26 Şubat 2020 Çarşamba

Dünya Yine de Dönüyor (Eppur si Muovo)

Description: IMG_0131 




Dünya Yine de Dönüyor (Eppur si Muovo)
Galileo’nun ünlü sözü ile başladık yazımıza. Hegemonya ve koruduğu müesses nizam baskı, algı operasyonları, kumpaslar, ticaret savaşları, ambargo, yaptırımlar, hileler ve turuncu devrimlerle  dirense de, küresel düzen değişiyor. Dünyanın en zengin 42 insanının  3,6 milyar insanının gelirine eşit bir zenginliğe sahip olduğu bir dünyada, II. Dünya Savaşı sonrası  kurulan ve Spykman’in kenar kuşak teorisi ile desteklenen kapitalist liberal düzeni devam ettirmek artık mümkün değil. 2008 finans kriziyle ekonomik omurgasını çatlatan sistem, 8 Ağustos 2008 Osetya krizinde jeopolitik omurgasını çatlattı.
Avrasya Yükseliyor. Son 75 yılda liberal batı, Amerikan tipi uygarlığı kendine model alırken, batılı ferdiyetçilik, neo liberalizm ve Yahudi Hristiyanlığın metafiziğini kullandı. Ancak sistem çöküyor. Bu hızlı çöküş, Pax Americana’nın Roma, Britanya ve Osmanlı barışları ile kıyaslanamayacak kadar kısa olduğu gerçeğini de ortaya çıkardı. Bugün gerileyen liberal batı, ayakta kalmak ve mevcudiyetini devam ettirmek için yeni senaryolar üretmeye devam ediyor. Zira jeopolitik kaderi bekleyerek değil, geleceği şekillendirerek belirlersiniz. Onlar da yaratıcı kaos stratejisi dahil her yolu deniyorlar. Tek amaç Avrasya’nın güçlenmesini önlemek. Ancak, Rusya ile Çin’in yakınlaşması ve ŞİÖ sonrası savunma güvenlik ve stratejik işbirliğine gitmeleri tüm dengeleri değiştirdi. Kuşak ve Yol Girişimi liberal batı medyası ve Trump yönetimi tarafından şeytanlaştırılsa da; Corona virüsü üzerinden Çin’e yönelik asimetrik algı operasyonu ve psikolojik harekat saldırıları yapılsa da; ‘’Dünya yine de  dönüyor’’. Zira Gerek Kalpgâh, gerek kenar kuşak tarihin bu döneminde Çin’in yanında yerini alıyor.  Çin günümüzde gelişmeyi ve üretimle zenginleşmeyi temsil ediyor. 70 yıl öncesine oranla Çin’de ortalama ömür iki katına çıktı. Son 40 yılda, ABD nüfusunun 2,5 katı olan 800 milyon insanını yoksulluk sınırından  orta sınıfa geçirdi. Son 12 yılda dünya ekonomik büyümenin lokomotifi oldu. Son haftalar içinde 1000 yataklı bir hastaneyi 10 günde inşa edebilen Çin’i acımasız ve alaycı algı operasyonları ile yarasa ve fare yiyen, ekonomisini bir virüse teslim eden başarısız devlet olarak  göstermek akıntıya karşı yüzmekten farksızdır. Zira Çin, sadece kendini değil aynı zamanda Asya ve Avrasya Yüzyılını temsil ediyor. Asya’da kenar kuşağın zayıflaması ve yeni güç merkezlerinin ortaya çıkması ise ABD liderliği için kabus.
ABD Kongre Raporu. 5 Şubat 2020 tarihinde Amerikan Kongresi Araştırma Merkezi ‘’Dünyada ABD’nin Rolü’’ başlıklı bir rapor yayınladı. Rapor, ABD’nin ikici dünya savaşı sonrası kurduğu düzende dört temel alanda küresel hedefleri olduğunu söylüyor: Bunlar: 1.Küresel Liderlik; 2.Liberal uluslararası sistemin savunulması ve geliştirilmesi; 3. Özgürlük, Demokrasi ve İnsan Haklarının Savunulması ve geliştirilmesi; 4. Avrasya’da bölgesel hegemonların çıkışının önlenmesi.
