23 Aralık 2018 Pazar

Dünden Bugüne Vietnam Dersleri ve Suriye


 




Dünden Bugüne Vietnam Dersleri ve Suriye
Vietnam Savaşı üzerine bugüne kadar çok şey yazıldı ve söylendi. Ancak bu savaşı siyasi askeri ve psikososyal sonuçları ile incelemek ve zaman zaman geriye dönerek hatırlamak, yeni dünya düzeninin kurulduğu; ABD’nin ani bir karar ile Suriye’den çekileceğini ilan ettiği ve Savunma Bakanı Mattis’in istifa ettiği şu günlerde çok önemli. Zira ABD, bugün de aynen Vietnam Savaşının son yıllarındaki gibi ciddi kutuplaşma ve akıl karışıklığı içinde bir devlet.
Silah Lobisinin Savaşı. 1954 -1975 yılları arasında, Vietnam halkının Amerikan savaşı dediği ikinci Hindi Çini savaşı yaşandı. Bu savaşın hedefi ABD’nin Asya’da komünizmi çevrelemesiydi. Zira arkalarına sahte bir oylama ile BM’yi almasına rağmen, Kore yarımadasında savaşın bittiği 1953 yılında, kuzeydeki komünist devletin kurulmasını önleyememişlerdi. 1949 yılında Çin’in devasa komünist bir Asya devleti  olarak egemenliğini sağlamasından sonra Kuzey Kore, Asya’nın kalbinde ikinci komünist bir devlet olarak doğmuştu.  Fanatik bir komünizm düşmanı olan ABD Başkanı Truman’a göre Vietnam düşerse, Asya’nın domino taşları gibi komünizme teslimiyeti önlenemezdi. ABD, Fransa yenilgisinden sonra 1954 yılında 18. Paralelin kuzeyinde kurulan Kuzeydeki komünist Vietnam rejimini kapitalist Güney Vietnam’ı destekleyerek değiştirmeliydi. Diğer yandan İkinci Dünya Savaşının muzaffer Amerikan ordusunu besleyen  dev silah sanayinin yeni savaşlara ihtiyacı vardı. Birinci Hindi Çini savaşına uzak duran ABD, Vietnam Savaşına müdahil olmalıydı. 1953 -1961 arasında Başkan olan Eisonhower önce danışmanlar ve finansal yardımla işe başladı. Ancak doğrudan askeri yardımlar J.F. Kennedy  zamanında (1961-1963) gerçekleşti. Savaş boyunca 34 milyon sorti yapacak Amerikan helikopterlerinin ilk grubu 1961’de Güneye konuşlandı. 1963’de başkan olan L.B. Johnson,  aslında bu savaştan uzak durmak istiyordu. Ancak temsil ettiği Demokrat Parti iktidarında Çin‘in komünist bir devlet olarak kurulmasına izin verilmişti. Hata tekrar edilmemeliydi.  
Kazanılmayacağı Bilinen Bir Savaş. Yanına SEATO (Güneydoğu Asya Anlaşması Örgütü)nü de alan ABD, Kuzey Vietnam Ordusu ve müttefiki Güney Vietnamlı Vietkong gerillalarına karşı önce vekalet savaşını, 1964 sonrası da doğrudan kendi savaşını başlattı. 1965’de 23 bin askeri olan ABD’nin 1967’de 540 bin askeri sahadaydı. Her sene 30 milyar dolar harcanıyordu. Hava Kuvvetlerinin inanılmaz boyutlulardaki ateşgücü desteğine rağmen Johnson savaşı sonlandıramadı. Zten kazanamayacaklarını biliyordu. (CIA emrindeki Rand firmasının bu savaşın kazanılamayacağını 1967 yılında çok gizli bir raporla Başkana bildirildiği 1971 yılında New York Times gazetesi tarafından açıklandı.) İktidara gelmek için her türlü yalan ve dolanı kullanan Cumhuriyetçi R. Nixon, Vietnam’dan asker çekme ve savaşı sonlandırma vaadiyle 1969’da iktidar oldu. O da savaşın kazanılamayacağını biliyordu. Halkı sürekli barış ve asker çekme vaadiyle kandıran Nixon, uzun bir süre kongre ve hatta bazı hükümet üyelerinin bile haberi olmadan Laos ve Kamboçya’yı bombalattı. Amerikan askerleri tarafından işlenen My Lai katliamı gibi ciddi savaş suçlarının cezasız kalmasına göz yumdu. Nixon, sonunda Watergate skandalı ile istifaya zorlandı ve 1973 yılında yerini Gerald Ford’a bıraktı. Ford, 1973 yılında Paris’te Kuzey Vietnam ile anlaşmaya vardı ve ABD Vietnam’dan çekildi.
