28 Ekim 2020 Çarşamba

Atatürk’ün Büyük Eseri, Cumhuriyet Donanması 97 Yaşında

 Atatürk’ün Büyük Eseri, Cumhuriyet Donanması 97 Yaşında

Cem Gürdeniz

Bugün varlığı ile gurur duyduğumuz Cumhuriyet Donanması 29 Ekim 1923 günü kuruldu. Kurtuluş sürecinin tamamlanıp kuruluşun başladığı o gün, savaş gemilerimiz padişaha aidiyet anlamına gelen Hümayun kimliğini terk ederek cumhuriyete ve millete ait Türkiye Cumhuriyeti Gemisi TCG Kimliği ile buluştu.  Bunu mümkün kılan tek kişi vardı. Mustafa Kemal Atatürk. İşte o gün, Türk milletinin denizde yükseliş ve Mavi Vatan idealine erişim sürecinin ilk ateşi yakıldı. O ateş büyüyecek ve bugünlere erişecekti. 

Kurduğu Cumhuriyetin donanmasızlığa tahammülü yoktu. Mustafa Kemal Atatürk, donanmasızlığın yarattığı sonuçları İtalyan, Balkan ve Birinci Dünya Savaşlarında acı çekerek yaşamıştı. 1911’e gidelim. Enver ve Mustafa Kemal, Libya’ya hareketlerinden önce, Trablusgarp ve Derne savunmasına donanmanın katkısını Rauf Orbay’a sorarlar. Orbay, hatıratında o günü şöyle anlatıyor:

“Şüphesiz arkadaşlarımın donanmanın içinde bulunduğu perişan hali bilmelerine rağmen, yine de üç tarafı deniz olan ülkenin denizcilerinden birisi olarak acı hakikati açıklamaktan utanıyordum. Donanma sefil bir durumdaydı. Öylesine kahrolası, yıkılası hatta sebepsiz gurur içinde idik ki, hemen her kelimenin başına bir şahane ilave ediyor, boşlukları bu gülünç tabirle dolduruyorduk. Donanma-ı Şahane gibi. Sonra gemilerin isimlerinin sonuna bir de Hümayun tabirini ekliyorduk. Peyk-i Şevket Kruvazörü Hümayun’u gibi. Ve böylece bir zamanların şahane ve hümayun olan varlığı ile alay edercesine kendimizle alay ediyorduk.”    

9 Mayıs 1912’de Mısır üzerinden karayolu ile geçtiği Derne’de bulunan Kolağası Mustafa Kemal Selânik’teki sınıf arkadaşı Salih Bozok ‘a şunu yazar: ‘Vicdanımızdan gelen bir ses, bize vatanın bu sıcak ve samimi ufuklarını tamamen temizlemedikçe, gemilerimizin Tobruk, Derne, Bingazi ve Trablusgarp limanlarında tekrar demir atmış olduğunu görmedikçe, vazifemizi bitirmiş sayılmayacağını ihtar ediyor.’’ 

Pervanesi dönmeyen Donanma. Ancak o savaş gemileri Bahriyenin ve milletin fedakâr evlatlarının varlığına rağmen İtalya Savaşı sırasında asla gelmedi. Pervanesi dönmediği, topu atmadığı sürece savaş gemisi ne işe yarardı. Balkan Savaşında da aynı trajediler yaşandı. Ege adaları birkaç ay içinde kaybedildi. Selanik kaybedildi. Selanik’e denizden yardım etmek bir yana, Selanik’te Alatini Konağındaki sürgün padişah II. Abdülhamit’i Anadolu’ya getirmek için Selanik’teki Alman Konsolosun yatı kullanıldı. Ardından Birinci Dünya Savaşı geldi. Yarbay Mustafa Kemal Çanakkale cephesindeydi. 18 Mart 1915 sabahı Çanakkale Müstahkem Mevki Komutanı Cevad (Çobanlı) Paşa ile Seddülbahir Bataryasında inceleme yaparken 18 Muharebe gemisi ve kruvazörle boğaza saldıran itilaf donanmasının ateşine maruz kalmıştı. Çok değil bu olaydan beş hafta sonra bu kez denizden karaya çıkan istilacılarla boğuşmuş, 25 Nisan günü 57. Alaya ölmeyi emretmişti.

Donanmasız Anadolu’yu Savunamayız. 1915 yılı Eylül sonunda Çanakkale cephesindeki sahra çadırında Alman Büyükelçiliğinden Dr. Ernest Jackh’a şu mülakatı vermişti: “Karada kıstırılmış durumdayız. Tıpkı Ruslar gibi. Boğazları tıkamakla Rusları Karadeniz’in içine kapamış olduk ve eninde sonunda çökmeye mahkûm ettik. Çünkü müttefikleriyle bağını kesmiş olduk. Ama biz de çökmeye mahkûmuz. Hem de aynı nedenden. Gerçi Akdeniz’in Karadeniz’in ve Hint Okyanusu’nun eteklerindeyiz. Ama herhangi bir okyanusa açılamıyoruz. Deniz Kuvvetinden yoksun bir kara kuvveti olarak yarımadamızı kara kuvvetlerini çekinmeden getirebilecek bir Deniz Kuvvetine karşı hiçbir zaman savunamayız.

İki Stratejik Öngörü. Yarbay rütbesinde, 34 yaşındaki genç bir akılın denizci vizyonu iki ağırlık merkezine dikkat çekiyor. Birincisi: ‘’Herhangi bir okyanusa açılamıyoruz.’ İkincisi: Deniz Kuvvetinden yoksun bir kara kuvveti olarak yarımadamızı kara kuvvetlerini çekinmeden getirebilecek bir Deniz Kuvvetine karşı hiçbir zaman savunamayız.”  Denizci olamayan Osmanlı her iki hatayı da yapmıştı. Okyanusa çıkmamış, teknolojiyi takip etmemiş ve yakın deniz çevresini kontrolüne almamıştı. Denizde güç sahibi olmadan, yakın ve uzak çevresindeki denizleri yani Karadeniz, Akdeniz, Ege, Adriyatik, Kızıldeniz, Basra Körfezi, Umman Denizi gibi Anadolu yarımadasını çevreleyen denizleri yaz ve kış tutmadan Anadolu’yu koruyamayacağını bilemeyecek ve göremeyecek kadar jeopolitik gerçeklikten uzaktılar. Anavatanımız sayılacak Anadolu ve Trakya yarımadalarının denizden istilasına karşı koyacak ve derinliğine savunma sağlayacak donanma kurmadılar. İşte Atatürk’ün tecrübeleri ile gerçekçiliği, bilimi ve aklı harmanlayan devlet adamlığı, bu coğrafyanın Donanmasızlığa tahammülü olmadığını ona yıllar önce öğretmişti. Osmanlı Donanmasının tüm yenilgi ve baskınlarında saraydan yetişme kifayetsizler ile karacı generallerin stratejik hatalarını görebilmişti. Osmanlı Donanmasının jeopolitik bir varlık olmaktan çok, kara ordusunun destek unsuru, operatif bir unsur olarak kullanılmasının devlete verdiği zararları çok iyi anlamıştı. 

Atatürk ve Deniz Uygarlığının Başlangıcı Cumhuriyet Donanması’nın stratejik çerçevesini dâhilere özgü öngörüsü ve entelektüel birikimiyle Mustafa Kemal Atatürk çizerken, Anadolu’da 10 asırdır var olan karasal odaklı devlet jeopolitiğini denize çevirerek gerek askeri alanda gerekse sosyal, kültürel ve ekonomik alanlarda denizi Türklerin hayatına sokmaya gayret sarf etti. Kısaca deniz uygarlığına geçişin ilk adımlarını attı. Çok okuyan ve analiz yapabilen olağanüstü bir deha olarak denizcileşme alanına büyük enerji harcadı. Öyle bir deha ki, Cumhuriyet Donanmasına ilk yıllarında denizaltı tedarik ettirecek ve hatta isimlerini bile yeni Türkçe ’ye uygun bir şekilde (Atılay, Saldıray; Batıray, Yıldıray) kendi seçecek kadar ileri görüşlü, donanmayı güçlü karacı mareşal ve generallere rağmen geliştirebilmek için Bahriye Bakanlığı kurduracak kadar da gerçekçiydi. 

Denizcileşme ve Türk Rönesansı. Atatürk yeni Türkiye’yi denize yönlendirdi. Denizcileşme için devrim sayılabilecek kazanımları 15 yıllık Türk Rönesans’ına sığdırabildi. Ancak bugün Türkiye’miz, Cumhuriyet Donanması dışında denizci olamamıştır. Atatürk’ün Türk ulusunun denizciliği milli ülkü olarak benimsemesi direktifini verdiği 1 Kasım 1937 Meclis söylevi fiiliyata geçememiştir. Özellikle son on yıllarda ülkemiz sadece denizden değil, Atatürk’ün aydınlatıcı ışığından da uzaklaşmıştır. Bu durum emperyalizmin de işine gelmiştir. Zira emperyalizm Atatürk ilke ve devrimlerinden de denizci Türkiye’den nefret eder. Bu nedenle Mavi Vatana bugün emperyalizmin ve içerdeki mandacıların çullanmasını çok iyi anlayabiliyoruz. 

