30 Ekim 2019 Çarşamba

Cumhuriyet, Demokrasi ve Jeopolitik

Description: IMG_0131 




Cumhuriyet, Demokrasi ve Jeopolitik
İki gün sonra Cumhuriyetimizin 96. Yılını kutlayacağız. 16. Türk devletinin tarihte örneği az görülecek büyük bir Kurtuluş Savaşı ve Devrimler sonrası dünya sahnesine çıkışının görkemini anlamak ve hissedebilmek için bilmek gerekir. 19 ve 20. Yüzyıl siyasi tarihini iyi bilmek gerekir. Osmanlı İmparatorluğunun duraksama, gerileme ve çökme nedenlerini bilmek gerekir. Libya, Balkan ve 1. Dünya Savaşı jeopolitiğini bilmek gerekir. Jön Türkleri, İttihat ve Terakkiyi, Müdafaa-i Hukuku, Kuvayı Milliye’yi, Karadeniz Nakliyat-ı Bahrisini, Kurtuluş Savaşını bilmek gerekir. Türk devrimini ve Cumhuriyetin teorisini pratiği ile bilmek gerekir. Emperyalizmi bilmek gerekir. Özgür bir vatan ve cumhuriyet için ödenen ve ödenmeye devam eden bedelleri anlamak gerekir. Gerektiğinde gözünü kırpmadan bedel ödemeye hazır olmayı bilmek gerekir.
En Büyük Eser: Cumhuriyet. Cumhuriyet, Türk tarihinin en büyük eseridir. Mustafa Kemal mucizesinin somutlaşmış sonucudur. Cumhuriyet, Çanakkale’deki kanlı direniş, Kut ül Amare’deki görkemli zafer ile Türk ulusunun emperyalizme tokat atabileceğini gören  Mustafa Kemal’in, Osmanlının teslimiyeti sonucu işgale uğrayan İstanbul’da 13 Kasım 1918 günü söylediği ‘’Geldikleri gibi giderler’’ öngörüsünün varış limanıdır. İnönü’de açılan talih; Sakarya’da dökülen kan; İnebolu’da cephane taşıyan denk kayığı; Küre Dağlarını aşan kağnı; Kocatepe’de gürleyen top ateşi; Büyük Taarruzda kanatlanan süvari; 9 Eylül’de Akdeniz ile buluşan bayrak; İzmir dağlarında açan çiçektir. Bilimin Hurafeye; Akılın Dogmaya; Vatandaşın Kula; Millet egemenliğinin Batı emperyalizmine; Ezilen ulusların hegemonlara; Asya’nın Avrupa’ya baş kaldırışının, Türk’ün var oluşunun zaferidir. Cumhuriyet 400 yıllık geri kalmışlık açığını kapama kararlılığının manifestosudur. Büyük bir iddiadır. Kısacası uygarlığa Türk’ün en büyük hediyesidir.
Cumhuriyet ve Devrimler. Cumhuriyet çok zor şartlarda kuruldu. Rönesans ve reformun yansımalarından yararlanamamış; aydınlanma ile her iki sanayi devrimini yaşayamamış; genelde çiftçi ve asker olarak istihdam edilmiş Türk nüfus, iktisadi gerilik ile taassubun vicdan alanında yarattığı baskılar sonucu, büyük yeteneğine rağmen geri kalmış; toplum hayatından her alanda soyutlanan kadın nüfus, ekonomiye katkı sunamamıştır. Cumhuriyet, önce gurur verici askeri bir zafer üzerinden yükselen vatan sevgisi ile kadını, erkeği, yaşlısı genci ile toplumu yeniden harmanladı. Özgür irade ve bağımsızlık duygusu, etnik kökene bakılmaksızın yeni Cumhuriyeti kuran Anadolu halkını Türk kimliği altında birleştirdi. Laiklik ile inanç, ait olduğu yere yani vicdani alana iade edildi. Türk ulusu, dünya tarihinin öncesinde görmediği kısa sürede  ardışık devrimleri başardı. 1924 ve 1930 yıllarında çok partili demokrasiye geçiş denemeleri yapıldıysa da, toplumun gerek teoride, gerekse pratikte hazır olmadığı ve emperyalizmin demokrasi maskesi altında etnik ve dini kışkırtmalarına açık olduğu anlaşıldı. Böylece, sürekli devrim mantrası altında cumhuriyetin olgunlaşması tercih edildi. Cumhuriyet, İkinci Dünya Savaşı sonuna kadar yüzünü batıya döndürerek, sırtını Asya jeopolitiğine yasladı. Hedeflenen sosyal, ekonomik ve hukuki statü batı dünyasının bilimde, ekonomik/sosyal gelişmişlik,  kültür ve hukuk güvencesindeki vatandaşlık haklarını esas aldı.
Yurtta Sulh Cihanda Sulh. Kemalizm, söz konusu hedefleri varmayı 6 ok ile doktrinleştirirken, jeopolitik eksende Lozan ve doğuda sınırdaş Sovyetler ve İran; batıda Yunanistan ve Bulgaristan ve Romanya  ile dostluk ve işbirliği temelinde yurtta sulh cihanda sulh paradigmasını şekillendirdi. 1925 yılında Sovyet Türk Dostluk ve Tarafsızlık Antlaşması; 1934 yılında Balkan Antantı, 1937 de Sadabat Paktı üzerinden Türkiye çevresinde savunma, güvenlik ve istikrara yönelik kuşak oluşturuldu. II. Dünya Savaşının çok yönlü baskılarına rağmen genç Cumhuriyet büyük yıkımın dışında kalabildi. Bu büyük bir başarıydı.
