27 Eylül 2014 Cumartesi

Preveze Deniz Zaferinin Stratejik Sonuçları

Description: IMG_0131 


Mavi Vatan
Amiral Cem Gürdeniz
Preveze Deniz Zaferinin Stratejik Sonuçları
476 yıl önce dün, 27 Eylül 1538 günü Adriyatik Denizi’nde yaşanan Preveze Deniz Savaşı ile Osmanlı ve Garp Ocaklarının oluşturduğu Türk Donanması, Papalık, Venedik, İspanya-Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu ve Ceneviz gemilerinin oluşturduğu Haçlı Koalisyon Donanması’nı yendi ve Venedik ile İnebahtı yenilgisinin yaşandığı 1571 yılına kadar 33 yıl devam edecek bir barış dönemini başlattı. Diğer taraftan İspanya ve Malta şövalyeleri ile rekabet ve  savaş dönemi devam etti. Bu yazıda Preveze Deniz Savaşının detaylarına girmeyeceğiz. Savaş sonrası döneme temas edeceğiz. Bakın Preveze sonrası neler yaşandı. Ancak konuya uzak okuyuculara başta bir hatırlatma yapalım.
Garp Ocakları Donanması Yazı boyunca Garp Ocakları ve Osmanlı Donanması adıyla iki ayrı donanmadan bahsediyoruz. Aslında iki donanmanın da insan gücü kaynağı ve stratejik aklı kısmen ortak. Garp Ocakları Donanması Oruç ve Hızır (Barbaros) kardeşler tarafından Cezayir ve Tunus’ta başlangıçta Osmanlıdan bağımsız kurulan, ancak   1518 yılından sonra onun kontrolüne girerek genelde orta, zaman zaman da Batı Akdeniz ve Hatta Atlantik’te varlık gösteren bir donanma oldu. Bu donanmaya daha sonra Libya ocakları da katıldı. Garp Ocakları Donanması operatif ve taktik alanda Osmanlı Donanmasından daha etkindi. Osmanlı deniz tarihine mal olmuş en ünlü denizciler Garp Ocaklarından yetişmiştir. Bu ocakların denizci kaynakları içinde Rum, Dubrovnik (Ragusa), Malta, Venedik, Cenova, Hollanda, İrlanda, İskoçya ve İngiltere kaynaklı denizciler olsa da ocakların başı ve tüm liderleri Anadolu Türkleri idi. Günümüzde Kuloğlu, Koloğlu soyadını taşıyanlar bu denizci atalarımızın bugünkü çocuklarıdır. Bu denizcilerin Osmanlıdan daha ileri olmasının nedeni sarayın politik çekişmelerinden ve ilkel birikime yönelik rüşvet ve kayırma bataklığından uzak olmalarıydı. Garp Ocakları Donanması ile Osmanlı Donanması arasındaki en iyi işbirliği dönemi Preveze ile İnebahtı arasındaki dönemde yaşandı.
Preveze sonrası denizde egemenlik dönemi. Zaferden üç yıl sonra, 1541 yılında İspanya Kralı Charles Quint (Şarlken), Cezayir’e saldırıp onu yok etmeyi planlarken, yenilgiye uğrayarak geri çekilmek zorunda kaldı. 1542 yılında Fransa’yı savunmaya yönelik anlaşma çerçevesinde Osmanlı Donanması 136 parça gemi ile Batı Akdeniz’de varlık gösterdi ve Marsilya’da uzunca bir zaman kaldı. Nice şehrine, Fransız Donanması ile ortak kuşatma yapıldı. Fransız Kralının davetiyle 1542 yılının kışı Toulon Limanında geçirildi. Yaklaşık 30 bin Türk şehre yerleşti. 1551 yılında Turgutreis, şimdiki Libya’nın Trablusgarp Limanını fethetti. Böylece Cezayir ve Tunus’tan sonra, yeni bir Garp Ocağının temeli atılmış oldu. 1543 ile 1560 arasında Akdeniz, Türk egemenliğinin her an hissedildiği bir deniz oldu. 1533 yılından Turgutreis’in öldüğü 1565 yılına kadar Garp Ocakları ve Osmanlı filoları, 40 bine yakın İtalyan ve İspanyol’u kıyı limanlarından esir alarak, Kuzey Afrika limanlarına taşıdılar. Bir Fransız Piskoposu 1561 yılında şöyle yazıyordu:
“Turgutreis, Napoli Krallığını öyle bir idam ilmeğinin içinde tutuyor ki, Malta’dan, Sicilya’dan ve başka komşu limanlardan çıkan gemiler, onun kontrolü ve tacizinden geçmeden hiçbir yere gidemiyor.”
Bu dönemde Türkler, denizde o kadar güçlüydü ki, İspanyol denizci Sandoval, “Mesina Boğazı’ndan Cebelitarık’a kadar Avrupa’nın o bölgesinde yaşayan tek bir kişi bile, ne huzur içinde yemek yiyebiliyor ne de güvende olduğuna inanarak uyuyabiliyor” diyordu.
Aynı günlerde Sicilya Valisi İspanya Kralına “denizlerin hâkimi olmasını sağlayacaksa majesteleri başta ben olmak üzere hepimizi köle olarak satsın. Kendileri ancak bu denizlerin Lordu olursa huzur ve sükûna erecek ve tabası da ancak o zaman korunabilecektir. Bu gerçekleşmezse hepimizin sonu kötü olacaktır” diyerek yalvarıyordu.
Barbaros’un ölümünden 14 yıl sonra, Cerbe ve Tunus’u 1560 baharında geri alan İspanya’ya, Piyale Paşa kumandasındaki Osmanlı Donanması 20 gün içinde karşılık vermiş, her iki şehir, İspanya’dan geri alınabilmişti. Mesafeler ve kadırgaların kürek gücüyle intikal ettiği göz önüne alınırsa, 20 günde İstanbul’dan Tunus/Cerbe’ye kürekli kadırgalarla erişim, o dönem için bir rekor süredir.
Cumhuriyet Donanmasının Rekorları. Türk donanması 1990’lar sonrası her alanda ayrı rekorlar kırdı. Öyle bir dönemki, küresel egemenleri yerli işbirlikçileri ile 2009 sonrası amirallerinin yarısı ve en iyi denizcilerinin 400’e yakınını devlet gücü kullanılarak tasfiye ettirecek  kadar büyük rekorların yaşandığı bir dönem. Ancak unutmayın, kumpas davaların açtığı yara ne kadar büyük olursa olsun, Cumhuriyet Donanması’nın tarihinden aldığı güçle bu kumpaslara dayanması da o kadar büyük olacaktır. 476 yıl önce Preveze’yi yaşatan sosyogenetik kodlar, Kurtuluş Savaşında nasıl ki yoktan var ederek Karadeniz’de mucizeler yarattıysa, günü geldiğinde tekrar yaratmasını bilir. Sabır ve umudun gücüne en çok denizciler inanır.



