24 Haziran 2019 Pazartesi

Vapur İskelesini Geri Alan Büyükdere Halkı Mavi Vatanını Bırakmayan Türk Halkı.


 
Vapur İskelesini Geri Alan Büyükdere Halkı
Mavi Vatanını Bırakmayan Türk Halkı.
Çok sıcak ve hareketli günler yaşıyoruz. Doğu Akdeniz başta olmak üzere mavi vatanı ilgilendiren her alanda, her boyutta yeni gelişmelerle karşı karşıyayız. Bilgi akışı o kadar hızlı ki, her türlü medya mecrasından yarım saat uzaklaşsanız, döndüğünüzde yeni gelişmelerle  karşı karşıya kalıyorsunuz. Bilgi fırtınasının içinde bir anda kendinizi Baltık Denizi veya Güney Çin Denizinde; ya da Arktik Okyanusundaki Yamal sondaj platformunda veya Baf batısındaki Fatih sondaj platformunda buluyorsunuz. Bazen çok yakınınızda kendi habitatınızda olup bitenler, gerçek çevrenizle olan ilişkiler, düşünce boyutunuz ve perspektifiniz genişledikçe sizden uzaklaşıyor. Bunun bir temel nedeni alışkanlık ya da kanıksama. Şimdi gelelim yakın çevremde yaşadığım olaya. Bundan tam 2 yıl önce 25 Haziran 2017 tarihinde bu köşede ‘’İstanbul’da Deniz Ulaştırmasındaki Yeni Fırsatı Kaçırmayalım’’ başlığı altında bir yazı yazmıştım.(https://www.aydinlik.com.tr/kose-yazilari/cem-gurdeniz/2017-haziran/istanbul-da-deniz-ulastirmasindaki-yeni-firsati-kacirmayalim) Bu yazıda Büyükşehir Belediyesinin, 2 yıl önce şehir trafiğini rahatlatmak için deniz ulaşımını arttırma kararı alması sonucu çok sayıda bölgeye 30 yeni vapur hattı konulduğundan bahisle,  Sarıyer’den Eminönü’ne deniz yolu ile gidip dönmenin 0630- 1830 arasında her 45 dakikada mümkün olduğunu belirterek halkı denizi  kullanmaya davet etmiştim. Yazıyı şöyle bitirmiştim: ‘’İstanbul Halkı Denizi Kullanmayı Öğrenmeli. Bunu başaracak olan halkın ta kendisidir. Dünyanın incisi Boğaziçi’nde her sabah iyot kokusu, olağanüstü manzara ve demli bir çayla yapılacak günlük seyahatlerin bir Japon, Amerikalı ya da Avrupalı turist için yıllarca anlatılacak bir haz olduğunu vurgulayalım. Halkımıza sesleniyorum. Yeni açılan tüm hatları kullanın. Sosyal medyayı kullanarak tüm çevrenizi yeni açılan hatlara davet edin. Talep artsın. Gemiler çoğalsın. Yolcular çoğalsın. Karanın zincirlerini kıralım.’’
İskelesini Geri Alan Büyükdere Halkı. Geçenlerde Sarıyer’den Beşiktaş’a vapurla gittim. Sarıyer’den ayrılan vapur, normal koşullarda doğrudan Yeniköy Burnuna rota verirken bu kez Büyükdere Vapur İskelesine rota verdi. Çok güzel bir gelişme olmuştu. Yol güzergahına Büyükdere Vapur iskelesi de eklenmişti. Akşam Büyükdere’nin ünlü  Piyasa Caddesinde eşimle yürürken bir afiş gördüm. ‘’İskelemizi Geri Aldık.’’ Ne kadar mutlu olduğumu anlatamam.  Sarıyer Kent Dayanışması isimli sivil toplum örgütü büyük bir iş başarmıştı. Yaptıkları demokratik eylemler sonucu Rumeli Kavak Eminönü hattı vapur seferleri 7 yıl aradan sonra 27 Mayıs 2019 tarihinden itibaren Büyükdere Vapur İskelesine uğramaya başlamıştı. Kent Dayanışması, 10 bin ıslak imza toplaması bir yana, kullandığı vizyoner sloganlarla büyük takdiri hak ediyor. En çok beğendiğim sloganı yazayım: “Karadan değil maviden ulaşım”. Benzer bir başarının da daha önce Emirgan’ı Sevenler Derneği tarafından  elde edilerek Emirgan’ın da aynı hatta uğrak iskelesi yapıldığını buradan hatırlatalım. Demek ki Türk halkının içindeki deniz ve gemi sevgisi, vahşi kapitalizmin karaya odaklı, çevre düşmanı tekerlekli ulaşım modelinin baskısını galebe çalabiliyor. Dilerim Boğaziçi’ndeki tüm vapur iskeleleri faal hale geçer. Dilerim 1950’li yılların zarif görüntülü şehir hattı vapur dizaynı esas alınarak (Örneğin Tarz-ı Nevin) inşa edilecek yeni, güzel ve asil gemiler boğazın güzelliğine  güzellik katar.