Demokrasi - Cumhuriyet Rekabeti. Ancak savaşın galibi Avrupa Atlantik sistemin, savaş sonrası yeni jeopolitik yapıda Sovyetler Birliğini güneyden kuşatan Türkiye’yi bağımsız bırakması mümkün olmadı. Zira Türkiye, Türk Boğazlarına ve Afro- Avrasya’yı kontrol eden muazzam bir coğrafyaya sahipti. İkinci Adam İnönü’nün oluru ile 7 Ocak 1946’da CHP’den kopan vekiller tarafından kurulan Demokrat Parti, muhafazakar tutum ve liberal ekonomi tezi ile ortaya çıktı. En büyük gücü İslam dinini siyasi enstrümana dönüştürmesiydi.  1950 seçimlerini kazandı ve Meclis onayı olmadan katıldığımız Kore Savaşı sonrası, 1952’de Türkiye’yi sonuçları bugüne kadar katlanarak ağırlaşan NATO üyeliğine taşıdı. Kemalizm’den uzaklaşan Demokrasi, Cumhuriyete artık rakipti. Maalesef bu rekabet emperyalizmin ülkemizde sömüreceği en hassas alan olmuştu. Devlet cumhuriyeti; seçimler ve hükümetler demokrasiyi temsil ediyordu. Çoğu zaman devlet ve hükümet anlaşamıyordu.
Kışkırtılan Türk Sovyet Düşmanlığı Bu süreçte 1950’ler sonrası Türkiye’ye en büyük zarar Türk-Sovyet dostluğunun, Türk-Sovyet düşmanlığına dönüşmesi ile verildi. Avrasya’dan koparıldık. Tam bağımsız Mustafa Kemal Türkiye’si artık Atlantik sistemin kullanışlı enstrümanı olmuştu. Komünizm ile mücadele adı altında Kemalist ve devrimci damar kurutuldu. Büyük savaşta toprakları Sovyet işgali altında kalmış Finlandiya kadar olamamış, bağımsız ve bloksuz kalmayı, kurucu Atamıza sadık kalmayı becerememiştik. Akan yıllar içinde Atlantik sistemin kenar kuşağı, Amerikalı George Kennan’ın çevreleme stratejisinin en öncü ve istekli üyesi Türkiye oldu. Türkiye’de emperyalizm mevcut statüyü devam ettirebilmek için Mustafa Kemal’in ulusunu sağ, sol diye böldü. Görünüşte onu en çok sevenlerin ne teoride ne de pratikte ona sadık kalmadığı ortaya çıkmıştı. Demokrasiyi korumak için yapıldığı iddia edilen her darbeden sonra devlet ve halk, Kemalizm ve bağımsızlıktan uzaklaştırıldı. Kenar kuşağın Brzezinski İslamizasyonu 1979 sonrası Sovyetleri çevrelemeye hayat verirken, Türkiye’de demokrasiyi muhafazakarlaştırıyor ve Cumhuriyetin Kemalist kimyasını yerle bir ediyordu.
İflas Eden İslamizasyon Paradigması. 15 Temmuz FETÖ Darbe girişiminden sonra söz konusu paradigma iflas etti. Zira Atlantik sistemin çocuğu, İslami Fitne Örgütü FETÖ, kendi halkına ateş açmıştı. Devirmek istediği Hükümet de İslami değerleri üstün tutuyordu. Böylece demokrasinin dinle sınav süreci sona eriyordu. 15 Temmuz 2016 sonrası artık Türkiye’de Atlantik sistemin yarattığı sağ veya sol değil; yurtsever misin değil misin? Sorusu öne çıkıyordu.
Asya Çağı Başlamıştır. 22 Ekim 2019 Soçi Anlaşması Cumhuriyetin 96. yılına bir hafta kala bu paradigmayı bir adım öne taşıdı. Atatürk Lenin döneminden 100 yıl sonra Türk jeopolitiği tekrar Asya çağına dönüyor. Kenar Kuşak ve İsrail güvenliğinin sağlanmasına yönelik Atlantik paradigması çöküyor. Soçi Mutabakatı ile Asya Çağı başlamıştır. 100 yıl aradan sonra Türk-Rus yakınlaşmasının tekrar başlaması, gelecek için çok önemlidir. 100 yıl önce Kafkas seddini kıran Türk-Rus dostluğu bu kez Akdeniz seddini kırma yolunda büyük yol almıştır. Böylece  Rusya ve Türkiye’nin dengeli diplomasi ve bölgeye barış getirecek uygulamalarıyla, Ortadoğu ve hatta dünyada sağlıklı bir denge sağlanabileceğini umuyorum. Yeni jeopolitik bir evrenin başladığı Cumhuriyetimizin 96. Yıldönümünde tüm okurlarımın ve kalbi Vatan, Cumhuriyet ve Mustafa Kemal için atanların bu kutsal gününü coşku ile kutluyorum.




