25 Aralık 2017 Pazartesi

Mavi Vatan
Amiral Cem Gürdeniz
ABD’nin Yeni Güvenlik Stratejisinin Düşündürdükleri
Geçen haftanın en önemli gelişmesi Kudüs kararının hemen ertesinde ABD Ulusal Güvenlik Strateji belgesinin yayınlanması oldu. Yeni dokümanın ağırlıklı olarak Amerikan liderliği, istikrar, barış ve refaha vurgu yapmasına rağmen, yayınlandığı dönemin Amerikan hamleleri ile soğuk savaş sonrasının en istikrarsız dönemini oluşturması büyük bir çelişki oluşturuyor. İktidara gelirken her söyleminde içine kapanmayı, korumacı yaklaşımla ilan eden Başkan adayı Donald Trump’ın, POTUS olunca 180 derece rota değiştirerek askeri endüstriyel yapı ve müesses nizamın dümen suyunda ilerleyen bu dokumanı imzaladığını görüyorsunuz. Dokümanın Obama dönemininkinden (2015) büyük farkı yok denebilir. Zira dokumana fikirleri ile hayat verenler, Amerikan devletini temsil ediyor. Devletin temel doktrini kolay değişmez. Ancak dokumanın teorisi ile Trump ve kabinesinin pratiğinin pek çok alanda çatışma noktasına gireceğini de şimdiden söyleyebiliriz. Yani devlet ile hükümet arasındaki rekabet bu dokumanla pek de kolay aşılamaz.
Bilinenlerin Tekrarı. Soğuk savaş sonrası yayınlanan tüm Amerikan strateji dokümanlarında karşımıza çıkan terörle mücadele, KİS yayılmasının önlenmesi, haydut devletler, suç şebekeleri ile mücadele  ve illaki Kuzey Kore ile İran burada da karşımıza çıkıyor. 2015 yılına kadar bu tip dokümanlarda doğrudan hedef gösterilmeyen Rusya ve Çin, artık hedef statüsüne alınmış durumda.  Diğer bir fark Obama döneminde ulusal güvenlik tehdidi olarak görülen çevre konuları ve küresel ısınma bu dokumanda geçmiyor. Dokumanda geçmiş yılların aksine Amerikan değerlerinin ve demokrasinin yaygınlaştırılması/ihracı klişeleri de yaygın şekilde yer almamış. (Afganistan, Irak, Libya ve Suriye’ye demokrasi ihracının neler yarattığı göz önüne alınırsa bu değerlendirme pek de şaşırtıcı değil.)
Güvenilir Arabuluculuğun Sonu. Geçmiş yılların aksine, Amerikan liderliği söylemi altında geliştirilecek uluslararası işbirliği yerine, Amerikan egemenliğinin korunması fikrinin benimsenmesi Trump’ın Kudüs kararında yaşandığı gibi dayatmacı ve rekabetçi bir politika sergileyeceğinin göstergesi olarak  değerlendirilebilir. Kudüs kararı ile BM Güvenlik Konseyinde kendisi hariç, 14 BMGK üyesini ve BM genel kurulunun 193 üyesinin 128’ini karşısına alabilen ABD’nin artık hiç bir konuda güvenilir arabulucu (honest broker) rolünden bahsedemeyiz. Dolayısı ile ABD artık oyun kurucu dünya liderliğinden, rekabetçi ortamda küresel çıkarlarını korumaya çalışan  güç statüsüne dönüşmektedir. ABD, kapitalist demokrasilerin ve küreselleşmenin hamisi olarak  soğuk savaş sonrası elde ettiği tüm kredileri hızla tüketmiş ve bugünün şartlarını hazırlamıştır. Dünya, 1946 sonrası ilk kez Amerikan değerlerini sorgulayan ve ona meydan okuyan bir konjonktüre girmiştir. Geleneksel müttefikleri olan ülke halklarının bile Amerikan pratiğini yargılamaya başlamış olması, 21’inci yüzyılda ABD’yi içine kapanarak yeni bir değerlendirme sürecine itiyor. İsrail ve ABD’deki İsrail’e rağmen ABD bunu yapabilir mi ?  Zaman gösterecektir.
