30 Mayıs 2015 Cumartesi

Demir ve Deniz

Description: IMG_0131 


                   Mavi Vatan
Amiral Cem Gürdeniz
 Demir ve Deniz
                  Eski çağlarda, Osmanlı İmparatorluğu ve Cumhuriyetin ilk on yıllarında Ege Denizine ‘’Adalar Denizi’’ denir ve genel olarak Akdeniz içinde kabul edilirdi. Ayrı bir ismi yoktu. 1941 yılındaki Birinci Coğrafya Kongresinden sonra Adalar Denizine Ege Denizi denmeye başlandı.
                  Ordular İlk Hedefiniz Akdeniz’dir. Mustafa Kemal, 26 Ağustos 1922 sabahı, 0530’da Afyon/Kocatepe’den gürleyen Türk topçu ateşinden 96 saat sonra Dumlupınar’da Başkomutanlık Meydan Muharebesinde zafere erişti. Daha sonra Batı Cephesinin tüm birliklerine  “Ordular İlk Hedefiniz Akdeniz’dir, ileri”, emrini verdi. Bu direktif aynı zamanda Anadolu’nun, denizlerle buluşmasına yönelik bir jeopolitik direktif idi. Dumlupınar/Kütahya’dan en yakın deniz 450 kilometre uzaktaydı. 9 Eylül sabahı Türk süvarileri İzmir’e girdi. Dünya savaş tarihinde dokuz günde bu kadar hızlı kat edilen bir mesafe olmadı.
                  İnönü: Akdeniz uygarlık hedefidir. İkinci Adam İnönü, 27 Temmuz 1932 günü İzmir’de yaptığı bir konuşmada Mustafa Kemal’in Akdeniz direktifi ile ilgili olarak şunları söylüyordu:[1]
                  ‘’Akdeniz binlerce yıldan beri  uygarlık havzası ve dünya siyasetinin geçididir. Gazi, meydan muharebesinin sonucunu ifade eden hedefi değil, Akdeniz siyasetinde ve uygarlığında Türk milletinin layık olduğu yüksek mevki hedefini göstermiştir...Türk milleti binlerce yıldan beri uygarlığında ve siyasetinde başlıca yer tuttuğu Akdeniz’den fiilen uzaklaştırılmak istendi. Türk milleti kendi iradesi ve yenilmez azmi ile Akdeniz’deki yerini ve vazifesini aldı. Geçen on yıl daha ispat etmiştir ki, Türk ulusunun Akdeniz’deki yeri yalnız onun hakkı değil insanlık ve uygarlığın iyiliği için arzu edilmesi gereken haklı ve gerekli bir yerdir. Akdeniz’de Türkiye, kuvvetli bekçilik, sadık ve dürüst dostluk, uluslar ailesinde iyi geçimli ve barışsever bir unsur olarak gerekli bir varlıktır. Teorik olarak, savaşın son ve kesin neticesini büyük ordularına göstermek durumundayken Gazi’nin Akdeniz’i ilk hedef olarak göstermesine dikkat etmeliyiz. Milli mücadelenin ruhunu,  Gazi’nin yüksek rolünü sadece Sevr Anlaşmasından kurtulmak çerçevesinde görmek dar ve kısa bir anlayıştır. Milli mücadele Türk milletinin öyle bir dirilmiş ayaklanmasıdır ki, Sevr meselesi bu ayaklanışın ancak ilk safhasıdır. Gerçektir ki, en acıklı safhasıydı. Diğer safhalara varmak için ateşle, demirle ve kanla atlanması lazım gelen yıldırıcı safhası ve ilk hedefiydi. Diğer hedefler daha kolay olmamıştır. Ve olmayacaktır. Türk milletinin davası, yüksek ve medeni bir milletin asil bir ideal davasıdır. Bu dava uzun ve çetin bir davadır... Şimdiki nesiller