Türk Denizcileşmesinin Lideri: Cumhuriyet Donanması Diğer taraftan Cumhuriyet Donanması onun denizcileşme hedefine, her yönüyle ve büyük başarı ile erişmiştir. Kendi gemisini yapmış; teknolojisini milli kaynaklarla üretmiş; yarattığı kavram, strateji ve doktrinler ile Mavi Vatan ve ötesinde deniz hak ve çıkarlarımızı korumuştur.  Bu başarılar Cumhuriyetin başarısıdır. Donanma, Cumhuriyet ve Atatürk ideallerini buluşturabilmeyi başaran devletin öncü bir kurumu olmuştur. Sözde değil özde Atatürk’e bağlı kalmış, bedelini çok ağır ödemiştir. Hem Atatürk’ün ilke ve devrimlerine sonuna kadar sadakat içinde kalmak ve aynı zamanda açık denizlerde Atlantikçilere meydan okumak kolay iş değildir. Önce kumpas davalar, daha sonra 15 Temmuz 2016 FETÖ darbe teşebbüsü ile yaşanan süreçte Cumhuriyet Donanması çok acılar çekmiş, kan kaybetmiştir. Darbe süreci sonrası yaşanan dönemde de FETÖ ile mücadele gerekçesi ile önemli gelenekleri elinden alınmış, Deniz Lisesi ve Deniz Hastanesi gibi toplum vicdanı ile belleğinde 100 yılı aşkın süre çok önemli yere sahip kurumları kapatılmıştır. 

Modernite ve Gelenek Dengesi. Dünya tarihinde de örnekleri gözlemlendiği üzere Deniz Kuvvetleri geleneklerine son derece bağlı aynı zamanda moderniteyi temsil eden yaratıcı ve dinamik öncü bir kurum kimliğine sahiptir. Bu kurumsal kimliğin temeli deniz ve vatan sevgisi ile teknoloji ve çağın gereksinimlerinin gerisinde kalmama refleksidir. Cumhuriyet donanmasının denizcisi, modernite ile gelenek arasındaki bağı çok iyi korur. Yüzlerce yıl içinde imbikten damlayan tecrübe ve kurumsal kültür birikimi ile en zor şartlarda bile bu bağı korumayı bilir. Bu bağın yarattığı etki bir bakarsınız 1974, 20 Temmuz’unda Girne’de kıyı başında; bir bakarsınız 27 Eylül 2011’de MİLGEM’in ilk gemisi TCG Heybeliada’da; Bir bakarsınız 2020 yılı içinde 182 gün tek liman ziyareti yapmadan Doğu Akdeniz’de görev yapan TCG Giresun firkateyninde ortaya çıkar. Kısacası Cumhuriyetin 97. Yıldönümünde şunu söyleyebiliriz. 

Donanma Cumhuriyetin ta Kendisidir. Zira onu donatan köy, kasaba ve şehir çocukları Cumhuriyetin çocuklarıdır.  Türk milletinin çocuklarıdır. Onları bugüne kadar kimse aldatamadı. Zaman zaman Soros ve FETÖ çocukları onun tertemiz ruhunu kirletmeye yeltense de o muhteşem ruh, hainleri her zaman reddetti. O ruh, kumpas davalar sırasında bile ölmedi.  Hasdal, Silivri duvarlarından dışarıdaki hainlere ve korkaklara rağmen susturulamadı. 2007 sonrası parlamento, iktidar ve muhalefetin gözü önünde FETÖ ve işbirlikçilerinin başvurdukları her türlü kumpas, ihanet ve iftiraya rağmen Cumhuriyet Donamasının rotasını, kimyasını ve geleceğini bozamadı. 15 Temmuz darbe girişiminde de bu kirli yapı Cumhuriyet Donanmasını teslim alamadı. Atatürk cumhuriyetin 10. Yılında şöyle diyordu: ‘’Türk devrimi kurucudur. Türk devrimi yüksek bir insani ülkü ile birleşmiş vatanperverlik eseridir. Çocuklarına bütün güzellikleri ve bütün büyüklükleri görmek ve bütün sefaletlere acımak sanatını öğretmektir.’’

Cumhuriyetin 97. Yıldönümünde hatırlatalım. Türk devrimi Mavi Vatan üzerinden öğretmeye devam ediyor. Cumhuriyet Donanması bu büyük mücadelede Atasına, toprağına, mavi vatanına sadakatle görevine devam ediyor. Ve asla unutmadan. Bu topraklarda her zaman Mustafa Kemal’in askerleri kazanacaktır. Ne mutlu Türküm Diyene. Ne Mutlu Atatürk’ün gerçek evlatlarına. 

(KİTAP TAVSİYESİ. Değerli kardeşim, sınıf arkadaşım, dava ve hapis arkadaşım merhum Amiral Soner Polat’ın Kaynak yayınlarından çıkan Atatürk’ün Ordusu isimli kitabı Atatürk’ü seven ve onun için bedel ödemeye hazır Cumhuriyet sevdalılarının okuması gereken bir eser. Nur içinde yatsın.)

22 Ekim 2020 Perşembe

Halikarnas Balıkçısı, Mavi Anadolu ve Mavi Vatan

 Halikarnas Balıkçısı, Mavi Anadolu ve Mavi Vatan

Cem Gürdeniz

Anadolu insanlığın ve uygarlıkların merkezidir. Şanlıurfa, Göbekli Tepe’de bulunan ve 1994 sonrası bilim dünyasının dikkatini çeken tapınak, 11600 yıllık geçmişiyle sadece tarih tezlerini değil, Tevrat ve İncil başta olmak üzere dini tezleri de yeniden sorguluyor. Sırasıyla Avcı toplum - Yerleşik toplum ve inanç toplumu sürecini değiştirerek, Avcı, İnanç ve Yerleşik Toplum sürecine dönüştürüyor.  İşte bu kadar zengin bir coğrafyanın bugünkü sahipleri biziz. Asyalı atalarımız da Anadolu’ya Malazgirt Savaşı’ndan çok önceleri geldiler. Anadolu’da yapılan kazılara ait yeni çıkan belgelerde Ön Türkçe olarak adlandırılan yazıtlar bulunmuştur. İzmir Aliağa Bölgesindeki Kyme ve Fethiye yakınlarındaki Xhantos antik kentlerindeki yazıtlar, bunu doğrulamaktadır. Türkler Anadolu’da 11. yüzyıldan itibaren değil, MÖ 8000’li yıllarda da vardılar ve ihtiyaç duydukları oranda denizle ilgilendiler. 

Denizle Buluşan Atalarımız. Başlangıçta göçebe olan Türkler, yerleştikleri Anadolu ve Rumeli’de Hitit, Urartu, Frigya, İyonya, Roma ve Bizans uygarlıklarının emeği birçok bayındırlık eserini, yaşam biçimlerini, kültür ve teknolojilerini zaman içinde benimsediler. Yerli insanlarla temas kurdular, onların yaşantısından etkilendiler, bazılarıyla evlendiler. Bu etkileşimler ve göçerlikten yerleşikliğe geçiş esnasında şüphesiz Karadeniz, Ege ve Akdeniz ile buluştular. Böylece, gerek kadim medeniyetlere ait halklarla evlilikler, gerekse Orta Asya’dan gelen göç kollarının başta Aral, Baykal, Hazar, Siri Derya ve Amu Derya gibi göl ve akarsuları içeren eski yerleşkelerinden getirdiği, başta denizciliğe ve su kültürüne dair miras, alt beyinlerde gereken yeri aldı. Bu genetik mirasın ortaya çıkması için gelenek, görenek ve alışkanlıkları etkileyen dış faktörlerin ortaya çıkması gerekiyordu. Her yönü ile bereketli Anadolu’da denize yönelişi tetikleyecek gelişmeler, son bin yılın her yüzyılında ayrı koşullar ve gelişmeler ile ortaya çıktı. 

Deniz Uygarlıkları ile Etkileşim. MÖ 8000 ile MS 1200 arasında dalga dalga Anadolu’ya gelen Türkler, Anadolu’daki mevcut deniz uygarlıkları ile tanışıp, onlara ileri feodal yapıları nedeniyle entegre olabilmişlerse de ekonomik gelişmelerini tarım ve hayvancılık servetinin artışına bağlamışlar, balıkçılık, deniz ticareti ve gemicilik gibi ekonomik faaliyetler üretim fazlası verilen verimli Anadolu iklim ve toprağında, asli ekonomik faaliyetlere dönüşememiştir. 

Halikarnas Balıkçısı Anlatıyor. 13 Ekim 2020 tarihinde aramızdan ayrılışının 47. yılını idrak ettiğimiz tarihçi, yazar ve denizci Cevat Şakir Kabaağaçlı, ‘’Halikarnas Balıkçısı’’ en somut örneğinin Foça ile verildiği Anadolu denizciliği ve kültürlerin karışımı için Anadolu’nun Sesi isimli kitabında (Bilgi Yayınevi) şunları söylüyor:

‘’Batı Anadolu’ya karışa karışa gelen halk, Mezopotamya uygarlıklarını Ege’ye getirir. Ege kıyısı bir körfezler ve burunlar kargaşalığıdır…Kıyıyı bulan halk, enginin çağrısına dayanamaz, adadan adaya hoplaya hoplaya Girit’te, Anadolu’nun ve dünyanın ilk deniz uygarlığı olan Girit uygarlığını yaratır. Neden? Çünkü toplumları statikliğe ve statükoculuğa apıştıran ve ıktıran görenek ve geleneklerdir. Ama halkların karışımı geleneklerin birbirine karşıt sivri uçlarını ve keskin köşelerini sürtünme sonucu giderir ve düzeltir; insanlar böylece birbirlerine uyar. Yabancıların birbiriyle evlenmesi de yabancılığı ortadan kaldırır. Doğudan gelen ticari malların takası, fikir takasını da geliştirir. Böylece her göç dalgası ve onunla gelen ticari alışveriş, toplum yapısını insansallığa ve uygarlığa götürüyordu...’’