Uzun Bir Savaş. Bu savaş Afganistan savaşına kadar ABD’nin en uzun savaşı oldu. Vietnam Savaşı, ABD’nin 19. Yüzyıldaki iç savaştan sonra kendi içinde en çok bölündüğü bir savaş oldu. Dünyaya yansımaları büyük oldu. Öyle ki küresel çapta 1968 üniversite gençliği başkaldırı ve hareketlenmelerinin başlamasında bu savaş büyük rol oynadı. ABD’de üniversite çağındaki gençlerin zorunlu askerlik hizmetine (draft) çağrılması ve vatanlarından onbinlerce kilometre uzakta ölmelerini protesto ile 1964 sonrasında başlayan savaş karşıtı hareketler, Chicago, San Francisco, Detroit, New York ve başkent Washington DC’de ordu ile halkı karşı karşıya getirecek, halkın üzerine ateş açılacak, kadar ciddi ölümlü çatışma ortamını yarattı. Kuzey Vietnam’ın zaferi ile sonuçlanan bu uzun savaşın sonunda  ABD, 58 bin askerini kaybetti. Vietnam’ın kaybı 2 milyon civarındaydı. Savaşı ölerek kazanmışlardı.
Bugüne dersler Vietnam Savaşı ABD içinde birden çok ABD olduğunu ispat etmişti. Lobi ve çıkar grupları arasındaki mücadele, ülkenin kaderini belirliyordu. Siyasi hedef birliği olmadığından her kurum kendi içinde dağılıyordu. Amerikan Başkanları değil kendi halkına, kendi hükümet üyelerine bile yalan söyleyebiliyordu. 1968 sonrası Vietnam’da savaşan her 10 Amerikan askerinin yarısı uyuşturucu kullanıyordu ve emir komuta zinciri darmadağınıktı. Sonuçta yenildiler. Vietnam Yenilgisi Amerikan halkının toplumsal hafızasında kara bir leke olarak yerini hala koruyor. ABD Silahlı Kuvvetleri Vietnam sonrası zorunlu askerliği kaldırdı ve paralı askerliğe geçti. Buna rağmen Amerikan halkı savaşlarda kendi insan kayıplarını hala kabul edemiyor. Geçen hafta ABD, Suriye’den çekilme kararı aldı. Bu karar önemlidir. Ancak kalıcı olup olmadığını zaman ve eylemler gösterecektir. Zira hem Johnson hem Nixon dönemlerinde zaman zaman Vietnam’dan kesin çekilme kararları alındığı halde, pek çok kez uygulamadılar. Zira seçim baskıları ya da çıkar grupları buna izin vermedi. Diğer yandan bu savaşta Kuzey Vietnam en büyük askeri zaferlerini, ABD yönetiminin zayıf ve kararsız dönemlerinde kazanmıştı.  Zira Amerikan yenilmezliğine inanmıyorlardı ve Sovyetlerle Çin’den düzenli lojistik destek alıyorlardı. Yani hem kan, hem demire sahiptiler. Bugün de Suriye’den çekilmenin ABD’de yarattığı fırtınayı izliyoruz. ABD içindeki çıkar gruplarının bölgedeki vekil müttefikleri ile yakında birbirlerine kuracağı komplolarda Türkiye asla oyuncu, yem, ya da kurban olmamalıdır. Hükümetin ve devletin tüm enstrümanları bu amaca yönelik soğukkanlılık ve akılcılığı sağlamak zorundadır. Bu süreçte ABD iç süreçlerinden etkilenmeden ulusal çıkarlarımızın gerektirdiği stratejik öncelikler asla göz ardı edilmemelidir. ABD’nin Suriye’de bulunma nedeninin hiç bir hukuki gerekçeye dayanmadığını unutmadan, devletimizin savunma ve güvenliğine yönelik hayati çıkarları korunmalıdır. Securitas Populi est Suprema Lex.




19 Aralık 2018 Çarşamba

Jeopolitik Değişimin Aceleci Şaşkınlıkları


 
 Jeopolitik Değişimin Aceleci Şaşkınlıkları
Küresel, kıtasal ve bölgesel temelde her gün yeni fay hatları kırılıyor. Bu kırılmaların nedenleri arasında nüfus artışı, kaynak mücadelesi, neoliberal düzenin önlenemez kazanç hırsı, iktidarların mevcut güçlerini koruma güdüsü, hegemonyanın emperyalizm üzerinden devam refleksi gibi nedenler sayılabilir. Ama unutulmamalıdır ki her fay kırılması jeopolitik hamleleri tetikler. O nedenle jeopolitik çıkarların her tür çıkarın üzerinde olduğunu ve kırılan fayın eninde sonunda jeopolitik sonuca yöneleceğini hatırlatarak yazımıza başlayalım.