Türkiye’de Atlantik Bağımlılığı. Ülkemizi ve yaşadığımız bölgeyi ilgilendiren en önemli hedefin son hedef olduğunu söyleyebiliriz. Zira Türkiye’de 12 Mart 1970 sonrası yaşanan tüm kriz ve darbeler bu hedefle ilgilidir. 1946 tarihinde Sovyetler Birliğinin çevrelenmesi (containment) stratejisinin sahibi George Kennan ve Nicholas Spykman’in kenar kuşak teorisi paralelinde şekillenen bu hedef, Avrasya’da ABD ile rekabet oluşturacak güç merkezlerinin ya da koalisyonların oluşmasına asla izin vermemek üzere dizayn edildi. O nedenle Türkiye’nin bırakalım kendi başına anti- Amerikan güç merkezi olmasına, Sovyetler veya Rusya’ya yakınlaştığı anda başına neler geldiği tarihimizde acı olaylar ile yaşandı. Önce Kemalist Türkiye yok edildi. Ardından Atlantik bağımlılığı aşılandı. Polisten istihbarata; Ordudan, akademiye; iş dünyasından medyaya her alanda etkili olan bu bağımlılık Türkiye’nin bağımsız gelişmesini engelledi. Özellikle 1980 sonrası pompalanan neo-liberal politikalar sonunda güzelim ülkenin varlıkları özelleştirildi. Hizmet sektörü sanayiinin önüne geçti. Tasarruf yerine tüketim özendirildi. Tarım geriletildi. Din siyasetin her alanda emrine verildi. Sonuçta 21. Yüzyıla damga vurabilecek imparatorluk ve devlet kurma geleneğinden gelen büyük bir cumhuriyet, sıcak paraya bağımlı ve borç tuzağına batırılmış, genetiği ile oynanmış morbid bir varlığa dönüştürüldü. Düşünebiliyor musunuz tek kutuplu dönemin sona erdiği çok kutuplu döneme geçildiği; Atlantik yüzyılının Asya yüzyılına evrildiği şu günlerde Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Türkiye’nin kurucu ideolojisinin mirasçısı olması gereken, CHP isimli siyasi parti ‘’altı oku bırakıyorum’’ diyebiliyor ya da içinde Türk kelimesi geçmeyen anayasa taslağı hazırlayabiliyor. Ya da Türk donanmasıyla ordusuna Türk tarihinde kurulan en büyük kumpası ‘’bir savcı bulun delillendirin’’ diyerek başlatan, ABD Dışişleri bakanının 2 sayfa 9 maddelik manda anlaşmasını kabul etmiş eski bir Cumhurbaşkanı kalkıp milli çıkarları savunmak ve Atlantikçilikten uzaklaşmak kusurmuş gibi  ‘’muhafazakarlar ulusalcılaşıyor’’ diyebiliyor.
Sıcak Para Sopasına Teslimiyet. Türkiye’nin aydınlık geleceği, maalesef Galileo’nun engizisyon önünde düştüğü durumda. Mutlak gerçek ortada. Dış borç altında kıvranan Türkiye sıcak para sopası ile jeopolitik çıkarlarını koruyamayacak bir duruma ve İdlib tuzağı üzerinden Suriye ile savaşa itiliyor; Rusya ile 15 Temmuz 2016 sonrası oluşan son derece sağlıklı ve dengeli ilişkiler ipotek altına sokuluyor. Bu konjonktürde çok değil 6 hafta önce 8 Ocak 2020 TurkStream töreninde Cumhurbaşkanı konuşmasını hatırlayalım: ‘’İstiklal Harbi’nde Rus dostlarımızdan gördüğümüz yardımları unutamayız...Rusya ile son dönemde fikir ayrılıklarımızın ortak çıkarlarımızın önüne geçmesine izin vermedik...Hiç kimsenin sadece kendi çıkarları uğruna Irak başta olmak üzere tüm bölgeyi yeni bir ateş çemberine atmaya hakkı yoktur... Elimizdeki tüm imkanları seferber ederek bölgemizin kan ve gözyaşına boğulmasına izin vermeyeceğiz...Türkiye olarak ne Irak’ın ne Suriye’nin ne Lübnan’ın ne de Körfez bölgesinin vesayet savaşlarının sahnesi haline gelmesini istemiyoruz.’’
Emperyalizme Eğilen Başlar. Bu satırları yazarken İdlib’den 3 şehit haberi daha geldi. Her şehit haberinin Türkiye’yi Atlantik eksene ittiğini, emperyalizme eğilen başların sayısını artırdığını biliyoruz. Ancak emperyalizmden yardım istemek, cellattan af beklemek gibidir. Son hafta içinde çevremizde olanlara ve Atlantik Cephenin Türkiye sevgisine göz atalım: ABD muharip askerini GKRY/Baf’ta konuşlandırdı. Fransa, Güney Kıbrıs’a 240 milyon avroluk gemiye ve havaya karşı füze satışı yaptı. Yunanistan, Fransa ve ABD Deniz Kuvvetleri Orta Ege/Skyros adasında Türkiye karşıtı senaryoya dayalı müşterek tatbikat icra etti. KKTC’de federalizm çözüm modeli yeniden hortlatıldı. AB, Libya deniz alanlarında silah kaçakçılığına karşı (onlara göre Mutabakat Hükümetine (Sarrac)’a yardım eden Türkiye’ye karşı) Operation EU Active Surveillance isimli deniz harekatını başlatma kararı aldı. ABD/Virginia Delegeler Meclisinde  FETÖ’nün kaçak militanları ayakta alkışlanarak karşılandı.