Mavi Vatana Sahip Çıkan Türk Halkı. Büyükdere halkının iskelesine ve denizine sahip çıkması 21’inci yüzyılda Türk halkının Mavi Vatanına sahip çıkmasının bir nevi mikrokosmos’udur. Aslında Büyükdere Anadolu’dur. Mavi Vatan artık deniz yetki alanlarımızı tarif eden bir kavram olmaktan çıkmıştır. Türklerin denizcileşmesinin bir sembolüne dönüşmüştür. Anadolu, Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün 30 Ağustos 1922 sabahı haykırdığı ‘’Ordular İlk Hedefiniz Akdeniz’dir’’ direktifinin ikinci aşamasına geçmiştir. Halkımız atalarının 87 yıl önce kutsal vatanımızı işgal eden Yunan ordularını süpürerek kıyısına vardığı Akdeniz’i bu kez Mavi Vatan cephesinde sahipleniyor. Türkiye Ege’de ve Doğu Akdeniz’de kuşatılmışlığı reddediyor. Bu süreçte elinde çok değerli üç güç unsuru var. Birincisi Cumhuriyet Donanması, ikincisi denizine sahip çıkan Türk halkı ve sonuncusu KKTC’nin bağımsız varlığıdır. O nedenle her yerde haykırıyoruz: ‘’Zaman anavatan, mavi vatan ve yavru vatanın birleşme zamanıdır.’’
Yunanistan Denizci Türkiye Gerçeğine Alışmalı. Bakın 13 Ocak 2019 tarihli Kathimerini gazetesinde Yorgos Prevelakis ‘’Sembolik Silah Olarak Mavi Vatan’’ isimli makalesinde ne diyor? ‘’Türkiye’nin ‘Mavi Vatan’dan ısrarla söz etmesi, Doğu Akdeniz enerji kaynakları sürtüşmesinde yeni bir stratejik  oyun olarak yorumlanmamalı. Eski Türk-Yunan jeopolitik uzlaşmalarına karşı çıkan semboller, savaşının başlangıcı sayılmalıdır.’’ Yazar Türkiye’nin deniz cephesini talep etmesini büyük bir jeopolitik kırılma ve sapma olarak görüyor. Panikliyor.  Devam ediyor: ‘’Yunan argümanları güçlü. Türk ulusunun, yeni, sembolik bir deniz mirası yok. Önemli İslam coğrafyacısı Xavier de Planhol, Müslüman dininin, kanunları nedeniyle denizcilikle uyumlu olmadığını gösterdi... Günümüzde deniz hakkındaki tehdit ön plana geliyor...Atina bunu yapacak durumda değilse, Helenizm’in başka etkenleri, özellikle de deniz alanını ve sembolik değerini bilenler tarafından harekete geçirilmeli. Sembolik savaşlar döneminde ne uluslararası hukukun gündeme getirilmesi, ne de kesin olmayan ittifaklar, küçüklerin çıkarlarını güvence altına almak için yeterli görünüyor.’’
Yorgos’a birileri gerçekleri anlatmalı. Türklerin denize stratejik çıkışı 4 asır sonra Mustafa Kemal ile başlamıştır. 21’inci Yüzyılda  önlenemez bir seviyeye erişmiştir. Türkiye üzerindeki Atlantik cenderesi kalktıkça, Türkiye’nin devleti ve halkı ile denizcileşmesi ivmelenecektir. Yunanistan ve Güney Kıbrıs Haydut Devleti, Helenizm romantizmini, Ortodoksluk afyonunu ve vekil devlet mirası içinde emperyalizmin koruma şemsiyesi beklentilerini aşmalıdır. Zaman  rasyonel düşünceye dönme zamanıdır.