22 Ekim 2019 Salı

Ekim Ayı, Asya Çağı ve Doğu Akdeniz

Description: IMG_0131 

Ekim Ayı, Asya Çağı ve Doğu Akdeniz
Ekim ayı Türk tarihinde önemli olaylara şahitlik yapmış bir ay. Mudanya Mütarekesi (11 Ekim 1922) ve Cumhuriyetimizin ilan edildiği 29 Ekim (1923) günü gibi gurur verici günler kadar, uğursuz ve kötü günlerin de olduğu bir ay. Örneğin, 7 Ekim 1571; İnebahtı Deniz Savaşında Osmanlı Donanmasının yenilmesi; 20 Ekim 1827 Navarin Baskını ile Osmanlı - Mısır Ortak Donanmasının  yakılması; 30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi; 2 Ekim 1992’de TCG Muavenet muhribimizin Amerikan Uçak Gemisi, USS Saratoga tarafından vurulması. Kötü Ekim günleri arasında şüphesiz en yenisi ve  acısı Yargıtay’ın  9 Ekim 2013 Balyoz kararı olmuştur. Çok acıdır. Zira diğerleri, bayrağı ve alametleri farklı Türkiye ve Türklük düşmanlarının eylemidir. 9 Ekim 2013, Yargıtay Balyoz davası kararı ABD ve emperyalizm adına hareket eden içimizdeki FETÖ hainleri ve siyasi işbirlikçilerinin Türk devletine ve milletine kast ettiği bir  saldırı olmuştur. O gün, Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanı paylaşım savaşında Türk tabutuna ilk çivi çakılmış, Deniz Kuvvetlerinin gelecekteki kuvvet yapısı darmadağın edilmiştir. Boşalan yerlere FETÖ militanı, vatana ihanetleri 4 yıl sonra tescillenecek amiral ve subaylar yerleştirilmiştir.
Emperyalizmin FETÖ ile Asya Çağına Meydan Okuması. 9 Ekim 2013 Yargıtay Kararı sadece Türk devlet ve siyaset mekanizmasına bir mesaj değildi. Atlantik emperyalizmi Asya çağına hazırlanan tüm devletlere meydan okumuştu. Asker merkezli Türk devlet sistemi içinde bile etki odaklı operasyon yapma yeteneğinin çok yüksek olduğunu ispat etmişti. Orgeneral ve oramirallerin katı hiyerarşisi içindeki silahlı kuvvetlerin  ABD ağırlıklı FETÖ ile mücadele konusunda ne denli isteksiz ve korkak olduğu ortaya çıkmıştı. Sadece Silahlı Kuvvetler içindeki tasfiye mi? Değil. Türkiye’nin Asya’ya yaklaştığı her kararın ardından patlayan bombalar ve artan terörle de mesaj verilmişti. Aynısı Afganistan, Irak, Libya ve Arap Baharında yaratılan iç savaşlar ve saldırılarda yaşanırken, benzer etki odaklı mesajların Atlantik aleyhindeki her gelişme sonrası Fransa’da, İngiltere’de, Almanya’da İslami terör saldırıları altında kah bir diskotekte kah metroda patlayan bombalarda verildiğini gördük. 
Cumhuriyet ve Türk Halkının Karşı Hamlesi. Türk halkı ve Cumhuriyet, bu hayasız saldırılara 15 Temmuz 2016 FETÖ darbe teşebbüsünde sergilenen vatanseverlik ve cesaret ile ‘’yeter’’ dedi. Bu hain ve karanlık sisteme içimize ekilen son 70 yılın Atlantikçi damara rağmen ‘’dur’’ dendi. Emperyalizme, Türkiye jeopolitiğinin 21. Yüzyıldaki en önemli ağırlık merkezi olan Doğu Akdeniz’de, FETÖ’den arındıkça güçlenen Donanmamızla üst üste meydan okundu. Artık doktrinleşen Mavi Vatan kavramıyla Türk halkı tarihinde ilk kez ‘’deniz suyu ve denizin dibi için kavgaya hazırım’’ dedi. Türk halkı geçmişte hiç olmadığı kadar Kıta Sahanlığı, Münhasır ekonomik Bölge, NAVTEX, vb. gibi kavramlarla tanıştı. Sokaktaki adam denize farklı bakmayı öğrendi. 2019 Mart ve Haziran aylarında yapılan Mavi Vatan ve Deniz Kurdu 2019 Tatbikatları; Barbaros ve Oruçreis sismik araştırma gemileri ile Fatih ve Yavuz sondaj gemileri üzerinden ABD/AB bloklarına karşı denizdeki çıkarlarımızı tartışmasız koruyacağımızın mesajı verildi.