İç Çekişmeler ve Jeopolitik Sonuçları. Dünya, sadece ulus devlet statüsündeki büyük güçlerin siyasi, ekonomik ve askeri  rekabet ve aktif çekişmelerine sahne olmuyor. Aynı zamanda bu büyük güçlerin içindeki bazen iki kutuplu, bazen çok kutuplu çıkar merkezlerinin kendi aralarındaki rekabetten etkileniyor. ABD ve Atlantik Sistem içindeki birden çok güç merkezinin  içerdeki dengeleri değil, aynı zamanda küresel fay hatlarının kırılmasına veya değişik alanlarda yüksek basınç birikimine neden olduğunu tarihten biliyoruz. Bu çekişmeler küresel kaderi etkileyebiliyor.
STRATFOR 2019 Raporu. 3 Aralık 2018 tarihinde gölge CIA olarak bilinen ve kendini Jeopolitik İstihbarat Ajansı olarak da takdim eden ABD’nin önde gelen düşünce kuruluşlarından STRATFOR, 2019 yılı öngörü raporunu (2019 Annual Forecast) yayınladı. Rapor, küresel iş dünyasında ve devlet kurumlarında gelecek değerlendirmesi yapmak maksadıyla yaygın kullanılıyor. Askeri endüstrinin çıkarlarını koruyan STRATFOR’un, 2018 raporunun çoğunluk olmasa da bazı öngörüleri doğru çıkmıştı. Bu seneki raporda da  gerçekçi ve beklenen saptamalar olmasına rağmen  özellikle Türkiye’yi ve çevresini ilgilendiren konularda ciddi eksiklikler var. Örneğin PKK, Kıbrıs, Doğu Akdeniz ve Ege kelimeleri 36 sayfalık raporun hiç bir yerinde geçmiyor. ABD‘nin bu tip raporlar üzerinden bazı ülkelere aba altından sopa gösterdiğini de hatırlatmakta fayda var. Örneğin 3 Aralık günü yayınlanan raporun Fransa bahsinde ‘’In France, the government's push for institutional and economic reform, including a drive to overhaul the pension system, will lead to protests, some of which will disrupt the economy’’ paragrafının yer alması ilginç.
Rapordaki Dayatmalar. STRATFOR temsil ettiği Amerikan güç merkezlerinin çıkarları doğrultusunda bir öngörü ve dayatma yapmayı ihmal etmiyor. Rapor, zaman zaman devam eden süreçlerin sebep sonuç analizine girmeden, ne şekilde sonuçlanması gerektiğine odaklanıyor. Atlantik cephe içinde bölünmelerin başladığı kabulü ile yazılan raporun başlangıç kısmında büyük güçlerin rekabetinin yoğunlaştığı dönemde yeni jeopolitik iklimin Türkiye, Hindistan ve Vietnam gibi ülkelerin tarafsız  pozisyon alma isteklerinin ciddi baş ağrısı yaratacağı vurgusu dikkat çekiyor. Soralım o zaman Türkiye’ye baş ağrısını kim yaratacak? Aynı paragrafta büyük güç rekabetinin Tayvan ve Polonya gibi ülkelere de büyük stratejik fırsatlar sunacağı belirtiliyor. Diğer paragraflarla birlikte okunduğunda Polonya’da sürekli bir Amerikan üssün kurulma görüşmelerinin devam ettiği ve ayrıca INF anlaşmasından çekilecek ABD’nin Avrupa’da uygulayacağı yeni silahlandırma programında Romanya ve Polonya ile birlikte Baltık Cumhuriyetlerinin öne çıkacağı dile getiriliyor. Raporda ayrıca ABD’nin Çin’le Rusya arasındaki ittifakı zayıflatmak için alışılmış olmayan (unorthodox) taktiklere baş vuracağı ve zaman zaman tek başına hareket ederek orta çaplı müttefiklerini kendi ekseninden uzaklaştırma riskini göze alacağı durumlar olacağı belirtilmiş.  