    





18 Haziran 2019 Salı

Doğu Akdeniz Tavsiyeleri

Doğu Akdeniz Tavsiyeleri

Deniz Kuvvetlerimizin çevre denizlerde, özellikle ege ve Doğu Akdeniz’de mavi vatan çıkarlarımızın korunması, kollanması ve geliştirilmesi uğrunda sarf ettiği yüksek enerji ve mesaiyi büyük bir takdirle izliyoruz. Doğu Akdeniz tarihte olduğu gibi şüphesiz gelecek on yıllar için de üzerinde çok yoğun emek ve kaynak harcayacağımız jeopolitik çekim alanıdır. Üç kıta ve deniz havzaları olarak Karadeniz’le birlikte Hazar ve Tuna, Ege, Kızıldeniz, Basra ve Hint Okyanusu bu sularda buluşmaktadır. 
KKTC Öncelikleri. Bu alan KKTC ile birlikte 21’inci yüzyıldaki kaderimizi şekillendirecektir. Bugün yapılacak bir hata gelecekte geri dönüşü olmayan sonuçlar yaratacaktır. Bu kapsamda en büyük önceliğimizin Doğu Akdeniz deniz yetki alanları olduğunu bir kez daha hatırlatmak isterim. Bu alan, KKTC’deki askeri varlığımız ile KKTC nin geleceğinden soyutlanamaz. Diğer bir deyişle anavatan, yavru vatan ve mavi vatanın 21’inci yüzyılda ayrılmazlığı artık bir seçenek değil jeopolitik gereksinimdir.
Diğer yandan KKTC’de federalist çözüm dönemi Rum tarafının yarım asırdır sürdürdüğü istismarcı tutum nedeniyle fiilen kapanmış durumdadır. Artık iki bağımsız devletin varlığı temeline dayanan sürece yönelmek kaçınılmazdır.  Bu süreçte bir buçuk ay sonra 20 Temmuzda kutlanacak Kıbrıs Barış Harekatı 45.yıldönümü gerek Türkiye’de gerekse KKTC’de yeni dönemin hak ettiği çap ve görkemde yürütülmelidir. Adada yeni görevlendirilen Ersin Tatar Hükümetinin bu kapsamda milli değerlere ve Türkiye ile stratejik işbirliğine son yıllarda eşi görülmemiş derecede yakın bir tutum içinde olması beklenmektedir. KKTC’de son yıllarda artan Türkiye aleyhtarlığı ve Rum muhipliğini azaltacak ana vatan ve yavru vatan ile yakınlaşmayı sağlayacak, her iki ekonominin bütünleşmesine yönelik tedbirlerin alınmasında Tatar Hükümetine her türlü destek verilmelidir.
 Yunanistan ile GKRY arasında 1993 yılından beri özel bir “ortak güvenlik antlaşması” yürürlüktedir. Ayrıca geçen ay Fransa ile Kıbrıslı Rumlar bir deniz üssü anlaşması imzalamışlardır. Söz konusu üs anlaşmaları ile adada fiilen Türk tarafı aleyhine bozulan askeri dengenin yeniden tesisi için ivedilikle donanmamızın ve hava kuvvetlerimizin stratejik ihtiyaçlarını karşılamak maksadıyla Magosa yakınında deniz üssü; Geçitkale’de hava üssü kurulması zorunlu hale gelmiştir. Benzer şekilde 1999 yılında alınan MGK kararına rağmen, sonradan engellenen doğu Akdeniz’de büyük çapta inşa ve onarım tersanesinin kurulma süreci ivedilikle yeniden başlatılmalıdır. 
