27 Ağustos 2019 Salı

Amiral Soner Polat’ın Yeni Kitabı ve Ordu’nun Rüsumat - 4 Gemisi

Description: IMG_0131 




Amiral Soner Polat’ın Yeni Kitabı ve Ordu’nun Rüsumat - 4 Gemisi

19 Ağustos 2019 Rüsumat-4 isimli 300 tonluk, kendi küçük, yaptığı işler bu sayfalara sığmayacak kadar büyük bir sitimli teknenin Kurtuluş Savaşında Ordu kıyılarında yarattığı mucizevi başarının 98. Yıldönümüydü. Bir panel ve sosyal etkinliklerle kutlandı. Aynı gün sınıf, dava, koğuş ve kader arkadaşım, değerli meslektaşım Amiral Soner Polat’ın ‘’Mavi Vatan için Jeopolitik Rota’’ isimli kitabı (Kaynak Yayınları) okuyucu ile buluştu.
Tarihin Yaratıcılığı. Ne kadar güzel bir rastlantı. Amiral Polat, 2003 yılında Deniz Kurmay Albay rütbesinde, Deniz Kuvvetleri Komutanı Özel Sekreteri iken ‘’İstiklal Harbinde Bahriyemiz’’ isimli mükemmel bir kitabı da Deniz Kuvvetleri Kültür hazinesine kazandırmıştı. Kader Rüsumat 4 ‘ün kutlu ve gururlu hatırasının Ordulular tarafından anıldığı hafta ile Amiral Polat’ın yeni kitabını buluşturdu. Bir kez daha gördük ki tarihin yaratıcılığı insanın önünde.
Kurtuluşu Kazandıran Gemiler. Bu köşede çoğu kez yazdığım üzere Kurtuluş Savaşının lojistiği Rusya’dan gönderilen ve Karadeniz üzerinden taşınan 300 bin ton cephane ile sağlandı. Batı Karadeniz’de Fransız ve Doğu Karadeniz’de İngiliz ve Yunan savaş gemilerinin ablukasına rağmen cephane emniyetle ve kayıp vermeden İnebolu, Trabzon ve Samsun limanlarına intikal edebildi. Toplam tonajı 7800 tonu geçmeyen irili ufaklı 300 tekne ile sağlanan bu başarıda Rüsumat - 4 gemimizin ve kahraman Ordu halkının çok özel hikayesi var. Rüsumat - 4, Mustafa Kemal ile Lenin arasında kurulan stratejik  bağ sonucu imzalanan 24 Ağustos 1920 anlaşmasından sonra 4 Kasım  1920’de   Tuapse’den Trabzon’a taşınan ilk parti cephane yükünü getiren gemilerden birisi oldu. Aynı şeklide bu kahraman gemi, Trabzon - İnebolu hattında batıya ilk sevkiyatı götüren gemi oldu. Ama Rüsumat-4’ü unutulmaz kılan, 18 Ağustos 1921 günü artan düşman deniz tehdidi üzerine Ordu kıyılarında halkın kurduğu insan zinciri ile kısa sürede gemideki ağır toplar ve binlerce cephane sandığının karaya taşınması ve emniyete alınmasıdır. Bu başarıdan sonra gemi, tehdidin geçmeyişi üzerine, 19 Ağustos 1921 günü kontrollü bir şekilde karaya oturtulmuş, kontrollü şekilde batırılmış ve üzerinde suni bir yangın çıkarılarak Yunan torpidobotlarının gemiyi ele geçirmesi önlenmiştir. Kahramanlık burada bitmiyor. 20 Ağustos 1921 günü Ordu halkının fedakarlığı ile harmanlanan yardımlar sayesinde tekrar yüzdürülmüş ve İstiklal Harbinin Kuvayı Milliye Donanma’sına geri dönmüştür. Batum’da tamir görmüş, göreve devam etmiş, ancak 12 Ekim 1921’de Eynesil’de Yunan savaş gemilerinin hücumuna uğrayarak batırılmıştır.
Ordu Halkı Emanete Sahip Çıkıyor. Ordu halkı, Büyük Şehir Belediyesi ve Ordu Olay Gazetesi başta olmak üzere sivil toplum kuruluşlarının büyük istek ve işbirliği ile Rüsumat-4 ‘ün benzerini yapıp anıt gemi statüsünde Ordu sahiline yerleştirmeyi hedefliyor. Mustafa Kemal’in 100 yıl önce 13 Kasım 1918 sabahı Geldikleri Gibi Giderler sözünü söylediği Kartal İstimbotunun Beşiktaş’ta anıt gemi yapılacak olması gibi, Rüsumat-4 de 100 yıl sonra 19 Ağustos 2021 günü Karadeniz’deki Mavi Vatanın kıyısında Ordu halkının vatanseverliği ve fedakarlığının bir sembolü olarak yerini alacaktır.  Amiral Polat, İstiklal Harbinde Bahriyemiz kitabında Rüsumat 4’e özel yer ayırmış. Bugün de Karadeniz’in, Anadolu’nun ve Mavi Vatanın savunulmasında çok özel ve önemli yeri vardır. Türk-Rus ilişkileri başta olmak üzere tüm sahildarlar ile ilişkilerin dengeli ve karşılıklı çıkar odaklı geliştirilmesi ile Montreux Sözleşmesi ruhu kapsamında Karadeniz’de son 83 yılda oluşan güvenlik rejiminin güçlendirilmesi 21. Yüzyıl Türk jeopolitiğinin belki de en önemli önceliklerinden birisi olmalıdır. Aksi takdirde Karadeniz Atlantik sisteme terk edilirse Türkiye iç hatlar durumuna mahkum olur. Buna izin verilmemelidir.
