26 Şubat 2018 Pazartesi

Son Sözü Donanmalar Söyler


 
Son Sözü Donanmalar Söyler
İngiltere kaynaklı eski bir sözdür. ‘’En güçlü büyükelçiler, donanmalardır’’. Osmanlı Donanması bu gücü sadece 16’ncı yüzyılda Garp Ocakları Donanması döneminde kullanabildi. Daha sonra sürekli deniz tarafından yenilgilere uğradı. Buna anavatanın denizden iki ayrı işgali de dahildir. Cumhuriyet Donanması Mustafa Kemalin eseriydi. Geçmiş hataları tekrar etmedi. Başta Kıbrıs Barış Harekatı olmak üzere son 95 senede devlete ve Türk halkına jeopolitik, stratejik ve teknolojik başarılar sundu. Bugün Karadeniz’de Montreux rejimi son 92 yıldır korunuyorsa; Ege’de 1974 sonrası yaşanan Kıta Sahanlığı, Karasuları genişliği başta olmak üzere sayıları yediyi bulan sorun alanlarında arkasına ABD ve AB’yi alan Yunanistan’ın emrivakileri önlenebiliyorsa, ana caydırıcı faktör donanmamızdır.
Cumhuriyet Donanması: Semper Paratus Balyoz kumpası başta olmak üzere 2007 sonrası Deniz Kuvvetlerine kurulmadık kumpas kalmadı. Çekilen büyük sıkıntılara ve 15 Temmuz 2016 darbe girişimi sayesinde açığa çıkan FETÖ işgalinin yarattığı yıkıma rağmen Donanma ateş ve manevra gücünü koruyabildi. Bugün kadrolarının neredeyse yarısı ile harekata ve harbe daima hazır olduğunu ispat eden bir donanmamız vardır. Belki kadrolar yüzde yüz değil ama, FETÖ’den arınmanın verdiği güç ile birbirine güvenle arkasını dönebilen ve canını vardiya arkadaşına gözü kapalı teslim edebilen kadrolar var. Cumhuriyet Donanması bu zor dönemi yüksek moralle atlatacaktır. Kuvvet yapısını geliştirmeye devam edecektir. AR/GE ye devam edecektir. Kurumlar arası rekabet ve zaman zaman yaşanan  kurumsal egolara rağmen bu genetik mirası koruyacaktır. Zira her şey geçicidir. Ama devlet kalıcıdır. Donanma da devletin ta kendisidir.
Ganbot Diplomasisi. Donanmamızın mavi vatan çıkarlarımızı korumadaki vazgeçilemez ganbot diplomasisi rolü ve etkinliğini geçen hafta Doğu Akdeniz’de büyük bir gururla izledik. İtalyan ENI firması için çalışan Saipen 12000 isimli sondaj gemisi, Türk denizgücünün iradesine uymak zorunda kaldı. Bu süreç yaklaşık 16 yıl önce başlamıştı. 17 Mart 2002’de başlayan ilk ganbot diplomasisi uygulamasında Kıbrıs Batısında ilan edilmemiş Türk Münhasır Ekonomik Bölgesinde (MEB) Kıbrıslı Rumlar adına araştırma yapan Norveç bandıralı Northern Access isimli sismik araştırma gemisi, TCG Giresun firkateynimiz tarafından sahadan sürülmüş ve Doğu Akdeniz yeni bir döneme girmişti. Benzer müdahaleler devam etti. 2006 yılında Türkiye, Akdeniz Kalkanı Harekatı ile bu sürme/sahadan çıkarma işlemlerine operatif kimlik kazandırdı. Türk Donanması durdurulmalıydı. Milli ordu ve donanmanın hükümet, muhalefet ve meclisin gözleri önünde tasfiye edilme sürecinin kumpas davalar üzerinden dolu dizgin gittiği günlerden, 15 Ekim 2009’da AB Komisyonu, Türkiye’nin yıllık değerlendirme raporunu yayınladı. Bu raporda Türk Deniz Kuvvetleri Komutanlığı, ismen (Turkish Navy) zikredilerek “Türk Donanması rapor döneminde, birçok kez Kıbrıs Cumhuriyeti için petrol arayan sivil gemileri engellemiştir” şeklinde şikâyet edildi. Bu rapora ne Hükümet, ne Muhalefet ne de Yüksek Askeri Komutanlık (Orgeneral ve Oramiraller) sesini dahi çıkaramadı. (Rapordan 4 ay sonra bu satırların yazarı ve merhum Amiral Cem Çakmak Balyoz kumpasının Hasdal’daki ilk tutsakları olarak tarihteki yerlerini aldılar. İlki Doğu Akdeniz stratejisinden; sonraki harekatın icrasından sorumluydu.)
