarına Amerikan ve Avrupalı deniz güçlerini alarak sismik arama, sondaj ve kuyu açma çalışmaları; İsrail ve Rum gazını Türk kıta sahanlığı üzerinden geçecek EastMed isimli proje ile Avrupa’ya sevk etme şantajları; AB Savunma Politikası ve PESCO yapılanması üzerinden Haydut GKRY devletçiğinin aşırı silahlanması; Ege Denizinde Yunan karasularının 6 mil üzerine çıkartılma retorikleri; Mısır ile Yunanistan arasında deniz sınırlarını belirleme anlaşması gayretlerinin yoğunlaşması; KKTC’de Türkiye karşıtlığını teşvik ederek Türk vatanseverlik duygularının aşındırılması ve adadaki Türk askerinin sözde çözüm süreci aldatmacası üzerinden geri çekilme baskılarının yoğunlaşması; ABD ve bazı Avrupa ülkelerindeki düşünce kuruluşları (CCIS , CFR, Chatham House vb) üzerinden Türkiye’ye gözdağı verilmesi bu dönemin şimdilik karşılaştığımız olguları.
Jeopolitik Mücadeleden Taviz Veremeyiz. Mücadele etmemiz ve Akdeniz’i ve KKTC’yi Sevr’in yeni aktörlerine bırakmamamız jeopolitiğin gereğidir. Bu amaçtan en küçük taviz Anadolu’daki son Türk devletinin sonunu getirir. 100 bin km kare mavi vatan alanından Yunanistan ve Kıbrıslı Rumlar için vaz geçmemizi kim bekleyebilir? Güney Kıbrıs Rumları ve bir avuç Kuzey Kıbrıslı taraf değiştirmiş Annan Planı aşığı Türklerin iradesi uğruna Türk Kolordusundan vaz geçmeyi kim düşünebilir? Suriye’deki Kürt kantonlarının birleşerek Akdeniz’e çıkışı olan bir bütünlüğe erişmelerine hangi Türk hükümeti izin verebilir?
Akdeniz Hayat Alanımızdır. 1930’ların şartlarında Montreux Sözleşmesini başararak Türk Boğazlarını geri alan ve bir Karadeniz doktrini yaratarak Karadeniz’i son 82 yıldır barış gölü olarak idame edebilen Cumhuriyetimiz, 21’inci yüzyılda aynı başarıyı her türlü tehdit ve riske rağmen Akdeniz’de de başarmak zorundadır.  Bu kez durum farklıdır. İşin ucunda petrol ve doğal gaz vardır. Devlet üstü firmalar ulus devletlerin donanma güçlerini arkalarına alarak her türlü kışkırtmayı yapacaklardır. Türkiye bu tuzaklara düşmeden Akdeniz satrancını en akıllı en mantıklı ve en verimli şekilde oynamak durumundadır. En kısa zamanda Suriye; Libya ve KKTC ile deniz sınırları anlaşmaları yapılmalı ve kıta sahanlığı ya da MEB sınırlarımız ilan edilmelidir. Bu satranç devletin tüm kurumlarının ve dışardaki entelektüel birikimin orkestrasyonu ile sürdürülmelidir. Akdeniz politikası ‘’ben yaptım oldu’’ veya ‘’aldatıldım’’ paradigmalarına sığınılarak yürütülmemelidir. Benzer durum ‘’no action, no fault’’ ilkesizliği ile hareketsizliği tercih eden, ya da tamamen Atlantik Blok Politikalarına teslim olarak (Annan Planını savunan hariciyecilerimiz gibi) Türkiye’ye geri dönülmez kayıplar yaşatan bürokratlar ile de yürütülemez. Türkiye en kısa zamanda en üst seviyede Akdeniz Siyaset Belgesi yayınlamalı ve Cumhurbaşkanlığı, MGK, Parlamento, Dışişleri, Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı, Savunma Bakanlığı  Deniz Kuvvetleri Komutanlığı, eşgüdüm ve işbirliğinde Akdeniz Yüksek Takip Kurulu oluşturmalıdır. Akdeniz’deki çıkarlarımızı koruyup geliştirerek, yükselen Asya’nın batı ucunda, Avrasya’nın neredeyse merkezindeki seçkin konumumuzla ne AB’ye ne  NATO’ya, ne de İslam dünyasına muhtaç olmadan onurlu ve bağımsız yaşama fırsatını gelecek nesillere sunmamız gerekir. Denizdeki Sevr’i içerde ve dışarıda hortlatmaya çalışanlara cevabımız 100 yıl sonra aynıdır: Geldikleri Gibi Giderler.