22 Eylül 2014 Pazartesi

Gemi

Description: IMG_0131 


Mavi Vatan
Amiral Cem Gürdeniz
Gemi
Bu köşede Mavi Vatan’ın yani Anadolu’yu çevreleyen deniz yetki alanlarımızın yaşayan ve gelecek nesillerin çıkarları için ne denli önemli olduğunu yaklaşık 1,5 yıldır anlatmaya çalışıyorum. Bugün Mavi Vatanın en önemli aktörü olan gemiyi size anlatacağım.
Farklı bir Yaşam Ortamı. Denizcilik insanın yaradılış özelliklerinin dışındadır. İnsan, karalarda yaşamak üzere yaratılmış bir varlıktır; onun denizde yaşaması ve denizlerde başta balıkçılık, ticaret ve savaş olmak üzere pek çok faaliyeti yapabilmesi için kesinlikle bir araca ihtiyacı vardır. O da gemidir. İnsanla deniz ilişkisinin ara kesiti gemidir. Gemi, insanoğlunun en eski mesleklerinden birisi olan denizciliğin olmazsa olmazıdır. İnsanlığa güvenlik, emniyet, refah ve mutluluk getiren deniz ve denizciliği ancak gemi tamamlar. Deniz ve denizcilikten gemiyi çıkarın, geride koca bir boşluk kalır. Bu nedenledir ki denizle ya da denizcilikle ilişkiye giren insanoğlu okyanuslar ve denizleri kıyılarında yürüyerek ya da yüzerek değil, gemi ile üzerinde seyir yaparak keşfetti. Binlerce yıl önce sallar ve denizde yüzen ağaç kütükleri üzerinde başlayan bu yolculuk, günümüzde 600 bin tonluk LNG (Doğal Gaz) tankeri veya 100 bin tonluk nükleer uçak gemileri ile devam ediyor.
Gemi, denizde başlı başına yaşayan bağımsız bir varlıktır. Gemi, yerkürenin %70’ini kaplayan mavi dünyada, karada yaşamak için yaratılan insanoğlunun doğal habitatının dışında, yani su üzerinde veya altında yaşayarak, değişik amaçlara yönelik faaliyet göstermesine neden olan araçtır. İnsanlık tarihini belirleyen pek çok aktör içinde en önemli yere sahip büyük bir icattır gemi.
Deniz Hata Affetmez. Şüphesiz, insanlığın teknolojik evrimi geminin asla bitmeyecek gelişimini yönlendirdi. Ancak teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin, denizler insanın en küçük hatasında, hatayı yapanları içine çekmeye ve yok etmeye devam ediyor. Yaşamak için insanın oksijene bağımlılığı ile yerçekimi ve Arşimet kanunları değişmediği sürece, deniz can almaya, gemi ona karşı mücadele etmeye devam edecektir. 21’nci yüzyılda deniz yok edici özelliğini korurken, teknoloji bu yok ediciliği azaltmaya çalışmaktadır. 19’ncu yüzyıl ortalarına kadar pek çok ülkede gemi söküm sanayi yok denecek kadar azdı. Zira gemilerin çoğu, fiziki ömürlerini tamamlayarak değil, fırtınalarda batarak hizmet dışına çıkardı.
Deniz yazarı ve denizci Joseph Conrad denizin acımasızlığını şöyle yazıyor:
“Okyanus, herkesin göklere çıkarması sonucu iyice şımarmış, zalim bir diktatörün acımsasız öfkesine sahiptir. Kendisine en küçük meydan okumaya tahammül edemez. İnsanoğlu gemisi ile onun çatık kaşları arasında seyretmeye cesaret ettiğinden beri, o  insan ve gemilerin rakipsiz düşmanı oldu. O günden sonra birçok kurbanını utanmadan yutmaya devam etti. Derinliğinin en müthiş mucizesi onun ölçülemez acımasızlığıdır.”  