Mavi Anadolu Tezi. Kabaağaçlı tüm bu bilgiler ışığında “Anadolu Asya değil, Akdeniz’dir” diyor. Bu görüşünü 1950’li yıllardan itibaren, “Mavi Anadolu” teziyle Azra Erhat, Melih Cevdet Anday, Sabahattin Eyüboğlu ile kamuoyuna sunan Kabaağaçlı, Anadolu’nun Batı uygarlığının beşiği ve üzerinde yaşayan Türk ulusunun da bu topraklarda yaşamış tüm kavim ve kültürlerin mirasçı ve sorumlusu olduğunu savunuyordu. 

 

Mavi Anadolu düşüncesi, günümüzdeki Anadolu toplumunu kadim Anadolu medeniyetleri ile ilişkilendirir. Mavi Anadolucular için başta Antik Felsefenin doğduğu Batı Anadolu, tüm medeniyetlerin beşiğidir ve tüm medeniyetler buradan doğmuş ve yükselmiştir. Bu görüşe göre antik hümanist felsefenin mirasçıları olarak bu topraklarda yaşamaktayız.  Mavi Anadolu, Orta Asya’dan dalga dalga gelen Türk boylarının içinde zaten hazır olan denizcileşme potansiyelinin kadim denizci medeniyetler ile buluşmasının Türklerin denizci olabilme yeteneğinde önem taşıdığını savunuyor. 

 

Osmanlı İmparatorluğu Neden Denizci Olmadı? Kanaatimce devlet aklı denizci olsaydı kadim denizci uygarlıkların beşiğinde büyük bir imparatorluk kuran Osmanlı İmparatorluğu da denizci uygarlık kurabilir ve kalıcı olarak Akdeniz’in dışına çıkabilirdi. Bazı muhafazakâr yazarlar, Mavi Anadolu tezini keskin bir dille eleştirmekte ve bu görüşü batıcılık ve laik kimlik dayatmasının uydurma bir tezi olarak görmektedir. Ancak Mavi Anadolucular, Türklerin denizcileşme yeteneğinin arka planında kadim Anadolu medeniyetlerinin etkileşimini açıklarken, Türklerin geçmişini sadece 1500 yıllık İslami geçmişine dayandıranlar Osmanlı İmparatorluğunun neden denizci bir imparatorluk kuramadığını izah etmemektedir. 15 ve 16. Yüzyıllarda kabaca 100 yıl için denizci olabilmeyi başaran imparatorluk neden bu birikimi devam ettirememiştir? 1571’de yaşanan İnebahtı yenilgisi sonucu donanma neden sürekli gerilemiş ve Anadolu denizden işgal edilmiştir? Kapitülasyonların Türk denizciliğini öldürdüğünü neden anlayamamışlardır? Balıkçılıktan, ticaret gemiciliğine ve denizcilik öğretiminden tersaneciliğe neden tecrübe, sermaye, düşünce ve teknoloji birikimi sağlanamamıştır? Halbuki medeniyetlerin beşiği Anadolu’nun bu amaca yönelik her türlü fiziki olanağı vardı. Neden asırlar boyunca insanımızın içindeki potansiyel denizciyi ortaya çıkaramadık?  Aslında Osmanlı İmparatorluğu, Anadolu’nun kadim denizcilik kültür ve geleneğine yaklaşsa ve kullansaydı, tarihinin hiçbir döneminde denizden uzaklaşmazdı. Osmanlı İmparatorluğu Denizcilik ve balıkçılığı neredeyse 20. Yüzyıla kadar Rum ekalliyete bıraktı. Cumhuriyet kurulana kadar Denizcilik sektörlerinin neredeyse tamamı kapitülasyonlar sayesinde yabancıların kontrolünde kaldı. İmparatorluk döneminde Türk denizciliğinin yüz akı Garp Ocakları oldu. Tunus, Cezayir ve Libya’da 1400’lerden itibaren Garp Ocaklarını kuran Türk denizcilerin hemen hemen hepsinin Orta Asya’dan gelen Türk kollarının devamı, Ege ve Akdeniz kıyılarındaki yerleşkelerden intikal etmiş olmaları bu tezin en güzel ispatıdır. Barbaros kardeşlerin şöhretini ve devlet kontrolündeki deniz akıncılığı hizmetlerinin sağladığı zenginlikleri duyan yalı gençleri, Cezayir ve Tunus’a Garp Ocakları’na akın ediyor ve kısa sürede Akdeniz’in en iyi denizcilerine dönüşüyordu. Ancak bu muhteşem miras saraya taşınmadı. Örneğin devlette 1390 ile 1867 arasında 160 Kaptan-ı Derya; 1867 ile 1923 arasında 39 Bahriye Nazırı görev aldı. Bunların sadece 45 kadarı denizcilik mesleğinden geliyordu. Çoğu kara kökenli bu karar vericilerin pek çoğu Osmanlının neden bir donanmaya ihtiyacı olduğunun bile farkında değildi. 

Türk İnsanı Denizci Olmaya Yatkın. Halklar denizci doğmaz, denizci yapılır. Fırsat verildiği ve Devletin denizci olmaya karar verdiği ortamda Türkler dünyanın en iyi denizcisi olabilir. Bugün, denizle uzak yakın hiçbir ilişkisi olmayan bir ailede büyüyen, çocukluğunda değil bir gemide bulunmak, denizi bile görmeyen, ancak daha sonra denizcilik mesleğini seçerek denizi ve gemiyi ünlü deniz gücü teorisyeni Amerikalı Amiral Alfred Mahan’ın tabiriyle “içten gelen bir aşkla” seven ve benimseyen ve mesleğini ister gemici ister kaptan ister deniz subayı olarak çok büyük başarıyla sürdüren insanlara rastladığımız bir gerçektir. Deniz Kuvvetleri’ndeki 40 yıllık hizmetim esnasında, her seviyedeki meslektaşlarımın büyük bir çoğunluğunun, denizciliği bir meslek olarak tesadüfen seçtiğine şahit oldum. Bunlar arasından çok iyi kaptan, çok iyi taktisyen ve çok iyi stratejistler çıktığını gördüm.  Hepsi de denize âşıktı. Bu nasıl oluyordu? Tesadüf olabilir miydi?  Diğer yandan Anadolu kıyılarının değişik yörelerinde geçmişte yaşanan kültürel etkileşimler sonucu ortaya çıkan bazı denizci gelenekler de günümüze kadar taşınmıştır. Kısacası Atalarımız Anadolu’ya geldiğinde yeni vatanlarının eski denizci ulusları ile kaynaştılar. Bu birliktelik, şüphesiz onların eski vatanlarından getirdiği nehir ve göl denizciliğinin ve gemiciliğinin altyapısıyla buluştu. Anadolu Beylikleri tarihinde Çaka Bey ve Umur Bey örnekleri ile Osmanlı İmparatorluğu’nun 15 ve 16. yüzyıl deniz zaferleri bu birlikteliğin en somut başarı örnekleridir. Çaka Bey bu konuda belki de en iyi örnektir.

Mavi Anadolu, Mavi Vatan İlişkisi. Mavi Anadolu’dan 50 yıl sonra 2006 yılında ortaya çıkan Mavi Vatan, tüm yazılarımızda ve konuşmalarımızda vurguladığımız üzere 3 temel kavramı içerir. Bunlar Sembol, Tarif ve Doktrindir. Mavi Vatan, Türkiye Cumhuriyeti’nin denizcileşme sürecinin sembolüdür. Mavi Vatan, aynı zamanda deniz yetki alanlarımızın bir tarifidir. Bu yönü ile Denizdeki Misak-ı Millidir. Deniz yetki alanlarımız ile deniz ilgi ve etki alanlarımızdaki çıkar ve haklarımızın korunup geliştirilmesi için de bir doktrindir. Doktrin yönü ile başlangıç hareketini Mustafa Kemal Atatürk tarafından kısa sürede etkin bir donanmanın kurulması ve Türk Boğazlarının egemenliğinin geri kazanılmasından almaktadır. Günümüzde başlangıç hareketi aradan geçen 97 yılda büyük bir enerjiye dönüşmüştür. Mavi Vatan bu enerjinin Karadeniz, Ege ve Akdeniz’de dışa vurumudur. 

Mavi Anadolu, bu çerçevede Mavi Vatan’ın sembolü olduğu denizcileşme süreci ile ilgilidir. Zira başından bu yana devlet denizci olduğu takdirde Türk halkının çok kısa sürede denizcileşebileceği gerçeğini savunmaktadır. Mavi Anadolu tezi de Anadolu halkının mükemmel denizciler çıkarabileceğini savunur. Halikarnas Balıkçısının tüm eserleri bu gerçeğe yöneliktir. Yazdığı 9 öykü, 6 roman, 10 deneme, 8 çocuk kitabında işlediği konuların çok büyük çoğunluğu deniz, denizcilik, gemicilik ve deniz tarihine yöneliktir. Barbaros Kardeşlerin temsil ettiği dönemi ve Garp Ocakları zamanını sürekli romanlarında işlemesinin temel nedeni budur. (Aganta Burina Burinata, Uluç Reis, Turgut Reis gibi.)

Emsalsiz deniz ve Ege sevgisi olan Kabaağaçlı vefatından önce manevi oğluna yazdığı vasiyetinde şu cümleleri yazmıştı:

‘’ Eh bizim tekne su almaya başladı. Şatafatı da sevmem, tepelere, deniz gören yerlere gömülmem şart değil. Nasıl olsa yattığım yerden denizi seyredemem, denizi ruhumda yaşatıyor gönül gözüyle her zaman görüyorum.’’ 

Halikarnas Balıkçısını ve Mavi Anadolucuları büyük yazar ve deniz aşığı Kabaağaçlı’nın vefatının 47. Yıldönümünde bir kez daha analım ve sonuç olarak bu toprakların Türk kimliği altında 21. Yüzyılda gerçek anlamda ileri denizcilerin yurdu olacağını haykıralım. Halikarnas Balıkçısı Mavi Vatan uyanışı üzerinden gençliğin Anadolu’yu Mavileştireceğinden, denizi ruhlarında yaşatacaklarından emin olmalıdır. 