Çin ile Kriz Reçetesi Hazır. Güney Çin denizinde ve Tayvan’da ABD’nin artık şahin politikalara başvuracağı bildiriliyor. Peki bunun Tayvan - Çin ilişkilerine etkisi ne olacak? O yok. Olsun, Tayvan’a nasıl olsa büyük stratejik fırsatlar sunulacağı raporun başında belirtilmiş. Bu kapsamda Pasifik havzasında Çin’e yaklaşacak ABD müttefiklerine ciddi engeller çıkarılacağı da itiraf edilmiş. Çin’in Huawei firmasının başını çektiği 5G iletişim teknolojisinde ABD’yi geçmesine izin verilmeyeceği altı çizilerek dile getirilmiş. (Rapordan kısa süre sonra Huawei CFO’sunun Kanada da tutuklanmasını hatırlatalım.) Raporda, ABD’nin geleneksel müttefiklerinin Çin’le işbirliğini azaltması için tedbirler düşünüldüğü vurgulanıyor. ABD’nin güvenlik şemsiyesi altındaki ülkelerin ekonomik çıkarları nedeni ile Çin’e yaklaşmasının bu ülkelere ciddi baş ağrısı yaratacağı tehdidi gözden kaçmıyor. (Bu uyarının Çin’in OBOR projesinde Avrupa giriş limanı olarak seçilen Pire limanı üzerinden Yunanistan’a ya da Hayfa Limanı zerinden İsrail’e bir mesaj olduğunu anlamak zor değil)
İran in; İŞİD out. Raporda İran’a da ne yapacağı hatırlatılmış. İran’ın özellikle Basra Körfezinde ABD ve müttefik  savaş gemilerini tacize ve nükleer araştırma faaliyetlerine devam edeceği tahmin edilerek bu eylemlerin ancak çok gerekli olduğu zamanlarda icra edileceği vurgulanmış.  ABD ile bir çatışma istemeyecek İran’ın bunun yerine siber harp ya da vekillerinin (Hizbullah) örtülü harekatları ile ABD, İsrail ve Körfez devletlerinin çıkarlarına karşı konumlanacağı değerlendirmesi yapılıyor. (Yani İran’a Hürmüz’ü kapamaya zorlayacak bir aşamaya getirilmeyeceği mesajı veriliyor.) Suriye’de ABD - Rus çatışmasının göz ardı edilemeyeceği ve ABD’nin asıl hedefinin İran etkisini azaltmak olduğu hatırlatılıyor. (IŞID ile mücadelenin raporda çok az yer aldığını hatırlatalım.)
Ekonomi ile Tehdit Edilen Türkiye. Türkiye ile ilgili kısımda Suriye’deki PYD/YPG nin gerek IŞID gerekse İran vekilleri (proxy) ile savaşta ABD’nin müttefiki olduğuna vurgu yapılırken, PKK nın adı tek bir yerde bile geçmiyor. Türkiye’ye aba altından sopa gösterilerek  2019 yılındaki en büyük sorunun ekonomisi ve yüksek  enflasyon olacağı dikkate sunulurken, Türkiye’nin ABD ekonomik baskısına  karşı zayıflığına vurgu yapılıyor.  
Kritik 2019 ve Dünya Barışı. ABD, Soğuk Savaştan sonra en ciddi jeopolitik değişimlerin yaşandığı bir konjonktürde sürekli hatalı kararlar vererek, kendi elleri ile Pax Americana döneminin sonunu hızlandırıyor. Raporun aceleci bir şaşkınlık ve panik içinde yazıldığı her şekliyle anlaşılıyor. ABD dış ve güvenlik politika uygulamaları da aynı istikrarsız karakteri yansıtıyor. Kafalar çok karışık. Örneğin Türkiye’nin Fırat’ın Doğusuna PKK YPG/PYD karşıtı harekat yapmasının bölgedeki IŞID ile mücadeleye zarar vereceği deklere edilirken, IŞID tehdidinin bittiği bizzat Trump tarafından açıklanıyor. Ya da PKK elebaşları için ödül koyulurken aynı örgüte her türlü desteği veriyorlar. Raporda adı bile geçmeyen Akdeniz’de Türk Donanmasından NATO harekatı Sea Guardian için sürekli gemi tahsisi istenirken daha iki gün önce Amerikalı Demokrat senatör Menendez : ‘’ABD’nin Kıbrıs MEB’i karşısında kendini gösteren Türk saldırganlığına, güçlü bir diplomatik ve donanma varlığıyla yanıt vermesi gerekir’’ diyebiliyor. ABD’nin dolar operasyonuyla Türkiye’yi hizaya çekme girişiminde bulunacağı artık bir kehanet değildir. İktidar ve muhalefet bu sürecin Türkiye’ye jeopolitik bedelini tartışmaya bile açmamalıdır. ABD’nin aceleci şaşkınlıklar yaşadığı  bir dönemde Türkiye de aynı hataya düşmemelidir. Ekonomik kayıplar geri kazanılabilir ancak jeopolitik kayıplar asla. Ana muhalefetin ve iktidardaki yüksek bürokratların KKTC, Doğu Akdeniz ve Ortadoğu konularında hamle veya açıklama yapmadan önce jeopolitik farkındalıklarını artırmaları gerekir.