ve gelecek nesiller bu davanın arkasından yorulmadan ve dinlenmeden koşacaklardır. Koşmaya mecburdurlar. Türk milletinin iradesi ve demiri, bilim ve tekniği serveti ve insanlığı ve nihayet yine iradesi ve demiri sürekli olarak artırılmak lazım gelmelidir. Türk milleti bu evrene diğer milletlerin veya devletlerin lütfu ile doğmamıştır. Türkiye dünya içinde varlığını ancak kendi iradesi ile ispat etmiştir. Büyük Türk davasını başarmak devrimci olamadan asla mümkün olamaz.’’
                  Asıl direktif Demir ve Denizdir. Aslında Atatürk, Akdeniz direktifi ile İnönü’nün 10 yıl sonra yorumlamaya çalıştığı gibi Türk ulusuna sadece uygarlık direktifi değil aynı zamanda ‘’demir ve deniz’’ direktifi vermiştir. Asya’dan bir kısrak başı gibi Akdeniz’e uzanan Türkiye’nin coğrafyası kaderidir. Bu coğrafyada var olmanın ve bağımsız yaşamanın temeli demire ve denizlere sahip olmaktan geçer. Demire sahip olmak bilim, sanayi ve üretimden gücünü alan milli ekonomiye sahip olmaktır. Sonucunda sadece refah değil aynı zamanda emperyalizme boyun eğmeyen milli bir ordu, donanma ve hava gücü elde edersiniz. Denizlere sahip olmakla Anadolu’nun toprak bütünlüğünü korumakla kalmayıp, mavi uygarlık cephesindeki yerinizi alır ve sağlamlaştırırsınız. Denize çıkmak isteyen Barzanistan ve Büyük Ermenistan hülyalarına dur dersiniz. Ralph Peters haritalarını  yırtar atarsınız. Gelecekte 100 yıl önceki gibi karada beklemez, denizden gelecek saldırganlara ilk tokadı denizde atarsınız. Atatürk’ün ‘’ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir’’ direktifini jeopolitik anlamda gerçekleştirirsiniz. Mavi Vatanla, Toprak Gemi Anadolu’yu buluşturursunuz. Türkiye Cumhuriyeti üzerinde özellikle Atatürk sonrası dönemde gelişen ve NATO üyeliği sonrası perçinlenen karasal ve kıtasal karakteri reddedersiniz.  Dar görüşlü dogmatik ve tutucu kimlikten kurtulursunuz. Yükselen Asya’nın batı ucunda, Avrasya’nın neredeyse merkezindeki seçkin konumunuzla ne AB’ye ne  NATO’ya, ne de İslam dünyasına muhtaç olmadan onurlu ve bağımsız yaşama fırsatını gelecek nesillere sunarsınız. Kısacası demire sahipseniz, sömürülmeyi, bölünmeyi ve savaşı yani kısacası kanı önlersiniz.
                  Demir ve Denizi kim Hedefliyor? Bu saydıklarımı 7 Haziran seçimlerine katılacak partiler içinde  hükümet programına alabilmiş Vatan Partisi dışında kaç parti var? Emperyalizmin ve kendi içimizdeki uşaklarının siyasetten medyaya; inançtan milli değerlere; bilimden sanat ve kültüre kadar kirletmediği ve geriletmediği bugünün vıcık vıcık görgüsüz ve erdemsiz ortamında gerçeği ama sadece gerçeği yakalayabilen, demir ve denizi  hedefleyen kaç kişi var? Burada 3 Mayıs 2015 Mavi Vatan yazımın son cümlesini tekrarlayacağım. Bu seçimlerde Vatan Partisini desteklemek jeopolitik bir zorunluluktur.