 

(12 Ekim 2020 tarihinde aramızdan ayrılışının 33.  yılını idrak ettiğimiz 6’ncı Cumhurbaşkanı ve 3’ncü Deniz Kuvvetleri Komutanı Amiral Fahri Korutürk’ü rahmet, takdir ve vefa ile anıyorum. Korutürk kişiliğinden gelen erdem, zarafet ve asaleti devlet ciddiyeti ile buluşturmayı hayata geçirebilen az sayıda örnek devlet adamlarından birisi olmuştur. Hayatı boyunca iki kaynaktan gücünü aldı. İlki Atatürk’ün evladı olmak; ikincisi Türk bahriyelisi olmak. Nur içinde yatsın. Önünde saygıyla eğiliyorum.)

 

11 Ekim 2020 Pazar

Atlantik Çağı Kapanırken…

 Atlantik Çağı Kapanırken…

 

Cem Gürdeniz

 

Devletler tarih boyunca ürettiği mal ve bilgi kadar güçlü oldu. 16. yüzyıl başında dünyanın en büyük iki ekonomisi Çin ve Hindistan’a aitti. Her ikisinin avantajı hem geniş toprakları hem de nüfuslarının büyüklüğü idi. Avrupa’nın en büyüğü Fransa, Çin’in beşte biri kadar ekonomik değer ile üçüncü sıradaydı. 18. Yüzyıl başında Hindistan en büyük ekonomi olduysa da 19. Yüzyılda Çin, tekrar birinciliğe yükseldi. Ancak 19.yüzyılın sonunda en büyük ekonomiye ABD sahip oldu. Önce Afyon savaşları, sonra Japon işgali ile İkinci Dünya Savaşı Çin’i 20. Yüzyılda büyükler liginden çıkardı. Benzer kaderi Hindistan da yaşadı. 1980’e geldiğimizde ABD açık ara bir numara, ardında sırasıyla Japonya, Almanya, İtalya ve Fransa ilk beşi oluşturuyordu. Çin ve Hindistan 1980’lerde büyük nüfuslarına rağmen ancak sırasıyla dünya 10 ve 11. Olabilmişlerdi. 

 

Yükselen Asya. Hindistan, 1989 sonrası yükselişe geçerken Çin önce 90’lar ve müteakiben 2000’ler sonrası büyük bir atağa kalktı. 2012’de ABD’yi önce üretimde yakaladı ve geçti. 2017’de de PPP ölçeğinde (Satın Alma Gücü Paritesi) birinci oldu. Hindistan da 2009’dan itibaren Çin’in ardında üçüncü en büyük ekonomi oldu. Asya’nın gücünü başta Çin olmak üzere kıtanın diğer ülkelerinin üretim kapasitesi sağlıyor. Örnek verelim. 2019 yılında Asya ülkeleri 45 milyon otomobil üretti. (27 mn. Çin e ait) Atlantik sistem ülkelerinin üretimi 28 milyon oldu. Benzer başarılar bilgi teknolojileri, savunma sanayi, uzay ve özellikle suni zekâ alanında yaşandı. Bugün Çin yüksek teknoloji ürün ihracatında ABD’nin önüne geçmiş durumda. Ayrıca nadir metal tekelini de elinde tutuyor. Çin, finans ve enerjinin hegemonya için küresel hakimiyet unsuru olmasını teknoloji ile geriye atmayı başardı. Çin’in 5G teknolojisi artık ABD ve NATO çevrelerinde başat milli güvenlik sorunu olarak görülüyor. NATO genel sekreteri geçen günlerde Çin’e vurgu yaparak NATO’nun caydırıcılık ve savunma yeteneğinin artırılması için önümüzdeki dönemde yeni ve çığır açan teknolojilerin (yapay zeka, büyük veri, kuantum, uzay, otonomi, biyo-teknoloji, hipersonik teknolojiler, yeni tip materyal vs) ön planda olmasının kaçınılmaz bir zorunluluk olduğuna vurgu yaptı. Hazırlanacak yeni NATO doktrini bu alanlara ağırlık verecek. Asya cephesinde üretim ve bilimde yaşanan gelişmeler 1970’ler sonrası neredeyse tamamen ABD dolarına endeksli dış ticaret sistemini de etkiledi. Dolar dışı para birimleri veya mal mübadelesi ile ticaret anlaşmaları arttı. IMF ve Dünya Bankasına rakip AIIB, BRICS Kalkınma Bankası gibi Asya merkezli yeni örgütler kuruldu. Çok ilginç bir şekilde Çin liderliğinde gelişen devlet kapitalizmi ya da serbest piyasa sosyalizmi Amerikan patentli küreselleşmenin yeni lokomotifi oldu. 

 

Gerileyen Atlantik Sistem. Kısacası, Washington ayarlı Atlantik Yüzyılı tarihinde görülmemiş hızlı bir geri çekilme içindeyken, Asya yüzyılı başladı. Ancak ekonomik güç odağının el değiştirmesi jeopolitik, siyasi ve askeri gelişmeleri beraberinde getiriyor. Bu gelişmeler aynı zamanda küresel çapta kötüleşen doğa/çevre şartları, nüfus artışı ile kara ve denizdeki kaynakların azalması ile ayrı ayrı etkileşim içine girdi. Son bir yılda yaşananlar da gelecek hakkında tahmin yapabileceğimiz olguları sağladı. ABD’de Covid 19 ve George Floyd isyan süreçlerinin yönetimi ile Başkanlık seçim sürecinin yarattığı kutuplaşma; AB’de Covid 19 ve Brexit süreçleri; Çin’de Covid 19 pandemisinin yönetimi ve ekonomik başarısı önümüzdeki dönemin önemli göstergeleri oldu. 

Başarısı Olmayan Bir Dönem. Soğuk Savaş sonrası döneme bakarsak ABD ve Atlantik sistemin Avrupa dışında sonuç aldığı bir süreç yok. Yugoslavya’nın parçalanması ve NATO’nun genişletilmesi dışında Atlantik sistem, başlattığı girişimlerin hiçbirini sonuçlandıramadı. 2008 ve 2012 finans krizleri sonrası durumu daha da kötüleşti. Çarpıcı bir örnek verelim ABD’nin 1945 sonrası tüm savaşlarda kaybettiği insan kaybından fazlasını 2020 yılı içinde Covid salgınında kaydetti. Halk, senede 700 milyar dolar savunma, 82 milyar dolar istihbarat harcaması yapan devletine güvenini kaybediyor. ABD aynı zamanda rekabet gücünü de kaybediyor.  ABD Temsilciler Meclisi İstihbarat Komitesi Başkanı Adam Schiff, Foreign Affairs dergisindeki makalesinde bu durumu itiraf ediyor: ‘’Binlerce analitik değerlendirmeyi inceledik. Bulduğumuz şey rahatsız ediciydi. ABD, önümüzdeki on yıllar boyunca küresel sahnede Çin ile rekabet etmeye hazır değil." 

 

En büyük kırılma jeopolitik düzlemde yaşandı. Çin’in yükselişi Avrasya kıtasını batı ve güneyden kuşatan, kenar kuşağın kontrolünü elinde tutan Avrupa Atlantik sisteme büyük darbe vurdu. Kenar kuşağın, Soğuk Savaşı kazandıran en önemli gerçek olduğunu hatırlatalım. Çin, soğuk savaş sonrası Rusya’nın yanına geçerek George Kennan’ın çevreleme stratejisinin en önemli unsuru olan güneyden kuşatmaya son verdi. Şanghay İş Birliği Örgütü ile bu kararını mühürledi. Soğuk Savaş galibi ABD, 2000’lerin başında   Afganistan, Kırgızistan ve FETÖ okulları sayesinde Avrasya’nın merkezine girmeyi başarmıştı. 11 Eylül 2001 olayı, ABD’ye Küresel Terörle Savaş mantrası altında tüm kapıları açmıştı. Hem kenar kuşak takviye edilecek hem İsrail in güvenliği sağlanacak hem de Ortadoğu ve Kuzey Afrika (MENA) neo liberal girişimciler için yeni Pazar ve yeni ucuz kaynak deposu olacaktı. Bu arada Çin’in enerji ve ticaret yolları da kesilecekti. Somali, Afganistan, Irak, Libya, Suriye, Yemen’de Atlantik emperyalizminin tüm kurguları bu hedeflere yönelikti. Ancak görüldü ki, ABD ve peşindekiler sadece karmaşa, can kaybı, mülteci sorunu ve yıkım getirdiler. Son 30 yılda gerek NATO gerek AB genişlemesi gerekse kenar kuşaktaki ABD tarafından tetiklenen rejim değişiklik teşebbüsleri sonucu çemberin daraldığını gören Rusya ve Çin, 2008’den sonra ABD’ye dur dedi. Rusya 8 Ağustos 2008’de Gürcistan’a; 18 Mart 2014’de Kırım’a müdahale etti. Çin Güney ve Doğu Çin Denizlerinde özellikle 2012 yılından sonra deniz kuvvetleri için savunma doktrin değişikliğine giderek ABD ve müttefiklerine birinci ve ikinci adalar zinciri üzerinden sertleşme mesajını verdi. Rusya ve Çin’in diğer taraftan hegemonyaya en büyük diğer mesajları da Deniz Kuvvetlerinin geliştirilmesi üzerinden oldu. ABD geçen hafta savunma bakanı düzeyinde 2050 yılına kadar 500 gemilik donanmayı hedeflediklerini açıkladı. Ancak bunun finansı nereden gelecek? Bilinmiyor. 