Denizi Fethedemezsin. Tek başına yelkenle durmaksızın Güney Okyanusunu dolaşarak 1969 yılındaki Golden Globe kupasını ve ödülünü kazanan İngiliz yelkenci Knox Johnston doğanın gücü ile ilgili şunları söylüyor:
“Denizi fethedemezsin. Ancak berabere kalırsın. Asla kazanamazsın. Belki yara almadan kurtulabilirsin ama asla fethedemezsin onu.” 
İnsan, gemi güvertesine ayak bastığı anda, kendi iradesi ile karadaki güvenceli hayatından geçici olarak vazgeçer. Artık onunla sudaki ölüm arasında tek engel gemidir. Karşılaşılan ağır bir fırtınada, onu boğulmaktan koruyacak tek fiziki güvence, geminin teknesidir.
Tarih boyunca denizcilik zor bir meslek oldu. Zira deniz, bilinmeyeni, fırtınaları, boğularak ölmeyi, açlığı, susuzluğu, korsanlık ve haydutluğu barındırıyordu. Sinoplu Filozof Diyojen’in, denizcilerin canlılar olarak mı, yoksa ölüler olarak mı sayılması konusunda şüpheleri vardı. Bengal dilinde denizci, mahkûm ile aynı anlama gelen bir kelimeydi. Denizcilik ve denizciler tarih içinde acılar çekilerek günümüze eriştiler.
Sadece ulus devletler donanma kurabilir. Gemiyi tamamlayan denizciler, onunla mavi vatan ve açık denizler üzerinde seyir yaparak uluslarına refah ve onur getiriler. Denizde gemi işleten her devlet ya da uluslararası aktör, refah yaratabilir. Ancak sadece ulus devletler donanma kurup işletebilirler. Zira sadece ulus devletler ulusal çıkarlarını koruyup geliştirebilir. Ulus devlet donanmaları zamanı geldiğinde ulusal onur ve çıkarları korumak için savaşı göze alabilir, krizleri göğüsleyebilir. Bizim yakın tarihimizde de Kıbrıs, Ege’de kıta sahanlığı ile karasuları krizleri ve Kardak  örnekleri ile yaşanmış somut başarılar ulusumuza onur getirmiştir. 2009 sonrası sahte kumpas davalarla başta Balyoz ve Askeri Casusluk zırvaları ile morali bozulan, en iyi amiral ve denizcileri tasfiye edilen Cumhuriyet Donanması, şartlar ne olursa olsun kendisine emanet edilen onurlu geçmişi korumakla mükelleftir. Türk denizcisi ulusal çıkar rotasından asla ayrılmamalı, pusulası sonsuza dek Mustafa Kemal aydınlığına rota vermelidir. Kısa dönemli taktik ve oligarşik çıkarlar uğruna küresel egemenlerin tuzaklarına düşmemelidir. Donanmamız Kıbrıs, Doğu Akdeniz, Ege ve Karadeniz’de çıkar kayıplarına asla neden olmadan geçmiş rotalarını korumalıdır. Ve koruyacaktır. Vatanımızın denizlerdeki mavisi ile bayrağımızın kırmızısının ayrılmaz birlikteliğini kimse bozamayacaktır.   Bu inançla mavi vatanda ay yıldızlı bayrağımızı  dolaştıran tüm gemilerimize ulusal onur rotasında ‘viya böyle’ diyelim.