20 Kasım 2018 Salı

Pasifik’te Büyük Satranç

Description: IMG_0131 




Pasifik’te Büyük Satranç
Küresel liderliğin modern tarihte her 100-150 yılda bir el değiştirdiği gözlenir. Dünyamız, Çin’in üretimde ilk kez ABD’yi yakaladığı 2010 yılından sonra ciddi bir eksen kayması yaşıyor. Artık 18’inci yüzyıldan, yani Birinci Sanayi Devriminden sonra küresel düzenin ağırlık merkezi olan Atlantik sistemi  yerini Asya-Pasifik sisteme bırakıyor. Her alandaki istatistikler bu kaçınılmaz değişikliği ortaya çıkarıyor. Nüfus artışı ve her geçen gün orta sınıfa geçen kitlelerin devasa büyüklüğü, başta Çin ve Hindistan olmak üzere Asya Pasifik ekonomilerini ticaret ve kaynaklar alanında yeni arayışlara itiyor. Bu arayışların jeopolitik ve stratejik sonuçları oluyor. Zira paylaşım kavgası, kaçınılmaz şekilde enerji biriktiriyor. Bu enerji, barışçı bir şekilde mi, yoksa sancılı krizler ve hatta savaşlar ile mi boşalacak? Bunu zaman gösterecek. Krizleri tetikleyen ana nedenler arasında, deniz dibi dahil enerji havzaları  ile deniz ulaştırma rotalarının geçtiği düğüm noktalarının (choke points) kontrolü sıralanabilir.
Avrasya’da Zayıflayan Atlantik Etkisi. Bugün Doğu Akdeniz, Arktik Okyanusu, Güney Çin Denizi, Doğu Çin Denizi,  Gine Körfezi gibi alanlar temelinde denizdibi enerji kaynaklarına bağlı çıkar çatışmalarının satıh yaptığı alanların başında geliyor. Bu kapsamda gazete manşetlerine her gün gerek deniz dibi enerji kaynakları gerekse düğüm noktalarına yönelik çıkar çatışmalarının haberleri değişik çap, kapsam ve yoğunlukta ekleniyor. Çin’in Bir Kuşak- Bir Yol (BRI) girişimi de ekonomik boyutunun yanısıra yaratacağı jeopolitik etki ile Asya-Pasifik ve Atlantik arasındaki el değiştirme sürecinde büyük rol oynuyor. Diğer yandan Avrasya’da Çin’in gerek ŞİÖ gerekse BRI üzerinden yanına Rusya’yı almış olması tüm dengeleri alt üst ediyor.
ABD’nin Japonya Manevrası. Güney Çin Denizinde yaşanan Çin ABD rekabetine son günlerde Doğu Çin Denizi eklendi. Bu denizdeki Senkaku/Diaoyu krizi Japon-Çin ilişkilerinin en ciddi kriz alanı. 29 Ekim 2018 günü ABD Japonya ortak tatbikatı ‘’Keen Sword’’ tamamen bu ve benzeri krize odaklı bir senaryo çerçevesinde başlatıldı. 8 Kasım günü sona eren tatbikata  ABD’nin USS Ronald Reagan  uçak gemisi (5000 kişi ve 90 uçak) ile Kanada Donanmasından bir tanker; Japonya’dan 47 bin kişi ve Kaga Helikopter gemisi ile onlarca savaş gemisi ve savaş uçağı katıldı. Bu tatbikatın en önemli özelliği Japon hava indirme birliklerinin Amerikan C -130 uçaklarından harekat bölgesine atılmasıydı. Bu tarihte bir ilk oldu. Kabaca 1,5 ay önce de Atago sınıfı Japon firkateyni Amerikan SM 3 Blok 1 B füzesi kullanarak orta uçuş safhasındaki bir balistik füzeyi atmosfer dışında imha etmişti.
