22 Eylül 2014 Pazartesi

Ukrayna ve Karadeniz Deniz Güvenliği

Description: IMG_0131 


Mavi Vatan
Amiral Cem Gürdeniz
Ukrayna ve Karadeniz Deniz Güvenliği
Karadeniz, asırlardır her sahildarına değişik özelliklerde bir güvenlik perspektifi sunmuştur. Balkan, Kırım, Anadolu yarımadaları ile Kafkaslar bölgesi arasındaki bu deniz, Avrasya’nın deniz kalpgâhını (maritime heartland) oluşturuyor. Türk Boğazları ile Almanya’ya kadar uzanan Tuna nehri ulaştırma sistemi ve bölgedeki Rusya ve Ukrayna’ya ait iç suyolları Karadeniz’e ayrı stratejik önem yüklemektedir.
Montreux Sözleşmesi büyük bir güvencedir. Karadeniz jeopolitiğinde, şüphesiz en önemli enstrüman, 1936 tarihli Montreux Sözleşmesidir. Sadece Türk Boğazlarından geçişi düzenlemekle kalmayan, aynı zamanda Karadeniz’de deniz güvenlik rejimi tesis eden Montreux Sözleşmesi bugüne kadar İkinci Dünya Savaşı, Soğuk Savaş ve 11 Eylül 2001’e kadar devam eden Soğuk Barış dönemi ile 2001 sonrası ABD güdümündeki terörle mücadele dönemini başarıyla atlatmıştır. Son olarak, Montreux Sözleşmesinin hükümlerine hassasiyetle uyan Türkiye’nin soğukkanlı diplomasi sayesinde, 2008 yazında yaşanan Gürcistan-Rusya krizinde, denizde bir çatışma ve tırmanma yaşanmamıştır.  Cumhuriyet dönemi boyunca, son 4 yıl öncesine kadar Türk dış politikasının temelini iyi komşuluk ve bölgesel işbirliği prensipleri teşkil etti. Türkiye, Boğazlar üzerine 1945 ve 1946 Sovyet notalarına rağmen Soğuk Savaş dönemi boyunca karşı ittifak grubunda olmakla birlikte Montreux Sözleşmesini titizlikle uyguladı. Karadeniz’de hiçbir zaman tırmanmaya yol açacak, istismar yaratacak oldubittilere izin vermedi. Türkiye böylece Karadeniz’in askeri yayılma açısından Basra Körfezi veya Doğu Akdeniz’e dönüşmesini önleyebildi.
         Dengeli Dış Politika. Türkiye’nin NATO üyesi olmasına rağmen soğuk savaş döneminde, Karadeniz’de NATO tatbikatına izin vermemesi onun güvenilir arabulucu (honest broker) rolünü daha da güçlendirdi. Bu güven duygusu, 2001 yılında Türk Deniz Kuvvetlerinin girişimi ile başlatılan Karadeniz Deniz İşbirliği Görev Grubu (BLACKSEAFOR)’un altı sahildar ile başarılı bir şekilde kurulmasını sağladı.
ABD’nin baskıları. ABD’nin soğuk savaş sonrası ve özellikle 11 Eylül sonrası dönemde, NATO’nun Karadeniz’de sürekli operatif kimliği ile varlık gösterme girişimleri, 2004-5 yıllarında zirve yaptı. Akdeniz’de süren NATO’nun Etkin Çaba (Active Endevaour) Harekatını Karadeniz’e genişletmek üzere Türkiye üzerinde baskı uygulandı. Türkiye, bu baskılara BLACKSEAFOR’un dönüşümü ve Karadeniz Uyumu Harekatı (KUH) ile cevap verdi.  Her iki girişime 2004 yılında açık katılım daveti yapan Türkiye’ye ilk müspet cevap veren ülke, çok ilginçtir, turuncu devrim döneminde NATO yanlısı Yuschenko yönetimine rağmen, Ukrayna oldu. Arkası geldi. Rusya ve Romanya da daha sonra KUH’a katılma kararı aldılar. Böylece NATO Etkin Çaba Harekâtının Karadeniz’e çıkışı engellenmiş oldu. (Tabi, saydığım bu girişimleri başlatan ve uygulayan Amirallerin istisnasız hepsinin Silivri’de üç yıldır tutsak olduklarını da ekleyelim.) 
                  Denge unsuru Ukrayna.  Türkiye için son on yılda Karadeniz’de deniz güvenliği alanındaki en önemli denge unsuru Ukrayna olmuştur. Bir taraftan NATO ve AB’ye girmiş olmanın dayanılmaz hafifliği içindeki Romanya ve Bulgaristan ile onların dümen suyundaki Gürcistan; diğer taraftan NATO ve AB tarafından kuşatılmışlık endişesi içindeki Rusya Federasyonu arasındaki dengeyi, Türkiye ve Ukrayna’nın sağladığını bu konularda yıllarca emek harcamış bir Amiral olarak söyleyebilirim. Türkiye’nin BLACKSEAFOR ve KUH girişimleri dışında 2006 yılında başlatılan “Karadeniz Sahildar Ülkeler Sahil Güvenlik İşbirliği Forumu”na da en büyük desteği Ukrayna vermiştir.  
Ukrayna’nın büyük başarısı. Diğer taraftan Ukrayna liderliğinde 1993 yılında başlatılan, AGİT (Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı) kapsamında, Karadeniz’de Deniz Kuvvetleri Alanında Güven ve Güvenlik Artırıcı Önlemler girişimi 2002 yılında altı sahildar tarafından onaylandı ve yürürlüğe girdi. Bu şekilde dünyada ilk kez Deniz Kuvvetleri arasında karşılıklı tatbikat bildirimlerini, üs ziyaretlerini, gözlemci görevlendirmeleri ve daha birçok güven ve güvenlik artırıcı önlemleri içeren bir rejim, tüm dünyaya örnek olacak şekilde Karadeniz’de uygulanmaya başlandı. ABD, Ukrayna üzerinden bu girişimi önlemeye çok çalıştı. Zira dünyanın en büyük deniz kuvvetinin sahibi olarak, kendisini sınırlamaya sokabilecek her türlü girişime karşı çıkmayı, jeopolitik bir gereksinim olarak algılıyor. Montreux rejimi ile zaten kısıtlı bir alan olan Karadeniz’de ikinci bir rejimin uygulanması, çıkarları ile örtüşmediği gibi, böylesine bir rejim dünyanın diğer sahildarları arasında uygulanmaya da mükemmel bir örnek teşkil ediyor. Ancak Ukrayna, bu girişimden vaz geçmedi ve başardı.  Son 12 yıldır, bu rejim  sahildarlar arasında başarı ile uygulanıyor.
         Ukrayna Finlandiyalaşmalıdır. Ukrayna, zor günler geçiriyor. Ancak ülkede karada yaşanan krizin, deniz güvenliğine yansıma olasılığı çok düşüktür. Rusya Federasyonu’nun ekonomik, tarihsel, jeopolitik, sosyal ve kültürel etki alanı içinde yaşamanın ve karşılıklı uzlaşma seçeneklerinin varlığı Ukrayna tarihinde ispatlıdır. Tanıdığım pek çok Rus Amiral ve denizci ya Ukrayna kökenli, ya da Ukraynalı eşe sahipti. İlişkileri ABD ve Britanya akrabalığına çok benziyor. Dilerim, Ukrayna küresel egemenlerin demokrasi aldatmacası ile bir bölünme sürecini yaşamaz. Bu arada Beyaz Zambaklar Ülkesi Finlandiya’dan ders almalarını önerebiliriz. Finlandiya hala NATO’ya üye olmadı. 




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder