24 Nisan 2016 Pazar

Savarona ilk değil. Tarihi gemilere sahip çıkamıyoruz.




 Savarona ilk değil. Tarihi gemilere sahip çıkamıyoruz.
                   
                  Kurtuluşa, Kuruluşa ve Cumhuriyete mal olmuş gemilere sahip çıkamadık. Bandırma, Nusret, Alemdar, Hamidiye, Ertuğrul, Söğütlü, Yavuz, Sakarya ve daha niceleri...
Nusret’i bile Koruyamadık. Sadece Osmanlının değil, döktüğü 26 mayınla Rusya’nın da kaderini değiştiren Kahraman Nusret’i bile koruyamadık. Donanma hizmetindeyken 1955 yılında yardımcı sınıf gemi yapıldı.  1962 yılında hizmet dışına çıkarıldı ve Milli Savunma Bakanlığı tarafından özel bir kişiye daha sonra 1983 yılında bir armatöre satıldı. Geminin yeni sahibi omurga ve postaları hariç gemiyi tamamen değiştirdi ve  adını “Kaptan Nusret” koydu. Mersin Magosa hattında çalışan gemi 1990 yılında Mersin’de limanda tumba oldu ve battı. 1999 yılında gönüllü bir grup gemiyi çıkardı ve Tarsus Belediyesi, gemiyi özgün yapısına sadık kalarak tekrar inşa ettirdi. 2003 yılında Tarsus Şehir Merkezindeki parkta, müze gemi statüsünde halkın ziyaretine açıldı. Gerçek bedeninden bugüne değişmeyen sadece omurgası. Bandırma gemisi 1924 yılında hizmet dışına çıkarıldı ve jilet oldu. Atatürk’ün yatı olarak bilinen Ertuğrul yatı da 1937 yılında hizmet dışına çıkarılıp, bir süre Deniz Ticaret Mektebinde okul gemisi görevinde kullanıldı, 1958 yılında kilosu 13 kuruştan hurdacıya satıldı.   Benzer akıbet Söğütlü yatını da yakaladı.
Hamidiye unutuldu. Balkan Harbinin kahraman muharebe kruvazörü Hamidiye 1964 yılında hizmet dışına çıkarıldı ve Hurdacı İlhami’ye satıldı. Yavuz 1972 yılında MKE’ye gönderildi ve jilet oldu. Atatürk’ün en çok gezdiği Sakarya motoru da jilet olmaktan kurtulamayanlar arasında. Bugün elimizde Atatürk’ün gezi motorları olan Acar motoru (halen Kuzey Deniz Saha Komutanlığı Kasımpaşa’da)  ile Çubuk Baraj gölünde kullandığı tenezzüh teknesi (halen Anıtkabir’de) dışında kala kala bir tek Savarona kaldı.
Yolcu Gemilerinden geriye kalan bir hiç. Atatürk’ün yurt gezileri yaptığı Reşitpaşa, Ankara, Gülcemal, İzmir, Ege ile Karadeniz vapurları gibi hatıralarımızı süsleyen posta ve kurvaziyer gemileri ile tarihe mal olmuş şilep, tanker ve şehir hattı vapurlarımızdan bırakalım birini, üzerlerindeki malzemeyi bile gelecek nesillere aktarabilecek ciddi anlamda bir “Denizcilik Müzesi” kurma gayretine bile girişmedik. Bir zamanlar Denizcilik İşletmelerinin küçük de olsa bir sanat galerisi vardı. Şimdi o da yok. Gülcemal’in piyanosu kim bilir hangi depoda. Atatürk’ün en çok kullandığı yolcu gemisi olan Ege gemisinin direği Allahtan, Ortaköy’de Yüksek Denizcilik Okulunun (şimdi Kalkavan Meslek Lisesi) bahçesine dikilmiş. Yoksa tarihi gemilerden geriye tek hatıra kalmayacaktı. 
Berk ve Peyk ilk milli savaş gemileriydi. Donanmanın ulusal yeteneklerle 70’lerin başında yaptığı ilk büyük milli gemi projesi Berk ve Peyk refakat muhriplerinden Berk 2001’de hedef gemisi oldu. Peyk 2003’de acımasızca söküldü. Onların yerine Amerikan muhrip ve firkateynlerini müze gemi yaptık.