Çin Refahının Yarattığı Rahatsızlık. Dokumanda açıkça adı verilmese de Çin’in OBOR (Bir Kuşak- Bir Yol) girişiminin dolaylı olarak eleştirildiği “Çin, adaletsiz ticaret ve kilit alanlardaki yatırımları ile Avrupa’da stratejik bir kazanım elde etmiştir” cümlesinden anlaşılıyor. ABD’nin son 20 yılda yüz milyonlarca Çinlinin devlet kapitalizmi ve sosyalizm sayesinde fakirlikten orta sınıfa geçmiş olması; ayrıca OBOR üzerinden Çin yatırımlarını ve finansını çeken Asya ve Afrika devletlerinde refah artışının yaşanıyor olması  gerçeklerine rağmen Çin’in ekonomik gelişmesini jeopolitik rekabet içinde görmesi ve bunu tehdit olarak algılaması insanlığa ne katkı sağlayacaktır? ABD, insanlığın mutluluğunu sadece Amerikan rüyası ile sınırlandırmaya mı çalışıyor?
ABD ve Tukidides tuzağı Askeri endüstriyel yapının duymak istediği savunma yatırımlarının artışını sağlayacak argümanlar dokumanda bolca yer alıyor. Yayınlandığı sıralarda savunma bütçesi 700 milyar dolarla son yılların rekorunu kırıyordu. Dokumanda, “Zayıflığı ihtilafa giden en kolay yol olarak görüyoruz, bu yüzden de rakipsiz bir gücün en kesin savunma olacağını düşünüyoruz” diyen Trump, bu söylemi ile tüm imparatorlukların gerilemesine neden olan kapının kilidini bir kez daha açmış oluyor. Savunma adı altında küresel saldırı yeteneğini geliştirme ve böylece sadece yeni rakip ve düşmanlar elde etme sürecini hızlandırıyor. Bu durum aynı zamanda Tukidides Tuzağı olarak bilinen süreci de başlatıyor. Bırakalım büyük nükleer devletleri, Kuzey Kore ve benzeri yeni nükleer kulüp üyelerinin dahi bu alanda kritik eşiği geçmiş olmaları ABD’nin artık nükleer stratejiye başvurmasını zorlaştıracağı gerçeğine rağmen dokumanda ısrarla nükleer silahlara vurgu yapılması askeri endüstri lobisinin dışında kimi memnun edecektir, anlamak çok zor. Zira küresel ısınma sonuçlarının dehşet dengesi yarattığı bir ortamda bu dengeyi daha da zora sokacak nükleer silah kullanma riskini artırmak karşılıklı intihar değildir de nedir?
Denize Yansımalar. Dokumanda denize yapılan vurgular eski dokümanlarla aynı. Denizlere serbest erişim ve seyir serbestisi ana temalar olmaya devam ediyor. Theodore Roosevelt zamanından bu yana değişmeyen söz konusu prensipler bu dokümanda da ulusal güvenlik ve Amerikan refahının temeli olarak kabul ediliyor. ABD’nin okyanuslardaki hegemonyasının korunması  ’ABD’nin rekabetçi üstünlüğünün yenilenmesi’’ başlığı altında  ele alınırken, 355 gemi hedefine uygun şekilde donanmaya yatırımlara devam edileceği anlaşılıyor. Ancak denizler çok geniş.  Tüm okyanus ve düğüm noktalarında Amerikan kontrolü tek başına sağlanamayacağından müttefik ve dostlara dayanma isteği de öne çıkıyor. Bu çerçevede Hindistan’ın kazanılması, Filipinler ve Tayland ile ilişkilerin yeniden güçlendirilmesi; Vietnam, Endonezya, Malezya ve Singapur ile deniz işbirliği ve  ortaklığın geliştirilmesi hedefleniyor. Düzensiz harp ile konvansiyonel çatışma düzeyi altındaki krizlere vurgu yapılması, Obama döneminin gözdesi  Özel Kuvvetlerin bu dönemde de yıldız olacağına işaret diyor. Özetle yeni dokuman ABD nin maceracı dış ve güvenlik politikaları uyguladığı bir dönemin ürünü. Bu dokuman ABD’ye müttefik kazandırmak bir yana Kudüs başarısızlığı ile bir arada değerlendirildiğinde, mevcut müttefiklerini de ondan uzaklaştıracaktır.


22 Aralık 2017 Cuma

Atatürk-Lenin Dostluğu


 Atatürk-Lenin Dostluğu
Küresel düzeni belirleyici  koşulların her hafta kökten sarsıldığı büyük satranç tahtasında, gelişen ve değişen konjonktüre ulusal güç kapasitesinde cevap verebilmek, yeni stratejiler üretebilmek, yeni inisiyatifler yaratmak devlet refleksinin özünü oluşturur. Devlet refleksi iletişim gücü ile buluşunca dış politika hamleleri gerçekleşebiliyor. Günümüzün iletişim şartları hızlı satranca izin veriyor.  Telgrafın yerini görüntülü telefonlar ve e-posta; tren ve geminin yerini uçaklar aldı. Yeni konjonktürde yükselen Avrasya Jeopolitiği, soğuk savaş sonrası oluşan tek kutuplu düzeni zorlamakta ve dünya siyaset arenası, çok kutuplu ve bölgesel ittifakların oluşabileceği bir rotaya doğru dönüş göstermektedir. Bu yükselişte Batı Asya’da Türk - Rus ve Türk- İran yakınlaşması küresel dengelerde büyük etki yaratıyor. Diğer yandan Çin’in siyasi, ekonomik ve askeri alanlarda yarattığı yeni durum, Washington Konsensüsü yerine, Pekin Konsensüsünün küresel sistemde yerini almasını hızlandırıyor. Bu durum yeni uluslararası ilişkiler teorilerinin gelişmesini tetikliyor, güç kavramı yeniden değerlendiriliyor ve küresel sistemde yeniden 19. Yüzyılın güç sistemine dönüş hızlanıyor.
Bu süreçte Türkiye Atatürk’ü yeniden keşfediyor. Zira dış ve iç koşullar gerek dış politikada gerek iç politikada onun kurduğu sistemin hayatta kalma, güvenlik, refah ve mutluluğumuz için ne denli vazgeçilmez olduğunu bizlere acı çektirerek, bedel ödeterek öğretiyor ve öğretmeye devam ediyor. 21. yüzyılda varlığımıza en büyük tehdidi teşkil eden PKK ve FETÖ’nün ardındaki payandalar, bunları inşa eden, destekleyen ve akıl verenler Atlantik sistemin ürünleri. Ancak paradigma değişiyor. Türkiye kendisini tam üye kabul ettiremediği 70 yıllık Atlantik kulübünü sorguluyor. Zira kulüp doğudaki bu üvey üyesinin çıkarlarını asla gözetmedi. Kurucusu Mustafa Kemal’den uzaklaştırdı ve uzaklaşmasını teşvik etti. Türkiye’nin demokrasi söylemi altında ulus devlet, üniter yapısının örselenmesini; Din ve vicdan özgürlüğü adı altında laik devletin sulandırılmasını destekledi. 1946 sonrası siyasi kadroların yozlaşmasını teşvik etti. Bu yozlaşmayı gerektiğinde kritik kararların alınması için şantaj silahı olarak kullandı.
Sistem artık tıkandı. Bilgi hızla el değiştiriyor. Gerçeği arayanlar artık ona erişebiliyor. Bugünün gerçeği, Türkiye’nin İmparatorluk geçmişi ile Mustafa Kemal’i harmanlaması ve tarihsel sermayesini Avrasya gözlüğü ile yeniden değerlendirmesini gerekli kılıyor. Türkiye, Asya ve Atlantik arasında jeopolitik bir denge unsuru olarak  öne çıkıyor. Devlet refleksi ve devletin hayati çıkarları bu terazinin kantarının konumunu mevcut konjonktüre göre belirleyecektir. Şimdilik görünen Avrasya ya da Batı Asyalı Türkiye kimliği ulusal çıkarlarını daha iyi koruyor.  Unutulmamalıdır ki bu kantar Anadolu’ya kast edildiğinde daima doğruyu bulmuştur. 1918’de Osmanlı İmparatorluğunu sonlandıran Avrupa, bizi boğmaya geldiğinde Asya yardıma gelmişti.
Strateji Ustası Atatürk. Atatürk, Türk Sovyet dostluğu ile jeopolitik sürpriz yaratmıştır. Atatürk Balkan Antantı ve Sadabat Paktı girişimleri ile denge yaratmıştır. Atatürk Orta Asya’daki akraba topluluklarımıza yaklaşarak Türkçe dili ve ortak din  bağları üzerinden yeni bir denge alanı açmıştır. 18 Mart 1921 tarihli, Türk-Sovyet dostluk Antlaşması ile Sovyetlerin Sevr antlaşmasını reddetmesi ve Misak-ı Milli sınırlarımızı tanıması Türkiye’nin Avrasya yönelişinin kapısını 96 yıl önce aralamıştır. Bu anlaşma sayesinde Rusya’dan gelen cephane ve para ile Kurtuluş Savaşı mümkün olmuştur. Stalin döneminde kuzeyindeki bu dev ülkenin jeopolitik ekonomik ve askeri gücünün büyüklüğüne rağmen akraba Türklerle yakınlaşmanın temellerini atmış, Türkiyat Enstitüsünü kurmuştur. Onun aramızdan ayrılışından sonra maalesef iki ülke birbirinden uzaklaşmaya başlamıştır. Bu uzaklaşma akraba Türklerle olan yakınlaşmaya da engel olmuştur. Geçmişte yaşanan başta notalar süreci Türk Rus dostluğunu dinamitlemiş ve karşılıklı güvensizlik Türkiye’nin NATO üyeliği ile sonuçlanmıştır.
Yeni Durum, Yeni Fırsatlar. 15 Temmuz 2016 darbe girişimi, Suriye krizi, Akdeniz’e açılması istenen Kürt koridorunun Rus jeopolitiğine etkileri, Tük-Çin yakınlaşması, Türk-İran işbirliği ve Türk-Rus ekonomik ilişkileri yepyeni bir Asya dönemini başlatmıştır. Bu dönem, her iki ülkedeki mevcut iktidarların siyasi bir seçiminin sonucu olmaktan ziyade jeopolitik arenadaki ölüm kalım savaşının gerekli kıldığı iş birliğinin ve siyasi coğrafyanın bir sonucudur. Türk-Rus yakınlaşması, iki önemli Avrasya devletinin güvenlik ve çıkarlarının karşılıklı olarak gözetilmesi sonucunu doğurmalı ve 21’inci yüzyıl güvenlik ve dış politikalarının belirleyici ana eksenlerinden birisi olmalıdır. Bu çerçevede Mustafa Kemal’in 4 Ocak 1922 tarihinde Lenin’e yazdığı mektubun aşağıdaki bölümü  geleceğe ışık tutmalıdır. (Ercan Dolapçı, Devrimin İki Yüzü-Atatürk ve İnönü, Kategori Yayıncılık, 2017- Sayfa 119)