Doğu Akdeniz Stratejisi Doğrudur. Türkiye üzerinde oynanan oyun ve kumpasların asıl amaçlarından birisi Irak ve Suriye parçalanarak Doğu Akdeniz’de limanı olan Kürdistan’ın kurulması; diğeri de Doğu Akdeniz’de zengin hidrokarbon kaynaklarının ABD, AB ve İsrail kontrolündeki uluslararası şirketlere gitmesiydi. Türkiye’den 100 bin km2 deniz yetki alanının çalınması, GKRY’nin hukuksuz şekilde çok geniş bir alanda MEB ilan etmesi ve yanına Yunanistan, Mısır, Lübnan, İsrail’i alması bu amacın araçlarıydı. Hükümet bu gidişe daha fazla izin veremezdi. Zira sonuç siyasi ya da ekonomik değil, jeopolitik idi. Olumsuz sonuçlarının hesabını hiç bir iktidar, hiç bir siyasi parti ve de hiç bir kimse veremezdi. Üzerine 15 Temmuz gelince Devlet Refleksi devreye girdi ve bugünkü duruma gelindi. Bugünkü Doğu Akdeniz stratejisi doğrudur. Bu stratejinin uygulanmasında Donanmanın rolü kritik ve kilittir.
GKRY Entrikaları Çıkmaz Sokakta. Doğu Akdeniz’de son bir ayda yaşananlar Giresun firkateyninin 17 Mart 2002 müdahalesinden bu yana  geçen 16 yılın en önemli gelişmelerini oluşturdu. Öncelikle GKRY, Doğu Akdeniz’de 2004 yılında Annan Planının Türk halkına ‘’Yes Be Annem’’ mottosu ile dayatıldığı mutlu dönemde yaptığı stratejik MEB ilan hamlesinin, arkasına İsrail, ABD, AB, Güney Kore ve hatta Katar’ı aldığı halde kendine somut katma değer yaratamadığını bu ay içinde gördü. Entrikalar ve kendi gücüne dayanmadan uygulanan stratejiler sonuçsuz kaldı.
Sahamızda Doğal Gaz Bulundu. Kaderin gücü olsa gerek. Türk MEB’ine tecavüz eden 6 numaralı sahada zengin doğal gaz kaynağının bulunduğunu ENI firması 8 Şubatta açıkladı. Bu saha aynı zamanda Türk sahası. O nedenle donanmamız ileri sondaja izin vermedi ve Saipen 12000 geçen haftalarda 6 numaralı sahadan 3 numaralı sahaya gönderildi. Bu saha da KKTC ve Türk kıta sahanlığı uzantısı üzerinde olduğundan, donanmamız bu bölgeye girişe de izin vermedi. GKRY, bu sonucu önlemek için her türlü kışkırtma ve yaygaraya başvurdu ancak, AB ve ABD tarafından yalnız bırakıldı. Zira demokratik değerlere, insan haklarına, hukuk düzenine ve meşruiyete dayalı yaşam tarzının şampiyonu olduğunu söyleyen batı, GKRY’nin hukuksuzluklarına artık ortak olamıyor. Bizler için de artık bıçak kemiğe dayandı.