MEB İlanı Aciliyeti Türkiye’nin gelecek yüzyıllarının kaderinde bu kadar önemli yer tutan doğu Akdeniz’de Münhasır Ekonomik bölge sınırlarımızın ilan edilmesi ve bu gelişme paralelinde Libya ve Suriye ile karşılıklı sınırlandırma anlaşmalarının tesisi için dış politikamızda gerekli değişikliklerinin yapılması dikkate alınmalıdır. Bu çerçevede Mısır ile Mursi  ve İhvan odaklı kan davasına dönüşen politik çekişmeye son verilerek karşılıklı çıkar maksimizasyonuna dayanan ilişkiler tesis edilmelidir. Bu sağlandığı takdirde Mısır, Kıbrıslı Rumlar aleyhine kaybettiği deniz alanlarına yeniden kavuşabilecek müzakere ortamını yaratabilecektir. Türkiye’nin henüz bir deniz yetki alanları kanunu yoktur. Gerek kıta sahanlığı gerek MEB sınırları içinde devlet yetkilerini kanunlaştıran bir yasanın ivedi hayata geçirilmesi her üç deniz alanımızda devlet uygulamalarını güçlendirecektir.
Ege Öncelikleri. Yunanistan ile Ege’de güven ve güvenlik artırıcı tedbirlerin görüşülmesi sürecine devam edilebilir.  Ancak, Lozan’da tesis edilen Ege’deki denge daima göz önünde bulundurulmalı, Kardak benzeri ada adacık ve kayalıklardaki Yunanistan kışkırtmaları son bulmalıdır. Türkiye’nin Doğu Akdeniz odaklanmasını engellemek ve kuvvet inkısamına neden olmak için yapılan kışkırtma ve silahlı çatışma tuzaklarına düşülmemelidir.  Yunanistan’ın Kardak krizi sonrası EGAYDAAK’larda yaptığı devlet uygulamalarının sorunun geleceğine katkı sağlamayacağı ve beyhude çabalar olduğu en üst makam tarafından açıkça deklare edilmelidir. Benzer şekilde egemenlikleri, silahsızlandırılmış statüde Yunanistan’a devredilen adaların bu şartlar devam ettiği takdirde egemenliklerinin tartışmaya açılacağı ve Türkiye’nin BM Güvenlik Konseyine başvurma hakkının doğduğu deklare edilmelidir.
İsrail’in Yakından İzlenmesi. Bir diğer güvenlik sorunu olarak İsrail’in son on yılda ada üzerindeki varlık ve etkisini gerek KKTC’de toprak ve mülk alarak; gerekse Güney Kıbrıs’taki askeri varlığını tatbikatlar ve silahlandırma projeleri üzerinden artırması dikkatle izlenmelidir. Özellikle Karpas’ta kurulan İsrail sermayeli ve sahipli marinanın yakın takibi sağlanmalıdır. Diğer yandan Rusya ile her alanda gelişen ilişkilerin artık KKTC boyutunda da somut ve verimli bir sonuca odaklanması hedeflenmelidir. Bu kapsamda S-400 projesinden değil vaz geçmek, aksine Rusya ile stratejik ilişkileri geliştirmek hedeflenmeli ve Rusya KKTC ve Doğu Akdeniz’deki Türkiye çıkarları konusunda ikna edilmelidir. Aynı durum Çin ile ilişkiler için de geçerlidir.
Doğu Akdeniz Enerji Forumu. Tüm bu gelişmeler paralelinde Doğu Akdeniz’de bu yıl içinde kurulan ve dışlandığımız Doğu Akdeniz Gaz Forumuna karşılık Türkiye, Suriye, Lübnan ve Libya ile ortak, Doğu Akdeniz Enerji Forumu da Türkiye tarafından kurulmalı, Rusya gözlemci olarak davet edilmelidir.