"Türkler ve Rusların, tarihi, yüzyıllarca süren kanlı savaşların gürültüsüyle doldurduktan sonra, bu kadar çabuk ve bu kadar bütünsel bir şekilde uzlaşmaları, öteki milletleri şaşkınlığa uğratmıştır. Pek çoğu bu dostluğun suni olduğu ve şartlar gereği sağlandığı zannına kapılmışlardır, hâlâ da bu inançtadırlar ya da öyle gözükmektedirler. Ancak, iki halkın ne ölçüde birbirleriyle anlaşmak ve birbirlerini sevmek için yaratıldıklarını ve geçmiş kavgaların yalnızca her ikisinde de yerleşmiş zalim iktidarların kışkırtmaları ile çıkmış olduğunu, son savaşta asker ve subayların birbirleriyle nasıl isteksizce savaştığını görmüş olanlar, birkaç sene önce oluşan yeni vaziyetin sürekli ve istikrarlı olduğunu söyleyeceklerdir. Zira, bu vaziyet tabii olandır ve eski istibdat tarafından sürdürülen suni düşmanlık ise son nefesini vermiştir....Türkiye Rusya'ya, bilhassa son birkaç ayın Rusya'sına Batı Avrupa'ya olduğundan çok daha yakındır. Memleketlerimiz arasında bir diğer ve daha mühim benzerlik, bizim kapitalizm ve emperyalizme karşı mücadelemizde yatmaktadır...Türkiye hâlâ büyük devletlerin ve onların uydularının açık veya gizli, azgın saldırılarına hedef olmaya devam ediyorsa, bunun nedeni, her şeyden önce mazlum sömürge halklarına örnek olarak kurtuluşa giden yolu göstermesidir....Sizi temin ederim ki, Sovyet Rusya'ya karşı doğrudan veya dolaylı olarak asla hiçbir anlaşmaya ve ittifaka dahil olmayacağız." 

Atatürk’ün bu sözleri iktidar ve muhalefetin gözü önünde olmalıdır.