[1] Prof. Dr. Bilsay Kuruç, Buhranda Atatürk’ü Anmak. (10 Kasım 2008 Konuşması, Ankara Üniversitesi, DTCF Farabi Salonu)

24 Mayıs 2015 Pazar

Deniz Tarihi Bilincimiz, Deniz Kuvvetleri ve Kumpas Davalar

Description: IMG_0131 


                   Mavi Vatan
Amiral Cem Gürdeniz
Deniz Tarihi Bilincimiz, Deniz Kuvvetleri ve Kumpas Davalar
Bir deniz kuvvetinin tarihi süreç içindeki yaşam süreci, ait olduğu devletin yaşam fonksiyonunun bir yansımasıdır. O devletin askeri gücü içindeki yeri ve ona verilen değer ise, hem devletin ve hem de deniz kuvvetinin geleceğinin en belirleyici göstergesidir. Osmanlı ona değer vermediği için çöktü. Türk Deniz Kuvvetleri, Osmanlı İmparatorluğu’nun mirası ve alt yapısı üzerine Mustafa Kemal önderliğinde çok büyük yokluklar ve zorluklar ile var edilmiş genç bir kuvvettir. Kurulduğundaki en önemli özelliği geçmiş baskınlar, yenilgiler, toprak, can ve onur kayıplarından ders çıkarmasını bilmiş olmasıdır.
Deniz Tarihini bilmek gerekir. Cumhuriyet Donanması, gücünü bilimden alan Kemalist ideoloji ve milli mücadele ruhu ile donanmış vatansever Türk denizcisinin elinde gelişerek, çok değil 86 yıl içinde yani kumpas davaların başlatıldığı 2009 yılına kadar dünyada örneği az görülür  bir  başarı tablosu sergilemiştir. Bu tabloyu görerek ve hissederek anlamak ve şu an erişilen noktayı tarihi süreç içinde yorumlayabilmek için deniz tarihimizi ve özellikle son 200 yılın deniz tarihini iyi bilmek gerekir.
17’nci yüzyıl sonrası denizlerde çöküş ve gerileme öyle gerekli ve süratli olmuştur ki bunun faturasını atalarımız çok ağır ödemiştir. Geçmişin tekrarı olmamalıdır. Bunun için tarih bilinci gerekir. Deniz tarihi bilincinin oluşumu için başta deniz subayları olmak üzere tüm denizcilerimizin şu soruyu sormaları gerekir. “Nereden nereye geldik ve nereye gidiyoruz?” Nereye geldiğimiz şu an yaşanandır. Ancak nereden geldiğimizi öğrenmek ve geleceğe rota çizmek için  tarih bilinci gerekir. Onun için de okumak ve araştırmak gerekir.
Türk deniz tarihi bir ibretler geçididir. Deniz tarihi sürecimiz içinde o denli ilginç olaylar yaşanmıştır ki, sonuçları Osmanlı jeopolitiğini değiştirmiştir. Onaltıncı yüzyılda yelkene geç geçilmiş, bunun bedeli İnebahtı’da ödenmiştir. 600 yıllık devletin Donanmasına kumanda den 216 Kaptanı Derya ve Bahriye Nazırı içinde ancak 20-30 kadarının denizci olmasının bedeli sadece İnebahtı faciasında değil, Çeşme, Navarin ve Sinop baskınlarında da ağır ödenmiştir. Deniz gücü kurmanın olmazsa olmazı olan bilimden uzaklaşan ve matbaa başta olmak üzere endüstriyel medeniyet ürünlerini üretemeyen Osmanlı çökmeye mahkum olmuştur.  Demire karşı kanla mücadele edilmiştir.
Eğer denizlerde güçlü olunsaydı Osmanlı İmparatorluğu duraksamaya ve gerilemeye başlar mıydı? Balkan harbinde Adriyatik ve Ege tamamen kaybedilir miydi? Eğer güçlü bir donanma olsaydı Birinci Dünya Harbinde istila donanması Gelibolu’ya gelebilir miydi?