Derhal MEB İlan Etmeliyiz. 6 numaralı sahada kaynak bulunması yeni bir durum muhakemesini gerekli kılıyor. Türkiye derhal MEB sınırlarını ilan etmelidir. Yakın dostlarım Amiral Soner Polat ve Enerji Uzmanı Dr. Necdet Pamir de yazı ve yorumlarında bu konuyu gündeme getiriyorlar. Katılmamak mümkün değil. Bu saha, Amiral Cihat Yaycı’nın 2009’da ilk kez gündeme getirdiği (Güvenlik Stratejileri Dergisi: Sayı 14) Libya ile olan karşılıklı sahildarlık  durumu da göz önüne alınarak ilan edilmelidir. Zamanı çoktan gelmiştir. Kimse ülkemize savaş ilan edemez. Unutmayalım denizde vekalet savaşları da olmaz. Denizde çarpışırsa ulus devletlerin kendileri çarpışır. Orada da son sözü donanmalar söyler. Donanmamız çıkarlarımızı korumaya her zaman hazırdır. Mavi Vatan da Anadolu’ya güvenlik, refah ve mutluluk vermeye hazırdır.







25 Şubat 2018 Pazar

Büyükelçi Nabi Şensoy ve Karadeniz Politikamız


Büyükelçi Nabi Şensoy ve Karadeniz Politikamız
9 Şubat 2018 tarihinde sonsuzluğa uğurladığımız Büyükelçi Nabi Şensoy’u ilk kez  29 Kasım 2004 tarihinde Ankara Palas’ta icra edilen BLACKSEAFOR (Karadeniz Deniz İşbirliği Görev Grubu) Yüksek Düzeyli Uzmanlar Toplantısında tanımıştım. O tarihlerde Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı olarak görev yapıyordu. Deniz Kuvvetleri Strateji Daire Başkanı olarak katıldığım toplantıda  henüz 3 aylık Tuğamiraldim. Toplantının konusu, büyük emeklerle 2001 yılında Deniz Kuvvetleri öncülüğünde kurulmuş olan BLACKSEAFOR’un dönüşümü üzerineydi. Amacımız o tarihlerde henüz 3 yaşında olan söz konusu görev grubunu çağrı kuvveti konumundan, daimi konuma getirerek, 11 Eylül sonrası ABD öncülüğünde başlatılan Terörle Küresel Savaş (GWOT) şemsiyesi altında Akdeniz’de icra edilen NATO Active Endeavour (Etkin Çaba) Harekatının Karadeniz’e genişletilmesini engellemekti. Zira Türkiye 1 Nisan 2001 de çok büyük bir başarıya imza atmış; Karadeniz sahildarı 6 ülkeyi bir araya getirerek belki de modern tarihte Karadeniz’de önceden imkansız olduğu düşünülen birlikteliği söz konusu görev grubu üzerinden başarmıştı. Ayrıca tek taraflı olarak da 1 Mart 2004 tarihinde Karadeniz’de kendi deniz yetki alanları içinde ‘’Karadeniz Uyumu Harekatı’’ adı altında bir deniz güvenlik harekatı başlatmıştı. Eğer NATO’nun Etkin Çaba Harekatı Karadeniz’e genişlerse, bu durumda Rusya Federasyonu BLACKSEAFOR’dan çekilebilir ve Karadeniz’de deniz silahlanma yarışı ve gerginlikler süratle aratabilirdi. İşte toplantı öncesi çok kısa bir sürede mevcut durumu, endişelerimizi, Merhum Şensoy’a hızlıca anlattım.