ABD Japonya Ortak Savunma Planı. Diğer yandan, tatbikat devam ederken, Japon ve Amerikalı stratejistler başkent Tokyo’da Çin’in Senkaku /Diayou bölgesinde ani bir durum yaratması halinde uygulanacak ortak askeri strateji belgesi ve harekât planı üzerinde tartıştılar. Eski ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton 27 Ekim 2010 tarihinde ‘’Senkaku/Diaoyu adacıklarının savunması ABD-Japonya 1960 Güvenlik İttifak Antlaşmasının 5’inci maddesi kapsamına girer’’ açıklamasını yapmıştı. Yani, kriz çıkarsa, ABD Japonya’nın yanında müdahale edecekti. Ancak, Japon savunma doktrinine göre Öz Savunma Deniz Kuvvetleri (JMSDF) Japonya’nın 1000 mili içindeki deniz alanından sorumludur. Bu alanın dışındaki Hint Okyanusu ve Malakka Boğazı gibi alanlarda Japon deniz çıkarlarının savunulmasını ABD’den bekler. Senkaku/Diaoyu 1000 milin içinde olmasına rağmen ABD Dışişleri Bakanının 8 yıl önceki bu açıklaması ABD’nin jeopolitik kırılmalara neden olabilecek Senkaku/Diaoyu krizinde yer alma niyetini ve böylece bölgedeki askeri varlığını artırma yönelişini açıkça ortaya koymaktaydı. Geçen haftalarda icra edilen Keen Sword Tatbikatı ve ikili görüşmeler ABD’nin gerçek niyetini artık saklamadığını ortaya koymaktadır. Bu tatbikat ve görüşmeler  Japonya üzerinden Çin’e verilen çok ciddi bir mesaj olarak algılanabilir.
Japonya’dan Çarpıcı Avrasya Mesajı. Ancak Japonya’da  stratejik aklın çok karışık olduğu da gözleniyor. 26 Ekim 2018 günü yani Keen Sword tatbikatından  üç gün önce, Japon Başbakanı Abe, Çin Devlet Başkanı Xi Jingpin’i ziyaret etti. (Son ziyaret 2011’de olmuştu.) Abe, Çin’e yanında 1000 iş adamı götürdü. Son derece kapsamlı ekonomik işbirliği anlaşmalarının imzalandığı ziyarette, 2019 yılında Xi Jingpin’in  Japonya ziyareti kararlaştırıldı. (Bu ziyarette imparatorun Çin’den İkinci Dünya savaşı için özür dileyeceği söyleniyor.) Çin, aynı zamanda Japonya’yı BRI’ya davet etti. Bu gelişmelerin hemen ardından Abe’nin Rusya Başkanı Putin ile Singapur’da buluşması ve Putin’in 1956 deklarasyonu paralelinde Rusya’nın işgali altındaki Kuril Bölgesindeki dört adet adanın ikisini,  koşulsuz Japonya’ya devredeceğini açıklaması büyük bir satrancın açık işaretleri oldu. Bu satranç Avrasya’da Japonya’yı Çin Rus işbirliği bölgesine çekmeyi hedefliyor. Değerli sentezleri ile öne çıkan Sayın Hüseyin Vodinalı’nın son yazısında belirttiği gibi (ABD’nin en kötü kabusu: Almanya’dan sonra Japonya da baş kaldırıyor) Avrasya’da ABD’ye karşı başlayan büyük bir uyanışın Japonya’da da İkinci Dünya Savaşı sonrası ilk kez başladığının habercisi. Zira ABD ile büyük bir tatbikatın başlamasından kısa süre önce Çin’e böylesine büyük kapsamlı bir ziyaretin yapılması olağan akış değildir.  Dünya yepyeni bir sabaha hazırlanıyor. Dilerim bu sabaha dünya milletleri acı çekmeden uyanır.