11 Aralık 2018 Salı

Deniz Dibi Madenciliği ve Kabotaj Haklarımız


Deniz Dibi Madenciliği ve Kabotaj Haklarımız
Denizcilik gücüne özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısından sonra katılan bir sektörden bahsediyorum.  Deniz diplerinin altındaki hidrokarbon kaynakları başta olmak üzere her türlü madenin su üstüne çıkarılmasını sağlayan “deniz dibi madenciliği” günümüzde devletleri savaşa zorlayacak büyüklükteki çıkarların yoğunlaştığı bir alan. Zira karalar üzerinde petrol ve doğalgaz çıkarılabilecek alanlar azalıyor. Teknoloji denizlere yönelmiştir. Bu nedenle başta Arktik Okyanusu, Doğu ve Güney Çin denizleri ile Doğu Akdeniz’deki zengin kaynak potansiyeli bilinen sondaj alanları, günümüzün yeni altın madenleridir.
Yeni Vahşi Batı. 21nci yüzyılda deniz dipleri vahşi batıdır. Sadece ABD firmalarının deniz dibi madenciliği için yaptığı yatırımların toplam değeri günümüzde bir trilyon doları aşmıştır. Bu sektör içinde hidrografi, oşinografi, jeoloji, sismoloji, metalürji ve sanayinin birçok kolu iç içe geçmiş haldedir. Derin su ya da sığ su delme ve çıkartma platform ve sistemlerini imal etmek ve işletmek, denizcilik gücü liginde en üst sıralarda bulunmakla eş anlamlıdır.  Bugün için dünyada tüketilen petrolün kabaca yüzde 30’u, doğal gazın yüzde 50’si denizlerden çıkarılıyor. 1960 yılında ilk modern deniz sondaj platformları geliştirildi. 1985 yılından sonra teknolojide yaşanan gelişmeler ile 400 metreden daha derin alanlara erişim kolaylaştı ve hatta 2000 yılından itibaren derinlik limiti ortadan kalktı. Sadece 2009 yılında ABD’de 1.500 metreden daha derin deniz dibindeki kuyulardan elde edilen petrol miktarı yüzde 34 oranında arttı. Günümüzde 11.000 metrede kuyu açmak mümkün hale geldi.
Türkiye Nerede? Türkiye çok geç kalmış olsa da, son yıllarda bu alanda üst üste atılımlar içine girmiştir. Bu alanda Deniz Kuvvetlerinin yönlendirmesi inkar edilemez bir gerçektir. 12 yıl önce Deniz Kuvvetlerinin MTA ve TPAO ile işbirliği ve eşgüdümü sonucu Türkiye’de ilk kez inşa edilmesi planlanan ve Oruçreis adı ile bugün mavi vatanda sismik araştırmalar yapan geminin ilk tohumları atılmıştır. Zira Deniz Kuvvetleri, mavi vatanda tek başına hard power üreterek, yani tatbikatlar, karakollar, keşif gözetleme faaliyetleri icra ederek bir yere  varılamayacağını Ege kıta sahanlığı sorunu başladığından bu yana görüyordu. MTA Sismik 1 (Hora) gemisinin 1976 kıta sahanlığı krizinde Ege’de yarattığı gerek siyasi, gerekse psikolojik etkinin gücü ispat edilmişti. Ancak 11 Kasım 1976 günü imzalanan Bern Mutabakatı, Ege’de açık deniz alanlarında sismik araştırmaları yasaklıyordu. Bu yasaklama Türkiye’ye 2000’li yılların başına kadar rehavet getirdi. Bugünleri düşünerek kuvvet çarpanı rolü oynayacak uluslararası kamu deniz hukukçusu ve sismik araştırma yapacak  deniz bilimcilerinin yetiştirilmesine  öncelik ve önem verilmedi. Doğu Akdeniz, başta Türkiye olmak üzere, tüm kıyıdaşların jeopolitik geleceğini belirlemeye devam ediyor. Bu süreç içinde 2013 yılından itibaren önce Barbaros ve 2016 sonrası Oruçreis Sismik araştırma gemilerinin ve de son olarak Fatih sondaj platformunun TPAO ve MTA üzerinden devlet envanterine geçmeleri büyük aşamalardır. Ancak bu çok pahalı donanımları her alanda destekleyecek liman destek sistemlerinden, açık deniz sistemlerine; sismik araştırma birimlerinden gemi işletmecilerine; tersane kolaylıklarından onarım destek yeteneklerine kadar, farklı alt yapı sistemlerinin kurulması ve işletilmesi gerekir. Yoksa durum 1861 -1867 yılları arasında bütçenin dörtte birini donanmaya ayıran Abdülaziz döneminden farklı olmaz. Söz konusu dönemde çok sayıda gemi alınmasına ve Akdeniz’in sayısal olarak en güçlü donanmasına sahip olunmasına rağmen gemileri kullanacak makine ve silah personelinin neredeyse tümü yabancı idi.