Denizci bir Diplomat. Karşımda deniz konularına, Karadeniz dengelerine, deniz jeopolitiğine ve donanma terminolojisine son derece yatkın ve çok hızlı analiz yeteneği olan bir Büyükelçi vardı. Dışişlerimizin o yıllarda büyük liyakat ve titiz seçim sürecine tabi tutarak istihdam ettiği diplomatlarımızın pek çoğunun üstün özellikleri vardı. Ancak Şensoy’un önemli bir farkı söz konusuydu. Deniz konularına ve özellikle Montreux Sözleşmesi detaylarına son derece hakimdi. Bunun nedeni 1998-2002 yılları arasında Moskova Büyükelçisi görevindeyken pek çok deniz konusuna ve BLACKSEAFOR kuruluşuna dahil olması ve Rusya’da yapılan toplantılarda Deniz Kuvvetleri heyetlerimizle istişarelerde bulunarak Rusya tarafının bu çok taraflı antlaşmaya katılım konusunda ikna edilmesinde önemli rol oynamış olmasıydı. O gün de, kısa sürede konuyu kavramış ve heyet başkanı olarak toplantıda unutulmaz bir açış konuşması yaparak Türkiye öncülüğünde neden bu dönüşüme ihtiyaç duyulduğunu sahildarların müsteşar seviyesindeki temsilcilerine  izah etmişti. Bir günlük toplantı bittiğinde Rusya, Ukrayna, Romanya, Gürcistan ve Bulgaristan diplomatları bu dönüşümün ne denli önemli olduğunu kavramış ve destekleyerek salondan ayrılmıştı. Çok mutluyduk. Ülkemizin tezlerini sahildarlara kabul ettirmiştik. Ancak aradan 2 ay geçtikten sonra benim başkanlığımda yapılan müteakip teknik toplantıda Romanya ve Bulgaristan önceki kararlarının aksine bu dönüşüme karşı olduklarını beyan ettiler. Değerli Büyükelçimizi ziyarete giderek bir durum muhakemesi yaptık. Son derece soğukkanlı şekilde bu duruma şaşırmadığını zira her iki ülkenin büyük NATO devletlerinden talimat aldığını ve 29 Mart 2004 tarihinde NATO üyeliğine katılan Romanya ve Bulgaristan’ın bundan sonra yeni bir girişime izin vereceklerini beklemediğini söyledi. Kendisine  bu koşullarda tek çarenin BLACSKEAFOR yerine, Karadeniz Uyumu Harekatımızı (KUH) çok taraflı hale getirerek, NATO Etkin Çaba Harekatının Karadeniz’e genişlemesine karşı koruyabileceğimizi söyledim. Bu hal tarzını çok beğendi. Türkiye 1 Mart 2005 tarihinde Karadeniz Uyum Harekatını çok taraflı hale getirdiğini ilan ederek tüm sahildarlara davette bulundu.
Deniz Politikalarımıza Tam Destek. Tam bir ay sonra 1 Nisan 2005 tarihinde Ukrayna ev sahipliğinde yapılan BLACKSEAFOR Yüksek Düzeyli Uzmanlar Toplantısında büyük bir sürpriz yaşandı. Şensoy’un yakın dostu Ukrayna Dışişleri Bakanı Türkiye liderliğinde başlatılan KUH’a katılma kararı aldıklarını deklare etti. Bu kararı 3 ay sonra Rusya Federasyonu izledi. Daha sonra kumpas davalara kadar Karadeniz’de dostluk ve işbirliği alanındaki liderliğimiz devam etti. Bu durumun yaratılmasında Merhum Nabi Şensoy’un olağanüstü katkıları oldu.
Karadeniz’e Sahip Çıkmak. 2006 yılında Washington DC’ye Büyükelçi olarak atandığında veda ziyaretine gitmiştim. Ayrılırken ‘’Amiralim Karadeniz sizlere emanet’’ demişti. Gülümsemiştim. Daha sonra görüşemedik. 2009’da istifasını üzülerek basından takip etmiş ama onu yakın tanıyan birisi olarak aldığı tavıra şaşırmamıştım. Zira erdemin onuru, gerektiğinde cesaret gösterip  tavır almaktı. 11 Şubat 2011 – 20 Haziran 2014 arasındaki Balyoz esaretim sırasında doğal olarak pek çok kişiyle olduğu gibi onunla da temas kuramadım. Kendisi ile ilk kez değerli eşi Gülgün Hanımla seyahatleri esnasında 2017 yazında İstanbul’da havaalanında karşılaştım. İki eski dostun hasretle buluşması sonucu ikimizin de gözleri dolmuştu. Hastalığı nedeni ile zayıflamıştı. Sohbet ettik. Ayrılırken ona ‘’Karadeniz’e sahip çıktık’’ dedim. Bedeli ağır oldu der gibi gözlerime baktı. Ona şükran duygularımla sarıldım. Gerçek devlet adamı, vatansever, yiğit ve mümtaz Büyükelçimizin ışığının gelecekteki diplomatlarımıza yol göstermesini diliyorum. Karadeniz’deki Montrö mirasımıza sadakatinin; mavi vatan çıkarlarımızı NATO çıkarları üzerinde savunmasının; ilkeli, erdemli ve şerefli duruşunun önünde saygıyla eğiliyorum. Tanrıdan rahmet, ailesine sabırlar diliyorum.