14 Aralık 2017 Perşembe

Kartal İstimbotu Anıtı

Kartal İstimbotu Anıtı

Bu köşede 4 Haziran 2017 tarihinde yayınlanan ‘’Milli Mücadele Kartal İstimbotunda Başladı’’ yazımla  Türk kamuoyuna ve değerli okuyuculara halen 106 yaşındaki Kartal İstimbotunu tanıtmıştım.
Geldikleri gibi giderler. Kartal İstimbotunun (romorkör) tarihsel önemi, 13 Kasım 1918 günü trenle Adana’dan dönen Mustafa Kemal Atatürk’ü Haydarpaşa rıhtımından Galata’ya geçirmiş olmasıdır. Yarım saatlik bu geçiş esnasında Mustafa Kemal işgal donanmasını işaret ederek, ağlamakta olan yaveri Cevad Abbas’a ‘’Geldikleri gibi Giderler’’ sözünü sarf etmiştir. Bu geçiş esnasında Kartal henüz bir Türk istimbotu değildir. Enterprise ismi ile Fransız işgal kuvvetlerinin emrinde bir teknedir. 1923 yılında Türk bayrağına kavuşmuş ve adı Kartal olmuştur.
Denizcilik Mirası. 106  yaşındaki romorkör aynı zamanda denizcilik mirasımızın en yaşlı unsurlarından birisidir. Bu özelliği de, onun korunup gelecek nesillere aktarılmasını gerekli kılmaktadır.
Kartal İstimbotunu Kurtarma ve Yaşatma Platformu. Bugüne kadar Nusret, Bandırma, Hamidiye, Ertuğrul, Gazal, Alemdar ve daha nice, yakın deniz tarihimize mal olmuş gemileri koruyamamış olmanın hüznü ve dersleri ışığında Kartal’ı tarihimizde hak ettiği yerde ölümsüzleştirmek için gönüllüler ile 4 Haziran 2017  tarihinde ‘’Kartal İstimbotunu Kurtarma ve Yaşatma Platformu’’nu kurduk.  Bu platformun amacı Kartal’ın restorasyon sonucu 19 Mayıs 2018 tarihine kadar statik bir gemiye dönüştürülüp, Deniz Kuvvetlerine hibe edilmesini ve İstanbul’da belirlenecek bir alanda                1 Kasım 2018 den itibaren Kartal İstimbotu Anıtı olarak sergilenmesini temin/koordine etmektir. Platformun amacı Kartal,  13 Kasım 2018 tarihinde icra edilecek bir törenle halkla buluştuğunda sona erecektir.
Belgesel Gurusu: Serkan Koç ve 49/51.  Kartal’ın hurda fiyatına mal sahibinden satın alınması 49/51 Film  Prodüksiyon  Sanayi Ve Ticaret Limited Şirketi tarafından gerçekleştirilmiştir. Kartal, ünlü belgesel yapımcısı Serkan Koç tarafından 19 Mayıs 1919’un 100. Yıldönümünde seyirci ile buluşacak 1919 isimli Mustafa Kemal Atatürk filminin yapımında da kullanılacaktır. Ayrıca geminin bulunması ve restorasyon faaliyetleri de belgesel olarak çekilmektedir.
Kartal İstimbotu ve Atatürk 1919 Filmi Yardımlarınızı Bekliyor. Kartal’ın restorasyonu ve Mustafa Kemal Atatürk’ü taşıdığı 13 Kasım 1918 günündeki şekline dönüştürüldükten sonra Deniz Kuvvetlerine İstanbul’da bir anıt olarak sergilenmek üzere hibe edilmesi, bu projenin Türk halkının bir projesi olmasını gerekli kılmaktadır. Bu nedenle gerek restorasyon gerekse anıt alanının şekillendirilmesi için gerekli kaynaklar imece usulü ile temin edilecektir. Bu imecede gerek ayni, gerekse maddi yardımların 1919 filmi sponsorluğu üzerinden gerçekleşmesi ayrı önem arz etmektedir. Bu projeye destek veren kişi, kurum ve kuruluşların isimleri 13 Kasım 2018’de hizmete girecek anıt gemi kompleksinde yer alacak özel bir köşede ve 1919 filminin jeneriğinde, duyurularında, galasında ve diğer etkinliklerinde yerini alacaktır.
Kartal restorasyonuna sponsorluk üzerinden yardım etmek isteyen vatandaşlarımız 49/51 sitesini (http://www.4951film.com) ziyaret ederek gerekli bilgileri  alabilir.
HAYDİ HEP BİRLİKTE MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ÜN KARTALINI ABİDELEŞTİRELİM. 100. YILDÖNÜMÜNDE ‘’GELDİKLERİ GİBİ GİDERLER’’ SÖZÜNÜ ÖLÜMSÜZLEŞTİRELİM.