En uzun barış. Cumhuriyet dönemi, Türklerin tarihinin en uzun barış dönemidir. Bu barış dönemini mümkün kılan etkenler içinde Türk Deniz Kuvvetleri çok önemli yere sahiptir. Bu dönem içinde açık denizlerde Türkiye’nin hayati çıkarlarını koruyabilmiş, 1974’te cumhuriyet tarihinin ilk deniz aşırı güç intikal harekâtına imza atarak Türk silahlı Kuvvetleri’nin Kıbrıs’a başarılı bir amfibi harekat yapmasının ana sorumluluğunu yerine getirmiştir. Kardak’ta durum üstünlüğü yaratarak 152 ada, adacık ve kayalık sorununu Yunanistan’ın en ciddi Ege sorunu haline getirmiştir. Yaşadığımız zor coğrafyanın politik konjonktürü içinde birçok krizde ganbot diplomasi aracı olarak kullanılan deniz kuvvetleri devletin gerektiğinde kadife, gerektiğinde demir yumruğu olmuş, kamuoyuna daima başarılar armağan etmiştir.  Osmanlıdan devralınan donanma alt yapısının, yok denecek kadar azlığı göz önüne alınırsa, yarım asır içinde Kıbrıs’ta jeopolitiği değiştirmek ve sonradan Akdeniz’in sayılı donanmaları arasına girmek; dünya denizlerinde sancak dolaştırmak; MİLGEM gibi modern platformalar üretebilmek kolay elde edilebilecek başarılar değildir. 1923 yılında üniformalarımızda kullandığımız düğmelerin bile yurt dışından ithal edildiğini düşünürsek, nereden nereye gelindiği biraz daha anlaşılabilir. İşte bu gelişim, tarihsel bilinç içinde değerlendirilmelidir.
Kumpas Davalar Dönemi ve Deniz Tarih Bilinci. Deniz harp tarihimiz, denizcilik ve deniz gücümüzün tarih sahnesindeki tüm hesaplaşmalarının bir yansımasıdır. Türklerin medeniyet yarışındaki mücadelesinin bir muhasebesidir. Zaferlerin aynı zamanda mağlubiyetlerin; ileri görüşün aynı zamanda çağın gerisinde kalışın; reform ve akılcılığın aynı zamanda gerileme ve dogmanın örnekleriyle doludur. Bu örnekler çıkarılması gereken dersler olarak günümüze yansımakta ve bizlere rehberlik etmektedir. Üzerinden henüz çok az zaman geçmesine rağmen, kumpas davalar ders alınması ve asla tekrar ettirilmemesi gereken karanlık bir dönemdir. Bu dönemde karasal merkezli yüksek komutanlığın gölgesindeki Deniz Kuvvetleri liderliğinin çok ama çok büyük hataları olmuştur. Kimsenin şüphesi olmasın ki eğer bu süreç komuta yapısına değil de kuvvet yapısına yönelik bir saldırıyı içerseydi, bugün donamamızın yarısını kaybetmiştik. Liderlik maalesef ne tarihsel ne de savaşma bilincine sahip olabilmiş, donanmanın tüm kadrolarını emperyalizme köle bir avuç tetikçi üzerinden sahte yargıya teslim edebilmişlerdir. Sorumlu davranmamışlar, kuvveti savunamamışlardır. Bunun temel nedenleri ideoloji ile tarihsel bilinç eksikliği ve cesaretsizliktir. Gelecek nesiller ve özellikle  geleceğin amiralleri, bu yaşananları iyi okumalı ve ders çıkarmalıdır. Bulunduğumuz coğrafyada güven ve huzur içinde yaşamanın olmazsa olmazı donanmadır. Geleceğin liderleri karşılaşacakları değişik çap ve kapsamdaki zorluk ve baskılara rağmen her durumda donanmaya  sahip çıkma ve emperyalizme direnme  sorumluluğunu yok sayamazlar ve devredemezler. Bunun için tarih bilincine ve Mustafa Kemal ideolojisine sahip olmaları gerekir. Zira ancak o durumda hangi limana gideceklerini bilebilirler. Yoksa akıntılar donanmayı rüzgar altı sahiline sürükler ki, sonuç karaya oturmak ve yok olmaktır.