13 Kasım 2018 Salı


Mustafa Kemal Atatürk ve Sadun Boro
1 Kasım 2018, üç yıl önce kaybettiğimiz Sadun Boro’nun doğum günü idi. Yaşasaydı tam 90 yaşında olacaktı. Mustafa Kemal Atatürk’ü kaybettiğimiz gün 10 yaşından 9 gün almıştı. Türklerin atasını ve ölümsüz baş komutanının soluduğu havayı 10 yıl da olsa solumuştu. Küçük yaşına rağmen onun okyanuslar kadar sınırsız değerini ve Türklerin tarihine armağan ettiği, sonsuza dek yaşayacak cumhuriyetin kıymetini kalbinde, ruhunda ve aklında hissedebiliyordu. Tam anlamıyla bir cumhuriyet çocuğu idi.
Amatör Denizci Bir Devlet Başkanı: Atatürk. Küçük Sadun Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu cumhuriyetin 5. Yılında doğmuş, onu 15. Yılında kaybetmişti. Tanrının Türklere en büyük armağanı olan eşsiz liderin, Atatürk’ün denizleri ve denizciliği ne denli sevdiğini bilmesi için kitaplar okumasına gerek yoktu. Zira gazetelerde ebedi şefin Florya köşkünde kürek çekip, yüzerken, ya da  Moda Koyunda yelken yaparken çekilmiş resimlerini görebiliyordu. Kendini bildiği günden bu yana, denizle iç içe büyüyün küçük çocuğun gönlünde Türklerin Ata’sının aynı zamanda iyi bir denizci olduğu algısı oluşmuştu.
Sadun Boro’nun 1 Kasım 1937 günü 9. Yaş gününü kutladığı anlarda, ebedi şef Atatürk, Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsünden beşinci dönem açılış konuşması olarak aşağıdaki sözleri söylüyordu:
‘’Denizcilik sadece ulaştırma işi değil, iktisadi iş olarak anlaşılacak ve tersaneler, gemiler, limanlar ve iskeleler inşa edilecek, deniz sporları kulüpleri kurulacak ve korunup geliştirilecektir. Çünkü: Toprakların üç bir yanı  deniz olan bir ulusun sınırını, halkının kudret ve yeteneğinin hududu çizer. En uygun coğrafi konumda ve üç tarafı denizlerle çevrili olan Türkiye; endüstrisi, ticareti ve sporu ile en ileri bir denizci ulus yetiştirmek yeteneğindedir. Bu yetenekten yararlanmasını bilmeliyiz. Denizciliği Türk'ün büyük ulusal ülküsü olarak düşünmeli ve onu az zamanda başarmalıyız....."     
Atatürk’ün direktifine sadakat. Bu sözlerin söylenmesinden tam 28 yıl sonra 22 Ağustos 1965 günü Sadun Boro 10,5 metre boyunda ahşap Kısmet yelkenlisi ile dünya seyahatine başladı. Türklerin tarihinde bir ilk yaşanacaktı.  Sanki Sadun Boro Mustafa Kemalin 1 Kasım 1937 konuşmasındaki ‘’üç bir yanı  deniz olan bir ulusun sınırını, halkının kudret ve yeteneğinin hududu çizer’’, sözüne cevap veriyordu. Bir Türk amatör denizcisi, 37 yaşındaki Sadun Boro, genç cumhuriyetin  bir temsilcisi olarak  milletin kudret ve yeteneğini yer kürenin % 70’ini kapsayan okyanuslara yansıtmaya başlıyordu. Sadun Boro, 15 Haziran 1968 öğle sularında muzaffer bir Amiral gibi İstanbul sularına geri döndü. Dünyayı yelkenle çevreleyen ilk Türk denizcisi olmuştu. 16. yüzyılın muharip komutanı Amiral Barbaros Hayrettin’den sonra Türk milletinin gönlünde ölümsüz isim yapan ikinci denizci olmuştu.