 

ABD ve Atlantik sistem zorlanıyor. Pasifik cephesi, 1989 yılında Soğuk Savaşı bitiren Fay hattı kırıldıktan sonra tarihte örneği olmayan büyük bir enerji birikimi ile jeopolitik arenada öne çıktı.  Asıl hesaplaşma orada. Türkiye çevresinde yapılan hamleler tali hamleler. Doğu Akdeniz ve Ege’de Türkiye’nin Güney Kıbrıs, Girit, Dedeağaç, Elevsina limanları ve ABD yığınaklanması üzerinden sıkıştırılması. Güneyde KYB, YPG ve Barzani’nin birleştirilme gayretleri. Soros’çu Paşinyan’ın Azerbaycan üzerine kışkırtılması. Kırgızistan’daki FETÖ darbesi. Lübnan’da büyük patlama sonrası yaratılan hükümet krizi. Tüm bu gelişmelere bakarsak karşımıza ciddi bir orkestrasyon çıkıyor. ABD ve AB’nin Atlantikçileri sadece başlatıyorlar. Sonunu getiremiyorlar. Rusya’nın 2008 ve 2014 jeopolitik hamleleri; 2008-2012 küresel finans krizleri; 2020 Covid ve Floyd darbeleri ABD’yi 1922’lerin İngiltere’si konumuna itiyor. Başlatabiliyor ama bitiremiyor. Çevremizde yaşanan bu gelişmelere rağmen dünyanın kaderinin Pasifik’te çizileceğini söyleyebiliriz. Akdeniz dünya okyanuslarının sadece % 1,7 si kadar küçük bir alana sahip. Mevcut doğal gaz rezervleri dünya enerji piyasalarını etkileyecek boyutlara henüz erişemedi. Burada İsrail, Türk Boğazları, Süveyş Kanalı ve Cebelitarık Boğazı olmasaydı, küresel jeopolitik gündemde Akdeniz bu kadar öne çıkmazdı. Rusya’nın dış ticaretinin ve güç intikal yeteneğinin Türk boğazlarına bağımlı olması Akdeniz’i kenar kuşak jeopolitiği kapsamında da gündemde tutmaya yetiyor. 

 

Türkiye Dersleri. Atlantik Çağının kapandığı gerçeğini görmezden gelmemiz artık olası değildir. Artık Asya güçleri ile iş birliği ve karşılıklı çıkar odaklı yakınlaşma dönemi başlamıştır. 15 Temmuz 2016 FETÖ darbe girişimi sonrası yaşananlar bu yakınlaşmayı hızlandırmıştır. FETÖ darbesinin kenar kuşakta Türkiye’nin yerini güçlendirmeye ve Atlantik sisteme sadık bir hizmetkar olarak yeniden çapalanmak üzere yapıldığını asla unutmamalıyız. Beyaz Rusya’da, Ermenistan’da, Kırgızistan’da Soros tetikli gelişmeler ile, ülkemizdeki başarısız FETÖ darbe girişimi arasında benzerlikler olduğunu görmezden gelemeyiz.  Emperyalizm sadece Türkiye’yi çevrelemiyor, Rusya ve Çin’i de çevrelemeye çalışıyor. Ancak başlattıkları her hamle sonuçsuz kalıyor ve karşılığında Asya güçlerinin jeopolitik hamlelerine maruz kalıyorlar. Zira Asya güçleri mevcut coğrafyanın sahipleri. Emperyalizm binlerce mil uzaktan geliyor. 3 Kasım ABD seçimleri öncesinde kışkırtmaların artması sürpriz olmayacaktır. Çin, Güney Çin Denizi veya Tayvan Boğazında; Rusya yakın çevresinde hegemonyanın yeni emrivakileri ile karşı karşıya kalabilir. Bu emrivakiler, İsrail güvenliği perspektifi ile İran üzerinde de denenecektir. Türkiye üzerinde de Kıbrıs, Mavi Vatan ve Kukla Kürt Devlet kurulumları üzerinden baskı, kışkırtma ve emrivakiler artacaktır. Türkiye’nin Asya güçleri ile iş birliği tarihte olmadığı kadar elzem ve önemlidir. Azerbaycan Ermenistan krizinde Rusya’nın tutumu dikkate alınmalıdır. Bu tutum, her türlü kışkırtma ve dezenformasyona rağmen değişmemiştir. Rusya, güneyinde ikinci bir Shakashvili skandalına bu kez Ermenistan’da izin vermemiştir. Türkiye 100 yıl önce yaşananların benzerini yaşamaktadır. Tarihten ders almaya devam etmeliyiz. Atatürk gibi düşünmeliyiz. 

 

7 Ekim 2020 Çarşamba

Mavi Vatan: 21. Yüzyılda Bağımsız Türkiye için Çıkış Yolu

 Mavi Vatan: 21. Yüzyılda Bağımsız Türkiye için Çıkış Yolu

Cem Gürdeniz

 

Bağımsız bir devlet olarak Mustafa Kemal Atatürk tarafından kurulan Türkiye Cumhuriyeti, bu özelliğini İkinci Dünya Savaşı başında kaybetti. 1939 yılından itibaren, 21 yıl önce İstanbul’u işgale gelen donanmaların temsil edildiği sistemle- İngiltere ve Fransa- ittifak kurdu.  Kapı aralanmıştı. Savaş bittikten sonra ABD boşluğu doldurdu. Sonunda 15 Temmuz 2016 kanlı FETÖ darbesi ile kökünden sarsılacak 77 yıllık Atlantik maceramız başlamıştı. Öyle bir macera ki devletin yatak odası sayılan Milli İstihbaratı Amerikan istihbaratına teslim edecek aymazlık; ulusal onurumuz sayılacak savunma doktrinimizi Türk milli menfaatlerinin yerine NATO menfaatleri ile ikame edecek ahmaklık içindeydik. 

 

Ne demek tam bağımsızlık! Atalarımız, Atlantikçilerin körüklediği komünizm ve Sovyet düşmanlığı ile beslenen Interdependentyani karşılıklı bağımlılık mantrası adı altında milli olan her şeyden uzaklaştırıldı. Mustafa Kemal Atatürk’ten uzaklaştırıldı. Cumhuriyetin temel kurucu değerlerinin içi boşaltıldı. 1946’dan sonra enerjisini din temelli politikalardan alan sağ iktidarlara teslim oldular. Bu sürece gelişte kurucu parti CHP’nin Atatürk’le ve değerleri ile çatışma halinde inanılmaz hataları olmuş, Atlantik sisteme teslimiyetin ilk bayrağını DP değil, maalesef kurucu parti çekmişti. DP, kaderin cilvesi CHP’nin içinden doğmuştu Sonuçta hegemonya başarmıştı.  

Hata üstüne hata. Batının gözüne girmek ve NATO’ya kabul edilmek için Meclis kararı olmadan 1950‘de Kore’ye Mehmetçik gönderdiler. Cezayir’in bağımsızlığı karşısında Fransa’nın yanında yer aldılar. 1964 yazında Kıbrıs/Erenköy’de soydaşlarımız katledilirken Amerikan Başkanının bir mektubu ile Mersin açıklarındaki donanmamızı geri çevirdiler. 1980’de safça bir NATO aldatmasına kanarak Yunanistan’ın askeri kanata dönmesine hiçbir taviz almadan izin verdiler. Aynı yıllarda yurt dışındaki diyanete bağlı imamlarımızın maaşlarının Suud’lar tarafından ödenmesine (Rabıta) onursuzca evet dediler. Ege’de hayati çıkarlarımızı ne zaman lehimize sonuçlandırmaya kalksak ABD baskısı ile sorunları dondurdular. Yıllarca gayri askeri statüdeki Yunan adalarının bu statüyü bozmalarına hayır diyemediler. 1984 yılından itibaren dirlik ve düzenimize musallat olan PKK’ya destek olan Atlantik müttefiklerimize dur diyemediler. Soğuk savaş sırasında çok başarılı Kıbrıs Barış Harekâtı ile Ege’de statükoyu korumaya yönelik milli jeopolitik hamlelerimiz olsa da bu hamleleri kesin jeopolitik sonuçlara dönüştüremediler. KKTC’nin tam bağımsız varlığını savunamadılar; Ege’de her krizde haklı olduğumuz halde ABD baskılarını aşamadılar. Hiçbir sorunu kendi lehimizde sonuçlandıramadılar.  Soğuk savaş boyunca savunma sanayiini kuramadılar. 24 Ocak 1980 sonrası üretim ekonomisini terk ettiler. Milli eğitim sistemini sürekli değişime uğratarak gençleri akıl ve bilimden uzaklaştırdılar. Osmanlının vicdanları okşayan imparatorluk nitelemesinin parıltısı altında yoz ve yobaz tarihçiler marifeti ile halka ve gençliğe gerçekler yerine din sosu ile yıkanmış hurafeler ve Atatürk ile silah arkadaşlarından uzaklaşmayı öğrettiler. Orta Asya köklerimizdeki şanlı Türk tarihini ABD yönlendirmesi ile Türk İslam sentezi üzerinden başkalaştırdılar. Millet yerine ümmet ikamesine izin verdiler. Yine, AB ve ABD tavsiyelerine uyarak etnik ve dinsel bölünmeye fırsat sağlayacak siyaset iklimini yarattılar. Kendine olan güvenimizi içi boş batı hayranlığı ile doldurdular. Güzel Türkçemizin ingilizceleştirilmesine izin verdiler.  