Savarona’nın Talihsiz Kaderi. Savarona’nın kaderi ise tartışmasız en acıklı olanlardan. 28 Şubat 1931 tarihinde Hamburg Almanya’da Amerikalı bir işadamının kızı için inşa edilen Savarona Yatı, bir vergi problemi nedeniyle sahibi tarafından yedi yıl sonra satışa çıkarıldı. CHP’nin girişimleri ile Türkiye Cumhuriyeti tarafından Cumhurbaşkanı Yatı olarak kullanılmak üzere satın alınan Savarona’ya, 24 Mart 1938 tarihinde, Türk sancağı çekildi. Atatürk, Savarona’da, 54 gün kaldı. Gemi,  1951 yılında Okul Gemisi olarak kullanılmak üzere Deniz Kuvvetlerine devredildi. Bu şekilde, 1951-1986 arasında 4000’ e yakın deniz subayı adayı bu gemide eğitildi. Gemi, 3 Ekim 1979 sabahı Heybeliada açıklarında demirliyken bir sabotaj sonucu kısmen yandı. Süratle tamir oldu ve 1981 yılından sonra tekrar okul gemisi görevlerini yerine getirmeye başladı. Ancak makine/elektrik sistemlerindeki ağır malzeme yorgunluğunun doğurduğu ağır riskler nedeni ile 27 Temmuz 1986 tarihinde hizmet dışına çıkarıldı. Müze gemi yapılması fikri tartışılmadı bile. Kültür Bakanlığı da bu asil gemiyi, sökülmek üzere MKE’ye gönderdi. Gemi son anda, bir iş adamı tarafından hurda fiyatına, 2035 yılına kadar, Maliye Bakanlığından kiralandı. Aslında kiralanan Atatürk’ün denizdeki manevi varlığıydı. Savarona milyonlarca doları bulan büyük masraflarla yeniden toparlandı. Sitim türbini ana ve yardımcı makineleri söküldü. Lüks bir yat olacağı için baş taraftaki açık güverteye jakuzi; kazan dairesi yerine hamam yapıldı. Yeni kimliği ile dünyanın en zenginlerinin tutkularının aracı oldu. Başına çok üzücü ve acıklı olaylar geldi. Adı her sene ana akım medyada fuhuş gibi aşağılayıcı kelimelerle anılır oldu. Atatürk’ün manevi varlığını lekeleyen, bu gelişmelere rağmen, toplum olarak ona sahip çıkamayışımız, Atatürk’e sadakatimiz kadar, deniz tarih bilincimizin ve deniz kültürü birikimimizin ne denli zayıf olduğunun da somut bir göstergesi oldu. Savarona, 2014 Ocak ayında, Hükümet tarafından Protokol feshedilerek değil, armatörün istediği milyonlarca dolarlık “transfer ücreti” ödenerek geri alındı.
Savarona’nın Kaçak Güvertesi Sökülmelidir.  İslam Zirvesi toplantısı nedeniyle geminin açık güvertesinin protokol yemek salonuna dönüştürülmesi eğer geçici olarak yapılmış bir işlem ise derhal düzeltilmelidir. Kalıcı yapılmış olmasını düşünemediğimi burada ifade etmeliyim. Bugün Dolmabahçe Sarayına ya da Topkapı Sarayına nasıl kaçak kat çıkılamazsa 75 yaşındaki yüzer tarihi varlık statüsündeki Savarona’ya da dış görüşünü bozacak kaçak güverte çıkılarak tadilat yapılamaz. Bu hatadan derhal dönülmelidir. Savarona bir mücevherdir. 24 Mart 1938 deki görüntüsü asla değiştirilmemelidir. Onun bağlama yeri de bir müze gemi olarak aborda edileceği Dolmabahçe Sarayı yanında yapılacak bir iskele olmalıdır.



20 Nisan 2016 Çarşamba

Türkiye’nin Denizcileşmesi ve Çin Örneği

Türkiye’nin Denizcileşmesi ve Çin Örneği
                  Anadolu gerek Selçuklu gerek Osmanlı dönemlerinde denizcileşemedi. Osmanlı İmparatorluğu, büyük fırsat ve olanaklara rağmen deniz uygarlığı kuramadı. Doğu ve Orta Akdeniz’e hakim olduğu ve Kızıldeniz’e eriştiği 16’ncı yüzyılda bir milyon nüfusa sahip Portekiz’i, anavatanından 9000 mil ötesinde Hint Okyanusunda yenemedi. Kızıldeniz ve Basra Körfezi dışına çıkamadı.
                                   
                  Osmanlı’da Türkler Çiftçi ve askerdi. Osmanlı İmparatorluğu teknolojik yeniliğe (inovasyona) sahip olamadı. Küresel yenilikler Portekiz’i okyanus denizciliği ve keşiflere; İngiltere’yi deniz egemenliği ve sanayi devrimi öncülüğüne; ABD’yi 20’nci yüzyılda bilişim devrimine ve denizlerde kesin hâkimiyete taşırken, Osmanlı 3 kıtada bir imparatorluk kurmuş olmasına rağmen denizlere yöneliş bir yana, siyasi coğrafyasının denizlere yönelik temel teorisine dahi sahip olmadı. En güçlü döneminde kapitülasyonlar vererek Anadolu başta olmak üzere imparatorluğun deniz coğrafyasında Türk denizcileşmesinin kapılarını kapadı. Balıkçılığı Rum azınlığa, limancılık ve denizcilik işlerini Rumlarla Yahudilere bıraktı. Türkleri sadece çiftçilik ve askerliğe yönlendirdi.

                  Donanma tek Başına Denizcileşmeyi Sağlayamaz. Cumhuriyetin ilk yıllarında Atatürk’ün olağanüstü vizyonu denizcileşme için gereken teorik ve pratik alt yapıyı sağlasa da ondan sonraki dönemlerde ve özellikle 1946 sonrası çok partili döneme ve Atlantik sisteme geçişle birlikte halkın ve devletin denizcileşme projesi büyük yara aldı. Sadece Donanma gücü  alanında denizcileşme sürecinde ciddi ilerleme kat edildi. Ancak donamanın tek başına güçlenmesi onu vagonu olmayan lokomotif durumuna düşürdü. Donanmanın strateji ve doktrin üretebilme yeteneği de 2009 da başlayan kumpas davalar fırtınası sonucunda sakatlandı. Deniz gücümüz en seçkin ve yetenekli A takımı sayılacak 40 Amiral ve 400’e yakın Amiral adayı Atatürkçü, ulusal çıkar odaklı pek çoğu kurmay deniz subayını kaybetti.
Çin’in Denizci Geçmişini Unutması. Çin’e bakınca Osmanlı İmparatorluğu tecrübesinden farklı bir tablo ile karşılaşıyoruz. Manyetik pusulayı Avrupa’dan 100, Gök Atlasını 500, omurga üzeri gemi dümenini 300, çok direkli yelkenli gemiyi 200, gemilerde sızdırmaz bölme uygulamasını 300 yıl önce başaran bir tarihi mirasa sahipler. 1405-1433 arasında Müslüman Amiral Zeng Ho’nun liderliğinde 60 gemilik 27 bin askerlik filo ile 28 yıl boyunca Hint Okyanusu ve Pasifik Okyanusu’nda donanma gezdirdiler ve ganbot diplomasisi uyguladılar. Ancak anlamsız bir şekilde bu başarıyı devam ettirmediler ve denizcilikleri imparatorluk geleneğine dönüşemedi. Qing Hanedanının 18’inci yüzyıldan itibaren süratle zayıflaması ve İngiltere’nin liderliğinde Avrupa’nın afyon savaşları ile Çin’i sömürgeleştirme girişimleri Çin’i zaten kopuk olduğu denizlerden tamamen uzaklaştırdı.
Mao’nun Denize Yönelişi. Ancak Mao Tse Tung ile Çin, 20’inci yüzyıl ortalarında tekrar denizlere döndü. Çin Halk Cumhuriyetinin Sovyet desteği ile nükleer devlet olması da denizcileşme sürecini hızlandırdı. Ancak denizlere yöneliş tam anlamıyla 2000’i yıllardan sonra tepe yaptı. Çin tersaneleri 1980 yılında toplamda ancak 220 bin ton gemi inşa etmişti. Bu sayı 2010 yılında 20 milyon ton oldu. Çin, 1250 tersane ile dünya birincisi. Bu artış hızına en yakın başarı İkinci Dünya Savaşı sırasında ABD tersanelerinde yaşanmıştı. 2011 yılında dünya üzerinde taşınan kutuyüklerin (container) en yoğun taşındığı merkez limanların (hub port) ilk 10’unun 6’sı, 114 milyon kutuyük ile Çin’e ait oldu. Günümüzde 1000 groston üzeri 3200 ticaret gemisine sahip olan Çin, ABD’nin aksine devasa ticaretinin % 90’ını kendi ticaret gemileri ile taşıyor. Balıkçılıkta dünya birincisi. Küresel üretim ve avlamanın % 20 sine sahip. Dünyanın hızla küresel gıda krizine yöneldiği bir dönemde Çin’in denize ağırlık vermesi gıda güvenliği yönü ile dikkat çekici. Benzer şekilde. Küresel liderlik yolunun denizden geçtiğini İngiltere ve ABD sayesinde iyi öğrenen Çin, yakın tarihinin deniz ve denizcilik siyaseti bakımından en yoğun ve verimli dönemini yaşıyor. Diğer taraftan Çin’in geniş deniz yetki alanlarında karmaşık ve çok sayıda egemenlik ihtilaflarına sahip olması da denize yönelişini kamçılıyor. Bu sorunları ancak deniz gücü ile çözeceğini ve karşısına ABD Deniz gücünün çıkacağını biliyor. Çin, denizcileşerek, geleneksel karasal ve denizsel jeopolitik rekabet alanında, kendisini binlerce yıldır karaya mahkûm eden paradigmayı kırıyor. Tarihinden ders alıyor. Eski Başkan Hu Cintao, görevini Xi Jingpin’e devrederken yaptığı konuşmada Çin’in hızla bir denizcilik gücü olması gerektiğinin altını çiziyordu. En son yayınlanan 13’üncü beş yıllık kalkınma planında Çin’in denizcilik stratejisinin (maritime strategy) güçlendirileceğine vurgu yapılmaktadır. Çin,  okyanuslardan azami şekilde faydalanmayı amaç edinmektedir. Bunun için deniz yetki alanlarını korumak ve genişletmek en önemli hedefleri arasında. 2013 yılında kurulan Okyanus Alanları İdaresi tam da bu işi yapıyor. Kısacası Çin, Devlet başkanı Xi Jinping’in ifadesiyle  ‘’büyük bir denizcilik gücü’’ olmak üzere emin adımlarla ilerliyor.

Devletin Denizcileşmesi Esastır. Çin’in son 20 yılda denizcileşme yolunda gösterdiği bu başarıdan Türkiye’nin çıkarması gereken derse gelince. Çin devletin denizcileşmesi ve devlet kapitalizmi ile denizcileşiyor. Aslında Atatürk’ün uyguladığı tam da buydu. Devlet bu rotayı seçmese Çin geri kalmış bir tarım devleti olarak kalırdı. Türkiye de ancak Mustafa Kemal rotasına dönerek, devletin denizcileşmesi sonucu mavi uygarlık cephesine geçebilir. Atlantik ve içimizdeki karacı cepheye rağmen bu başarılırsa, Türkler bir daha asla denize sırtını dönmez.

10 Nisan 2016 Pazar

Deniz Hukukunda Türkiye’nin Acıklı Durumu






 Deniz Hukukunda Türkiye’nin Acıklı Durumu

                  Konu başlığına girmeden önce güncel bir kaç deklarasyonla içinde bulunduğumuz konjonktürün vahametini örnekleyelim. Yunan Savunma Bakanı, Panos Kammenos, geçen hafta içinde Güney Kıbrıs Rum kesiminde  yaptığı bir konuşmada, 20 Mart 1994’te öldürülen Kürdistan’la Dayanışma Komitesi Başkanı Theofilos Georgiadis’i andı ve  şunları söyledi:
                  “...Şimdi koşullar değişmiştir ve artık herkes Kürt mücadelecilerin bir Kürt devleti kurmasına yardım etmektedir... Theofilos, çok güçlü Türk devleti efsanesinin asılsız olduğunu ortaya koyan kişi olmuştur. ,..Önümüzdeki aylar içinde Kürt devleti kurulduğu takdirde bilmenizi isterim ki, Theofilos’un ruhu, bugün yaptığımız anma töreninden çok daha fazla huzur bulacaktır. Ruhu şad olsun”.
                  28 Mart 2015 günü de ABD’deki bir konuşmasında ‘Ege Denizi Yunan Denizidir’, diyen aynı Bakan 2014 yılında adada yaptığı başka bir konuşmada da,  “işgal bölgelerini Türklerden geri almak için hücuma hazırlanıldığı imasında’’ bulunan bir konuşma yapmış ve şunları söylemişti:
                  ‘’Millet ya silahla savaşır veya bugün yaptığı gibi siyasi ve diplomatik düzeyde savaş verir, daha güçsüz kuvvet olsak da yeneriz. Yunan Silahlı Kuvvetleri’nin morali yüksektir. Çünkü biz her zaman vatan toprağını, milli egemenliği ve toprak bütünlüğünü savunduk.’’
                  Yunan Dış Politikası Atlantik Sisteme Bağımlıdır. Kammenos irrasyonel bir fanatik olabilir ancak söylemleri gerçeği yansıtmaktadır. Aklından ve kalbinden geçenleri açıkça dışa vurmaktadır.  Ancak söyledikleri Yunan devlet teorisinin açık ifadesidir. Tarihe bakınız. Bakanın ‘’ bugün yaptığı gibi siyasi ve diplomatik düzeyde savaş verir, daha güçsüz kuvvet olsak da yeneriz’’ sözlerinin içini Yunanistan nasıl da doldurmuş.   Türk Donanmasını önce Navarin’de Fransız, İngiliz ve Rus Donanmalarına yaktırmış bir devlet. (Bugün Pylos’ta şehir meydanında donanmamızı yakan üç amiralin heykeli var.)  Avrupa ve Rus Çarlığı sayesinde kurulmuş bir devlet. Girit’i Avrupa devletlerinin baskısıyla topraklarına katan bir devlet. Balkan savaşında savaş gemilerinde İngiliz topçu personeli kullanan ve donanmasız  Osmanlıdan tüm Ege adalarını koparan bir devlet. Birinci Dünya Savaşında İngiltere’nin teşvik ve yardımı ile Küçük Asya macerasına atılan bir devlet. NATO kurulduğunda Ege ve Akdeniz NATO komuta/kontrol  sorumluluğunu ABD ve Avrupa’nın desteği ve Türklerin aymazlığı sonunda  elde edebilmiş bir devlet. 1974 te ayrıldığı NATO’ya 1980’de Rogers Planı sayesinde geri dönen bir devlet. AB’nin ne siyasi ne de ekonomik kriterini karşıladığı halde içeri kabul edilen bir devlet. Ege’de kıta sahanlığından karasularına; FIR hattından hava sahası sınırlarına; Arama Kurtarma sorumluluk bölgelerinden, aidiyeti tartışmalı ada adacık ve kayalık sorunlarına kadar her alanda AB’yi arkasına alarak arsız ve saldırgan dış politika sergileyen bir devlet. Doğu Akdeniz’de Meis adasını kullanarak Türkiye’nin Münhasır Ekonomik Bölgesini (MEB) Antalya Körfezine hapsetmeye çalışan bir devlet; Türkiye’deki ayrılıkçı Kürt hareketlerini her zaman desteklemiş bir devlet. GKRY’yi kanunsuz bir şekilde AB’ye üye yaptırmış bir devlet. Evet saymakla bitmez.

Yunanistan Hukuku da Kullanıyor. Yunanistan’ın ve Kammenos gibilerin marifetleri. Yunanistan’ın bu süreçte tek gücü tabi ki ABD ve Avrupa olmadı. Yunanistan hukuku da iyi kullandı ve kullanmaya devam ediyor. Bizim aksimize bu alanda çok güçlüler. AB ve BM’de deniz hukukunu ilgilendiren pek çok kurum ve kuruluşta öne çıkan Yunanlı hukukçular var. ABD ve Avrupa’daki düşünce kuruluları ve STK’larda Yunan hukukçular var. Rodos Adasında 1996 yılında kurulan dünyanın en önemli Deniz Hukuku ve Politika Merkezi Rodos Akademisi’nin direktörü Yunanlı. Pek çok diplomat ve akademisyenimiz de bu akademiden mezun.
                   Türkiye Kamusal Deniz Hukukunda Çok ama Çok  Geride. Bizde ise deniz hukuku Türk denizciliğinin ve diplomasisinin en zayıf olduğu alanların başında gelmektedir. Deniz Kuvvetlerimizin caydırıcılığı sayesinde bu zafiyet bugüne kadar ancak dengelenebildi. Bugün ülkemizde uluslararası arenada ismi duyulmuş, küresel çapta akademik yayım yapabilen, İngilizce hukuk diline tam hakim deniz hukukçusu sayısı onu geçmemektedir. Devlet kurumlarında görev yapan deniz hukuk danışmanlarının nitelik ve niceliği tartışmalıdır. Sayısal olarak deniz ticaret hukukçularımız deniz hukukçularımızın çok önündedirler.  Bunun ana nedeni gelir uçurumudur. Deniz hukuku alanındaki zafiyetimiz, Yunanistan ve GKRY ile Ege ve Doğu Akdeniz’i ilgilendiren siyasi ve hukuki sorunlarda büyük zafiyet yaratmaktadır. Hukuk Fakültelerimizin hiç birinde münhasıran bir Deniz Hukuku Bölümü yoktur. Bu alanlarda Yüksek lisans veya doktora yapan öğrenci sayısı çok azdır. Ege ve Doğu Akdeniz’de deniz hukuku sorunları ile iç içe yaşayan Türkiye de ilk geniş kapsamlı Deniz Hukuku Semineri Deniz Kuvvetleri sayesinde 2006 yılı baharında Ankara’da yapılabilmiştir. Kumpas davalar sonrası bir daha da tekrar etmemiştir. Gelecek kuşakların güvenlik refah ve mutluluğunun doğrudan bağımlı olduğu Mavi Vatanımızdaki yani denizlerimizdeki  çıkarlarımızı koruyacak ve geliştirecek Dışişleri Bakanlığınızda bu konularda  yeni fikir, strateji, politika, doktrin üretecek sorumlu Genel Müdürlüğün personel sayısı 30 kişiyi geçmiyor.

Bir ışık Doğuyor. Evet bu karamsar tabloya rağmen 7 Ocak 2015 tarihinde bir ışık gördüğümüzü yazıya eklemem gerekir. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi bünyesinde,            7 Ocak 2015 günü resmi gazetede yayınlandığı üzere Deniz Hukuku Araştırma Merkezi (DEHUKAM) kuruldu. Ancak, 100 kişilik danışma kuruluna sahip bu merkezin bir bütçesi yok. Akademik faaliyete ayırılan zamandan daha çoğu sponsor aramakla geçiriliyor. Araştırma Merkezi olmasına rağmen Dışişleri Bakanlığı, MEB, YÖK ve Kalkınma Bakanlığı bu taze merkeze bütçe veremiyor. Gerekçe ise şaşırtıcı. 6550 sayılı kanuna göre araştırma merkezlerine ancak temel bilim alanlarında faaliyet gösterdikleri takdirde bütçe veriliyor. Sosyal Bilimlere bütçe yok. DEHUKAM bu durumda nasıl dergi çıkarsın? Nasıl ulusal veya uluslararası faaliyetler düzenlesin? Farkındalık projelerini nasıl hayata geçirsin? Bu durumda Kammenos ve türevlerinin saldırmaya devam etmesine şaşmamak gerekir.


Dumlupınar Denizaltısı 63 yıldır İstiklal Vardiyasını Terk Etmiyor






 Dumlupınar Denizaltısı 63 yıldır İstiklal Vardiyasını Terk Etmiyor
                        Adını Türkiye’nin ve Türklerin kaderini değiştiren 30 Ağustos 1922 Başkomutanlık Meydan Savaşının geçtiği Dumlupınar’dan alıyordu. İtalya’da yapılan ve 6 Kasım 1931 de hizmete giren iki denizaltımızdan birisine ilk kez adı verilmişti. Diğer kardeşinin adı Sakarya idi. Her ikisi de 1949 yılında emekliye ayrıldı. Üç yıl önce Hollanda’ya ısmarlanan denizaltıların isimleri de Birinci İnönü ve İkinci İnönü idi. Hepsinin isimlerini Atatürk seçmişti. Denizaltılara büyük zaferlerin isimlerinin verilmesi bir amaca hizmet ediyordu. Anadolu donanmasızlık nedeniyle işgal edilmişti. Yeni kurulan donanma geçmişi tekrar ettirmemeli ve Kurtuluş Savaşı ruhunu yani istiklali temsil etmeliydi. Denizaltı filosu Cumhuriyet Donanmasının omurgasıydı. Omurgaya zafer isimleri yakışırdı. Cumhuriyet ilanından sonra yeni donanma kurulurken bütçe kısıtlamalarına rağmen süratle denizaltı tedarikine geçildi. Zira bugün de olduğu gibi o gün de denizaltı gemileri deniz diplerinin gizemini kullanıyordu. Bu stratejik bir silahtı. Zayıf donanmalara büyük avantaj sağlıyordu.

         Talihsiz bir Denizaltı. İkinci Dünya Savaşı sonunda Sovyetlerin Boğaz ve Doğu Sınırlarımıza yönelik notalarından sonra Atlantik sistemin yanına itildik ve bağımsız güvenlik ve dış politikalarımız yeni paradigmalara uyarlandı, istiklal, yani bağımsızlık ilk yarasını aldı. Marshall yardımı ve Truman doktrini ile Türk Silahlı Kuvvetlerine savaş fazlası Amerikan silah ve teçhizatı akmaya başladı. Bu akıştan en büyük payı denizaltı filomuz aldı. ABD’den 1949-1983 arasında toplam 23 denizaltı hibe yolu ile Türk deniz kuvvelerine transfer edildi. Dumlupınar bu grup içinde üçüncü denizaltıydı. Şansız bir denizaltıydı. Amerikan donanmasındayken de (USS Blower) başına talihsiz olaylar gelmiş, kaza geçirmişti. Türk donanmasına Çanakkale denizaltısı ile 19 Aralık 1950 tarihinde bayrak çekerek ABD’de katılmış ve tarihte ilk kez Türk denizaltıcılar Atlantik Okyanusunu tek başlarına  geçmişlerdi.
ABD’nin Karadeniz Hassasiyeti. ABD’nin yeni sayılabilecek denizaltıları Türkiye’ye çok sayıda vermesinin temel nedeni Karadeniz idi. Zira Montreux Sözleşmesi nedeniyle yabancı denizaltılar ve dolayısıyla Amerikan denizaltıları Karadeniz’e çıkamıyordu. Karadeniz’de NATO namına Türk Deniz Kuvvetlerinin Sovyet Donanmasına risk veya tehdit oluşturabilmesi ancak denizaltı silahı ile mümkün olabilirdi. İlginçtir, ABD,  Türk Donanmasına elindeki en iyi dizel elektrik denizaltıları verirken yaşlanan Yavuz yerine  hizmet dışına çıkan yüzlerce kruvazörden birisini dahi vermemişti.
Vatan Sağ Olsun. Zaman içinde Donanmanın en modern ve en profesyonel filosu olarak Denizaltı Filosu öne çıktı. Filonun geçirdiği kazalar  dayanışmalarını daha da büyüttü. İlk denizaltı kazasını 14 Temmuz 1942’de mayına çarpan TCG Atılay ile yaşadılar. 38 denizci kaybedildi. 4 Nisan 1953’de Dumlupınar’ın kaybı 11 yıl aradan sonra denizaltıcıları derinden yaraladı. Gemi Blue Sea (Mavi Deniz) isimli NATO Tatbikatından dönüşte Nara Burnu Çanakkale’de, İsveç bandıralı Naboland şilebiyle gemi komutanının yanlış manevrası sonucu çarpışarak battı. Komutan ve köprüüstündeki diğer dört kişi kurtuldu. 81 kişi 90 metre derinlikte saatlerce oksijenlerinin bitmesini bekledi ve hayatlarını kaybetti. Selami Özben Astsubay denizaltıdan son kez duyulan sesin sahibiydi. Son sözü ‘’Vatan Sağ Olsun’’ idi.
Amiral Fahri Korutürk’ün Sözleri. Dönemin Denizaltı Filosu Komutanı Tümamiral Fahri Korutürk  kazadan sonra, Çanakkale’de denizde yapılan törende Dumlupınar şehitleri için şunları söylemişti:
                  ‘’...Sana her gün, Dumlupınar Kumandanlığına diye verdiğim işaretlerdeki gibi yine o kadar hakiki, yine o kadar samimi ifade ile, fakat bu sefer son defa olarak, bu sefer filona mensup bütün arkadaşlarım adına, bu sefer mensup olduğum Deniz Kuvvetleri meslektaşlarının adına sana hitap ediyor, sana veda ediyorum. Dumlupınar, Nur içinde yat... Nur içinde yat ve etrafında görünen şu dağlar, taşlar, şu kıyı ve bu denizde yatıp ebediyeti bekleyen şanlı ve şerefli ecdadın gibi tarihinin ölmez sayfalarına geçirdiğin kaderindeki acılık için milletinin vefalı kalbine güven...Bu memleket, bu vatan ve bu meslek sana bir gün senin ismin altında yeniden can verecektir. Senin ruhun yeni bir Dumlupınar ile milletinin hayat ve istiklâl davasındaki nöbetçinin yerini elbette ki bir gün tekrar alacaktır. Yüzlerce ve binlerce defa inip çıktığın denizlerin altında sen de etraftaki ecdadın gibi ebediyeti beklerken asil milletinin kalbinde ebediyen yaşayacaksın."
Kenetlenen Denizaltı Filomuz. Dumlupınar’ın trajik sonu ve Selami Özben Astsubayın ‘’Vatan Sağolsun’’ kelimeleri denizaltıcıları birbirine daha da kenetledi. 1953 yazında denizaltıcı olmak isteyenlerin sayısı geçmişle kıyaslanmayacak kadar çoktu. 27 Ekim 1954’te batan Dumlupınar’ın yerine ABD yeni bir denizaltı verdi Türkiye’ye. Bu denizaltıya da TCG Preveze adı verildi. Dumlupınar’ın sevgisi bu gemiye coşkuyla aktı.  4 Mayıs 1972 günü yapılan bir törenle hizmet dışına çıkarılan TCG Preveze için dönemin Filo Komutanı Tümamiral Nazmi Erkan’ın söyledikleri Dumlupınar sevgisini yansıtıyor:
“... Seni sadece ben değil, bütün mürettebat görür görmez sevmiştik.. Dumlupınar’ın kaybından sonra filomuza ilk doğan kızımızdın. Onun sevgisini de vererek seni başka bir severdik. Bize çok şey öğrettin. Çok da hakkın kalmıştır. Helal et. Periskoplarından öperim Kara Fatma. Ne sen bizi unut ne de biz seni.”
İstiklal Vardiyası Devam Ediyor. Üçüncü kez Dumlupınar ismini taşıyan son  denizaltıya 24 Ağustos 1972 tarihinde Türk bayrağı toka edildi. O gemi de Çanakkale Boğazında yıllar sonra küçük bir kaza geçirince, bir daha aynı isim kullanılmadı. Denizaltıcılık zordur. Geleneklere tam bağımlıdır. Derin vatan ve engin deniz sevgisi gerektirir. Küçücük bir çelik tüp içinde, denizlerin yüzlerce metre altında görev yapan ve hayatları birbirlerinin dikkatine bağlı olan kişiler için takım ve filo ruhu esastır. Bu gereklilik yaşamlarına o denli nüfuz etmiştir ki, denizaltıcılar Atılay ve Dumlupınar’da vatan görevi sırasında şehit olan ve görevden dönemeyen personelin aralarından ayrıldığını kabul etmez ve adları geçtiğinde onların ‘’halen vatan görevinde’’ olduğunu söylerler. Bugün de Dumlupınar şehitlerimiz Çanakkale Boğaz karakol görevine devam ediyor. O görev sonsuza kadar devam edecek. Tanrı Cumhuriyet Donanmasını ve Denizaltı Filomuzu her türlü beladan korusun. Hiç bir kötülük, hainlik  ve hiç bir engel saf ve temiz Dumlupınar ruhunu kirletmesin. 3 Nisan 2016