4 Aralık 2017 Pazartesi

Nükleer Çin Donanmasının Babası

Description: IMG_0131 



Mavi Vatan
Amiral Cem Gürdeniz
Nükleer Çin Donanmasının Babası
Mühendis Huang Xuhua, Çin’in Hyman Rickover’udur. Ancak aralarındaki en önemli fark Huang’ın şöhreti yoktur. Amiral Hyman Rickover, ABD’ye göç eden  Polonyalı Yahudi bir ailenin çocuğu olarak 1918 yılında Annapolis’teki ABD Deniz Harp Okuluna kabul edildi. Önce denizaltıcı oldu. Sonra komutanlık görevi alamayınca mühendis oldu. 1949 yılında Hava ve Kara Kuvvetleri karşısında bütçe savaşları veren deniz kuvvetlerine, devrim yaratacak nükleer tahrik sistemi  başarısı ile büyük koz sağladı. Nükleer gücü denizaltıların ana tahrik sistemi olarak kullanma ve dolayısıyla ilk kez nükleer takatli denizaltı projesini Amerikan savaş sanayiine kabul ettirdi. 63 yıl süre ile üniforma giyerek ABD Donanmasının en uzun süreli hizmet veren deniz subayı/amirali oldu. Tarihe Amerikan Nükleer Donanmasının Babası olarak geçti. 86 yaşında öldü.
Yeni Onurlandırılan İsimsiz Kahraman. Huang Xuhua’nın adını az sayıda nükleer araştırmacı dışında Çin de bilen olmadı. Huang, Çin’in ilk nükleer denizaltısına dizayn eden araştırmacıların başıydı. İlk çalışmalarına 1958 yılında başladı. Geçtiğimiz günlerde Huang, Pekin’de yapılan çok büyük bir devlet töreni ile 600 kişinin huzurunda ‘’yüksek değerlere sahip işçi ödülünü’’ aldı. 93 yaşındaki mühendisin tören sahnesine çıkışına Çin Devlet Başkanı Xi Jingpin refakat etti. Çin, Huang’ın devletin deniz gücüne yaptığı katkıyı 59 yıl sonra hatırlayıp, baş mühendisini devlet başkanı düzeyinde onurlandırmıştı. Çin devlet gemi inşa sanayii şirketinde Emeritus Direktör olarak görev yapan Huang Xuhua, 1958 yılında Çin’in nükleer güçle yürütülen ilk denizaltısını yapmak üzere seçilen 29 kişilik araştırma ekibinin başındaydı. 
Mao’nun en büyük hedefi: Nükleer denizaltı. Çin, ilk nükleer silahını Sovyetlerin yardımı ile 1964’de patlatmıştı. Ancak ikinci darbe (second strike) yeteneği sağlayan füze atmaya uygun balistik füze denizaltısına (SSBN) sahip değillerdi. O dönemde Çin silahlı kuvvetlerinin başındaki Mareşal Nie Rongzhen (aynı zamanda Çin atom bombasının babası) Devlet Başkanı Mao Zedong’a Çin’in mutlak surette nükleer bir denizaltıya sahip olmasını ve ABD ile SSCB tekelinin kırılması gerektiğini tavsiye etmişti. ABD, ilk nükleer denizaltısı USS Nautilius’u 1954 yılı başında denize indirmiş ve 1958 yılında Kuzey Kutbunu suyun altından geçirmişti. Sovyetler, 1957 yılında K 3 Leninsky Komsomol denizaltısını denize indirmiş ve 1958 yılı ortasında ilk nükleer güç seyrini gerçekleştirmişti. 