 

Soğuk savaş Sonrası Artan Hatalar.  90’larla birlikte Atlantik sistem zafer sarhoşluğu ile daha da saldırganlaştı. Dönem hükümetleri biat ettiler. 1990 yılından itibaren güneydoğumuzda kukla bir Kürt devletinin kurulmasını kolaylaştıracak Çekiç Güç’e mevcut hükümetler üzerinden yüksek askeri komutanlık onayı ile izin verdiler. Muavenet muhribimizin vurulmasına bile komplo diyemediler. 1996 sonrası Kardak benzeri 153 ada adacık ve kayalık ismini göğsümüzü gererek deklare edemediler. FETÖ denen uğursuz alçak bir tarikatın kılcal damarlarımıza kadar girmesine ABD korkusu ile mâni olamadılar. KKTC’nin sonunu getirecek Annan Planına Yes be annem dediler ve de dedirttiler. KKTC için vizyon çizemediler, NATO genişlemesinde KKTC’nin tanınması kozunu kullanamadılar. Bursa’da 2009 Ekim’inde oynanan Türkiye-Ermenistan futbol maçında Azerbaycan bayraklarını toplatacak kadar alçaldılar. 2004 yılından itibaren ortaya tam anlamıyla çıkan, Anadolu’yu Ege ve Doğu Akdeniz’den koparan Seville Haritasına hayır demeyi, AB’ye tam üyelik hayalleri içinde bu konuda her türlü ikazı yapan Deniz Kuvvetlerine rağmen başaramadılar. 2009 AB ilerleme raporunda ismen şikâyet edilen Deniz Kuvvetlerini koruyacak tek bir açıklama yapmadılar. Aynı süreçte Kıbrıs, Karadeniz, Ege ve Akdeniz’de milli çıkarlarımızı koruyan Atatürk’ün Amirallerine ve deniz subaylarına kumpas kurulmasına izin vererek Deniz Kuvvetlerimizin geleceğinin çalınmasına onay verdiler. 11 Şubat 2011 gecesi Balyoz davasında, Donanmanın 53 Amiralinin 15’i ve en seçkin 80 denizci komutanı sahte delillerle tutuklandıktan iki saat sonra başlarını yastığa koyup huzur içinde uyudular. Çözüm süreci denilen jeopolitik yıkım sürecinin akil insanlarına alkış tuttular, Ergenekon ve Balyoz süreçleri devam ederken Habur kapısında kurulan çadır mahkemelerine aldırış etmediler. Montreux Sözleşmesini tartışmalı hale getirecek; çevreye emsalsiz zarar verecek İstanbul Kanalı projesine onay verdiler. Kısacası 1939 sonrası iktidara gelen tüm hükümetler batı (Washington DC, Londra, Paris) ne der? Korkusunu kıramadı ve Atlantik karşısında bağımsızlığımızı, benliğimizi yitirmenin eşiğine geldik. Ve  15 Temmuz 2016 darbesi geldi. 

 

FETÖ Darbesinden Yeterince Ders Çıkaramadık. 15 Temmuz 2016 gecesi 16. Türk devletini kaybetmenin eşiğine geldik. FETÖ neden tetiği çekti? Zira heryerdeydiler. Atlantik sistemin gücü tam arkalarındaydı. Kazanacaklarını değerlendirmişlerdi.  Başaramadılar. 16 Temmuz 2016 sonrası yeni bir sabaha uyandık. Türkiye gemisi Atlantik limanından ayrılmalıydı. Zira bu liman, gemiyi batırmayı hedeflemişti. Etki tepkiyi yaratır. Rusya’dan S-400 alım kararı; Çin ile KvY (Kuşak ve Yol) girişiminde yakınlaşma, Suriye kuzeyi ve Irak’ta kukla Kürt devletinin kurulmasını önleyici askeri güç kullanımı; üst üste Asya çağına yönelik açıklamalar, Astana ve Soçi süreçlerinde Asya güçleri ile iş birliği; Türk akımı projesinin sonuçlanması gibi ardı ardına yapılan hamleler en azından Atlantik bağımlılığındaki bir devletin kendini bulma, yok olma eşiğinden kurtulma gayretleri oldu. Ancak 15 Temmuz 2016’da yaşananlara rağmen ABD ve NATO devletlerinden destek alan Atlantikçi FETÖ ihanetinden tam olarak ders çıkaramadık. İktidar, üst seviye siyasileri yargılatmadı; Muhalefet FETÖ ihanetinden mağduriyet ve muhalefet yaratma derdine düştü. Her ikisinde de baskın hâkim güçler tam bağımsız reflekslerin dışında Türkiye’nin gerçek gücü dışında arayışlara girdiler. Maalesef bu güzel ülkede hala iktidara gitmenin veya korumanın yolunun Washington DC’den onay alınmasına bağlayan kesimler; Washington Consensus ’unun çökmesine rağmen bu gerçeği hala kavrayamayanlar var. 

Mavi Vatan Yeni Bir Başlangıç Başlangıçta deniz yetki alanlarımızı sembolleştiren bir kavram olarak ortaya atılan Mavi Vatan, işte böyle bir konjonktürde kamuoyunun gündemine oturdu. Batı basınında algı operasyonları kapsamında emperyalist, yeni Osmanlıcı, genişlemeci bir tez olarak sunulan Mavi Vatan aslında Kemalist,  bağımsız olması gereken bir devletin halkı ile birlikte denizleri yeniden keşfetmesi, kıyının ötesindeki vatanını keşfetmesinin sembolüne dönüştü. Son 400 yıldır önce Osmanlı son 100 yıldır da (15 yıllık Atatürk dönemi hariç) Atlantikçi cephe ile karacı müesses nizam tarafından denizlerden uzaklaştırılmış, bir türlü denizcileşme hamlesini başlatamamış devlet ve millete deniz ile denizciliği tanıtmak, sevdirmek ve yaygınlaştırmak için bir nevi fırsat kapısı açtı. 

 

Birleştiren Mavi Vatan İktidar ve muhalefet Mavi Vatan ortak zemininde buluşmayı öğrendi. Özünde Kemalist olan bu doktrin, İslamcı bir hükümet tarafından uygulanmasına ve geçen hafta İletişim Başkanlığının yayınladığı her yönü ile kötü hazırlanmış ve dışarıya ve içeriye son derece yanlış mesajlar veren Mavi Vatan Marşı ve benzeri ayağımıza kurşun sıkan uygulamalara rağmen devlet ve milletin tavan ve tabanında ortak payda bulabildi. 

Denizi Keşfeden Türk Milleti. 16. yüzyıl hariç tarihinde deniz gücü olmayan ve bu nedenle 20. Yüzyılda Anadolu’nun deniz tarafından işgalini önleyemeyen Osmanlıya inat, 100. Yaşına yaklaşan Cumhuriyet, yeni başlayacağı yüzyılın başında Mavi Vatanını fark etmiştir. Onu yeni Misak ı Millîsi yapmayı öğrenmiştir. Kara egemenliği içinde son 100 yılda Anadolu’yu merkeze koyan milli strateji ile SSCB, sonradan Rusya’nın güneye inmesini önlemek için onu Türk Boğazlarında sıkıştırmayı amaçlayan NATO stratejisinin dışında yeni bir jeopolitik çekim alanı oluşturmuştur.

 

Mavi Vatan ve Bağımsızlık. Mavi Vatan, küresel hegemonyaya karşı 100 yıl sonra ortaya çıkan yeni bir bağımsızlaşma hareketinin de itici gücü, belki de temel taşı olacaktır. Bu yönü ile Mavi vatan Atatürk jeopolitiğinin bir devamıdır. Türkiye’ye artık Mavi Vatan ilhamı gelmiştir. İlham, içe doğan hak etme arzusudur. Bu arzu özellikle Türk gençliğinde vardır. Bu arzuyu ve gençliği kazanabilecek siyasi partiler 21. Yüzyıl iktidar mücadelesinde öne çıkacaktır. Gençliğin bu ivmesini kimse önleyemez.

 

Rahatsız Atlantik Cephesi. Bu nedenle Mavi Vatan, Atlantik hegemonyasını son derece rahatsız etti. Tekrar hatırlatalım hegemonya Türklerin ne denizcileşmesini ne de Atatürk’e yaklaşmasını ister. AB ve ABD, Yunanistan ve Güney Kıbrıs üzerinden başarısız 2016 FETÖ darbesi sonrası Türkiye’yi çevreleme politikasına geri dönmemek üzere yönelmiştir. Aslında Suriye, Irak, Libya ve Dağlık Karabağ’da askeri alanda yaşananları bu çevreleme politikası dışında düşünemeyiz. Benzer şekilde ABD ve Fransa başta olmak üzere hegemonik güçlerin Yunanistan ve GKRY üzerindeki yeni stratejik, ekonomik ve siyasi hamleleri de (Girit/Suda, Dedeağaç, Barzanistan, PYD ve YPG birleştirme gayretleri, GKRY de üs arayışları vb.) bu düşmanca çevrelemenin somut uygulamalarıdır. BU sürece İbrahim Anlaşmaları (Abraham Accords) adı altında Arap-İsrail barışı ve Körfez gazının İsrail’e dolayısıyla Akdeniz’e çıkarılmasını da ekleyelim. Bu süreç, Türkiye, Seville Haritasına ve hegemonya kurgularına rıza göstermediği sürece devam edecektir. Amaç Kurtuluş Savaşsız yeni bir Sevr sürecini ülkemize kabul ettirmektir.  Bakın bunun son örneğine; Türkiye’deki Atlantikçilerin pek sevindiği Dış ilişkilerle ilgili Avrupa Birliği Konseyi’nin 1 Ekim 2020 tarihli Zirve sonuç bildirgesinin Akdeniz ile ilgili bölümünde 20. Maddede ne yazıyor?