21. Yüzyıl Jeopolitiğimiz. Bu köşede son altı yıldır yazdığım üzere Türk jeopolitiğinin 21 yüzyıl ağırlık merkezi ‘’Doğu Akdeniz”dir. Üç bacağı vardır. Mavi Vatan, Kuzey Irak/Kuzey Suriye ve KKTC.  Türkiye’nin güneyinde kurulması hedeflenen denize çıkışı olan sözde Kürdistan’a mani olunması; KKTC’nin bağımsızlığı ve adadaki askeri varlığımızın sonlandırılma gayretlerinin önlenmesi; Hakkımız olan Doğu Akdeniz ve Ege Denizindeki Kıta Sahanlığımızdan hak çalınmasına asla izin verilmemesi bu rotanın sonlanacağı limandır. Türkiye, devlet refleksi ile 15 Temmuz 2016 sonrası 24 Ağustos 2016’da Fırat Kalkanı ve daha sonra 20 Ocak 2018’de Zeytin Dalı Harekatını başlattı. 9 Ekim 2019 akşamüzeri  (1600) denize çıkışı olan sözde Kürdistan’a  bu harekat serisinin son halkası Barış Pınarı Harekatı eklendi. Harekatın başlangıç tarihinin kaderin bir gücü olsa gerek, Yargıtay’ın 9 Ekim 2013 Balyoz kararı ile tam altı yıl sonra aynı güne ve neredeyse aynı saatlere denk gelmesi dikkatlerden kaçmadı. Dilerim bu zamanlama kararı tesadüften öte bilinçli alınmıştır. Her ne kadar bu yazının kaleme alındığı gün (17 Ekim 2019) ABD Başkanı Trump’ın TC Devlet Başkanına yazdığı, devlet ve diplomasi adabına sığmayacak nitelikteki mektubun yarattığı skandal üzerine, ABD Başkan Yardımcısı M. Pence ve Dış İşleri Bakanı M. Pompeo’nun ziyaret talebinin reddedilmesi kararını beklemiş olsak da, devlet aklı ve refleksinin Türk milletinin onur ve çıkarlarını koruyacağına inanmak durumundayız. Diğer taraftan PKK ve PYD/YPG’nin 32 km.lik güvenlik kuşağının dışına itilmesinin bataklığı kurutmayacağı izahtan varestedir. Türk halkı ve devlet hafızası ABD’ye jeopolitik hiç bir düzlemde güvenilmeyeceğini öğrenmiştir.
Doğu Akdeniz ve Asya Çağı. Devletimiz Mustafa Kemal’in ruhunun aydınlattığı rotada Ordular İlk Hedefiniz Akdeniz’dir direktifinin bugünkü nesillere yansıyan  sorumluluğunu yerine getirmelidir. Akdeniz Jeopolitik çerçevesindeki üç bacağın sonuncu halkası KKTC’dir. Unutulmamalıdır ki, Doğu Akdeniz’de jeopolitik huzurumuz  ancak sonsuza dek devam edecek bağımsız KKTC ile mümkündür. KKTC, yeni Cumhurbaşkanlığı seçimlerine hazırlanırken Ankara’dan ve Lefkoşe’den beklentimiz jeopolitik yasalara göre davranmalarıdır. KKTC bağımsızlığını sonlandıracak Mustafa Akıncı benzeri Federalist adaylar artık gündemden düşmelidir.  Maalesef günümüzde hala, Ankara ve Lefkoşe’de kaderimizin artık Washington DC ve Brüksel’den belirlenmeyeceği yeni bir dönemin başladığının farkında olmayanlar mevcuttur. Artık uyanma zamanı gelmiştir. Yeni dünya düzeni Asya çağı ile başlamıştır. Mustafa Kemal Atatürk, 1933 yılında bir sabah Mısır Büyükelçisi’ne, Çankaya sırtlarından doğmakta olan güneşi göstererek şunları söyler:
            ‘’Doğudan şimdi doğacak olan güneşe bakınız! Bugün, günün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan, bütün doğu milletlerinin de uyanışını öyle görüyorum. Bağımsızlık ve özgürlüğüne kavuşacak daha çok kardeş millet vardır. Onların yeniden doğuşları, şüphesiz ki ilerlemeye ve refaha yönelmiş olarak gerçekleşecektir. Bu milletler, bütün güçlüklere ve bütün engellere rağmen, bunları yenecekler ve kendilerini bekleyen geleceğe ulaşacaklardır. Sömürgecilik ve emperyalizm yeryüzünden yok olacak ve yerlerini, milletler arasında hiçbir renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir uyum ve işbirliği çağı alacaktır’’.