Türkiye Denizden Uzaklaşamaz. Okuyucu ile yeni buluşan ‘’Mavi Vatan için Jeopolitik Rota’’ isimli kitabının ‘’Başlarken’’ bölümünde Amiralimiz şöyle diyor: ‘’Türkiye’ye karşı Ege’nin kuzeyinden başlayan Doğu Akdeniz’in doğusuna kadar uzanan bir duvar örülüyor. Duvarın sağlam olması için Kıbrıs’ta planlamaların içinde!  Türkiye’nin adadan çıkarılması için Batı ülkeleri ortak bir stratejiyle ülkemize karşı tuzaklar kuruyor. Rakiplerimiz ülkemizi Anadolu’ya kilitleyerek denizlerle bağlantısını koparmak istiyor. Denizlerden uzaklaşan Türkiye, ayakta kalamaz. Hızlı bir çözülme sürecine girer.’’
21. Yüzyılda Kaderimiz Denizlere Bağımlı. Değerli Kardeşim Soner Polat denizlerden uzaklaşmayı büyük tehdit olarak görüyor. Onun en önemli eseri sayılacak ‘’Türkiye için Jeopolitik Rota’’ isimli, Nisan 2015’de yayınlanan eseri de aynı perspektifte Türkiye’ye 21. yüzyılda Avrasya’da güçlü bir jeopolitik yer önerirken, denizlere yani hem Mavi Vatan, hem de onun ötesine vurgu yapıyor. Kitabında Kızıldeniz, Hazar Denizi, Akdeniz, Karadeniz, Arap Denizi’nin oluşturduğu stratejik dairenin en önemli coğrafyasında bulunan Türkiye’nin İran, Suriye, Irak ve Azerbaycan ile oluşturacağı ortak jeopolitik alanın, Rusya ve Çin gibi Avrasya güç merkezleri ile ilişkilendirildiğinde oluşturacağı yeni düzenin faydalarının altını çiziyor. Gerçekten de böyle bir oluşumun denize çıkışı olan sözde Kürt devletinin önlenmesi kadar, Atlantik sistemin söz konusu devletlerin enerji havzalarına müdahalesini de caydıracaktır. Önerilen jeopolitik paradigmada denizler belirleyici olacaktır. CHP kurucu milletvekili ve bakan Hamdullah Suphi Tanrıöver, 14 Aralık 1924 günü yaptığı CHP grup konuşmasında şunları söylemişti: ‘’Diyebiliriz ki, Türk milletinin siyasi istikrarı, Akdeniz sahillerine vardıktan  sonra meydana gelmiştir. Bir dağ başından akan nehirler gibi, muhtelif istikametlerde yürüyen Türk kolları en esaslı, en canlı ve en kuvvetli topluluklarını, denizlerin ortasında, büyük bir ada gibi duran Anadolu'da yapmıştır.’’
Mavi Vatanın Refahı Anadolu’ya Akmalı.  21’inci yüzyılda da Toprak Gemi Anadolu’daki istikrar ve gücümüzü Mavi Vatana ve bu vatanın refahını da Anadolu’ya aktarmak zorundayız. Amiral Soner Polat, Mavi Vatan çıkarlarımızın korunması ve geliştirilmesine yönelik reçeteyi ’Mavi Vatan için Jeopolitik Rota’ kitabının sayfalarında Türk halkına ve devletine sunmaktadır.  Sorun bu reçeteyi pratiğe dökebilmektir. Onun akıcı Türkçesi ve olağanüstü üslubu ile kaleme alınan ve her satırı jeopolitik uyanış sağlayan makaleleri, devletin ve halkın denizcileşmesine ve ondan da önemlisi her ikisinin de  deniz jeopolitik bilince sahip olmasına büyük katkı sağlayacaktır. Anadolu’nun Mavi Vatana her geçen gün yaklaşması ve sonsuza kadar ayrılmaması dileği ile Amiral Soner Polat’a çevrelendiğimiz tüm denizler ve 21’inci yüzyılda buluşacağımız okyanuslar adına yeni kitabı için sonsuz teşekkürler.
Ordu Halkına Teşekkür. Benzer bir teşekkür de Ordu Halkına gitmeli. 98 yıl sonra Rüsumat-4 kahramanlığını büyük bir coşku ile hatırlayan ve geçmişe emsalsiz vefa sergileyen Ordululara sonsuz takdir ve teşekkürlerimi sunuyorum. Eminim söz konusu kahramanlığın 100. Yılında, 19 Ağustos 2021 tarihinde Anıt Gemi Rüsumat-4, Karadeniz’deki Mavi Vatanın kıyısında Türk halkına şu gerçeği haykıracaktır. ‘’Asla Pes Etmeyin. Direnin. Direnin. Mutlaka Kazanacaksınız.’’