’Uluslararası hukuku ihlal eden tek taraflı eylemlerin veya provokasyonların yenilenmesi durumunda, Ekim 2019 tarihli Türkiye ile ilgili önceki sonuçlarını hatırlatarak ve yeniden teyit ederek; AB, Avrupa Birliği Antlaşması Madde 29 uyarınca, elindeki tüm araçları ve seçenekleri kullanacaktır. Ayrıca Birlik; AB’yi Kuran Anlaşma Madde 215’e göre kendi çıkarlarını ve üye devletlerinin çıkarlarını savunmayı kabul eder.’’ Özetle, Türkiye’ye, ’’kendinin ve KKTC’nin kıta sahanlığı içindeki çıkarlarını korumak için eylemde bulunma. GKRY veya Yunanistan dilediğini yapabilir. Ama sen yaparsan en ağır ambargolar dahil sonuçlarına katlanırsın…’’

 

Denizden Uzaklaşamayız. 21. yüzyılda denizden kuşatılmaya izin veremeyiz. Atalarımızın hatasını tekrar edemeyiz. Dünya okyanus ve denizlerinin % 0,8 kadarı olan Doğu Akdeniz’den dışlanmayı kabul edemeyiz. Bunu kabul ettiğimiz anda kuşatmaya razı oluruz. Sonuç olarak Atatürk’ten 82 yıl sonra Asya yüzyılının başladığı bir konjonktürde Türkiye, 1939-2016 arasında Atlantik sistemden üst üste yediği karşı hamlelerden ders çıkararak yeniden bağımsızlık rotasına girme kararlılığını gösterebilmelidir. Bunu başarmak için koşullar olgunlaşmıştır. En önemlisi Türk gençliği ezici kararlılık ve çoğunluğu ile Mavi Vatanın yani bağımsızlığın arkasındadır. Mavi Vatan’dan taviz verecek hiçbir iktidar Türkiye’de varlığını koruyamaz. Artık Mavi Vatan Misak ı Millidir. 

 

Mavi Vatan Atatürk’ün Eseridir. İletişim Başkanlığının Türkiye’ye büyük zarar verebilecek özelliklere sahip, çıktığı andan itibaren Türkiye’yi yayılmacı, yeni Osmanlıcı gösteren batı medyasına malzeme veren Mavi Vatan Marşına ve bu tip kışkırtmalara rağmen yurtdışındaki yeminli Türk düşmanı Atlantikçilere hatırlatalım. Mavi Vatan tepesinden tırnağına kadar Atatürk’ün yansımasıdır. 1 Eylül 1922 sabahı ordularına verdiği Akdeniz emrinin 98 yıl sonraki devamıdır. Bu enerji büyümektedir. İçimizdeki etki ajanlarınızın bu etkiyi kırmaları için çok ama çok çalışmaları gerekir.  İktidar ve muhalefete de Romalı siyasetçi Cato’nun  ‘’Carthago Delanda Est (Kartaca Yıkılmalıdır) ’’, ısrarı içinde hatırlatalım. 

 

‘’Huntington isimli kışkırtıcı stratejistin Medeniyetler Çatışması tuzağına düşmeden, 21. Yüzyılda Türkiye gemimizi dar ve tehlikeli sulardan açık denizlere çıkarabiliriz. Zaman tarihten, jeopolitik ve strateji biliminden ders çıkarma zamanıdır. Zaman Atatürk’ün ipine sarılma zamanıdır. Zaman Türklüğün yüce değerlerini hatırlamak zamanıdır. Zaman geldikleri gibi giderler deme zamanıdır. Zaman birlik olma zamanıdır.’’

 

(Türk Deniz Kuvvetlerine ve Denizaltı Filomuza uzun yıllar değerli hizmetlerde bulunan Emekli Tuğamiral Çetinkaya Apatay, 25 Eylül 2020 tarihinde vefat etmiştir. Karadeniz Bölge Komutanlığı sırasında Karadeniz Ereğli halkının gönlünde taht kuran, yazdığı beş ayrı eser ile Deniz Kuvvetlerinin eser sahibi Amiralleri arasında seçkin bir yere sahip olan değerli Amiralimize rahmet diliyor; ailesi ve dostlarına taziyelerimi sunuyorum.)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

1 Ekim 2020 Perşembe

Preveze Döneminden, Mavi Vatan Dönemine: Büyük Uyanış

 Preveze Döneminden, Mavi Vatan Dönemine: Büyük Uyanış

Cem Gürdeniz

482 yıl önce bugün, 27 Eylül 1538 günü Adriyatik Denizi’nde yaşanan Preveze Deniz Savaşı ile Osmanlı ve Garp Ocaklarının oluşturduğu Türk Donanması, Papalık, Venedik, İspanya-Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu ve Ceneviz gemilerinin oluşturduğu Haçlı Koalisyon Donanması’nı yendi ve Venedik Doçluğu ile İnebahtı yenilgisinin yaşandığı 1571 yılına kadar 33 yıl devam edecek Doğu Akdeniz’de bir barış dönemini başlattı. Diğer taraftan İspanya ve Malta şövalyeleri ile batıda rekabet ve savaş dönemi devam etti.  Zaferden üç yıl sonra, 1541 yılında İspanya Kralı Charles Quint (Şarlken), Cezayir’e saldırıp onu yok etmeyi planlarken, yenilgiye uğrayarak geri çekilmek zorunda kaldı. 1542 yılında Fransa’yı savunmaya yönelik anlaşma çerçevesinde Osmanlı Donanması 136 parça gemi ile Batı Akdeniz’de varlık gösterdi ve Marsilya’da uzunca bir zaman kaldı. Nice şehrine, Fransız Donanması ile ortak kuşatma yapıldı. Fransız Kralının davetiyle 1542 yılının kışı Toulon Limanında geçirildi. Yaklaşık 30 bin Türk şehre yerleşti. 1551 yılında Turgutreis, şimdiki Libya’nın Trablusgarp Limanını fethetti. Böylece Cezayir ve Tunus’tan sonra, yeni bir Garp Ocağının temeli atılmış oldu. 

Görkemli Yüzyıl. 1533 yılından Turgutreis’in öldüğü 1565 yılına kadar Garp Ocakları ve Osmanlı filoları, 40 bine yakın İtalyan ve İspanyol’u kıyı limanlarından esir alarak, Kuzey Afrika limanlarına taşıdılar. Bir Fransız Piskoposu 1561 yılında şöyle yazıyordu: “Turgutreis, Napoli Krallığını öyle bir idam ilmeğinin içinde tutuyor ki, Malta’dan, Sicilya’dan ve başka komşu limanlardan çıkan gemiler, onun kontrolü ve tacizinden geçmeden hiçbir yere gidemiyor.” Aynı günlerde Sicilya Valisi İspanya Kralına “denizlerin hâkimi olmasını sağlayacaksa majesteleri başta ben olmak üzere hepimizi köle olarak satsın. Kendileri ancak bu denizlerin Lordu olursa huzur ve sükûna erecek ve tabası da ancak o zaman korunabilecektir. Bu gerçekleşmezse hepimizin sonu kötü olacaktır” diyerek yalvarıyordu. 1543 ile 1560 arasında Akdeniz, Türk egemenliğinin her an hissedildiği bir deniz oldu. Kapdan-ı Derya Hızır Hayreddin (Barbaros)’un 1546 yılındaki ölümünden 14 yıl sonra, Cerbe ve Tunus’u 1560 baharında geri alan İspanya’ya, Piyale Paşa kumandasındaki Osmanlı Donanması 20 gün içinde karşılık vermiş, her iki şehir, İspanya’dan geri alınabilmişti. 20 günde İstanbul’dan Tunus/Cerbe’ye kürekli kadırgalarla erişebilmişlerdi. 

Teknolojik Denge Söz konusu dönemde bu görkemli başarıların temel nedeni, Türk deniz gücü ile rakip güçler arasında teknolojik ve taktik uçurumun olmayışı idi. Kadırgalar, yani kürek gücüne dayalı filolar üzerlerindeki savaşçıları kullanarak denizde bir nevi kara muharebesi icra ediyorlar; Alçak bordalı, sadece başta ve kıçta az sayıda topa sahip kadırgalar düşman gemisine aborda olarak göğüs göğse savaş ile muharebeyi sonuçlandırıyorlardı. Rakipler ne zaman yüksek bordalı, yelkenli ve borda toplu kalyonlara geçti, işte o zaman denizlerde gerileme başladı.

Sonun Başlangıcı: İnebahtı. En büyük yenilgi İnebahtı yenilgisi ile geldi. 7 Ekim 1571 günü, İyon Denizi’nde yaşanan İnebahtı Savaşı, Türk deniz gücünün Akdeniz’de büyümesinin engellendiği büyük bir yenilgi olarak tarihe geçti. Donanmanın karacı bir general olan Müezzinzade Ali Paşa emrinde olması büyük taktik hatalar zincirini tetikledi. Savaş, dört saat sürdü.  30.000 ölü ile tarihin en kanlı deniz çatışmalarından biri oldu. Bazı tarihçiler bu savaşı daha sonradan “Doğu’nun Trafalgarı” diye tanımladı. Bu yenilgi ile Türk deniz gücünün yenilmezlik efsanesi son buldu. İnebahtı’da asıl kaybedilen nitelikli denizci insan gücüydü. Bu savaş sonrası denizci bir ulus olan Venedikliler, denizlerdeki üstünlüğün gemilerden çok insanlara bağlı olduğunu bir kez daha ispat ettiler. Venedik Doçu, denizdeki Komutan Amiral Venier’e, ‘’acilen erişimi dahilindeki tüm yetenekli Türk denizcileri gizlice ve en uygun şekilde öldürün’’ emrini verdi.  Bu tür önlemlerle Türk’ün denizlerdeki üstünlüğünün etkili ve kalıcı şekilde kırılacağını umuyorlardı. Onlara göre Osmanlıların denize dair meselelerdeki üstünlüğü artık mantıken sönmüştü. 