Atlantik Tuzağına Düşmeyin. Bunlar sadece geçen hafta olanlar. 15 Temmuz 2016 FETÖ Darbe girişimi sonrası 250 vatandaşımızın ABD/AB/NATO himayesindeki FETÖ militanları tarafından şehit edilmesinden sonra Ulusal Kanal’a yaptığım bir açıklamada ‘’Türk halkı bu ihaneti asla unutmaz, artık hiç bir şey eskisi gibi olmaz’’ demiştim. Büyük konuşmuşum. Türkiye maalesef İdlib tuzağı üzerinden tekrar ABD/AB/NATO tuzağına çekiliyor. Bu tuzak, Türkiye’nin hayrına sonuçlar doğurmaz. Doğu Akdeniz’den Dicle Fırat havzasına; Libya’dan Karadeniz’e her alanda kayıplar getirir. Dilerim bu süreç, son tahlilde vatanımız, mavi vatanımız ve yavru vatanda geri dönülmez jeopolitik sonuçlar doğurmaz. Artık zaman gerçeğe, akla, bilgeliğe dayalı, çok boyutlu, çok yönlü ve çıkar odaklı güvenlik politikaları uygulama zamanıdır. Ne Türk kanı, ne de Türk emeği gelecekte hesabı verilemeyecek jeopolitik, stratejik ve ekonomik yanlışlar uğrunda harcanmamalıdır. Emperyalizme Türkiye’ye yeni kumpas fırsatları yaratılmamalıdır. Türkiye kaderini kendi belirlemelidir.


17 Şubat 2020 Pazartesi

11 Şubat 2011’den, 11 Şubat 2020’ye

Description: IMG_0131 




11 Şubat 2011’den, 11 Şubat 2020’ye
Yakın tarihimizde gelecek nesillerin ders almak üzere asla unutmaması gereken iki tarih vardır. Her ikisinde de halkımız kandırılmıştır.
İlki 11 Şubat 2011 tarihidir. O gece 163 Türk Silahlı Kuvvetleri muvazzaf ve emekli personeli, FETÖ tarafından yönetilen ve yönlendirilen sözde Balyoz davası ile Silivri ve Hasdal Cezaevlerine gönderildi. 2008 yılında Ergenekon tutuklamaları ile başlayan cumhuriyet tarihinin yüz karası kumpas davalar süreci iktidar, muhalefet, parlamento ve birkaç istisna dışında tüm yazılı ve görsel medyanın kısacası Türkiye’nin gözü önünde post modern bir hukuk ve adalet katliamı şeklinde sürdürüldü. Toplumsal refleks yok edildi. Milyonlar büyük bir illüzyonla uyutuldu. 11 Şubat 2011 ‘de CIA ve Gladyo destek ve kaynaklı FETÖ, hükümetin gücünü kullanarak  Anadolu’daki son Türk devletine tarihinin en büyük darbesini vurmuştu. Ordu ve Donanma emperyalizm tarafından teslim alınmıştı. Cumhuriyet ve Mustafa Kemal Atatürk’e ait tüm birikim ve değerlere karşı başlatılan topyekun savaşta emperyalist cephe en büyük zaferini kazanmıştı.  
İkinci tarih 24 Nisan 2004 tarihidir. Kıbrıs Adasındaki emperyalizm cephesinin geniş destek, yönlendirme ve propagandasıyla Kuzey Kıbrıs Türk halkı, adadaki bağımsız varlığını sonlandıran, Türk askerinin geri çekilmesi ve garantörlük hakkımızın ortadan kaldırılmasına onay veren Annan Planına 24 Nisan 2004 günü % 65 çoğunlukla Türkiye tarafından geliştirilen ‘’Yes be Annem’’ sloganı ile evet dedi. Anavatanın 500 evladını şehit vererek kurtardığı Yavru Vatan, 30 yıl sonra Türkiye’ye ‘’git başımdan’’ diyor, vatanseverliği, bağımsızlık karakteri, dayanıklılığı, savaşçılığı ve milli değerlere bağlılığı ile öne çıkan Türk halkı bu değerlerine ihanet ediyor ve ilk kez emperyalizme payanda oluyordu. Talihin gücü olsa gerek Rumlar plana hayır dediği için Türkler uçurumun kenarından dönüyordu.