1950’li yılların sonunda Çin teknolojisi ve ulusal gücü söz konusu alanda bir girişimde bulunabilecek seviyede değildi. 1958-1962 arasında yürütülen Büyük İleri Atılım (Kültür Devrimi) ile ortaya çıkan kıtlık, değil teknolojik devrimleri yürütmeyi,   45 milyonun açlık ve iç olaylar nedeni ile ölmesini önleyememişti. Kültür devrimi sırasında denizaltı çalışmaları devam etmişti, ancak bu dönemde entelektüellere yapılan saldırılardan Huang Xuhua da nasibini aldı. Bir gün  gece yarısı ofisinden alınarak bir domuz çiftliğinde iki yıl boyunca çalıştırıldı. Mao tüm bu zorluklara rağmen Nie Rongzhen’in fikrini beğendi ve tarihe geçen meşhur sözünü söyledi: ‘’10.000 yılda sürse Çin nükleer denizaltıya sahip olmayı denemelidir.’’
Abaküs ile Başlayan Süreç. Huang Xuhua ve ekibi kağıt üzerinde 09 projesi için çalışmalarına başladığında ellerinde abaküs ve yurtdışında çıkan gazete ve dergilerden toplanmış olanlar dışında bilgi yoktu. İlk dizayn 091 sınıfı saldırı denizaltısı (SSN), Xuhua tarafından o dönemin genel eğiliminin aksine göz yaşı damlası şeklinde  çizilmişti. Diğer dizayn, 092 projesi olarak, balistik füze denizaltısı için planlanmıştı. Yıllar sonra Xuhua,  bir Çinli diplomatın George Washington sınıfı bir Amerikan denizaltısının oyuncak mağazasında satılan plastik maketini ABD’den getirmesi ile çalışmalarının doğru yolda gittiğini anlayıp, çok mutlu olmuştu. Model oyuncak denizaltının dizaynı, onun çizdiği gözyaşı damlası dizayn ile  kağıt üzerinde örtüşüyordu. 1967 Ekiminde ilk plan sonuçlandı. 091 projesinin (Han sınıfı SSN-Saldırı Denizaltısı) ilk gemisinin omurgası, Huludao Tersanesinde aynı yıl kızağa kondu. 26 Aralık 1970 günü denize indirilen gemi Çin Donanmasına (PLAN) 1 Ağustos 1974 günü resmen katıldı. Böylelikle ABD, Sovyetler Birliği, İngiltere ve Fransa’dan sonra nükleer denizaltıya sahip beşinci ülke Çin oldu. Bu projeden çıkarılan derslerle yürütülen 092 projesinin (Xia sınıfı SSBN-Balistik Füze Denizaltısı) ilk gemisinin omurgası aynı tersanede 1978 yılında kızağa koyuldu. 30 Nisan 1981 tarihinde denize indirilen gemi, 1987 yılında donanmaya katıldı. Böylece bir abaküsle başlayan SSN ve SSBN yolculuğu başarıyla sonuçlanmış oldu. Mao’nun 10 bin yılı,  Xuhua sayesinde 29 yıl sürmüştü.
Yeni projelere güç verdi.  İki adet inşa edilen 092 sınıfı gemiler teknoloji harikası değildi. Pek çok problemleri vardı. Silah menzilleri kısaydı. Radyasyon kontrol sorunları vardı. Ancak daha sonra geliştirilen Jin (094) sınıfı SSBN’lerin inşasında bu gemilerden kazanılan tecrübeler büyük rol oynadı. Çin, bugün sadece nükleer denizaltılarda değil, deniz gücünü ilgilendiren her alanda büyük bir ivme ile yeni yetenekler kazanmaya devam ediyor.