17 Mayıs 2015 Pazar

Vietnam-ABD Deniz Kuvvetleri Yakınlaşması

Description: IMG_0131 


                   Mavi Vatan
Amiral Cem Gürdeniz
Vietnam-ABD Deniz Kuvvetleri Yakınlaşması
Bu satırları yazarken Çin savaş gemileri Akdeniz’deki tatbikata katılmak üzere İstanbul Boğazından güneye geçiyordu. ABD ve AB’nin en önemli jeopolitik etki alanında, tarihte bir ilk gerçekleşirken Çin’in ön bahçesinde de kabaca bir ay önce çok önemli bir faaliyet yaşanıyordu. 6 Nisan 2015 günü, ABD ve Vietnam Deniz Kuvvetleri, aralarında 6’ncı Donanmalararası  Çalışma Faaliyetini (Naval Engagement Activity) başlatıyordu. Aynı tarih, her iki devlet arasında diplomatik ilişkilerin tesisinin de 20’nci yılını temsil ediyordu. Biraz geriye gidelim.
Savaşta 2 Milyon Vietnamlı öldü. ABD ile Kuzey Vietnam arasındaki savaş 1965’de başlamış, 42 yıl önce 1973 yılında bitmişti.  Bu savaşta çoğu sivil, yaklaşık 2 milyon Vietnamlı öldü. Savaşta yenilen ABD’nin kayıpları 60 bindi. Vietnam halkı direndi ve çok acı çekti. Amerikalı muhalif film yapımcısı Oliver Stone’un, Vietnam’da gerçek bir hayat öyküsünden yola çıkarak çektiği, ‘Cennet ve Dünya’ (Heaven and Earth) isimli filmin bir sahnesinde eski Vietkong’lu kardeş, Amerikalı işgalci ile evlenerek savaşın ortasında ABD’ye göç eden kızkardeşi ile yıllar sonra buluşur. Kız kardeş sorar: Savaşı nasıl kazandınız? O da cevap verir: Ölerek. Amerikan Savaşı onların geçen yüzyıldaki ilk savaşı değildi. Talihsiz Vietnamlılar 20’nci yüzyılın 30 yılında emperyalistlerle sürekli savaştılar. ABD ile savaş Tonkin Körfezi olayı (kumpası) ile başlamıştı. Savaşın Vietnam galibiyeti ile bitmesinden 2 yıl sonra, 1975’te Kuzey Vietnam ve Güney Vietnam birleşti.
Jeopolitik İhtiyaç Esastır. Günümüzde geride kalan 2 milyon kurbana rağmen Vietnam-ABD ilişkileri makalenin başında bahse konu donanmalar arasında işbirliğine gidecek kadar iyi. Vietnam, Pasifik yüzyılı olan 21’nci yüzyılda komünist bir ülke olmasına rağmen kapitalist/emperyalist blok yanında yer alıyor. Bunun temel nedeni jeopolitik ihtiyaçlar. Jeopolitik ihtiyacın temel nedeni de Çin.
Vietnam-Çin Savaşları. Çin Halk Cumhuriyeti ile  Sosyalist Vietnam Cumhuriyeti arasındaki ilişkiler aynı ideolojiye sahip olmalarına rağmen çok fırtınalı ve istikrarsız geçti. Vietnam, kuzeyindeki bu dev ülkeye sürekli olarak jeopolitik kuşkuyla yaklaştı. Vietnam, ABD ile savaşı sırasında Çin’den yardım görmesine rağmen, ilişkiler güney ve kuzey Vietnam birleştikten sonra kötüleşti. 