11 Şubat 2020’de tarih tekrar mı ediyor? 2011 yılından itibaren ABD ve AB yönlendirmesi ile jeopolitik çıkarlarımız dışında Suriye’nin parçalanma sürecine dahil olduk. ABD ve İsrail çıkarlarına hizmet edecek şekilde 911 km sınırımız olan güney komşumuzun istikrarsızlaştırılması sürecinde aktör olduk. İŞİD denen, ABD ve İsrail tarafından yaratıldığı bilinen köktendinci terör örgütüne uygulatılan stratejik tiyatronun sonucunda güneyimizde denize çıkışı olan kukla bir Kürt devletçiğinin kurulmasını 15 Temmuz FETÖ kalkışmasının yarattığı şok sonrası, Fırat Kalkanı harekatı ile son anda erteleyebildik. İdlib’de son aylarda yaşananlar ve yapılan stratejik hatalar sonucu geldiğimiz noktada erteleme kelimesini, önleme yerine kullanmak zorunda kaldım. Zira 11 Şubat 2020 tarihinden sonra işimiz çok daha zorlaştı.  11 Şubat 2020’de ABD Suriye Özel Temsilcisi, eski ABD Türkiye Büyükelçisi James Jeffrey’in  ‘’İdlib’de şehitlerimiz var. Başınız Sağ olsun’’ deklarasyonu ile yeni bir süreç başladı. En yetkili ağızların aynı zaman diliminde  NATO ve AB’nin İdlib’e müdahil olma talebinin dile getirilmesi ise işimizi  son derece güçleştirecek gelişmeler olarak tarihte yerini aldı. Fırat’ın doğusunda ABD zaten sahadadır. Diğer yandan NATO demek ABD demektir. Aynı ABD, Kürt kantonlarının birleşmesi için PYD/YPG/PKK’ya yıllardır yatırım yapmıyor mu? Onbinlerce TIR bölgeye gönderilmedi mi? FETÖ lideri yıllardır CIA/FBI koruması altında melanet yaymaya devam etmiyor mu? Jeffrey, 12 Şubat günü İdlib’de Türkiye ile istihbarat paylaşımı yapacaklarını deklare ederken, geçen hafta Irak’ta ve Fırat’ın doğusunda TSK ile istihbarat paylaşımını  kestiklerini nasıl izah edecek? Bakın bu talebin yapıldığı aynı saatlerde ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı O'Brien ne diyor: "Suriye'deki sivil katliamlarının durdurulması gerektiğini yüksek sesle söylemeye devam edeceğiz, fakat İdlib'e askeri olarak müdahale edeceğimizi sanmıyorum". Evet, ABD vekillerini savaştırırken, kendi askerinin kanını akıtmıyor. ABD vekillerine silahını ve dolarını kullandırıyor. Türk askerinin kanının akması ve Türk - Suriye savaşının başlatılması için her yolu deniyor. Barış Pınarı, Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı gibi Vatan Savaşına yönelik harekatları endişe ile izlediğini beyan eden ABD, İdlib yüzünden Türk – Rus; Türk-Suriye çatışma ve kaos süreçlerine alkış tutuyor. Jeopolitik ve Strateji yoksunu mandacı Atlantikçiler de bu sürece aynen Annan Planı ve Balyoz tutuklamaları sürecinde olduğu gibi destek vermeye devam ediyor. Türkiye, Şam ile fiilen savaş girse tekrar Atlantik dünyasına geri dönecekleri için bayram edecekler. Ama unutmayalım ki son anketlere göre NATO’ya Türk halkının sadece % 21’i olumlu bakarken, halkımızın % 64’ü ABD’yi tehdit olarak görüyor. İdlib’e rağmen tarihin akışını ve zamanın ruhunu değiştirmek çok zordur. 21. Yüzyıl jeopolitiği, 20. Yüzyılın artıklarını mutlaka değiştirecektir.
Diğer taraftan medyada değerli karacı emekli generallerin yorumlarından anlaşıldığı üzere sahada askeri doktrin çerçevesinde hatalar yapıldığı anlaşılmaktadır. Bu çerçevede tecrübeli muharip komutanların Suriye cephesinde görevlendirilmeleri düşünülmelidir. Benzer şekilde Rusya ve İran ile sahadaki istenmeyen olayların önlenmesine yönelik iletişim kanallarının açık tutulması ve dışişleri ile savunma bakanlığı arasındaki eşgüdüm ve işbirliğinin en yüksek seviyede idamesi sağlanmalıdır.
Kahramanmaraş’ın Düşman İşgalinden Kurtuluşunun 100. Yılının Hatırlattıkları
12 Şubat 2020 Kahramanmaraş’ın düşman işgalinden kurtuluşunun 100. Yıldönümü idi. Kahramanmaraş kalesinden Türk bayrağını Ermeniler ve Fransızlar 27 Kasım 1919’da indirmiş, Fransız bayrağını çekmişlerdi. 21 Ocak 1920 günü Fransız güçlerine karşı başlayan kurtuluş mücadelesi 22 gün sonra 12 Şubat 1920 sabahı zaferle sonuçlandı. Her iki tarih de yani 27 Kasım ve 12 Şubat 100 yıl ara ile ders alınması gerekecek kadar önemli tarihler. Kalenin düşmesinden ve Türk bayrağının indirilmesinden tam 100 yıl sonra 27 Kasım 2019’da bu kez Türk Bayrağını Libya ile yaptığımız deniz sınırlandırma anlaşması ile mavi vatanımızın güney batı sınırına diktik. (Bu arada Libya ile imzalanan Mutabakat Muhtırasının fikir babası ve mimarı Amiral Cihat Yaycı’nın da Kahramanmaraşlı olması kaderin güzel bir cilvesi.)