Kabotaj Hakkı Alsa Sulandırılmamalıdır. Deniz dibi madenciliği 21’inci yüzyılda Türkiye’nin en önemli ve en stratejik sektörüdür. Zira bu sektörün başarısı hepimizin refahını değiştirme potansiyeline sahiptir. Bu nedenle söz konusu sektörde millileşme ve kabotaj haklarını koruyarak gelişme esas olmalıdır. Halen gerek Barbaros, gerekse Oruçreis sismik araştırma gemileri ile Fatih sondaj gemilerinde yabancı personel çalıştırıldığı biliniyor. 24 Şubat 2013 tarihinde yapılan Barbaros Hayreddin gemisinin hizmete giriş töreninde konuşan dönemin enerji Bakanı Yıldız “18 milletten teknik personel bu gemide çalışıyor. Heyetimiz üç yıl yabancılarla çalışacak. Üç yıl sonra yabancı personel gemiden ayrılacak” demişti. Aradan 5 yıl geçmesine rağmen yabancı personel yerinde duruyor. Birkaç yıl içinde neredeyse gemi fiyatına varan personel giderleri bir yana, söz konusu  durumun kabotaj kanununa da aykırı olduğu izahtan varestedir. Tecrübe birikimi; Know how transferi ve eğitim maksadıyla kısa ve orta vadede Sismik teknolojiler, sığ/derin su delme ve çıkarma operasyonları ve bilgi işlem alanlarında bu duruma tahammül edilebilir. Ancak bunun da bir sınırı vardır. Bu kapsamda sismik araştırmalarda elde edilen, deniz yetki alanlarımıza ait çok gizli sismik, jeolojik ve jeomorfolojik bilgilerin ikinci aktörler ile paylaşım riskini de unutmamak gerekir. Diğer yandan sismoloji ve bilgi işlem faaliyetleri dışında salt gemi işletmeciliği konusunda kabotaj kanununa uyulması hukuki bir zorunluluktur. Aynı durum halen özel sektör tarafından satın alınan FSRU ‘’Floating Storage Regasification Unit’’ (Yüzer gaz depolama çevrim tesisi) için de geçerlidir. Bu gemiler de Türk bayraklı ve Türk personel ile donatılmak durumundadır. Türkiye bu gemileri yüzde yüz Türk personel ile donatacak ve işletecek insangücü ve tecrübeye sahiptir. Bunun aksi zaten kabotaja aykırıdır. Dünyanın en gelişmiş kimyasal tankerlerini üreten ve kullanan Türkiye neden bu gemileri işletemesin? Şu an söz konusu gemilerin işletilmesinde  yaşanan kabotaja aykırı gelişmeleri eğitim maksatlı geçiş dönemi olarak göremeyiz. Sismik ve delme/çıkarma alanında yaşanan eğitim dönemini kısa sürede tamamlamak ve tamamlatmak devletin görevidir. Ancak gemi işletmeciliği alanında kabotaja uymamak ya da kabotajı sulandırmak söz konusu olamaz. Unutulmamalıdır ki Atatürk, Lozan’a giden heyete kapitülasyonlarda ısrar halinde görüşmeleri kesme yetkisi vermişti. İnönü de bu hakkı gözünü kırpmadan uygulamış ve Ankara’ya 4 Şubat 1923 günü geri dönmüştü. Kapitülasyonların en büyük sömürü alanının kabotaj hakkı olduğunu buradan hatırlatalım. Kabotaj ulusal namusumuzdur.