Küresel Güç ve Deniz Gücü ilişkisi. Çin Devlet Başkanı Xi Jingpin, Xuhua nın onurlandırıldığı törene katılarak dünyaya bir mesaj verdi. Küresel güç statüsü ancak deniz gücü ile korunur. Amerikalı stratejist Modelski’nin ifadesi ile “küresel güç, küresel erişim gerektirir. Bunların arasını deniz gücü doldurur. Küresel erişim yoksa küresel güç de yoktur.”(Modelski, George-Thompson William, Sea Power in Global Politics, 1494-1993, University of Washington Press, Seattle, 1988) Modern dünya güç sistemi içinde küresel yeteneğin en önemli göstergesi donanmalar veya deniz kuvvetleri olmaya devam ediyor. Küresel erişim yeteneğine sahip donanmaların devletleri, küresel güç oluşturarak anavatandan çok uzak denizlerde ticareti kontrol edebiliyor, güçlü istila filolarının anavatana erişmesini engellemeye devam ediyor. Denizdeki bilek güreşi, küresel üstünlük yani hegemonik mücadelenin vazgeçilemez bir unsuru olma statüsünü koruyor. Bilek güreşinin temeli de nükleer denizaltılar ve uçak gemileridir. Çin, denizleri engelsiz bir şekilde kullanma ve kontrol etme, rakiplere ya da düşmanlara karşı bu hakları reddetme yeteneğini, dolayısı ile okyanus gücü oluşturmayı 21’inci yüzyılda en büyük hedef olarak görüyor. Bu hedef gerçekleştiğinde dünyanın daha sakin ve dengeli bir güç sistemine gireceğinden kuşku yoktur. Xi Jingpin’in 93 yaşındaki Xuhua’nın elini tutması ve devletin onu 59 yıl sonra hatırlamasının altında yatan mesaj budur.