Denizlerde/Okyanuslarda Mücadele Keskinleşiyor.

Description: IMG_0131 


Mavi Vatan
Amiral Cem Gürdeniz
Denizlerde/Okyanuslarda Mücadele Keskinleşiyor.
Ruslar Karadeniz’den Emin. 7 Eylül 2014 sabahı bu yazıyı hazırlarken, Rus Karadeniz Filosunun Slava sınıfı Moskova isimli kruvazörü, İstanbul Boğazından güneye, yani Akdeniz’e geçiş yapıyordu. Bu gemi sıradan bir gemi değil. Rus Karadeniz Filosunun Amiral gemisi. NATO’nun 8-10 Eylül 2014 tarihleri arasında icra edilecek “Sea Breeze” tatbikatı nedeniyle Amerikan, İspanyol, Fransız ve Kanada firkateynlerinin Karadeniz’e geçtiği bir dönemde bu geminin Akdeniz’e inmesi dikkat çekiyor. NATO zirvesinden Rusya’nın jeopolitik çıkarlarını etkileyebilecek düzeyde can yakıcı ve önemli kararların çıkamadığı bir konjonktürde, Batı Karadeniz’de bir NATO tatbikatına rağmen  Amiral Gemisi Moskova’nın Karadeniz’i terk etmesi, bir anlamda Rusya’nın Karadeniz’deki askeri stratejik üstünlüğünün  dışa yansımasıdır. Bu arada 9 Eylül 2014 günü, Rus savaş uçaklarının Kanada firkateyni Toronto’yu taciz etmesi de bu güvenin teoriden pratiğe geçişinin sahadaki taktik manevrasıdır. Karadeniz’deki güçlü stratejik/taktik nükleer ve stratejik konvansiyonel şemsiyesine güvenen Rusya, Karadeniz deniz ortamının savunma ve güvenlik parametrelerinden endişe duymuyor. Aksine, Akdeniz’e büyük önem veriyor.
Jeopolitik Rekabetin Denize Yansımaları.  Rusya-NATO ilişkileri griden siyah tona dönerken, denizlerdeki stratejik rekabet her alanda göze çarpıyor. Putin, Ağustos ayı içinde Donanmaya ne kadar önem verdiğini şu sözleri ile açıkladı. “Donanmamız devletimizin gururu, gücü ve onurudur.” Donanmaya verilen önem çok kapsamlı ve pahalı yeni projelerle ve operatif faaliyetlerle kendini gösteriyor. Soğuk savaş boyunca ABD’nin Atlantik kıyılarında denizaltı dolaştırmayan Rusya, 2012 yılından itibaren nükleer denizaltıları ile Atlantik sahilleri açıklarında karakollara tekrar başladı. Açık deniz alanlarında ABD savaş gemilerine karşı daha sert tutuma geçtiler. Geçen ay içinde bir ABD nükleer denizaltısının Barents Denizinde, Rus DSH (Denizaltı Savunma Harbi) uçakları tarafından yakalandığı ve bölgeyi terk etmek zorunda kaldığı iddia edildi.  
  Fransa’nın Dengesiz Politikaları. Diğer yandan Fransa’nın parası ödenmiş ve personeli Brest’te son üç aydır eğitim alan Mistral sınıfı iki doklu amfibi gemisinin (LPD) Rusya’ya satışının iptal edilmesine karşı, Rus Hükümeti’nin tutumu da önemlidir. Rus Hükümet yetkilisi 1,6 milyar dolarlık bu projenin askıya alınması ile ilgili olarak “bu durum bir trajedi değil, ancak hoş olmayan bir gelişmedir” dedi. Hatırlatalım, ilk gemi Vladivostok, 1 Kasım 2014’de, diğeri Sivastopol 2015 yılında Rus Donanmasına teslim