Diğer taraftan 12 Şubat 2020 günü, talihsiz bir tesadüf olarak, İdlib olayları nedeni ile ABD özel temsilcisi James Jeffrey’in Ankara’da katıldığı toplantının ve Türkiye’nin Brüksel’de yapılan Savunma Bakanları Toplantısında NATO’ya İdlib’e müdahil olması için çağrıda bulunduğu gün. Diğer bir deyişle bugünü, 15 Temmuz 2016 sonrası oluşan yeni güvenlik konjonktürünün rota değişikliğine zorlandığı dönemin başlangıcı olarak da görebiliriz.  Tarihimizden, Anadolu’nun çektiği acılardan ders almamız ve tarihi tekrar ettirmememiz gerekir. Tarih ders almayanlar için tekrar eder. Asya çağının ve çok kutuplu dünya düzeninin başladığı bir dönemde ısrarla Atlantik çağına ve tek kutuplu ABD hegemonyasının ipine sarılanlara, Türkiye’ye güvenmeleri ve mandacı psikolojiyi terk etmelerini tavsiye etmek vatandaşlık görevimizdir.





10 Şubat 2020 Pazartesi

Tek Kutuplu Atlantik Çağının İdlib Tuzağı ve Akdeniz Yansımaları

Description: IMG_0131 




Tek Kutuplu Atlantik Çağının İdlib Tuzağı ve Akdeniz Yansımaları
Geçen haftaya Suriye, İdlib’den üzücü bir haberle başladık. İdlib’de Türk Silahlı Kuvvetleri kontrolündeki gözlem noktalarına destek götüren konvoyumuz vuruldu. 8 şehit verdik. İdlib’de bir fırtınanın patlayacağını aslında Türkiye’de Suriye konusuna akıl yoran pek çok kişi söylüyordu. Emekli General Nejat Eslen, Oda TV’de bu üzücü olay olmadan 24 saat önce yazdığı yazısında adeta karar vericileri ikaz ediyor, Türkiye’nin Astana sürecinde verdiği sözleri yerine getirmediği veya getiremediği için Rusya’nın artık toleranslı davranmadığını ve İdlib’deki gelişmelerin Türkiye-Rusya ilişkilerini zora soktuğunu ifade ederek, önlem alınmasını tavsiye ediyordu.
Kazanan Kim Oldu? İdlib’de Türk askerlerine saldırı öncesinde İdlib’de 4 Rus askerinin öldürüldüğü medyada yer aldı. Aslında gerek Rus gerekse Türk askerlerine yapılan saldırıların kimler tarafından yapıldığı konusunda da akılları karıştıran hususlar var. Bazı analistler batılı istihbarat örgütlerinin rolünü öne çıkarıyor. Bu saldırılardan kim yararlandı ? Sorusunu sormamız lazım. Rusya, Türkiye ve Suriye Hükümeti kesinlikle kaybedenler tarafında. Kazananlar belli: ABD ile Türkiye’de tek kutuplu Atlantik sistemin ve ABD hegemonyasının devamını isteyenler! ABD, zaten İdlib’i her geçen gün gelişen Türk-Rus ilişkilerinin zayıf halkası olarak görüyordu. İdlib karıştırılmaya ve yeni kaos senaryoları üretilmeye uygun bir alandı. Müslümanın Müslümana kırdırılmasına en uygun test alanıydı. Çin’deki salgının ülke ekonomisine vurduğu dev darbenin ABD’ye stratejik bilek güreşinde nefes aldırdığı bir ortamda Türk-Rus işbirliğine uçak düşürme krizinden sonra en önemli zararın verildiği bu olay, şüphesiz Amerikalı oyun kuruculara ve stratejistlere moral vermiştir. Zaten olaydan kısa süre sonra önce ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü ‘’müttefikimiz Türkiye’nin yanındayız’’ derken ABD Dışişleri Bakanı Pompeo, Türkiye’nin İdlib’de kendini savunma eylemlerine destek veren bir açıklama yaptı. Bu açıklamalar, üzücü olay yaşanmadan önce Türkiye’de ‘’İdlib’e ABD ve AB müdahale etsin’’ diyen Atlantikçi çevrelere de büyük moral verdi. Maalesef İdlib cephesi, aklı selim hakim gelmezse, kısa ve orta vadede Türkiye’nin enerjisini acil jeopolitik çıkarları dışında harcayacağı bir alana dönüşecek.
Rusya Suriye’den Vazgeçmez. Olur da Türkiye, Suriye devleti ile savaş haline geçerse son derece tehlikeli bir sürece sürükleniriz. Zira Rusya karşımıza çıkar. Jeopolitik öncelikleriyle hareket eden Rusya, bugüne kadar Suriye’den ve Esad rejiminden vazgeçmeyeceğini söylem ve eylemleri ile belirtmiştir. Sekiz yıllık iç savaş boyunca ABD ve AB’yi karşısına almak pahasına Suriye’ye destek veren Moskova’nın, Ankara’dan gelen talepler doğrultusunda söz konusu politikasını değiştirmesi mümkün değildir.  Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO üyeliği ile sıkıştırıldığı bir ortamda Tartus ve Lazkiye’de soğuk savaştan bu yana sahip olduğu üsleri terk etmesi bu aşamadan sonra düşünülemez.
Mezhepçilik ve Jeopolitik. Diğer yandan Türkiye’nin mevcut iktidarının Suriye’ye bakışında en önemli rolü oynayan mezhep perspektifin maalesef jeopolitik perspektifin çok önünde olduğunu söyleyebiliriz. Türkiye, baştan Suriye iç savaşına taraf olarak çok büyük hata yapmıştır. Bu siyaset, FETÖ darbe girişimi öncesi ABD istekleri paralelinde şekillendirilmiş ve maalesef Suriye politikalarına yön vermiştir. İç savaş ortamındaki Libya’da BM tarafından tanınan hükümete destek veren Türkiye, Suriye’de bu kez BM’de tanınan bir hükümete karşı tutum takınıyor.  PKK, PYD, YPG ile mücadelede doğru bir şekilde jeopolitik kartı kullanan Türkiye, İdlib’de farklı davranabiliyor. Ancak ideolojik yaklaşım jeopolitik satrançta önem arz etmez. Rusya, bu konuda en güzel örnektir. Her ne kadar Trump döneminde İsrail tarafından vekil devlet gibi kullanılsa da, ABD de jeopolitik çıkarlarına bakıyor. Demokrasinin  günümüzdeki sözde bayraktarı olarak Suudi Arabistan’da orta çağdan bile uzaktaki gerici rejime desteğine; Suudilerin Yemen’de sürdürdüğü soykırıma dolaylı destek olmalarına ne demeli?
21. Yüzyıl Türkiye Jeopolitiği Esas Olmalıdır. Söz konusu süreçte Türkiye acil, açık ve yakıcı jeopolitik önceliklerine odaklanmalıdır. Bu önceliklerin başında denize çıkışı olan kukla bir Kürt Devletinin önlenmesi; Doğu Akdeniz’de vaz geçmemiz istenen deniz yetki alanlarının korunması; KKTC’deki askeri varlığımızın her koşulda devamı ile Libya’da mevcut durumun Türkiye çıkarları ile uyumunun sağlanması olmalıdır. Aksi takdirde Doğu Akdeniz’deki pek çok kazanımlarımızı heba edebiliriz. Bu hedeflere erişimde Rusya ile işbirliği esastır. Bu satırları yazarken Fransız Uçak Gemisi Charles De Gaulle’ün, ülkede kontrolünü genişleten  Suriye rejimine müdahale etmek için Doğu Akdeniz’deki yerini aldığını ve İsrail’in Şam’ı hedef alan son saldırılarını hatırlatırım. Kısacası emperyalizm her zaman pusudadır.
Suriye ile Kan Davası Sürdürülebilir Değildir. Diğer yandan her türlü zorluğa rağmen, Suriye hükümetinin bu süreçte kazanan taraf olduğu, ülkede kontrol ettikleri alanların her geçen gün büyümesi ile anlaşılmaktadır. Bu koşullarda kendi ülkesel bütünlüğünü korumaya çalışan, bugünkü koşullarda arkasına dünyanın en büyük ikinci askeri gücü olan Rusya’yı alarak 9 yıldır süren iç savaşı kazanan tarafta görünen Suriye Hükümeti ile sonsuz bir kan davası içinde sürüklenmek Türkiye gibi bölgenin en önemli gücünün enerjisini azaltır. Bu negatif enerji akışının Doğu Akdeniz cephesine menfi etkileri mutlaka olur. Türkiye, Atlantik mandacılarının ve 21. Yüzyıl mezhep tacirlerinin tuzağına düşmeden, jeopolitik çıkar odaklı Suriye politikası uygulamalı, gücünü uluslararası hukuk ile cumhuriyetin devlet geleneğinden ve Atatürk vizyonundan almalıdır.