12 Haziran 2019 Çarşamba

Güçlenen Rus – Çin Dostluğu ve Çok Kutuplu Bir Dünya

Description: IMG_0131 




Güçlenen Rus – Çin Dostluğu ve Çok Kutuplu Bir Dünya

Birinci Dünya Savaşı kömürden petrole geçen sanayileşmiş devlerin kaynak ve yeni pazar hesaplaşmasıydı. Kapitalistlerin arasında gerçekleşti. Savaşın kaderi Avrasya’da belirlendi. Ancak bu kaderi etkileyen en önemli iki olay denizde gerçekleşti. İlki Çanakkale’de boğazın geçilememesiyle savaşın iki yıl uzaması oldu. Rusya’da devrim tetiklendi ve Rusya kapitalist dünyadan sosyalist dünyaya geçerek tarihte yeni bir düzenin kurulmasını başlattı. İkincisi Avrasya’daki hesaplaşmaya bir deniz gücünün müdahil olmasıydı. Savaşın uzamasına tahammül edemeyen İngiltere’nin yardımına koşan ABD, ilk kez Avrasya’da aktif bir oyuncu oldu. Ancak savaşın sonunda dökülen Amerikan kanının karşılığını alamadı. 21 yıl sonra gelen İkinci Dünya Savaşının ana sahnesi tekrar Avrasya idi. Bu kez kapitalist, faşist ve sosyalist kutuplar savaşın aktörleriydiler. ABD’nin savaşa girmesi ile tarihte ilk kez Pasifik cephesi dünya savaşının ana cephesi oldu. Savaşın gidişatını Sovyetlerin karadaki direnişi ve Kuzey Afrika cephesi değiştirdi.  Son safha Avrasya’nın batısındaki Normandiya Çıkarması ile doğusunda Japonya’ya atılan nükleer silahlarla bitirildi. Üç faşist devlet, Almanya, İtalya ve Japonya rejimleri tarihten silindi.
Avrasya’nın Belirleyiciliği. Savaşın sonunda Avrasya’nın her iki yanındaki okyanusları kontrol eden dev ABD donanması denizlerdeki tek kutupluluğu İngiltere’den devraldı. Ancak karada aynı mutlak sonucu elde edemedi. Savaşta 26 milyon kayıp veren ve 1949 yılında nükleer silahlara sahip olan Sovyetler Birliği Avrasya’da diğer belirleyici güç oldu.  Böylece küresel sistem, 1946 yılından 1989 yılına kadar iki kutuplu dünya düzenine sahip oldu. Truman doktrini ilanı (12 Mart 1947) ve ardından NATO’nun kurulması (4 Nisan 1949) ile  ABD geri çekilmemek üzere Avrasya’nın batısını tutmaya başladı. Bu sistem dünyaya görece bir istikrar getirdi. En azından karşılıklı denge ve kontrol mekanizması sayesinde iki taraf birbirinin gücünü test etmek ve dünya savaşın neden olmak yerine vekilleri üzerinden etki alanlarını geliştirmeye çalıştılar. Sistem dışına çıkanlara müdahalelere göz yumdular. (Macaristan, Çekoslovakya, Orta ve Güney Amerika, Orta Doğu vb.) Bu dönemin sistem dışı en önemli gelişmesi şüphesiz büyük hidrokarbon kaynak alanı Ortadoğu’ya mücavir Akdeniz ve Kızıldeniz’e kıyısı olan İsrail devletinin kurulması oldu. (14 Mayıs 1948). Böylece ABD, Ortadoğu’daki  stratejik ileri karakolu olarak günümüze her alanda ve her kapsamda yansımaları  olan İsrail - ABD jeopolitik ortaklığını başlatmış oldu. Bu ortaklık Avrasya’da en az NATO kadar etkili oldu ancak bölgeye ne barış ne de huzur getirdi.
Soğuk Savaşın Bitişi. Soğuk Savaşın bitmesine neden olan en önemli jeopolitik iki gelişme İran devrimi (1979) ile Sovyetlerin Afganistan işgali (1980) oldu. Bir yıl ara ile Avrasya’da jeopolitik haritanın ve dengelerin ABD aleyhine kökten değişmesi soğuk savaşın sonunu getirecek süreçleri tetikledi. Yeni dönem tek kutuplu dünya sistemini ortaya çıkardı. Ancak manifestosu kanlı oldu. Nasıl ki İkinci Dünya Savaşı sonunda Japonya’ya atılan bombalar sadece Japon rejimini hedef almamıştı. Asıl hedef dünya liderliğinin askeri güç üzerinden Sovyetler, İngiltere, Fransa ve diğer devletlere ilanıydı. 1990 yılında Kuveyt’in Irak tarafından işgali teşvik edilerek bu kez 17 Ocak 1991 gecesi Bağdat’a CNN’den naklen yayınlanan Tomahawk saldırıları ile yeni dünya düzeni, Kuveyt’i kurtarma kampanyası üzerinden ilan edildi.   Büyük bir askeri zafer neredeyse Amerikan kanı dökülmeden kazanıldı.