edilecekti. Diğer yandan 20 helikopter ve 450 deniz piyade taşıyan bu gemilerin kontratının Sarkozy döneminde, 2008 Ağustos’undaki Gürcistan Savaşından sonra imzalanmış olması da, Fransa’nın ne denli dengesiz bir dış politika uyguladığının göstergesi olmuştur. Devlet Başkanı Putin’in bu gemilerin Fransa’dan tedarik edilmesine başından bu yana karşı çıktığı biliniyor. Medvedev tarafından alınan bu karara Putin destek vermemişti. Gemiler verilmezse Fransa, Rusya’ya şu ana kadar yapılan masraflardan çok daha fazla bir tazminat ödeyecek. Bu durum, ekonomisi dar sulardan geçen Fransa için yeni bir külfet yaratacak. Kamuoyunda desteklenme oranı yüzde 15’lere düşen Devlet Başkanı Hollande’ın zor günlerine, bu durumun sadece siyasi değil, ekonomik yükü de olacak.
Çin Donanması Kazalara Rağmen Güçleniyor. Biraz da uzak doğuya göz atalım. Geçen hafta Çin Deniz Kuvvetlerinin (PLAN) ilk uçak gemisi Liaoning’in tecrübeleri sırasında, iki test pilotu, J-15 tipi jet uçağı ile iniş kalkış testleri sırasında yaşanan kaza sonucu öldüler. Bu ve gelecekteki benzeri kazalar, Çin’in uçak gemisi  kullanabilme azim ve iradesini etkilemeyecektir. Aksine her uçak gemisi işleten devletin geçmişte yaşadıklarının benzerini yaşayan Çin, bu devletlerin geçmiş tecrübelerinden faydalanarak, uçak gemisi kullanabilen donanmalar ligindeki yerini sağlamlaştıracaktır. ABD, İngiltere ve Fransa 20’nci yüzyıl başında uçak gemisine geçerken yüzlerce kayıp vermişlerdi.
Çin Nükleer Denizaltıları. Bu arada Çin’in denizaltı yeteneklerindeki başarısı, Amerikan Amirallerini endişelendiriyor. Çin, Shang sınıfı gelişmiş nükleer denizaltı inşaat programına paralel, çok sayıda dizel elektrik denizaltı inşa programına da devam ediyor. Bu sene ilk kez Hint Okyanusunda nükleer denizaltı karakollarına başlamaları yeni bir aşama. Çin nükleer denizaltıları,  artık stratejik balistik füzelerin Amerikan karalarına erişebileceği alanlar ile ABD ve müttefiklerinin çıkarlarını etkileyebilecek münhasır ekonomik bölgeler içinde ve hatta karasularına yakın alanlarda  varlık gösterebiliyor ve karakol yapabiliyorlar. Çin’in Hint Okyanusunda sürekli denizaltı varlığı göstermesi ve bu yeteneğini geliştirmesi, Amerikalı amirallerde ABD’nin batı kıyısında gelecek beş yıl içinde nükleer denizaltı karakollarının başlatabileceği endişesini uyandırıyor. Bu durum Çin’in ABD’ye karşı askeri caydırıcılığını artırırken, ABD’ye karşı istihbarat toplama görevlerine destek sağlıyor. Çin aynen Rusya gibi ABD’nin yumuşak karnının suların altı olduğunu biliyor ve denizaltıya yatırım yapıyor. Akustik enerjinin yerine su altında başka bir tespit ve takip aracı bulunamadığı sürece, su altı dünyası küresel çekişmenin ana arenası olmaya devam edecektir.