6 Şubat 2020 Perşembe

Akdeniz’den Türkiye’ye Saldırmanın Dayanılmaz Hafifliği

Description: IMG_0131 
Akdeniz’den Türkiye’ye Saldırmanın Dayanılmaz Hafifliği
Son aylarda bir hafta geçmesin ki, Türkiye’nin Akdeniz politikası aleyhinde ABD, AB ve Arap Dünyasından Türkiye aleyhinde bir rapor, beyanat, karar, kınama çıkmasın. Dışişleri Bakanlığında  sözcüsü başta olmak üzere büyük bir bölümünün mesaisi bu temelsiz, teorisiz, gerekçesiz, haksız açıklamalara cevap hazırlamakla geçiyor. Bir bakıyoruz, ABD’de CIA iltisaklı RAND Firması Türkiye senaryoları üretiyor; Yunanlı bir parlamenter Avrupa Parlamentosunda Türk Bayrağı yırtıyor. Aynı dönemde Yunanistan Başbakanı ve Fransa Cumhurbaşkanı Elysee Sarayında Türkiye aleyhinde el sıkışıp Akdeniz’de Fransız Donanmasının Yunanistan’a açık destek vereceğini açıklayıp Libya açıklarında seyir yapan savaş gemilerimizi şikayet ediyor; Ya da İtalyan Dışişleri Bakanı GKRY mevkidaşı ile birlikte   Roma’da Türkiye-Libya arasındaki 27 Kasım 2019 deniz sınırlandırma mutabakat muhtırasının yasal dayanağı olmadığını öne sürerken, Türkiye'nin Akdeniz'deki sondaj faaliyetleri ile bağlantısı bulunan kişi ve kurumlara Avrupa Birliği'nin yaptırım uygulaması gerektiği konusunda hemfikir olduklarını söylüyor. Saymakla bitmiyor...
İkinci Sevr Dayatması. Bu nedenle Doğu Akdeniz’de yaşananlara İkinci Sevr dayatması dememiz pek de haksız değil. Dışarıdan yapılan  Türk ve Türkiye karşıtı açıklamalara başta FETÖ militanları olmak üzere içerden ve dışardan alkış tutanlar ve sevinenler oluyor. Aynı mütareke dönemi gibi mandacılarımız bugün de var. 100 yıl önce İstanbul’daki konforlu hayatlarını devam ettirmek için İngiliz işgalcilere ve hegemonyaya teslim olan hedonist onursuzlara nazaran bugün sayıları daha çok. Bu duruma rağmen devlet gemisinin 21. Yüzyıl rotasını değiştirmeye güçleri yetmez. Zira rotayı belirleyen zamanın ruhu ve jeopolitiğin yakıcı koşulları.
Yavru Vatan Dikkatli Olmalı. Ancak yavru vatanda maalesef günümüzün AB mandacıları devlet gemisinin rotasına ciddi tehdit oluşturuyor. Evet Kıbrıs Türkü bugün özgürdür. Ancak bugüne gelene kadar çok acılar çekilmiştir.1955 yılında EOKA’nın ilk saldırısında yedi Türk katledildi. Beş yıl içinde adanın hiçbirinde Türklerin can güvenliği kalmadı. 1960‘daki Gazi köy ve Vasilya katliamlarında 150 Türk kurşunlandı ve öldürüldü. Kanlı Noel saldırısı olarak yaşanan 20 Aralık 1963 gecesinde 128 Türk uykularında öldürüldü. 1969-71 arasında 103 Türk köyü talan, 107 cami yok edildi. Çoğu çocuk 388 Türk öldürüldü. 20 Temmuz 1974 Barış Harekatında 258 Kıbrıs Türk’ü ile Türk Silahlı Kuvvetlerinden yani ana vatandan 31 subay, 20 astsubay ve 447 er şehit oldu. Aynı dönemde  Taşkent, Terazi ve Mari köylerinde 70; Atlılar, Muratağa ve Sandallar köylerinde 120 sivil topluca öldürüldü. Klerides yazdığı 4 ciltlik ‘’İfadem’’ adlı anı kitabında Kıbrıs Cumhuriyeti’ni Enosis için kendilerinin yıktığını, bu amaçla gizli bir ordu oluşturduklarını ve Akritas Planı’nı yaptıklarını itiraf etmiş ve planın tam metnini de kitabında yayınlamıştır. Klerides, 2010 yılında Fileleftheros gazetesinde yayınlanan bir başka ifşaatında şöyle diyordu: “Teslim olmalarını ve diz çökmelerini sağlamak için Kıbrıs Türklerini gettolara kapattık.’’ Rumların madalya vererek onurlandırdığı Hristos Savvas adlı eski bir EOKA’cı da itiraflarında, yaşananları şöyle anlatıyordu: “Kasım 1963’de, Yunan Alayındaki (Eldik) eğitim sırasında eğitim görenlere Türkler aleyhine düşmanlık dolu söylevler verildi... Bu sırada “ 25 Aralık 1963’de, Türklere saldırılacağı, 100 bin Türk’ün, kedilerine kadar katledileceği söylendi…nitekim daha sonra saldırılar başladı ancak Makarios, “Türkiye müdahaleye hazırlanıyor, saldırıları durdurun” talimatı vererek saldırıları durdurdu.’’