15 Ekim 2019 Salı

Barış Pınarı, Doğu Akdeniz’e Doğru Akmalı

Description: IMG_0131 




Barış Pınarı, Doğu Akdeniz’e Doğru Akmalı
İnanca ve etnik kökene dayanan aşırı uçlar, emperyalizmin asırlardır en önemli enstrümanı olmuştur. İster monoteist ister politeist; ister vahiy, ister felsefe veya düşünceye bağlı olsun, inanç sistemleri kışkırtmalar sonucu insan aklının, erdemin ve etik değerlerinin önüne geçerek emperyalizmin istekleri paralelinde asırlardır kan dökmüştür. Kan dökmeye de devam etmektedir. Örnek İŞİD/DAEŞ. Benzer şekilde etnik köken, kabilecilik, mikro milliyetçilik de yüzyıllardır emperyalizme hizmet ediyor ve doğal seçicilik altında güçlülerin satranç tahtasında güçsüzlerin birbirini yıpratması ve hatta yok etmesi için kullanılıyor. Örnek PKK, PYD/YPG.
Dinler Emperyalizmin Hizmetinde. Önce Haçlı Seferleri daha sonra Westphalia Antlaşmasına (1648) kadar Hıristiyanlık 100 yıl ve 30 yıl savaşları gibi aslında taht savaşlarını Protestan ve Katolik savaşları üzerinden yürüttü. Milyonları katlettiler. Osmanlının Balkanlar, Kafkasya ve Ortadoğu’daki çöküş sürecinde sınırları içindeki Hıristiyan azınlıkların rolü başattır. Bugün de İslam dünyası Şii, Sünni, Alevi, Vahabi, Selefi vb. alt din grupları ile paramparça edilmiş durumda. Genel geri kalmışlık ve eğitimsizlik faktörleri bu bölünmüşlüğe eklenince emperyalizmin 21’inci yüzyıldaki en kullanışlı kitlesi maalesef Müslüman Dünyası.
Emperyalizmin Bugünkü En Kullanışlı Unsuru: Kürtler. Büyük çoğunluğu İslam inanç dünyası içinde yer alan Kürtler de 19. Yüzyılın sonundan bu yana emperyalizmin en değerli aracı durumunda. Mustafa Kemal ve Kemalist teorisyenler bugünleri görmüş ve Cumhuriyetimizi kurarken hem dini, hem etnik tuzaklar konusunda ne denli hassas olduklarını iki muazzam kurucu felsefe uygulamasıyla ispat etmişlerdi. İlki laiklik. Diğeri ulus devlet. Lozan görüşmelerinde Kürtlerin asla  Müslüman azınlık statüsünde kabul edilmemesi büyük başarıdır. Dolayısı ile Kürt kökenli vatandaşlarımız Cumhuriyetin bir vatandaşı olma statüsünü koruyabilmiş, vatanın tüm sathında hiç bir ayrıma tabi olmadan Osmanlı İmparatorluğundan arda kalan tüm alt kimlikli vatandaşlarımızla birlikte Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı kimliği altında etle kemik olmuşlardır. Kürt kökenli devlet adamları, siyasetçiler, amiral ve generaller, akademisyenler, iş adamları, sanatçılar vb. sosyal kesimin geniş yelpazesinde tasada ve kıvançta ortak bir arada yaşamayı başarmışlardır. Ancak Kürtlerin bir kısmı emperyalizmin kuklası ve maşası olarak ulus devlete baş kaldırmışlardır. Cumhuriyet, bu ayaklanmaları bastırmıştır.
Özal’ın Büyük Hatası. 1984 yılında başlayan PKK terörü, önce Özal’ın emperyalizmin bu enstrümanını ‘’bir avuç eşkıya’’ söylemi ile küçük görmesiyle  büyüdü. Daha sonra soğuk savaşın bitmesiyle Kürtler, Irak, İran ve Suriye’nin parçalanarak denize çıkışı olan sözde Büyük Kürdistan’ın kurulması için sahaya sürüldüler.  Bu süreçte Çekiç Güce izin vermemiz Türk jeopolitiğine inanılmaz derecede zarar verdi. Bugün Barzanistan ile PKK/PYD terörü denize çıkışın emrinde kullanılmaktadır.