Tarihin Sonu Zırvası. Artık liberal kapitalist  müesses nizam (establishment) ‘’tarihin sonunu getirdik’’ diyebilecek konuma gelmişti. Bir avuç küresel dev firmanın çıkarları, küreselleşme ve demokrasiyi yaygınlaştırma adı altında dünya ekonomi ve jeopolitiğini etkiliyor, bu uğurda ulus devletleri yıkmak, küçültmek ve bölmek için her türlü gayret acımasızca sarf ediliyordu. Bu dönemin kreşendosu 11 Eylül 2001 sonrası geldi. Haritalar ve rejimler vahşi bir şekilde değiştirildi.
Durdurulamayan İniş. Ancak her yükselişin mutlaka inişi de vardır. Önce 2008 Wall Street ve 8 Ağustos 2008 Osetya  krizleri ve daha sonra 2010 yılında Çin’in üretimde ABD’yi geçmesi ile tek kutuplu sistem gemisi su almaya başladı. Ancak tek kutuplu sisteme en büyük darbe Çin-Rus yakınlaşması ve stratejik işbirliği sayesinde yaratıldı. Avrasya’nın doğu ve kuzey kıyıları böylece ŞİÖ kontrolüne geçti. Çin, bir anda Rusya’yı çevreleyen kenar kuşak ülke rolünden kalpgâhın ta kendisine dönüştü ve dünya nefes almaya başladı. Bu süreci 2013 yılından itibaren Çin’in ‘’Bir Kuşak Bir Yol’’ girişimi takip etti. Nihayetinde 2018 Ocak ayında ABD Savunma Bakanı Mattis Büyük Güç Mücadelesi Döneminin başladığını ilan etmek zorunda kaldı. Bu resmen ‘’tek kutup bitiyor, ancak direneceğim’’ mesajıydı. Günümüzde Çin ile benzeri görülmemiş ticaret savaşı; Rusya ile NATO üzerinden soğuk savaş günlerini geride bırakan askeri varlık gösterme, tatbikatlar ve yaptırımlar yolu ile sindirme faaliyetleri yürüten ABD’de finans, silah ve enerji lobileri her iki cephede gerginliğin artmasını istiyor. Ancak nükleer dehşet dengesi paralelinde dünya savaşı çıkmayacağını onlar da görüyor. Geriye vekil savaşları ile ticaret, ambargo ve yaptırım savaşları, turuncu devrimler kalıyor.
Direnen Rusya ve Çin. Rusya ve Çin bloğu direniyor ve sağlam duruyor. ŞİÖ, Kuşak ve Yol ortaklığının ikliminde 5 Haziran 2019’da Moskova’da buluşma sırasında Putin Çin Devlet Başkanına şunları söyledi: "Son yıllarda, sizin de doğrudan katılımınız sayesinde, Rusya-Çin ilişkileri, abartı olmaksızın, şimdiye dek eşi görülmemiş bir seviyeye ulaştı. En önemlisi de, eşi görülmemiş seviyedeki ilişkilerin, Rusya ile Çin halklarının işbirliğine sahne olması ve tam teşekküllü kalkınma için sahip oldukları rekabet avantajlarını kullanmasıdır." Bu sözlere karşılık Çin Devlet Başkanı Xi Jinping şöyle söyledi: "İlişkilerimizi adım adım tarihin en yüksek seviyesine çıkarmayı başardık. İlişkilerimizi geliştirmenin bir sınırı yok. Giderek daha da iyi olacak. ‘’ Bu ay içinde iki lider 14 Haziran’da ŞİÖ zirvesi için Kırgızistan/Bişkek’te daha sonra 28 Haziran’da Osaka/Japonya’da G 20 zirvesinde tekrar bir araya gelecekler. Her iki toplantının Rus - Çin ittifakının dışa vurumuna aracılık etmesi sürpriz olmayacaktır..
Hindistan Kilit Ülke. Dünya süratle tek kutup düzeninden kurtuluyor. Şüphesiz tek kutup sahibi düşen güç, var gücü ile bunu geciktirmeye çalışacaktır. Rusya, Çin ve Hindistan’ın bir birine düşürülmesi için her türlü kışkırtma ve kumpas denenecektir. Her üç ülkenin bu tuzaklara düşmemesi insanlığın geleceği için çok önemlidir. Burada kilit ülkenin Hindistan olduğunu hatırlatalım. Mazlum devletlere örnek bir mücadele ile  ağır bedeller ödeyerek ve ölerek bağımsızlığını kazanmış Hindistan’ın emperyalizm cephesinde yer alıp almayacağını  göreceğiz. Dünyanın en az Hindistan kadar merakla takip ettiği bir diğer ülke de Türkiye. 15 Temmuz 2016 gecesi bağlı olduğu Atlantik sistemin suikastına uğrayan ülkemiz, dilerim eski hatalarını tekrar etmez, Mustafa Kemal Atatürk’ün onurlu mirasını hatırlar. Hindistan’ın kurucu lideri Mahatma Gandhi’nin sözleri ile yazımızı bitirelim: ‘’Mustafa Kemal İngilizleri yeninceye kadar tanrıyı da İngiliz zannediyordum.’’