 KKTC son kararının vermeli. Zorluk ve ıstırap dolu, 10 yıl, 20 Temmuz 1974 sabahı son buldu. Ancak aradan geçen 46 yılda ne Türkiye ne de Kıbrıs Türk halkı gidecekleri limanı tam olarak belirleyebildi. 1983 yılında KKTC’nin kurulmasına rağmen bağımsızlık ve özgürlüğün değerini temsil eden bu girişim, halka tam olarak mal edilemedi. Adanın Türkleşmesinden çekinen bir düşünce ile anavatanda Adanın Türkiye’ye yakınlaşması ve bağımsız bir varlık olmasına ‘’ABD ve batı ne der?’’ çekincesi ve korkusu içinde hareket eden kripto mandacılar maalesef KKTC iç siyasetini etkiledi. Bu sürece AB havucu ile uyutulan kendine güvenmeyen Türk Hükümetlerini de ekleyelim. Maalesef, 24 Nisan 2004 ANNAN Planında mandacılar galip geldi. Eğer Rumlar plana hayır demeseydi, KKTC ile söz konusu seçkin coğrafyadaki  bağımsız Türk varlığını sonsuza kadar kaybediyor olacaktık. Talih dolaylı olarak hem anavatan Türklerine hem de yavru vatana yardım etti ve ANNAN planı belasından kurtulduk. Bugün ANNAN Planının ruhu federal çözüm aldatmacası altında yeniden canlandırılıyor. Bu süreci destekleyen mandacı kesim, sayı olarak az olsa da, başta mevcut Cumhurbaşkanı ve AB’den fonlanan medya olanakları ile ciddi etki yaratabiliyor. O kadar çok örnek var ki. Geçen hafta Kanal T isimli bir KKTC televizyon kanalında sürekli Türkiye aleyhinde programlar yapan Serhat İncirli isimli bir Kıbrıs Türk’ü kendi devletini ‘’ Üç tabak kuru fasulye ile ben bile yıkarım’’ şeklinde aşağılayacak kadar ileri gidebildi. Böylesi o kadar çok örnek var ki...
Türkiye’nin jeopolitiği Göz Ardı Edilemez. KKTC yönetimi ve halkı şu gerçeği asla unutmamalıdır. KKTC jeopolitik perspektifte Türkiye’nin ayrılmaz bir parçasıdır. Türkiye jeopolitiğine aykırı bir rotaya girmesi asla kabul edilemez. Türkiye KKTC’yi kaybederek tekrardan güneyden kuşatılmışlığa izin veremez. Zira KKTC’nin kaybedilmesi Mavi Vatanın kaybını tetikleyecek süreci başlatır. O nedenle gelecek Nisan ayında yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimlerine katılacak adaylar ve siyasi partiler bölge jeopolitik gerçeklerini iyi öğrenmelidir. Gündelik çıkarlar, yakın dönem siyasi hesaplar, konjonktürel ve sığ durum muhakemeleri ile hareket ederken sonuçlarının Türkiye’de yaşayan 82 milyon Türk’ün anavatan ve mavi vatandaki savunma, güvenlik, refah ve mutluluğunu etkileyeceğini unutmamalıdır. Bu kapsamda adaylar federasyon görüşmelerine yol açabilecek her türlü yaklaşımdan kaçınmalıdır. Bu süreç 2017 de Cras Montana ‘da zaten çökmüştür. Ölü diriltilmemelidir. Türkiye’nin AB üyeliğinden tamamen uzaklaştırıldığı düşmanca bir konjonktürde, KKTC’nin Türkiye‘siz AB üyeliği tuzağına dikkat edilmelidir. KKTC’de devleti koruyacak kanunlar kısa sürede çıkartılmalı; Türkiye ve KKTC’ye hakaretlere son verilmelidir. Güneyden ve batıdan sıkıştırılan ve her gün değişik bir tür saldırıyı bertaraf eden Türkiye’nin bu zorlu süreçte dost ve müttefik olması gereken KKTC’de, mandacılarla uğraşma lüksü yoktur. Buna zamanı da yoktur. KKTC hükümeti ve halkı, mandacıları bilinçlendirmek ve doğru yola davet etmek sorumluluğuna sahiptir.
Bir daha hatırlatalım vatana ihanet demokratik hak değildir ve olamaz.