 






4 Aralık 2018 Salı

Kafkas Seddinden 100 yıl sonra Akdeniz ve Karadeniz Seddi: ‘’İkisini de Kırmak Zorundayız.’’


 




Kafkas Seddinden 100 yıl sonra Akdeniz ve Karadeniz Seddi:
 ‘’İkisini de Kırmak Zorundayız.’’
Tam 100 yıl önce anti emperyalist bir devrim ile batıdan kopan Rusya’nın tekrar batı hizasına çekilmesi için Kızıl Ordu ile emperyalist devletlerin fiilen desteklediği Beyaz Ordu arasında iç savaş başlatıldı. İç savaş beş yıl (1917-22) sürdü. Üç milyona yakın insan öldü. ABD, İngiltere Fransa, Japonya Polonya ve İtalya 200 bine yakın askerini ve lojistik malzemeyi iç savaşta Beyaz Ordu desteğine verdi. Sonunda batı kaybetti. 1918 sonunda Osmanlı Hanedanı Mondros Mütarekesine razı olmuş ve sonu Sevr’e giden işgal sürecine izin vermişti. Ancak Mustafa Kemal liderliğinde Anadolu’da başlayan kutsal isyan, ezelden beri hür yaşamış ve asla işgal görmemiş Anadolu’da yeni bir dirilişi başlattı. Kuvayı Milliye bu dirilişin askeri gücünü oluşturdu. Ancak kısa bir süre sonra Kuvayı Milliye ile emperyalizmin kuklası Osmanlı Sarayına bağlı askeri ve gayri nizami güçler arasında iç savaş başladı. İç savaş sırasında, dönemin başat emperyal devleti olan İngiltere, Mustafa Kemal liderliğindeki Anadolu Kurtuluş Savaşının gerek Sovyet Rusya, gerekse Orta Asya Türk toplulukları ile irtibatını kesmek üzere Transkafkasya üzerinde jeopolitik bir engel yaratmak istedi. İngiltere’nin bu kurgusunda batı destekli Taşnaklar Ermenistan’ı, Menşevikler Gürcistan’ı ve Müsavatçılar Azerbaycan’ı kurarak "Kafkas Seddi"ni oluşturacak ve Türk halkı Anadolu içine hapsedilmiş olacaktı. Bu yapı kısa sürdü. Atatürk ve Lenin dostluğu sonucu askeri zaferler sayesinde yıkıldı. Mustafa Kemal, Sevr’in imzalanmasından 6 ay önce 5 Şubat 1920 günü “Kafkas Seddi” üzerine şu açıklamayı yapmıştı: “Kafkas Seddi’nin yapılmasını Türkiye’nin kati mahvı projesi sayıp, bu seddi İtilaf Devletleri’ne yaptırmamak için en son vasıtalara müracaat etmek ve bu uğurda her türlü tehlikeleri göze almak mecburiyetindeyiz.”
Rusya ve Türkiye Jeopolitik Kader Birliği. 5 yıl sonra 100. Yaşını kutlayacak Türkiye Cumhuriyeti bugün Akdeniz ve Karadeniz setleri ile kuşatılmaktadır. Aynı durum Rusya Federasyonu için de geçerlidir. 100 yıl sonra jeopolitik kader Türkiye ile Rusya’yı batının saldırganlığı karşısında benzer endişelere sevk etmektedir. Rusya, Çin ile geliştirdiği jeopolitik işbirliği ile dünya tarihinde görülmemiş şekilde Avrasya Adasının kuzey ve doğu sahillerini emniyete almıştır. Ancak batıdan büyük bir kuşatma altındadır. Bir zamanlar batıdaki en yakın NATO sınırından 1000 km uzakta olan Moskova, bugün Polonya ve Baltık Cumhuriyetlerinin NATO üyesi olması sonucunda kuşatılmış ve en yakın yerde 300 km menzil içine girmiştir. Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO üyeliği ise Rusya için jeopolitik intihar ile eş değerdir. Diğer bir deyişle bu iki ülkenin NATO üyesi olması, 100 yıl öncesinin Kafkas seddinden farklı sonuçlar yaratmayacaktır.