Denize Çıkış Neden Çok Önemli? Denize çıkış o kadar önemli ki, bugün Trump Yönetimi söylemde geri çekiliyor görülse de, İsrail ve ABD neo-conları bu uğurda büyük çaba sarf etmeye mutlaka devam edeceklerdir. Zira halen İkinci İsrail olarak da adlandırılan sözde Kürdistan’ın (Barzanistan) denize çıkışı yok. O nedenle denize çıkışı olan bir devlet ile uzun bir savaşa  dayanmaları çok zor. Örneğin şu ana kadar karaya hapsedilmiş YPG/PYD kantonlarına 30 bin Amerikan malzemesi taşıyan TIR’ların gittiği biliniyor. Bu işlemler son 3 yıl içinde gerçekleşti. Halbuki büyük bir limanla denize çıkışları olsaydı, iki adet 15 bin TEU’luk konteyner gemisi ile bu yük bir seferde taşınabilirdi. Deniz ulaştırmasının  taşıma kapasitesi ve nakliyat zinciri kurabilme yeteneği kara, demiryolu ve hava yolu ile kıyaslanamayacak derecede devasa boyutlardadır.
Barış Pınarı Geç ama Doğru Bir Harekattır. Türkiye’nin denize çıkmayı jeopolitik vizyon haline getiren PYD/YPG güçlerine ve oluşturdukları kantonlara Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı harekatları ile kama sokması Anadolu’nun hayatta kalma hamlesidir. Benzer hamlenin çok geç kalınmış olsa da Fırat doğusuna yapılıyor olması önemli bir gelişmedir. Burada sorun, harekat yapılan devlet topraklarının asli sahibi ile işbirliğinin olmayışıdır. Bu durum sonuçları itibarı ile belirsizlik yaratır ve askeri harekatın siyasi hedefine erişimi engeller. Siyasi hedef Suriye’nin toprak bütünlüğünü sağlamak olmalıdır. Aynı durum ABD tarafından Türkiye’nin omuzlarına yüklenen İŞİD militanlarının gelecekteki durumudur. Bu vahşi, kan dökücü canavarlaşmış militanlarla Türkiye’nin uğraşması son derece risklidir. Bu militanların ABD, İsrail ve diğer batı istihbarat birimlerinin enstrümanı olduğu unutulmamalıdır. Bu risk, Suriye Hükümetiyle paylaşılmalıdır.
Geçmiş Hataların Faturası. Maalesef, son 7 yılın Suriye politikası, Annan Planı felaketinden sonra Türkiye’nin tarihindeki en yanlış yönetilen dış politika sorunudur. Sorunun oluşmasının en önemli nedeni FETÖ örgütlenmesinin dolayısıyla emperyalist vizyonun Türk güvenlik politikası ile uyumlandırıldığı 2011-2016 arası dönem uygulamalarıdır. Devlet sonradan doğru yolu bulmuştur. FETÖ darbe girişimi sonrası uygulamaya sokulan Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı Harekatları nasıl devlet aklının ve strateji biliminin gereklerini yerine getirmişse, Barış Pınarı Harekatı Suriye Hükümeti ile işbirliğini sağlamalıdır. Yakınlaşma Politikası iç politikaya kurban edilmemelidir.  Bugün, PKK ve PYD’ye 30 bin TIR yardım yapan ABD ile ortaklık ve stratejik müttefiklik söylemlerini hala sarf eden ve ortak harekât merkezi kurmaya imza atan devlet adamları ve siyasetçiler varken, Suriye devletinin kendi vatanını korumasına katkı sağlayacak yeni bir dostluk rejimini savunanlar nerede? Kişisel ihtiraslara dayalı düşmanlıkların halklar arasındaki dostluğa da sirayet edebileceği unutulmamalıdır. Hatırlatalım, Menderes Hükümetinin 1958 yılında bağımsızlığına kavuşan Cezayir’e BM’de çekimser oy kullandığı hala unutulmuş değil. Savaş bittiğinde Suriye’nin yeniden imarı ve ortaklıklar söz konusu olduğunda muhatabımız kim olacak?
Pınar, Akdeniz’in Sularına Erişsin. 21. Yüzyılda jeopolitiğimizin asli unsuru Suriye, KKTC ve Mavi Vatanımız ‘ın buluştuğu  Doğu Akdeniz olacaktır. Unutulmamalıdır ki Barış Pınarı, KKTC’nin geleceği ve Doğu Akdeniz’deki  egemenlik mücadelemiz birleşik kaplar gibi birbirine bağımlıdır. Birinde yapılacak jeopolitik hata diğerinde tavize neden olur. Türkiye’nin artık hataya tahammülü yoktur. Bu alanda Suriye ile dostluk her açıdan esastır. Dilerim Barış Pınarı Şam üzerinden Doğu Akdeniz’e doğru akar ve Mavi Vatan ve Yavru Vatanla buluşur.