15 Şubat 2018 Perşembe

Stratejik ve Taktik Nükleer Çelişkiler

Stratejik ve Taktik Nükleer Çelişkiler
Nükleer silahlar, insanoğlunun  yarattığı en yıkıcı ateş gücüdür. 1950’li yıllardan sonra Amerikan ve Sovyet silah sanayilerinin büyük bir rekabet içinde geliştirdiği stratejik nükleer silahlar dünyanın çevresini ve kaderini yüzlerce kez değiştirecek seviyeye erişti. Bu yarışı durdurmak için 70’li yıllarda nükleer silahları kısıtlayan SALT (Strategic Arms Limitation Talks) görüşmeleri başladı. 80’li yıllarda ABD Başkanı Reagan; kısıtlama yetmez ciddi kesintiye gidilmeli diyerek SSCB ile START (Strategic Arms Reduction Talks) görüşmelerini başlattı. Bu safhada her iki tarafın elinde 8000’e yakın stratejik nükleer silah vardı. Bunlar karadaki rampalarda bulunan kıtalararası balistik füzeler (ICBM); nükleer takatli balistik füze denizaltılarında (SSBN) bulunan (SLBM) füzeleri ile Stratejik Hava Komutanlığı (SAC) bağlısı bombardıman uçaklarında bulunan stratejik nükleer bombalardı. Bu üç unsurun oluşturduğu ateşgücü üçgenine ‘’Strategic Triad- Stratejk Üçleme’’ adı verilmişti. Nükleer caydırıcılık içinde dehşet dengesi ile sağlanan bu dönemin askeri doktrinin kısa paradigması  ‘’Karşılıklı Garantilenmiş İmha (MAD-Mutually Assured Destruction) idi. Bu üçgende en kritik yeteneğin ikinci darbe yeteneği sağladığından denizaltılar olduğunu vurgulayalım.
Orta Menzil Nükleer Silahlar Anlaşması. Stratejik nükleer füzelerden başka bir de 500-5500 km menziller arasındaki orta menzilli nükleer balistik füzeler ve gezginci (cruise) füzeler vardı. IRBM olarak adlandırılan bu füzeler henüz soğuk savaş bitmeden Reagan - Gorbacov döneminde 1987 yılında INF (Intermediate Range Nuclear Forces) Antlaşması ile yasaklandı. 1991 yılına kadar 2692 füze karşılıklı olarak imha edildi.
Stratejik Nükleer Silahların Azaltılması. Soğuk Savaşın sona ermesiyle birlikte bu kez stratejik nükleer silahların azaltılmasına yönelik START görüşmeleri INF antlaşmasının verdiği güçle hızlandı. 1991 yılında START I; 1992’de START II anlaşmaları imzalandı. Ancak START II, 2001 yılına gelindiği halde Rus Duma’sında onaylanmadı. Zira ABD, füze kalkanı girişimi ile 1972 tarihli ABM (Anti Ballistic Missile Defense) Anlaşmasından çekilmişti. Clinton Yeltsin döneminde START III görüşmeleri başladı. Hedef savaş başlıklarını her iki tarafta 3000’den 2500’e çekmekti. Obama - Medvedev döneminde imzalanan Yeni START anlaşması ile bu sayının 500-1000 nükleer başlık ve 1500-1675 atma vasıtası sayısına indirgenmesine karar verildi. 5 Şubat 2011 de yürürlüğe giren bu anlaşmada iki taraf da geçen hafta (5 Şubat 2018)‘de anlaşmaya uyduklarını deklare ettiler. Bu duruma göre taraflar 700 konuşlandırılmış ICBM, SLBM füzeleri ile saldırı uçaklarında mevcut bombaya ve tüm silahlarda toplamda 1550 nükleer savaş başlığa 800 atma vasıtasına sahipler.