1979 ile 1990 arasında iki ülke değişik çap ve şiddette savaştı. Temel sorun Tonkin Körfezinde deniz sınırlarının belirlenemeyişi ile Paracel ve Spratly Adalarının egemenliğinin tartışmalı durumuydu.  Yani deniz yetki alanları sorunu. Vietnam-ABD savaşı sırasında Çin ve Vietnam bu sorunları dondurmuştu. Ancak savaş sonrası durum değişti ve hatta Vietnam ile Çin savaştı. Sonuçta Çin Paracel adalarında egemenliğini ilan etti.   Diğer taraftan 1977-1991 yılları arasında devam eden Vietnam-Kamboçya savaşının da Çin-Vietnam gerginliğinde önemli rol oynadığını belirtelim. Kriz büyüyünce, 1979 yılının başında Çin kısa süre için Kuzey Vietnam’ın belirli bölgelerini işgal etmiş, başkent Hanoi’ye kadar  yaklaşmıştı. Vietnam binlerce kişinin öldüğü bu savaş sonrası Çin sınırına 600 bin kişi yığmıştı.  Soğuk savaş sonrası 2002 yılına kadar iki ülke ilişkileri normalleşti. Sınır ve deniz yetki alanları sorunlarının çözümüne yönelik önemli yol alındı.
Vietnam İnisiyatif Alıyor. Ancak 2011 yılında Vietnam, Güney Çin Denizinde yeni tatbikatlara başlayacağını duyurunca, durum yeniden karıştı. Çin daha ileri giderek ilk uçak gemileri olan Liaoning’i gelecekte bu bölgede konuşlandıracaklarını deklare etti. 21 Haziran 2012 tarihinde Vietnam’ın Paracel ve Spratly Adacıklarını kendi egemenliğine alan yasayı onaylaması tırmanmayı artırdı. Benzer bir hamle de Çin’den geldi. Bölgedeki diğer ülkeler Tayvan, Brunei, Malezya, Filipinler de her iki adalar zincirindeki kendi tarihsel egemenlik taleplerini bu karmaşada tekrar dile getirdiler. Sorun iki taraflılıktan çok taraflı hale dönüştü.
Denizler Çok Kıymetli.  İşte bu konjonktürde ABD-Vietnam yakınlaşması, 21nci yüzyılda Pasifikte şekillenen yeni jeopolitik dengelerde önemli rol oynayacak. Bu adacıkların yetki alanına giren denizler ve dipleri o kadar kıymetli ki, Vietnam gelecek nesillerin denizden yararlanacağı kaynakları Çin’e karşı koruyabilmek için 40 yıl önce 2 milyon insanının vahşi bir şekilde öldürülmesine neden olan ABD ile ortaklık kurma yolunu açabiliyor.  Çin’e meydan okuyabiliyor. Denizler o kadar kıymetli ki Çin gibi bir dev ekonomi, ne doğu, ne de güney Çin Denizindeki 7 ayrı ülkeyle devam eden 8 ayrı deniz yetki alanı egemenlik iddialarından bir adım geri atmıyor. Taviz vermiyor. Her iki ülkeden öğrenecek çok şey var. Zira bizler, değil pratiğinin, deniz jeopolitiğinin varlığının bile farkında değiliz.  ‘Yavru vatan değiliz’, ‘yes be annem’’, ya da ‘üzerinde keçilerin bile otlamadığı Kardak Kayalıkları‘ söylemleriyle uyumaya ve uyutulmaya devam ediyoruz. Yaşadığımız cehalet ve aymazlık döneminin tarihte bir başka örneği yok.