21 Ağustos 2019 Çarşamba

Donanmanın Toparlanma Yeteneğinin En Büyük Örneği: 17 Ağustos 1999 Depremi


 




Donanmanın Toparlanma Yeteneğinin En Büyük Örneği:
17 Ağustos 1999 Depremi 
Dün 17 Ağustos 1999 Marmara Depreminin 20. Yıldönümüydü. Bu deprem, Cumhuriyet Donanmasının tarihinde yaşadığı en büyük doğal afet idi.  Öylesine büyük bir enerji dışarıya çıktı ki böylesi bir hasar, ancak uzun süreli stratejik bombardıman ya da nükleer silahlar ile verilebilirdi. Donanma  savaşmadan insan gücü ve alt yapısında tarihinin en büyük yıkımını yaşadı. Çoğu savaş gemilerinde görevli  muvazzaf 420 personel hayatını kaybederken, 307 denizcimiz yaralandı. 302 personelimiz de birinci derece yakınını kaybetti. Maddi hasar arasında Donanma Komutanlığı Karargah binası, Suüstü Eğitim Merkezi, Doğu Lojmanları, İtfaiye Binası, Gölcük Tersanesinin suüstü gemisi inşa kızakları ile donanmanın en büyük rıhtımı olan stratejik Poyraz Rıhtımı ve daha pek çok irili ufaklı bina yıkıldı, ya da büyük hasar aldı. Savaş gemilerimiz hasar almadı, altından fay hattı geçen denizaltı iskelesinde denizaltılarımızdan bazıları halatlarını kopardı, ancak hasar oluşmadı. Bu yazımızda asli görevi denizde savaşmak olan donanmanın bu afette sergilediği olağanüstü mücadele sürecine, felakete tanıklık eden kişilerin yaşadıklarına değineceğim.
Komuta Yapısında Zafiyet. 17 Ağustos Salı sabahı 03.02’de deprem olduğunda Donanma Komutanlığı görevi devir ve tesliminin üzerinden kabaca 9 saat geçmiştir. Oramiral Bülent Alpkaya ve Kurmay Başkanı Tümamiral Mustafa Özbey henüz mesai için makam odalarına bile adım atamamışlardır. Karargahları ile sadece tören sırasında ve akşam verilen davette sosyal faaliyet çerçevesinde beraber olmuşlardır. 1999 YAŞ kararları sonucu bazı birlik komutanı görev yerine katılalı en çok bir hafta olmuştur. Maalesef yeni Üs Komutanı ve Tersane Komutanı Amiraller deprem sırasında yaralanmış ve en yakınlarını kaybetmişlerdir. Bu nedenle görevlerine devam etmeleri mümkün değildir. Yani komuta kontrol bütünlüğü ve etkinliği, atama ayı olması ve kayıplar nedeni ile tam sağlanamamıştır. Diğer yandan Deprem Pazartesiyi Salıya bağlayan gece olmuştur. Yani hafta sonunu Gölcük dışında geçirenler gemilerine veya evlerine dönmüştür. Bu durum gemiler için avantaj, ancak çöken evlerinde olanlar için büyük dezavantaj yaratmıştır. Pazartesileri savaş gemilerinin torna çark günü olduğundan tüm seyir, makine ve savaş sistemleri test edilip, aynı anda çalıştırıldığından kısa sürede hareket edecek yetenek  mevcuttur. Ancak yaz mevsimi nedeni ile izinde olan personel mevcuttur. Bu arada gemilerde görev başında olan içeri vardiya personelin aile fertleri deprem olduğunda gemilerin bulunduğu poyraz rıhtımının en fazla 10 km. yarıçapı içindeki evlerindeydi. Yani deprem sonrası ilk dakikalarda akıllar haklı olarak ailelerdeydi.
Hazırlıksız bir Afet. Donanma denizde bir savaşa hazırdı, ama doğal bir afete hazır değildi. Bırakalım Gölcük ve Değirmendere’deki sivil yerleşim alanlarını, kendi üssü içinde dahi enkaz kaldırma işlerini yürütebilecek iş makinelerinin sayısı çok azdı. Depremden sonra yaşananları Kurmay Başkanı Amiral Mustafa Özbey’den dinleyelim: ‘’Preveze Harp Oyunu Merkezi bahçesinde 17 Ağustos sabah saatlerinde kurulan çadırlarda Donanma K. lığı karargahını oluşturduk. Depremden neredeyse 10 saat sonra emir komuta zinciri çadırda oluşmaya başladı. Kimse bir şey istemeden "Ben ne yapabilirim ?" diyerek çadır karargâha geliyordu. Emir komuta hiyerarşisi tamamen koptuğundan, özellikle ilk gün, bahriyeye has liderlik, inisiyatif ve sorumluluk alma  üzerinden süreç yönetildi. Herkes, durumdan kendine görev çıkardı. İlk fırsatta Donanma Komutanı ile helikopterle Topel'den Yalova'ya kadar havadan durum tespiti yaptık. Felâketin boyutlarını o zaman daha iyi anladık. İnanılmaz bir yıkımla karşı karşıya idik. Hayatı bizim için daha da zorlaştıran, Donanma İtfaiyesinin çökmüş olması ve iş makinaları ve yardım ekiplerinin ana yola yıkılan binalar yüzünden,  Gölcük merkeze ulaşamamasıydı.’’