Yasadışı Göç Trajedisi

Description: IMG_0131 


Mavi Vatan
Amiral Cem Gürdeniz
Yasadışı Göç Trajedisi
11 Ağustos günü İtalyan Amfibi hücum gemisi San Guisto Akdeniz’de kurtardığı 1700 kaçak göçmeni  Güney İtalya’da karaya çıkardı. Aynı günlerde bir başka İtalyan savaş gemisi 400 kişiyi kurtardı. 2014 yılı içinde İtalya’ya deniz yolu ile ulaşan mülteci sayısı 100 bini buldu. Bunların 93 bini denizde acil durumdayken kurtarıldı. Arap Baharının başladığı 2011 yılında da İtalya, denizden göç etmeye çalışan 60 bin kişiyi kurtarmıştı.
Libya ve Suriye Faciaları. 2011 yılında Türkiye’nin de çok sayıda savaş gemisi ile destek verdiği İngiltere ve Fransa ile ABD liderliğindeki NATO’nun Libya saldırısı sonrası ülkede demokrasi adına yaşam hakkı ortadan kalktı.  Daha büyük pazar ve doğal gaz başta olmak üzere Libya’nın kaynaklarına hakimiyet uğruna ülkede tüm dengeleri alt üst edecek bir iç savaş başlatıldı. Böylece istikrarlı bir ülkeye, demokrasi aldatmacası ile yaşama hakkının bile tanınmadığı bir karmaşa geldi.
Komşumuz Suriye’de de durum çok vahim. Batı destekli iç savaş nedeniyle 3 milyon Suriyeli başta Türkiye, Ürdün ve Lübnan olmak üzere çevre ülkelere sığındılar. Bu insanlar fırsat buldukça Türkiye üzerinden Yunanistan’a geçmeye çabalıyorlar. Dışişleri Bakanlığı istatistiklerine göre sadece 2012 yılında 42,690 kişi Türk karası ya da denizlerinde sınır geçişi yaparken yakalandı. Bu sayı her sene artıyor.  Türkiye üzerinden geçen yasadışı göç sadece Suriye’den kaynaklanmıyor. Irak, Pakistan ve Afganistan’dan da gelen göçmenler var. Peki bu ülkelerde göçü tetikleyecek “status-quo”yu kim bozuyor? Türkiye mi? 
Yok edilen Irak.  Irak’ta 2003 Amerikan müdahalesi öncesinde her alanda ciddi gelişmeler vardı. Suudi Arabistan gibi ortaçağ karanlığındaki zengin körfez ülkelerle kıyaslanamayacak düzeyde kadın hakları ve kadının toplumdaki rolü ileriydi.  Sağlık alt yapısı en iyi olan ve okuma yazma oranı kadında ve erkekte Ortadoğu’da en yüksek olan ülke Irak’tı. Şimdi milyonlarca evsiz ve işsiz insan, başlarında bölünme ve IŞID gibi vahşi bir tehdit var. Ne acı, 2003 yılında doğan bebekler bugün 11 yaşındalar ve her sabah hala kan ve göz yaşı ile uyanıyorlar. Aileler de daha iyi hayat arayışı ile batıya yöneliyorlar. İnsanın içinde her zaman var olan- Thomas Jefferson’un 218 yıl önce açıkladığı Amerikan Bağımsızlık Bildirgesinde de adı geçen- hayat, özgürlük ve  mutluluğu arama güdülerini dizginlemek mümkün olabilir mi? İnsanların mutlu yaşamak için ölümü göze almaları önlenebilir mi?