9 Mayıs 2015 Cumartesi

Akdeniz’de Tarihsel bir İlk: Rus-Çin Ortak Deniz Tatbikatı

Description: IMG_0131<<
Mavi Vatan
Amiral Cem Gürdeniz
Akdeniz’de Tarihsel bir İlk: Rus-Çin Ortak Deniz Tatbikatı
                  Geçen haftaki yazımızda Anadolu için jeopolitik bir analiz yapmış ve doğuda 100 yıl önceki Kafkas seddinin daha arsız bir şekilde Ermenistan-Kürdistan seddine dönüştürüldüğünü ve bu sedde batıdan ve güneyden Ege ve Akdeniz setlerinin eklendiğini belirtmiştim. Ne yazık ki bu her üç yöndeki seddin,  gerek teori, gerekse pratiğinde en büyük harcı koyanlar NATO müttefiklerimizle tam üyeliği uğrunda yanıp tutuşulan AB ortaklarımız. Öylesine jeopolitik bir körlük içindeyiz ki Osmanlı İmparatorluğu bile çöküş döneminde bu kadar tutarsız ne dış politika, ne de savunma/güvenlik politikası uygulamıştı. Bu nedenledir ki geçen hafta, gücünü emperyalist teoriler üretmekten alan İngiliz Düşünce Kuruluşu Chatham House, Türkiye’nin bugünkü durumunu Osmanlının son zamanlarına benzetmiş ve özerk Kürdistan için şartların hiç bu kadar iyi olmadığını belirtmiş. Savaşmadan yenilmenin bundan güzel tarifi yapılamazdı.
Akdeniz’de bir ilk: İşte Türkiye’de genel seçimlere bir aydan az bir zaman kala, güney jeopolitik eksenimizde yazılı tarihin bu güne kadar kaydetmediği yeni bir gelişme yaşanıyor. Rus ve Çin savaş gemileri önümüzdeki hafta tarihte ilk kez, Akdeniz’de ‘Müşterek Deniz 2015’ isimli birleşik bir deniz tatbikatı icra edecekler. Çin tarafından yapılan resmi açıklamada, bu tatbikatın üçüncü ülkelere veya bölgesel gelişmelere karşı olmadığı ilan ediliyorsa da, 9 büyük savaş gemisinin katılacağı bu tatbikatın NATO’nun ve AB’nin kalbi olan Akdeniz’de yapılması çok anlamlı.  Tatbikat hedeflerinden birisinin, Rus ve Çin savaş gemilerinin ortak harekat etme yeteneğinin geliştirilmesi olarak belirlenmesi daha da önemli. NATO jargonunda ‘birlikte çalışabilirlik’ (interoperability) olarak tarif edilen bu yetenek, gelecekte ŞİÖ üyesi ülkeler arasında da geliştirilmeye aday bir alan olacak. Ekim ayında İran, Hindistan ve Pakistan’ın, ŞİÖ tam üye sıfatını kazanmalarından sonra bu tip deniz tatbikatlarının, yeni üyelerle birlikte birleşik ve müşterek şekilde icra edilmeleri sürpriz olmayacaktır.
Çin, Akdeniz’de. Rusya 18’nci yüzyıl sonundan bu yana bir Akdeniz gücü, ancak Çin için aynı şey söylenemez. Tarihinde okul gemisi ve seçilmiş bazı liman ziyaretleri hariç Akdeniz’de savaş gemileri ile varlık göstermedi. Ganbot diplomasisi rolünde ilk kez Libya’daki Çin vatandaşlarını tahliye maksadıyla 2011 kışında Akdeniz’e savaş gemisi gönderdiler. Çin açık denizlere çıktıkça Rusya ile denizde yakınlaştı. Pasifik’te 2012 yılından bu yana ortak deniz tatbikatları yapan iki ülke, 2012 yılında Karadeniz’de savaş gemileri ile geçiş eğitimi (Passex),  2014 yılında da Akdeniz’de sahil güvenlik gemileri ile kısa süreli deniz eğitimleri yapmıştı. Bu yeni tatbikat farklı. Birleşik deniz tatbikatı. Yani işbirliği seviyesi yükseltilmiş bir tatbikat. Daha da öte her iki ülke savunma bakanlarının 2014 Kasım ayında yaptıkları açıklamaya göre artık her sene düzenli olarak icra edilecekler.