3 Haziran 2019 Pazartesi

Mavi Vatanın Güney Kalesi: KKTC ve Durumsal Farkındalık

Description: IMG_0131 




Mavi Vatanın Güney Kalesi: KKTC ve Durumsal Farkındalık

Durumsal Farkındalık kabaca içinde bulunduğumuz zaman diliminde yakın, orta ve uzak çevremizde yaşananların ve yaşanacakların farkında olmak; en uygun hareket tarzını seçilebilmek için bunların her boyut ve kapsamdaki etkilerini anlamak ve değerlendirebilmektir. Durumsal Farkındalık bilgi, beceri ve tecrübenin bir sonucudur. Dış siyasette ve özellikle jeopolitik gelişmelerde durumsal farkındalık yaşamsal önemdedir. Jeopolitik Durumsal Farkındalığın temelini oluşturan unsurlardan bilgi ekseninde strateji ve tarih bilgisi en az güncel bilgiler kadar önemlidir. Stratejik perspektifte tarihten çıkarımlar ve yansıtmalar yapılmadan rota çizilemez. Örneğin bugün, yani küresel tek kutup sisteminin çöktüğü şu günlerde, 70 yıllık güçlü Atlantik bilinçlendirmesi sonucu bazı aydınlar, askerler, gazeteciler, iş insanları ve diplomatların  değil günün koşullarına uygun jeopolitik durumsal farkındalık sağlamak,  büyük bir aşk ile sadık kaldıkları Soğuk Savaş paradigmasını, tarihin durdurulamaz akışı ve dinamizmine rağmen sürdürdüklerini görebiliyoruz. Batıdan gelen her şey iyidir. Doğu kötü ve karanlıktır. Demek ki sadece bilgi girişi durumsal farkındalığa yetmiyor. Teori de önemli.
KKTC’de Durumsal Farkındalık. Bu konuya nereden geldik? Geçen hafta içinde Avrupa Parlamentosu seçimleri gerçekleşti. İlk defa haydut devlet Güney Kıbrıs Rum kesimindeki seçimlere Rum Komünist Çalışan Halkın İlerici Partisi (AKEL) listesinden bir Türk aday gösterildi. Önce bir hatırlatma yapalım. Kıbrıs Türk halkının herhangi bir Rum seçiminde oy kullanması 2004 öncesinde söz konusu değildi. Ancak Rumlar 1 Mayıs 2004 tarihinde Annan Planının reddine rağmen, Adanın  tüm halk ve toprağını temsil yetkisiyle tam AB üyeliğine kabul edildi. Böylece Kıbrıs Türklerine vatandaşlık hakkı olarak seçme hakkını kullandırmak zorunda kaldılar. Bu seneki seçimlere maalesef 5600 Kıbrıslı Türk katıldı. (Bu sayı bir önceki seçimde 1800 kadardı.) Türklerin 200 bin seçmeni olduğuna göre bu sayı % 2,8 gibi düşük bir değerdedir. Ancak bir önceki seçime göre artmıştır. Bu seçimlere katılmanın Annan Planına evet demekten farklı olmadığını hatırlatmama gerek yok. Bu artışta KKTC Cumhurbaşkanı Akıncı’nın da önemli katkısı olduğu söylenebilir. Kendisi, 9 Mart 2019 tarihinde  Lefkoşa'nın merkezindeki Büyük Han'da, ENOSİS'ci AKEL Partisi'nin seçim kampanyasına katılarak AKEL adaylarına destek vermiş ama en ilginci halkın güneye geçerek AKEL listesine oy vermesini istemiştir. Neticede 26 Mayıs 2019 da yapılan seçimlerde Kıbrıslı bir Türk vatandaşı, AKEL partisinden seçimi kazandı. Bu Kıbrıs tarihinde maalesef bir ilk oldu. ‘’Yes Be Annem’’ sloganıyla Türk Hükümeti, Muhalefeti ve dönemin Genelkurmay Başkanı tarafından Nisan 2004’de teşvik edilen Annan Planına % 65 evet oyu veren KKTC halkının düştüğü büyük hata mikro düzeyde de olsa tekrar edildi.
Türkiye’deki Durumsal Farkındalık. Şimdi gelelim durumsal farkındalığa:  Anavatanımızın köklü gazetelerinden Hürriyet, 28 Mayıs 2019 baskısında tarihli nüshasında sanki hayırlı bir işmiş gibi bir Türk’ün seçilmesini Türk kamuoyuna “Avrupa Parlamentosunun  ilk Kıbrıslı Türk’ü” diye bildirdi. Daha sonra yapılan bir röportajda da Kıbrıslı Türk parlamenter şunları söyledi: “Kıbrıs’ta tarihi bir şey oldu, çoğunluk Kıbrıslı Rumların oyuyla bir Kıbrıslı Türk kazandı. Avrupa Parlamentosu’nda uluslar yok, yurttaşlar temsil edilir. Bu nedenle ben herhangi bir ulusu değil, yurttaşları temsil ediyorum.”