Karadeniz Seddinin Tetikçisi: Ukrayna. Ukrayna, son yaşanan Kerch Boğazı olayı ile ABD ve NATO’nun tartışmasız bir tetikçisi olduğunu ispat etmiştir. Bu olayın, Türk Akımı boru hattının önlenmesinin açıkça telaffuz edildiği 17 Kasım 2018 tarihli  ‘’ABD-Ukrayna Stratejik Ortaklık Komisyonu’’ Ortak Bildirisinin ardından gerçekleşmesi, NATO müttefikimizin Türkiye’nin en doğal hak ve çıkarlarını ne denli göz ardı hatta tehdit ettiğini de ortaya koymuştur. Doğu Akdeniz’de, tarihimizin denizlerdeki en büyük meydan okumaları ile karşı karşıya kaldığımız ve batı destekli askeri bir blok ile ciddi çatışma riski taşıyan bir konjonktürde Karadeniz’de Ukrayna üzerinden Rusya’yı kışkırtarak tüm NATO ve AB ülkelerini yeniden Rusya düşmanlığına teşvik etmek için bundan daha iyi bir zaman bulunamazdı.
ABD, Yeni Arayışlara Zorlanıyor. Fransa liderinin Avrupa ordusunu savunurken ilk kez ‘’ABD’ye karşı korunmak’’ kavramını ortaya atması; Almanya gibi bir küresel ekonomik lokomotifin Avrupa savunma kimliğini savunurken Rusya ile Kuzey Akım II üzerinden doğal gaz anlaşmalarını ısrarla geliştirmesi; Suriye’de köşeye sıkışmış ve opsiyonları tükenme aşamasına gelmiş ABD’nin çıkmazlarla dolu Ortadoğu siyasetinin iflası; ABD ve yakın takipçilerini yeni arayışlara itmiştir. Bu arayışların Avrasya’da geçtiğimiz yakın dönemde Çin ve Rusya önderliğinde Japonya, Hindistan üzerinden gerçekleştirilen bir çok ekonomik projenin başarısı ile de ilişkili olduğunu eklemek gerekir.  
Sınır Tanımayan Türkiye Düşmanlığı. Diğer yandan Doğu  Akdeniz’de Türkiye karşıtlığı artık sınır tanımıyor. ABD ve Yunan ana akım medyasında Türkiye aleyhtarı her hafta birkaç makale yayınlanıyor.  Yunan, Kıbrıs, Israil ve Mısır cephesinin her geçen gün artan saldırganlığı tatbikatlar üzerinden somutlaşırken, geçen hafta basına yansıyan haberlerden bir ABD askeri heyetinin Güney Kıbrıs’ta üs seçimi için görüşmelere ve tarihte ilk kez Güney Kıbrıs’ın Washington Büyükelçiliğinde Rum askeri ataşenin göreve başladığını öğreniyoruz. KKTC’de Türk kimliğini  yitirmiş, adadaki Türk askeri varlığını işgalci olarak niteleyen bir kısım güruhun iktidar olanaklarını kullanarak, Anadolu jeopolitiğini göz ardı etmeye devam ettiği bir konjonktürde sözde çözüm süreç baskılarının da artmasını bu karmaşık tabloya ekleyelim.
Setleri Yıkmalıyız. Tam 100 yıl sonra, günümüzde Kafkas seddinin yerini, emperyalizmin Akdeniz ve Karadeniz setleri aldı. Bu setler içeride ülkü birliğine dayalı güçlü beraberlik dışarıda yeni ittifaklarla yıkılabilir. Aksi takdirde ciddi jeopolitik kayıplar yaşanabilir. Hükümetler, ekonomik çöküşlerin ve kayıpların hesabını verebilir, ancak jeopolitik kayıpların hesabını veremezler. Bu çok ağır bir yüktür. Türkiye’yi yeni Akdeniz ve Karadeniz Setlerine mahkum etmeye çalışan emperyalizmle mücadelede günlük iktidar oyunları veya gelecek iktidar hesapları yapılamaz. Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet iktidarı ve muhalefeti ile siyaset üstü bir konsensüs içinde hareket etmek ve gelen büyük fırtınaya hazırlanmalıdır.  Bu fırtına siyasi parti ayırımı yapmıyor. Mevcut iktidar değişse bile emperyalizmin hedefleri değişmez. Jeopolitik arenaya sarsılmaz irade, bilgi, uzun vadeli vizyon ve cesaret ile çıkılır. Türkiye Atlantik kamp  tarafından her alanda sıkıştırılıyor. Bu saldırı ve sıkıştırma siyasi değil jeopolitiktir. Bu saldırı ancak içerde birlik, dışarıda Avrasya birlikteliği ile önlenebilir. Hegemonyanın zayıfladığı ve yeni dünya düzeninin kurulma arifesinde içerdeki birliğimizin,  dışarıda Türk Rus ilişkilerinin, Türk Çin ilişkileri ile paralel şekilde en üst seviyeye çıkarılarak geliştirilmesi gereken günleri yaşıyoruz.