Yeniden Nükleer Stratejiye Dönüş. 11 Eylül sonrası dönem, (GWOT) Terörle küresel savaş paradigması ile devam ederken ABD’nin Afganistan, Irak, Libya ve Suriye’de rejim ve harita değişikliklerini; NATO’nun genişlemesiyle Rusya yakın coğrafyasında jeopolitik değişiklikleri teoriden pratiğe geçirmesi küresel dengeleri değiştirdi. Bu gelişmelere nükleer Çin’in askeri, siyasi ve ekonomik bir dev olarak yeni dünya düzeninde belirleyici güç ve Kuzey Kore’nin nükleer kulübe dahil olmasını da ekleyelim. 8 Ağustos 2008’de Güney Osetya’da  yaşanan Rus-Gürcü krizinde Rusya’nın SS-21 orta menzilli (120 km) nükleer balistik füze bataryasını Güney Osetya’ya yerleştirerek, taktik nükleer silahları bölgesel bir çatışmada  kullanabileceği mesajını vermesi, Küba Füze krizinden sonra belki de taraflar arasındaki ilk nükleer manevra oldu. Bu durum üstün konvansiyonel güce sahip NATO ve dolayısıyla ABD’nin bölgeye aktif müdahalesini engelledi. Bu krizden aldığı ders sonucunda 5 Şubat 2010 tarihinde onaylanan “Askeri Doktrini”nde Rusya, ülkenin hayati çıkarları tehlikeye girdiğinde büyük bir konvansiyonel tehdit karşısında nükleer silah kullanılabileceğini deklare etti. Bu durum ABD ve NATO’nun Füze Kalkanı olarak bilinen (BMD) girişimine hız verdi. Gerek X Bant radarların (Örneğin, Kürecik Malatya) gerekse SM 3  füze sistemlerinin (Örneğin, Devesul Romanya)Rusya’yı çevreleyecek şekilde konuşlandırılmaları Rusya’nın nükleer başlıklı olarak kullanılabilen 400 km menzilli İskender füzelerini özellikle Baltık bölgesinde yoğun konuşlandırması sonucunu doğurdu. Ayrıca Kırım müdahalesinden sonra artan NATO faaliyetleri ve BMD girişimleri sonucu neredeyse INF anlaşmasından çekilebileceğini ima etme süreci başladı.
ABD Nükleer Silahlar Raporu. Bu gerginlik devam ederken 2 Şubat 2018 günü açıklanan ABD Nükleer Silahlar Durum Değerlendirmesi (NPR-Nuclear Posture Review) mevcut durumu daha da karmaşıklaştırıyor. Zira bu raporda Trump Yönetimi nükleer yeteneklerin artırılmasını hedefliyor. Bu durum gelecek 30 yılda 1,2 trilyon dolarlık yeni silahlanmayı gerektirecek. Bu silahlanma içinde en önemli olan nükleer saldırı denizaltılarından (SSN) atılacak cruise (gezginci) füzelerinin (SLCM) ve SSBN ‘lerden atılacak yeni tip balistik füzelerin düşük şiddette nükleer savaş başlığı ile donatılmasının önünün açılması olarak dikkat çekiyor. ABD Donanmasında önceden nükleer Tomahawk füzeleri vardı, ancak  George W. Bush döneminde bu füzeler Japonya veya Güney Kore üzerinde kaza ile düşerse endişesi ile kaldırılmıştı. Şimdi Rusya, Kuzey Kore, İran ve Çin bahanesi ile Pentagon’un isteğinin herhalde daha gelişmiş teknolojiler uygulanarak gerçekleştiğini anlıyoruz. Bu durumun karşılıklı yanlış hesaplara neden olacağı açıktır. Zira atmosfer dışına çıkmasa bile bir Amerikan denizaltısından atılan Tomahawk füzesinin nükleer olma potansiyeline karşı Rusya veya Çin’in nükleer balistik füze ile karşılık vermeyeceğini kimse garantileyemez. Zira bu düşük güçlü füzelerin en küçüğü bile Hiroşima‘ya atılandan daha fazla etki yaratacaktır.