Bedel Ödeyenler. Diğer taraftan gerek siyasi mülteci gerekse yasadışı göçmen konumundaki bu kitlesel hareketlerin faturasını göç alan veya Türkiye gibi ara ülke konumunda olan ülkeler ayrı ayrı ödüyor.  Libya’daki İngiliz, Fransız ve ABD saldırganlığının faturasını Libya halkından sonra en ağır ödeyen İtalya oldu. Eritre’deki iç savaştan kaçan 368 göçmenin 2013 Ekim ayında İtalyan deniz arama kurtarma sahası içinde büyük bir facia ile boğulmaları İtalya’yı küçük düşürdü. Onlar da, ulusal onurlarını korumak için Mare Nostrum (Bizim Deniz) isimli sürekli statüdeki arama kurtarma harekatını başlattılar. Bu harekat göçmenlere kurtarılma şansı sunduğundan bu sefer de denizden göç trafiği arttı. Sonuçta, İtalya AB devletleri içinde sığınma hakkı isteyen göçmenlerin tamamının %70 ine sahip oldu. (Diğerleri Almanya, İsveç, Fransa ve İngiltere) AB ülkelerine Akdeniz’de deniz yolu ile 2011 yılında 70 bin göçmen gelmişken bu sayı 2014 yılında 110 bin oldu. AB yasadışı göç ile mücadelede sınır güvenlik ajansı Frontex’i kullanıyor. Ancak bu ajans kara ağırlıklı. Örneğin Meriç sınırı üzerinde, Yunanistan Türkiye arasında 12,5 km uzunluğunda  engeller yapılarak karadan geçişleri önlediler, ancak bu durumda  yeni hayat arayan insanlar, deniz yolu le doğu Ege adalarına geçmeye başladılar. Frontex yıllık bütçesi, 55 milyon avro ile denizde sürekli varlık gösteremiyor. (İtalyanlar sadece Mare Nostrum için 108 milyon avro harcıyorlar.)
Yunanistan’a gelince. Bu ülkede 2014 yılının ilk altı ayında deniz geçişi yapan göçmenlerin sayısı ikiye katlandı. Sadece denizden topladıklarının sayısı 25 bin oldu. Gelenlerin  çoğunluğu Suriyeli ve Iraklı çocuklu aileler. Kullanılan tekneler sahil güvenlik güçlerine yakalanamamak için küçük tonajlı  ve Ege fırtınalarına karşı  dayanaksız olduğundan, geçişler çoğunlukla trajediyle sonuçlanıyor. Daha kötüsü, yanında pasaport ve diğer dokümanları olmayan kaçakları Yunan Sahil Güvenliği, Türk sularına terk ediyor. Bu durum, 2014 Ocak ayında yaşandığı gibi ciddi sayıda ölümlü vaka ile sonuçlanıyor. Son 9 ayda Yunan tarafı 100 zorla geri getirme ve Türk sularına terk etme olayının yaşanmasına neden oldu. Yunanistan’ın bu insanlık dışı uygulamasını, BM Sığınma Ajansı ciddi şekilde eleştiriyor. Diğer yandan Yunanistan’a geçmeyi başaranlar da, şartların rezalet olduğu toplama kamplarında tutuluyorlar. Halen 6000 kişi salgın hastalıkların bile var olduğu bu ilkel kamplarda tutuluyor. Görünen o ki, Yunanlılar İkinci Dünya Savaşı sırasındaki Alman işgali ile Savaş sonrası yaşanan iç savaş esnasında Türkiye’ye derme çatma teknelerle kaçıp yaşama ve mutluluğu arama hakkını kullanan atalarını  hızlı unutmuşlar.
Yasadışı Göçü Önlemek çok zor. Özetle, Avrupa’ya yönelik yasadışı göçü önlemek çok zor. Ortadoğu ve Afrika’da batının yarattığı ekonomik ve siyasi karmaşalar sürdüğü; insanların mutluluk arama güdüleri devam ettiği; nüfusu hızla yaşlanan ve İtalya ve Fransa gibi ülkelerde ucuz emeğe ihtiyaç devam ettiği sürece bu trafiği kesmek zor.