7 Ekim 2019 Pazartesi

Amiral Soner Polat: Vatana ve Mavi Vatana Adanmış Bir Hayat

Description: IMG_0131 





Amiral Soner Polat: Vatana ve Mavi Vatana Adanmış Bir Hayat

29 Eylül 2019 tarihinde MİLGEM’in ilk dörtlü paketinin son gemisi TCG Kınalıada öğle saatlerinde donanmaya teslim edildi. Geminin ambleminde kalpaklı Mustafa Kemal, Mavi Vatan sularını yaran Kınalıada ‘ya bakıyordu. Geminin sloganı ise ‘’Mavi Vatana Adanmışlar’’ idi.  Gemi törenden sonra Bismillah Vira komutu ile artık Mavi Vatandaki çıkarlarımızı korumak ve gerektiğinde ateş gücünü kullanmak üzere Donanmaya katıldı. Kaderin anlaşılamaz gücü ve yaratıcılığı olsa gerek, o andan tam 24 saat sonra okul, meslek, görev, filo, karargah, dava, kader, hapishane, gazete ve sınıf arkadaşım Amiral Soner Polat’ı,  benim en yakın dostum Soner Abi’yi, sonsuzluğa uğurladık. Aydınlık Gazetesindeki köşesine verdiği isim ‘’Bismillah Vira’’ idi. O da demirini vira etti ve TCG Kınalıada ‘nın personeli ile buluştuğu ve yeni bir ruh kazandığı günü selamlarcasına Mavi Vatana Adanmışların arasına katıldı. Artık benim gözümde ve gönlümde MİLGEM’in ilk grubunun son gemisi TCG Kınalıada Soner’in gemisidir. Soner hepimize o şanlı gemi ve Cumhuriyet Donanması üzerinden büyük bir mesaj vermiştir.
Yiğit Amiral  Soner’i 2 Ekim 2019 günü Zincirlikuyu’da Vatan Toprağının koynuna teslim ettik. Binlerce seveni onu toprak gemiye emanet etti. Deniz Kuvvetlerimizin mükemmel yönetim ve yönlendirmesinde icra edilen askeri törende devlet ve milletin tek yumruk olduğunu gördük. Özlemini çektiği birlik ve beraberlik tablosu son yolculuğunda onu temsil ediyordu. Törene katılan siyah takım elbiseli binlerce sevgi dolu genç Vatan Partisi mensubu, Başkan Yardımcıları Soner Polat’a olan saygı ve bağlılıklarını  asil duruşları ve göz yaşları ile dışa vuruyorlardı. Cesur ve erdem sahibi bir lidere ancak böyle veda edilirdi.
Son eseri Mavi Vatan için Jeopolitik Rota isimli kitabının adını vermemi ve önsözünü yazmamı istemişti. Önsözde Soner’i şöyle tarif emiştim:
‘’Şüphesiz onun en büyük erdemi cesaretidir. Montaigne, Denemeler’ inde şöyle der: Bir adamın değeri yüreğindedir. Gerçek orada yatar. Yiğitlik kolların bacakların değil cesaretin ve ruhun sağlamlığındadır. Yiğit, düşünce cesaretini yitirmeyendir. Ölüm korkusuyla özgüvenini hiç yitirmeyen, ruhunu teslim ederken yılmadan ve horlayan gözlerle düşmana bakan yenilebilir ama onu yenen düşmanı değil talihidir. Erdemin onuru, yenmekte değil dövüşmektedir. (Montaigne-Denemeler)
Soner daima dövüştü. Asla boyun eğmedi. Fikir ve görüşlerini şark kurnazlığının sisli duvarları arasında, üst ve amirlerinin beklediği ve onları memnun edecek doz ve kapsamda değil, gerçeği, mutlak gerçeği rehber edinerek söyledi. Hiçbir zaman ön sıralara geçip kendini göstermeye çalışmadı. Neyse o oldu. Engin bilgisi her daim pusulası oldu. Gerçeği aradı. Ona erişmek için daima okudu. Tartıştı. Bilginin erdemle birleştiğinde en büyük güç olduğunu hem astlarına hem üstlerine öğretti. Diğer yandan etrafına devamlı umut aşılayan ve asla ümitsizliğe kapılmayan üstün ruha sahipti. 2017 yılında  Ankara’da icra edilen Vatan Partisi kurultayında okuduğu  Nazım Hikmet’in aşağıdaki dizeleri gerçekte onu tarif ediyordu:
’Düşmezse düşmesin yakamızdan ölüm; Bizim de üstümüze güneş doğacak gülüm..;
 Gülüşüne bir kurşun sıksa da ölüm; Unutma ki umuda kurşun işlemez gülüm..’’