Bilim yoksa Donanma da yok. Haklıydılar. Atalarımız, bilimden, akıldan uzaklaştıkça denizden de uzaklaştı. İnebahtı sonrası Türk deniz gücü Akdeniz’den kademeli bir şekilde geri çekildi. 1583 yılında İstanbul Rasathanesi vebaya ve depreme neden oluyor diye Şeyhülislam’ın fetvası ile yıktırıldı. Yıkan donanma gemilerinin topçu ateşiydi. Kürekten yelkene 100 yıl geç geçtiler. 1770 Çeşme, 1827 Navarin ve 1853 Sinop Baskınları büyük jeopolitik kayıpları beraberinde getirdi. Gerileme ve çöküş dönemlerinin dönüm noktaları oldular.  

Donanmasız 20. Yüzyıl Başlangıcı. 1876-1909 arasında hüküm süren II. Abdülhamit Döneminde Donanma Haliç’e hapsedildi ve kurumsal kültürü ile birlikte zayıflatıldı. Böylece 20’nci yüzyıla donanmasız girdik. Sonuçta, 1878 yılında Kıbrıs, Teselya, Tuna Havzası, Romanya, Karadağ ve Doğu Rumeli, 1881 yılında Tunus, 1882 yılında Nil Havzası, Mısır, 1897 yılında Girit, 1908 yılında Bulgaristan ve Bosna Hersek tamamen kaybedildi. Ardından yaşanan 1911 Libya ve 1912-13 Balkan Savaşları sonunda da Libya ve Yunanistan’ın tamamı ile Ege adaları donanmasızlık nedeniyle kaybedildi.  Balkan Savaşı sırasında Çeşme’den bir Osmanlı vatandaşının donanmanın adalara ve sahillere yardıma gelmeyişi üzerine çektiği şu telgrafı dilerim tarihimizde bir daha okumayız:

“Yunan gibi bir devlet, posta vapurlarını ve hatta kruvazör istimbotlarını torpidobot yaparak adalarımızı işgal ediyor, askerlerimizi dağların tepesinde avlıyor. Daha da öte Anadolu sahillerimizde filikalar dahil ne kadar tekne varsa topluyor... Günler geçti. Gözlerimiz gece gündüz uzayıp giden denizde, Yunan gemilerinden başka bir şey görmüyor. Millet donanmayı bugün için beslemiyor mu? Yoksa bunları Bizans surları önünde geçit merasimi için mi saklayacağız?” 

Balkan Savaşı sırasında denizdeki çöküşün temel nedeni sadece donanmasızlık ve deniz körlüğü değildi. Adalara jeostratejik perspektifte önem vermeyen Osmanlı İmparatorluğu, bu yerleşim yerlerindeki Türk nüfusunun korunması veya artırılması için de yüzyıllardır hiçbir tedbir almamıştı. 1900’lerin başında, Semadirek ve Gökçeada’da Türk nüfus yoktu. Taşoz’da 15 bin Rum’a karşılık 100 Türk, Limni’de 25 bin Rum’a karşılık 1000 Türk vardı. En çok Türk’ün olduğu ada 125 bin Rum’a karşılık 15 bin Türk ile Midilli adasıydı. Balkan Harbinde Donanma Karargahında görev alan Binbaşı Ali Rıza Bey 100 yıl sonra yayımlanan hatıratında şunları söylüyordu:  “Artık bu adaları kaybettiğimizi biliyorduk. Çaresizdik. Sırtüstü yenik düşmüştük. Yunanlıların işgal ettiği adaların hemen çoğundan mülki ve askeri personeli zaten memlekete geri çağırmıştık. Başıboş kalan Osmanlı Adalarına Yunanlılar çıktıklarında, sessizliğe onlar bile şaşırdılar...Adalarda haberleşme imkanları doğru dürüst kurulmamıştı. Aynen İtalyan işgalinde olduğu gibi bazı adaların işgal edildiğini de neden sonra öğrendik...Beş asırlık hükümranlığı nasıl terk ettiğimizi tesadüfen öğrenmiştik.”

Denizden Uzak İmparatorluk. Evet, Osmanlının denize ve adalara bakışı buydu. En büyük darbe Birinci Dünya Savaşında geldi. İtilaf devletlerinin ortak donanması ve kara gücü Gelibolu yarımadasına Ege’de hiçbir engelle karşılaşmadan geldi ve asker çıkardı. Mustafa Kemal’in 57. Alay askerlerine “ben size ölmeyi emrediyorum” demek zorunda kaldığı Çanakkale Savaşlarında onbinlerce kayıp verdik. Sonrasında Yunan kuvvetleri hiçbir dirençle karşılaşmadan 15 Mayıs 1919 sabahı İzmir’e çıkabildi. 

Denizlerden Koparan Sevr. Savaş sonunda Osmanlı İmparatorluğunun parçalanarak sadece Karadeniz’de kısa kıyısı olan küçük Orta Anadolu devletine dönüşmesini sağlayacak Sevr Antlaşması dayatıldı. Padişah derhal kabul etti. Mustafa Kemal Atatürk ve Türk milleti ise yırtıp attı. 1 Eylül 1922 sabahı tam aksine Başkomutan Akdeniz’i hedef gösterdi. Denizlere kavuşan Türkler 29 Ekim 1923 de yeni bir cumhuriyet kurdu. 

Mavi Vatan Zaferleri: Türk Boğazları ve KKTC. Türk Boğazlarının geri alınması yani anavatanımızdaki ilk mavi vatan zaferi Atatürk sayesinde 1936’da kazanıldı. Onun kurduğu Cumhuriyet Donanması son 100 yılda emin adımlarla stratejik kazanımlarla bugünlere geldi. 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı ile milletine ikinci büyük jeopolitik zaferi armağan etti. Doğu Akdeniz’de güneyden kuşatılmışlığımıza son verdi. 

Yeni Direniş Cephesi: Mavi Vatan Bugün cumhuriyetimizin ikinci yüzyıla girişinde Toprak Gemi Anadolu’nun kıta sahanlığındaki devamı olan Mavi Vatan üzerinden yeni bir dönemi başlatan Türkiye’nin 100 yıl önce olduğu gibi denizlere çıkması, deniz gücü olması, denizcilik gücünü geliştirmesi istenmiyor. ABD, AB ve içimizdeki mandacı lobi Seville haritası ile karaya sıkıştırılmayı kabul eden; Kıbrıs’taki askeri varlığını geri çeken, güneyinde denize çıkışı olan kukla Kürt devletinin kurulmasına izin veren bir Türkiye istiyor.  Türkiye’nin 21. Yüzyılda Akdeniz dışına çıkmasını, Kızıldeniz, Kuzey Afrika, Basra Körfezi, Arap Denizi gibi periferiye çıkmasına tahammül bile edemiyorlar. Onlara içerdeki emperyalizm dostları ile vizyonları ancak ufuk hattı kadar olan sözde aydınlarımızdan bir kısım da alkış tutabiliyor. Unutmayalım ki 100 yıl önce de Mareşal Fevzi Çakmak, Cumhuriyet Donanmasının Marmara dışına çıkmasına izin vermezdi. Türkiye bu tutucu karacı devlet anlayışını kırmıştır. Artık geri dönüş yoktur. Türk bayrağını denizler üstünde diğer okyanus alanlarında hayal edemeyenler geleceği ne okuyabilir ne de şekillendirebilir. Preveze Saferinin 482. Yıldönümünde büyük uyanış sağlanmıştır. Donanma gücümüzün yarım bin yıl sonra da olsa o döneme en yakın konuma gelmiş olmasının bilinci ve gururu içinde gerçek vatanseverlere haykıralım: ‘’21. Yüzyılda Türkiye ve Türk milleti denizcileşecektir. Bu süreç Mavi Vatan ve temsil ettiği tüm değerler üzerinden olacaktır. Denizde güçlü olmayan bir Türkiye, Anadolu’da tutunamaz. Denizcileşeceğiz. Yakaladığımız Mavi Vatan ivmesini kaybetmeden enerjimizi emperyalizme inat denizcileşmeye vereceğiz. Denizcileştikçe de Atatürk’e daha da yaklaşacağız. Türk halkını Atatürk ve denizle bir daha hiç ayrılmamak üzere buluşturacağız.’’

Bu kutsal günde deniz şehitlerimizi ve gazilerimizi rahmet ve minnetle anıyor; Donanmamızın su üstünde suyun altına, havada ve karada görev yapan tüm denizcilerine onlarla gurur duyduğumuzu, onlar sayesinde rahat uyuduğumuzu haykırıyor; torunlarımızın mavi vatan ve ötesindeki hak ve çıkarlarını korudukları için sonsuz şükranlarımızı sunuyoruz. Çok yaşa Türkiye, Çok yaşa Deniz Kuvvetleri. Yaş gününüz kutlu olsun.

Bu yazıyı 17. Yüzyıl İngiliz Diplomatlarından Ricaut de la Marliniere’in şu sözleri ile bitirelim: 

 

“Türkler ihmallerini örtmek ve bu konuda karşılaştıkları başarısızlıkları üzerlerinden atmak için, Tanrı’nın denizleri Hıristiyanlara, karaları da Müslümanlara verdiğini söylerler. Hristiyanların ortak çıkarları için onların bu derin uykudan hiç bir zaman uyanmamalarını dileriz, çünkü Türkler, günün birinde denizde güçlü olmayı akıllarına koyarlarsa ve gerektiği gibi çalışırlarsa, bütün cihanın önlerinde eğileceğinden kimsenin kuşkusu olmasın.”

 

(Kitap Tavsiyesi: Genç Deniz Tarihçisi Uğur Esmer’in KDY yayınlarından çıkan TCG Dumlupınar -Bir denizaltının on yıllık yaşam öyküsü isimli kitap halen Çanakkale Boğazı Nara Burnu derinliklerinde 81 şehidimizle mavi vatan nöbetine devam eden Dumlupınar denizaltımızın hazin kaderini anlatıyor.)