Milli Kimliği Olmayan Vatansızlar. Bravo. Nasıl olsa Kıbrıslı Rumlar da milli kimliği olmayan Kıbrıslı yurttaşları temsil ediyor. Olsun; AP, Türkiye aleyhinde ve Kıbrıslı Türkler aleyhinde kin kussa da; Kürtler lehine Türkiye aleyhine her ay bir karar çıkarsa da; Temsil ettiği AB, Doğu Akdeniz’de Türkiye ve KKTC’yi mavi vatanını koruduğu için korsanlıkla suçlasa da, yurttaşımız Türk değil. Kıbrıslı bir yurttaş. Ana yine de Kıbrıslılık kimliği var. Kıbrıslı yurttaşlık Doğu Akdeniz mavi vatanımızdan 150 bin km kare alan çalınmasını önlüyor mu? Kıbrıslı yurttaşlık Fransa’ya Türkiye aleyhine üs kiralanmasını; Haydut devletin Türkiye karşıtı 6 ayrı askeri blok yaratmasını; Kuzey Kıbrıs Türklerine Kuzey Kore’ye uygulanandan beter yaptırım ve ambargo uygulanmasını önlüyor mu?
Yurttaş acaba Kuzey Kıbrıs’ın geleceğinin Türk anayurdu ve mavi vatanının geleceğini etkileyen en önemli unsur olduğunu biliyor mu? Kuzey Kıbrıs’taki bağımsız varlığın ve özellikle ikinci donanma etkisi yaratan Türk askeri varlığının Anadolu jeopolitiğinin olmazsa olmazı olduğunu biliyor mu? Kuzey Kıbrıs’ın kaybının Türk Mavi Vatanının kaybı olacağını; Anadolu’nun güneydoğusunu ve İskenderun Körfezini de kapsayan bir sözde Kürdistan devletinin kurulmasına can suyu olacağını biliyor mu? Kıbrıslı Yurttaşlık 1963 sonrası Rum katliamlarında hayatını kaybeden kadın, erkek, yaşlı, genç, çocuk ve hatta bebekleri geri getirebiliyor mu?
Jeopolitik Özürlü Türk Medyası. Bu kişinin AP’ye seçilmesini büyük bir başarı gibi gösteren anavatan medyasının müesses büyükleri bu saydıklarımı düşünemiyor mu? Gazetenin bir sayfasında Doğu Akdeniz’de Türk çıkarlarının korunma mücadelesi hamasetle anlatılırken, diğer tarafta Kuzey Kıbrıs Türk varlığına en büyük tehdit olan federalizm kanserinin metastaz yapmasını nasıl alkışlayabiliyorlar?
İşte durumsal farkındalık burada devreye giriyor. Lütfen gazetelerinize milli jeopolitik bilinci öğretin.
Merhum Sedat Simavi’yi Saygı ile Alkışlıyorum. Bu yazıyı Hürriyet Gazetesinin kurucusu Sedat Simavi’nin Kıbrıs’a yönelik yurtseverliğini hatırlatarak bitirelim.  Gazeteci Nevval Sevindi’nin  27 Şubat 2017 tarihinde Hürriyet Gazetesinin efsane eski Yazı İşleri Müdürü Necati Zincirkıran ile yaptığı söyleşide (https://odatv.com/hurriyet-iktidara-o-mansetle-cakmasaydi-bugun-kibris-yoktu-2702171200.html) Sayın Zincir kıran bakın neler anlatıyor:
                  ‘’1950’li yılların başına dayanır. Kıbrıs’ı bir milli dava olarak başlatan Hürriyet’in kurucusu ve sahibi rahmetli Sedat Simavi’dir. Simavi 1953 yılında eski Sakız Adası mutasarrıfı babası Hamdi Bey’in de içinde yattığı Sakız Adası’ndaki Türk-Müslüman mezarlığının Rumlar tarafından vandal bir şekilde tahrip edilip, üzerinden yol geçirildiğini duyunca çok üzüldü. O sırada Atina’dan gelen ve Gazeteciler Cemiyeti  Başkanı Sedat Simavi’nin İstanbul’da çok iyi ağırladığı Rum Gazeteci Heyetinin ülkelerine dönünce yalan haberler yazmaları Simavi’yi iyice çileden çıkardı. Buna bir de 1949’da bir tatil gezisi sırasında Kıbrıs’ta duyduğu Rumların Müslüman Türk köylerini Hıristiyanlaştırdığı ve bir imamı zorla papaz yaptığı haberi eklenince, Simavi, Kıbrıs’ta sahipsiz Türk-Müslüman halkın haklarının savunulması gerektiğine karar verdi....Böylece Simavi Kıbrıs meselesini bayrak yaptı, ama bu da onun hayatına mal oldu. 1953’te Dışişleri Bakanı Fuad Köprülü ‘Bizim Kıbrıs diye bir meselemiz yoktur’ deyince, Sedat Simavi ‘Gaflet’ diye manşeti çaktı… O sırada Sedat Simavi felçliydi ve zor konuşuyordu. Buna rağmen iktidar baskısıyla hakkında ağır cezada dava açıldı. O haliyle mahkemeye çıktı ve milli davayı savundu. Mahkemeden bir ay sonra sıkıntı ve üzüntüden 57 yaşında vefat etti… Yani Hürriyet’in logosundaki o bayrak boş bir bayrak değildir… Bayrağı ve Türk milletinin haklarını savunmak için canını veren bir sahibi vardı o zamanlar…’’
Evet bu topraklar Sedat Simavi gibi gazetecileri gördü. Şüpheniz olmasın kendini Türk göremeyen az sayıdaki Kıbrıslı yurttaşa, durumsal farkındalığı ve teorisi olmayan medyamıza rağmen Anavatan, Mavi Vatan ve Yavru Vatanın jeopolitik birlikteliği ve ayrılmaz bütünlüğü kırılamayacaktır.