Rus-Çin Yakınlaşması. Rus Devlet Başkanı Putin,  Rus ve Çin donanmaları arasındaki bu işbirliği ve yakınlaşmadan son derece memnun olduğunu saklamıyor.  2014 yılının Mayıs ayı içinde ‘her iki ülke arasındaki işbirliğinin, tarihin en üst seviyesinde olduğunu söylemem, bir abartı olmaz’ demişti. Akdeniz de Moskova için çok önemli. Kıbrıs’ta yaşanan 2012 finans krizinden sonra Putin, 2013 yazında  Akdeniz bölgesinin Rusya’nın birinci derece ulusal çıkar alanı” olduğunu ilan etmişti. İşte bu noktada okyanuslar hakimi ABD’ye, dünya denizlerinin ancak % 1’i olan ve kuzey kıyıları tamamen NATO tarafından kuşatılmış Akdeniz’de  yeni dünya düzeninin iki denge unsuru Çin-Rus ikilisi tarafından  altı ay önce planlanan tatbikat, çok önemli mesajlar içeriyor. Rusya, ambargo ve baskıların ekonomisine yapısal düzeyde büyük zarar vermesine rağmen geri adım atmadığını, bu tatbikat ile ilan ediyor. Çin, kendisini son derece rahatsız eden ve geçen ay imzalanan ABD-Japonya Savunma İşbirliği Antlaşmasına rağmen Akdeniz tatbikatından geri adım atmıyor. Akdeniz tatbikatı bu çerçevede Pasifikteki kutuplaşmanın artık açıkça keskinleşmeye başladığı bir dönemde gerçekleşiyor. Çin’in uzak denizlerdeki bu ilk tatbikatı doğal olarak Newport'taki Amerikan Deniz Harp Akademisinde de yankı buldu. Stratejik Etütler Profesörü Peter Dutton bu tatbikat için  şunları söyledi: "Rusya ve Çin, kıtasal güçler olarak, denizdeki engellemeler karşısında birbirlerinin artan çıkarlarını ortaklaşa korumak için ABD ve Avrupa’ya beraber durdukları mesajını veriyorlar. "
Emperyalizme Direnme Dönemi.  Rusya’ya karşı Kuzey Avrupa NATO ülkeleri ile İsveç ve Finlandiya gibi NATO üyesi olmayan ülkelerde sergilenen tırmandırıcı ve kışkırtıcı askeri gelişmelerin yaşandığı; Çin’e karşı 65 yıl sonra Japonya Öz Savunma Kuvvetlerinin savunmaya yönelik anayasal kısıtlamalarının kaldırılarak Amerikan kuvvetleri ile küresel çapta saldırgan rollerde işbirliği yolunun açıldığı bir konjonktürde Akdeniz Tatbikatı, yeni bir dönemin başlangıcını oluşturuyor. Asya güçleri ilk kez Avrupa Atlantik yapının ön bahçesine giriyor. Bu gelişme kimsenin şüphesi olmasın Libya’yı paramparça eden, Suriye’yi son dört yıldır kan gölüne çeviren arsız Atlantik emperyalizmine yeni bir farkındalık sağlayacak ve frenleyici rol oynayacaktır. Zira her şeye rağmen son 12 yılda gördük ki, emperyalizme direnen ve mücadele edenler kazanıyor. Çin-Rus direniş bloğu her alanda arsız Avrupa-Atlantik  yapının karşısında yerini almaya başlıyor.
Jeopolitik Koma Dönemi. Türkiye 21’nci yüzyılda dünya dengelerinin artık kökünden sarsıldığı, hegemonyanın el değiştirme hareketlerinin başladığı bir dönemde, tarihi birikimi ve emperyalizm karşısındaki geçmiş başarılarına rağmen, başı kesik tavuk gibi ne yapacağını bilemeden bir köşeden diğerine savrulup duruyor. Bu döneme ben jeopolitik koma dönemi diyorum.