Cesaret ve Girişimci Ruh. Türkiye’de amatör denizciliğin rotasını ve kaderini değiştiren Sadun Boro ve eşi Oda Boro sadece gemicilik, yelken  ve navigasyon ustalıkları ile kendilerine haklı isim yapmadılar. Onları hepimizin gözünde öne çıkaran gücünü akıldan tecrübeden ve bilgiden alan emsalsiz cesaretleri oldu. Öyle bir cesaret ki, küresel arama kurtarma sisteminin henüz kurulmadığı, açık denizde sekstant dışında seyir yardımcısının bulunmadığı, 10,5 metrelik ahşap bir yelkenlide tuvalet dahil en temel konfor unsurunun bile yer almadığı, dış dünya ile irtibatı sağlayacak hiç bir iletişimin olmadığı şartlarda Atlantik, Pasifik ve Hint Okyanuslarını geçebilmek. Bu cesaret onları en zor şart ve en kısıtlı olanaklarla ufkun ötesine, bilinmeyen yerlere, yerküreyi kaplayan mavi sonsuzluğun değişik rotalarına taşıdı. Cesaret duygusunun tetiklediği ana duygu macera idi. Ufkun ötesine gitmeyi, bilinmeyen limanlara girmeyi, dağların yamaçlarını aşmayı, zirvelere erişmeyi, yenilik aramayı, daha iyiye erişmek için bilgiye, tecrübeye, akla ve dayanma gücüne bağlı meydan okumayı içeren maceracılık olmasa acaba insanlık bir adım ilerler miydi? Tehlikeli ve zorlu işleri başaran bu tür insanlar, toplumun büyük çoğunluğu temsil eden, heyecan aramayan, macerayı düşleyemeyen, hatta hesaplı risk bile alamayanlar için ilham kaynağıdırlar. Bu insanlar, dayanma gücümüzün fiziksel ve duygusal sınırlarını zorlayıp güç olanı başardıklarından, zor zamanların örnek kişilikleri olurlar. Kaderin çağrısına yanıt veren ve ölüm olasılığı dahil olmak üzere, gerçek ve katıksız tehlikeler ile yüzleşmeye cesaret eden bu kahramanların sunduğu dersler, bizi hayata daha çok bağlar ve mücadele yeteneğimizi arttırır.
En Büyük Girişimci Mustafa Kemal Atatürk. Zaten en büyüğünü bu topraklar çıkarmadı mı? Aydınlanmayı, sanayi devrimini yaşamamış gerilemiş ve çökmüş Osmanlı İmparatorluğu üzerine, dünya tarihinin yetiştirdiği ve bu asırda bizlere nasip ettiği en büyük lider Mustafa Kemal’in girişimci ruhu olmasa, 13 Kasım 1918 günü Kartal istimbotu üzerinde işgal donanmasına bakarak geldikleri gibi giderler diyebilir miydi? Kurtuluş ve kuruluşu başarabilir miydi? Atatürk, Kurduğu genç cumhuriyeti neden gençlere emanet etti? Sadun Boro, gençliğin Mustafa Kemal’e ve cumhuriyete armağanlarının en büyüklerinden birisidir. Bir Türk genci cumhuriyetin 45. yılında 10.5 metrelik yelkenli bir tekne ile dünyayı dolaşabildi ve kendisine bağımsızlık ve egemenlik emanet eden atasına bu başarısıyla en büyük armağanı verdi.
Toprak gemi Anadolu’nun ilk yelkenci dünya gezgini, Türk amatör denizciliğinin kutup yıldızı, mavi uygarlık rotasının usta kaptanı, çevre dostu, mavi vatanın büyükelçisi, Sadun Boro’yu Mustafa Kemal’in onun 9. Yaş gününe denk gelen günde söylediği sözlere sadık kalarak Türk halkının kudret ve yeteneğinin sınırını ispat etmiş olmasının önünde saygı ile eğiliyorum.
Bu hududu zorlayacak ve Güney Okyanusunu tek başına yelkenle geçecek yeni Sadun Boro’ların çıkması dileğimizle Atatürk ve Sadun Boro’yu tüm deniz şehitlerimizle birlikte rahmet, minnet ve vefa ile anıyorum.




5 Kasım 2018 Pazartesi

Doğu Akdeniz’de Stratejik Fark Yaratabilmek


 Doğu Akdeniz’de Stratejik Fark Yaratabilmek
Doğu Akdeniz, 21’nci yüzyılda Türkiye’nin en ciddi, en öncelikli kriz alanı olmuştur. Zira bu stratejik bölge Türkiye’nin üç alandaki hayati jeopolitik ve ekonomik çıkarlarının kesişme  noktasında bulunuyor. Bunlar KKTC, Sözde Kürdistan ve Enerji olarak tanımlanabilir.
Doğu Akdeniz Odaklı Yeni Dönem. Türkiye’nin söz konusu hayati çıkarları, AB ve ABD etki alanında gelişen Mısır, GKRY, Yunanistan ve İsrail dörtlüsünün her geçen gün gelişen Türkiye karşıtlığı paralelinde geleceğimiz için en önemli önceliği oluşturuyor. 21’inci yüzyıldaki güvenlik ve refahımızın Doğu Akdeniz ve onun ayrılmaz parçası olan Ege‘ye tam bağımlı olacağını söylememiz gerçekçi bir yaklaşımdır. Bu yeni evrede devletin savunma ve dış politikasının her yönü ile Doğu Akdeniz / Ege odaklı olması gereklidir. Bu odaklanmada ne KKTC’yi Ege’den; ne de Doğu Akdeniz Yetki alanlarını Kardak Kayalıklarından ayırabiliriz. Hepsi birbirine bağımlıdır. Birisinde verilecek taviz diğerlerini etkiler, birinde elde edilecek kazanım, diğerlerinde de hissedilir. KKTC’den askerimizin çekilmesinin stratejik sonuçları ile Doğu Akdeniz deniz yetki alanlarımızın kısıtlanmasını kabullenmek ya da Kardak benzeri ada, adacık ve kayalıkların aidiyetinden vazgeçmek aynı değerdedir.
Hukuk Aldatmacası Doğu Akdeniz’de Yunanistan ve GKRY sözde hukuku yanlarına alarak hareket ettiklerini iddia etmektedirler. Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi (BMDHS) III’ün gerek karasuları sınırlandırması, gerekse MEB ilanı konusunda tanıdığı hakları akla, örf adet hukukuna, tarihsel gerçeklere tamamen aykırı şekilde kendi yorumları ile uygulayarak oldu bitti yaratmaya çalışmaktadırlar. Bu süreçte önce kendi iç hukukları paralelinde deniz yetki alanı kanunu çıkarıp, daha sonra bu sınırları komşular ile müzakere ederek sonuçlandırmaya çalışmakta ve sonunda söz konusu koordinatları BM’ye deklere etmek suretiyle fiili durumlar yaratmayı hedeflemektedirler. Yunanistan’ın İyon Denizinde, GKRY’nin Doğu Akdeniz’de yaptığı budur.
Bu oyun nasıl bozulur? En kolay yöntem bu sınırları tanımadığımızı notalar yolu ile deklare edip, müstakbel sahamıza yönelik girişleri donanma gücü ile engellemektir. Halen yapılan da budur. Örneğin, Dışişleri Bakanlığımızın 2 Mart 2004 tarihinde BM Genel Sekreterliğine GKRY ile Mısır aleyhinde verdiği notada 32 derece 16 dakika 18 saniye doğu boylamı batısında Türk  kıta sahanlığı haklarımızın olduğu deklare edilmektedir. Bu notadan sonra değişik zamanlarda gerek GKRY gerekse Yunanistan’ın eylemleri ile karşı notalarına karşı Dışişlerimizin notaları oldu. Bu notalarımızı desteklemek üzere TPAO‘ya Türk kıta sahanlığı içinde verilen ruhsat sahaları ile KKTC  tarafından Kıbrıs adası etrafında verilen ruhsat sahalarında Türk sismik araştırma gemilerinin fiili çalışmaları da uygun eylemler olarak bu süreçte yerlerini aldı.  Ancak notalar savaşı ile somut bir sonuç elde edilemiyor. Somut sonuç için bu köşede yıllardır Münhasır Ekonomik Bölge veya kıta sahanlığı koordinatlarımızın ilan edilerek mavi vatan sınırlarımızı soyut düzlemden somut boyuta çıkarmamız gerektiğini yazıyorum. Diğer yandan ilan edilen koordinatları ikili sınır anlaşmaları ile destekleyecek muhatap devletler bulmalıyız. Halen Libya, KKTC ve Suriye diğer kıyıdaşlar olan Mısır, Yunanistan ve GKRY bloğuna karşı tek seçenek olarak karşımıza çıkıyor. Bu nedenle Suriye’de Esad rejimi ile ilişkilerin düzeltilmesi gerekliliğinin önemli gerekçeleri arasına söz konusu deniz boyutu da eklenebilir. Esad rejimi ile günün sonunda uzlaşma yoluna gitmemiz her şeyden önce bugünkü jeopolitik konjonktürün gereğidir.