Kazananı Olmaz. Yazımızın sonunda özet olarak şunu söyleyebiliriz: Nükleer çatışma tehdidi tarihin hiç bir döneminde olmadığı kadar artıyor. Yeni NPR Raporu bu riski çok daha fazla artıracaktır. Ancak küresel iklim değişikliklerinin ve çevre yıkımının tepe yaptığı günümüzde bu silahı ister stratejik ister taktik seviyede ilk kullanan taraf, nükleer kışı başlatma sorumluluğunu alacaktır.  Bu savaşın kazananı olmayacaktır. Nükleer kirlenmenin günahını yeryüzü topyekun ödeyecektir.



7 Şubat 2018 Çarşamba

Mavi Vatandaki Güvencemiz: Cumhuriyet Donanması


 




Mavi Vatandaki Güvencemiz: Cumhuriyet Donanması
                  ‘’Koca köyde hemen hemen hiç erkek kalmamıştı. Hepsi askere alınmış ya da Balkan ve Dünya savaşlarında şehit düşmüştü ve gördüğüm bize hizmet eden beş erkekten her birinin herhangi ağır bir yarası vardı. Birinin parmağı kopmuştu. Diğerinin kolu kıpırdamıyordu. Üçüncü topallıyordu ve diğer ikisi savaşta aldığı bir sakatlıktan mustaripti. Bu gözlemi bütün köylerde yaptım. Türkiye’nin son savaşlarda ne kadar insan yitirdiğini tahmin etmek mümkündür. Yine de burası umudunu yitirmeyen ve ulusal varlığı için savaşmayı sürdüren tek ülkeydi. Bedeli, tamamen yok olmak olsa bile.’’
                  Bu sözler Kurtuluş Savaşımıza istihkam uzmanı olarak katılan tek yabancı subay olan Alman Yüzbaşı Hans Tröbst’ün hatıratındandır. İnönü savaşları sonrası Eskişehir Kütahya arasındaki yol üzerinde uğradıkları bir köyü anlatıyor. (Mustafa Kemalin Ordusunda bir Alman Yüzbaşı, Çeviren Yüksel Pazarkaya-TÜYAP)
                  İşte donanmasızlığın sevgili Anadolu’muzu getirdiği durum buydu. 1897 Türk Yunan savaşından sonra Girit’i kaybetmek. İtalyan savaşında Libya’ya tek bir savaş gemisi bile gönderememek. Balkan savaşında Ege adalarını birkaç ayda tümden kaybetmek. Cihan Savaşında istilacı düşmanı deniz yerine vatan topraklarında durdurmak ve Çanakkale’de Mustafa Kemal’i ‘’ben size taarruzu değil ölmeyi emrediyorum’’ demek zorunda bırakmak. 13 Kasım 1918 sabahı 55 parça donanmayla İstanbul’u işgale gelen emperyalistleri acıyla seyretmek. 15 Mayıs 1919 sabahı 18 savaş ve yardımcı gemi ile  13 bin askerini İzmir Pasaport açıklarına getiren Yunan mezalimine 9 Eylül 1922 sabahına kadar maruz kalmak.
Savaşlar demir ve kanla yapılır. 1897-1922 arasındaki savaşlarda Anadolu halkı, demir yani donanma ve harp donanım açığını kanıyla kapadı. Mustafa Kemal, kurduğu yeni cumhuriyetin geçmiş hatalarını tekrarına izin vermedi. Türk devlet sistemindeki karacı hakimiyetine rağmen, Anadolu jeopolitiğine denizi ekledi. Cumhuriyet Donanmasını kurdurdu. Hızlı öğrenen ve yeniliklere açık Türk halkını kısa sürede denizcileştirmek için kısıtlı olanakları seferber etti. 13 yıl gibi kısa sürede oluşturulan deniz gücü sayesinde Montreux Sözleşmesi imzalanabildi ve Lozan’ın yarım kalan Boğazlar hesabı kapatıldı. Kabotaj kanunu ile  600 yıl unutulmuş deniz ticaret sektörüne yeni hayat verildi. Sermaye birikimi olmadığından eski ve neredeyse hurda gemilerle oluşturulan Türk deniz ticaret filosu her türlü imkansızlığa rağmen kendi kıyılarımıza yabancı bayrak sokmadı. Ne pahasına ? Pek çok geminin batması ve can kayıpları pahasına.