Yazar Soner Polat. Soner 3.5 yıllık Balyoz kumpasının son döneminde Ulusal Kanal’a haftalık makaleler yazmaya başladı. 12 Ağustos 2015 tarihinde Aydınlık Gazetesinde Bismillah Vira adını verdiği köşesinde ilk yazısını yayınladı. Son yazısı hastalığının ağır bir safhaya girdiği 7 Mayıs 2019 tarihine kadar devam etti. Sadece Aydınlık’ta 650 yazıya ruh verdi. Ulusal kanala yazdıkları ile birlikte toplamda 900’e yakın makalenin sahibi oldu. Dile kolay. Bu zenginliğin yanına son 4 yılda yazılan ve her biri çok sayıda yeni baskı yapan baş yapıt 3 kitabı ve Deniz Kuvvetlerinde aktif görevdeyken yazdığı İstiklal Harbinde Bahriyemiz kitabını eklerseniz, karşımızdaki entelektüel birikimin ve yüksek enerjinin farkına varabiliriz.
Yazdığı her kelimenin kağıttaki izi Mustafa Kemal’dir. İlk makalesi olan Aydınlık’ta İlk Seyir’ in son bölümünde şunları yazmıştı: ‘’Dürüstçe ifade edeyim. Ben taraf tutan bir yazarım. Atatürk ilke ve devrimlerinde tarafım... Cumhuriyet değerlerinde tarafım...Vatan, millet, bayrak kavgası varsa sapına kadar tarafım...Türkiye’nin milli bütünlüğü ve tam bağımsızlığı konusunda tarafım...Türkiye’nin ulusal çıkarları konusunda tarafım...Mehmetçik söz konusu ise kayıtsız koşulsuz tarafım...İşçinin, emekçinin ve ezilen halkın kavgasında tarafım...Emperyalizm ile boğuşan tüm milletlerin kavgasında tarafım...Üretime dayanan milli bir ekonomi için tarafım...Demir alarak Aydınlık seyrine başlarken köşemin adını “Bismillah Vira!” koydum. İnşallah Allah utandırmaz ve geçmişten gelip geleceğe uzanan bu kutlu hareket için bir çivi de ben çakarım...’’
Şaşmayan Pusula. Soner Polat, gideceği limanı bilen, rotasını çizen ve şartlar ne olursa olsun zig zag yapmadan, yalpalamadan, kararsızlığa asla sürüklenmeden hedefine ilerleyen bir akıldır. Bir düşünce yoludur. Türkiye’nin Avrupa Atlantik yapıya teslim olduğu son 73 yılın her alanda yarattığı döneklik, iki yüzlülük, sahte kahramanlık, şark kurnazlığı, bilgisiz bilgiçlik, kalleşlik, kirlilik, hedonizme teslimiyet ve  onursuzluğa inat, erdemin, sadeliğin, dürüstlüğün, yüksek kültürün,  cesaret ve vefanın kısacası Aydınlığın sembolüdür. Yüksek teorik alt yapısı ve pragmatik liderliği ile Türkiye’nin geleceğine büyük katma değerler üretmiştir. Vatana ve Mavi Vatana adanmış asil ruhu ve öğretileri Türkiye’nin en karanlık anlarında devlet adamından siyasetçiye; askerinden, öğretmenine toplumun her kesimine yol göstermiştir. Bu rehber fikirler sonsuza dek ışık tutmaya devam edecektir.
Devleşen Amiral : Soner Polat. Türkiye’nin başka boyut ve düzlemde yaşadığı farklı bir Kurtuluş Savaşının devam ettiği konjonktürde Soner gibi bir Amirali tasfiye ederek özgürlüğünü çalan cellatlar,  yaşamaya devam etseler de her gün yalnızlaşacaklardır. Yaşarken saklanan ve onursuzlaşanlara inat, o aramızdan ayrılırken bile devleşmiştir. Tarihin kayıtlarında hain olarak kaydedilen kirli isimler karanlıklara gömülürken, bu dönemin Soner gibi vatanseverleri, aydınlık ve onurlu sayfalarda sonsuza dek baş rol alacaklardır. Ne mutlu haysiyetiyle yaşayan ve doğru tarafta olan insanlara. Ne mutlu Mustafa Kemal’in gerçek fedailerine.
Söz Veriyorum. Soner’e bu köşeden, Mavi Vatandan  söz veriyorum. Çizdiğin Jeopolitik Rota ‘da viyalayacağız. O limana mutlaka varacağız. Kurtuluş Savaşını gerçekleştiren  yüzde birin gücü ile mutlaka varacağız.
Eşi Sevgi ve ailesinin kıymetli fertleri ile Türkiye’deki ve yurt dışındaki vatansever dostlarına sabır ve başsağlığı diliyorum. Onun Vatan ve Mavi Vatan için yaptıkları önünde tazimle eğiliyorum. Mavi Vatan gemisinin köprüüstünden, onu alnından öperek sonsuzluğa uğurluyorum. Allah Selamet Versin Soner Abi.

‘’Denizciler öperler ve giderler.
Ve ölüm yatırır onları bir gece denizin döşeğine.
Hayranım öpüşlerde paylaşılan sevdaya, döşekte ve ekmekte paylaşılan.
Sevda bu, kimi sonsuza uzar, kimi bir yıldız gibi kayar.’’

Pablo Neruda