Libya Boyut. Geçen haftalarda Yunan eski Dışişleri Bakanının yaptığı açıklamalardan Mısır ile Yunanistan arasında MEB sınır müzakerelerinde 10. turun bittiği anlaşılıyor. Bu sınırın anlaşma ile sonuçlandırılması Türkiye için çok ciddi bir kayıp olacaktır. Ancak Yunan-Mısır oyununu bozmak elimizdedir. 2009 yılında Dr. Tümamiral. Cihat Yaycı tarafından ilk kez ortaya atılan ve son derece haklı gerekçelere bağlı Libya-Türkiye karşılıklı kıyılarının varlığının bir sonucu olarak, ikili MEB sınırlama anlaşması yapılması gerekliliği öncelikle dikkate alınmalıdır. Kaddafi rejimi, batılı müttefiklerimiz tarafından vahşi bir şekilde ortadan kaldırılmasaydı, bugün bu anlaşma imzalanmış olurdu. Ancak halen geç kalmış sayılmayız. Libya’da Büyükelçiliğimiz var. Muhatap bulma konusunda diplomatlarımızın gayret göstermelerini beklememiz vatandaşlık hakkımızdır. Bu anlaşma yapıldığı takdirde Mısır - Yunanistan deniz sınır anlaşmasının etkisi kalmayacağı gibi, Türkiye’nin hakkı olan MEB alanı da artacaktır.
KKTC Boyutu. Diğer yandan Türkiye, 19 Eylül 2011 de KKTC ile Anadolu kıyıları arasında kıta sahanlığı sınırlandırma anlaşmasını yapmıştır. Bu sınırlama Erenköy anklavına rağmen Kıbrıs’ın tüm kuzey kıyılarını kapsamaktadır. Aynı yaklaşımla, KKTC ile Türkiye arasında Kıbrıs adasının batı kıyılarına yönelik bir sınırlandırma anlaşması neden yapılmasın? Böylece 2004 notası ile BM’ye ilk kez bildirilen 32 derece 16 dakika 18 saniye doğu boylamı da ikili bir anlaşma ile sabitlenmiş olur.
Kamuoyundaki yanlış algı. Doğu Akdeniz’de herkesle kavgalıyız, bu sahaları nasıl ilan edeceğiz şeklinde bir algı var. Ancak bu kavganın sebebi zaten Doğu Akdeniz’in kendisi. Ortada paylaşım savaşı varken ve siz bu savaşın en önemli tarafı ve hedefi iken nasıl olacak da herkesle dost olacaksınız? Balyoz tutuklamaları gerçekleştiğinde o karanlık dönemin utanç sembolü Hasdal Askeri Cezaevine giderken eşime ‘’Bu tutuklamalar sahte bir darbe davası üzerinden; Karadeniz, Ege ve Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin tutuklanmasıdır’’ demiştim. Hatta 11 Şubat 2011 tutuklamalarını deniz tarihimizin Çeşme Navarin ve Sinop baskınlarından sonra Hasdal Baskını olarak nitelemiştim. Türk donanmasının komuta yapısını felç ederek Doğu Akdeniz’de ABD ve AB tarafından empoze edilen deniz sınırlarını Türkiye’ye kabul ettirmek amaçlanıyordu. Ama bu oyun tutmadı. Türkiye,  Kumpas Davalar ve 15 Temmuz hıyanetine rağmen bu tuzağa düşmedi. Artık Doğu Akdeniz diplomasimiz,  jeopolitik kanunların ışığında Libya, KKTC ve Suriye ile deniz yetki alanı sınırlandırmasını hedeflemelidir. Bu sınırlar Doğu Akdeniz’deki batı kuşatmasını sekteye uğratacak, stratejik fark yaratacak ve en önemlisi Ganbot diplomasisi ile denge oluşturacaktır.