Bugünkü Durum. Cumhuriyet Donanmasının denizcisi son 15 yılda insan gücü ve komuta yapısında yaşadığı ciddi travmalara rağmen Mustafa Kemal kaynaklı manevi gücünün farkındadır. Geçmişini unutmaz. Geleceği geçmişin ışığında değerlendirir. Bu manevi mirası bugün emperyalizmin maşası FETÖ hainlerinden arınmış nitelikli kuvvet yapısı ile buluşturan donanmamız mavi vatandaki tek sigortamızdır. Bu kapsamda gelecek Türk Yunan ilişkilerinin kaderi Ege ve Doğu Akdeniz’de çizilecektir. Zira ortak payda denizdir. Bu kaderi belirleyecek ana güç tartışmasız umhuriyet donanmasıdır.
Yunanistan’a Tavsiyeler. Yunanistan’ın bu güçlü tarihsel mirasımızı endüstriyel yeteneklerimizle birlikte değerlendirmesi ve 21’inci yüzyılda geçmişinin hatalarına düşmemesi gerekir. Yunan siyasetçilerin ve devlet adamlarının haddini bilmesi gerekir. Zira son 100 yıllık ortak tarihimizde büyük ve iddialı Yunan hamlelerinin hüsranla bittiği pek çok örnekle karşılaşıyoruz. Küçük Asya felaketi; Kıbrıs Müdahaleleri; Kardak Krizi öne çıkan tarihi  örneklerdir. Birincisi donanmasızlık nedeni ile anavatanımızda kanla ve Rusya’dan deniz yolu ile temin edilen cephane ile büyük bir Türk zaferi olarak; Diğerleri Cumhuriyet donanmasının varlığı sayesinde Kıbrıs toprakları ile Ege’de lehimizde sonuçlanan savaş ve krizler oldu. Yunan siyasetçilerin tarih ve strateji bilgisine sahip olmalarını ve gerek eylemleri gerekse demeçlerinde bu birikimi kullanmalarını öneriyorum.
Kardak Dersleri. Geçtiğimiz günlerde Kardak krizinin yıldönümünde devlet adamlığına yakışmayacak dengesiz davranışlar içinde bulunan Yunan Savunma Bakanı’nın Ege tahrikleri ile karşılaştık. Bu küstahlıklardan nemalanan bir Yunan savaş gemisi de Ege’de Bizans bayrağı toka ederek tahriklere devam etti. Mahallenin l’enfant terrible payesindeki Yunan tarafı, batının şımarık evladı olmanın ayrıcalığı ile hareket ediyor. Ne de olsa dün 187’inci yıldönümü olan  (3 Şubat 1830) Londra Protokolü sayesinde Yunanistan’a Osmanlıdan özgürlüğünü verenler onlar. Yunan halkı bağımsızlığını kendi eli ve kanıyla elde etmedi. Bugün de tahrikleri kendi ulusal gücüne dayanarak yapmıyor. Türkiye ile aralarındaki uçurumu ve Türk Yunan savaşının aleyhlerine bir felaketle sonuçlanacağını aklı başında Yunanlılar biliyor. Ege’de gerçek barışın garantisi Cumhuriyet Donanmasıdır. Yunan Savunma Bakanı geçen hafta Kardak kayalıklarına yaklaşamadıysa  onu caydıran Ege’de yüksek harekat temposu ile varlık gösteren Cumhuriyet Donanmasıdır. Tarihinden aldığı güç, donanımı ve fedakar personeli ile Ege’de Türk egemenliğinin temsilcisidir. Donanmamız Yunan tahriklerine kapılmadan stratejik caydırıcılığı sayesinde Yunan Bakanı Kardak sularına yaklaştırmamıştır. Yunan Donanmasına aklı selimle hareket etmelerini tavsiye ediyoruz. Siyasetçilerinizin tahriklerine aracı olmayınız. Ege’de birlikte yaşamayı öğreniniz.