Savaş Gemileri Müdahale Ediyor. Sabah saatlerinde Poyraz rıhtımındaki krize ilk  müdahale eden III. Muhrip Filotillası Komodoru Albay Abdullah Mete (Emekli Tuğamiral) karşılaştığı durumu şöyle anlatıyor: ‘’O gün meslek hayatımın alışılmamış deneyimi ile karşı karşıya kaldım. Saat 04:00 civarından yani depremden 1 saat sonrasından itibaren Poyraz'da kendiliğinden gelişen durum nedeniyle, emir beklemeden sahne komutanı görevini deruhte etmeye başladım. Gemilerin tamirci partilerini malzemeleri ile boş bir alanda topladım. Poyraz rıhtımına  koşarak gelen gemi komutanları ve II. Komutanların emrindeki takviyeli tamirci partileri Orduevi, Donanma Komutanlığı Binası ve Donanma Karargahı bölgesine yardım için gönderdim... Hatırladığım ekip başları: Gemi Komutanları Yarbay Caner Bener ve Yarbay Doğan Denizmen ile  Yarbay Fahir Gür....Önemli kararlarımdan biri gemilerin ekmek yapması ve sitimli gemilerin kazanlarını devreye alıp seyre hazır hale getirilmeleriydi... Firkateynlerin hangarlarını, gemi doktor ve sağlık ekipleri ile Harp Hastanesine dönüştürdük. İstanbul’a deniz köprüsü kurarak 12 saatte kabaca 700 kişinin tahliyesini Poyraz'dan yürüttük. Başta Hücumbot ve Firkateynlerimizi kullandık...TÜPRAŞ yangınının büyümesi ve denize yayılması nedeni ile tüm savaş gemilerinin Gölcük'ten tahliye kararı alınınca, firkateyn, denizaltı, mayın gemisi ve lojistik gemiler dahil 48 parça gemiyi taktik komutama aldım. TCG Oruçreis firkateyninden olayı sevk ve idare ederek gemileri Dil Burnu dışında, Adalar, Yalova ve Tuzla/Harp Okulu çevresine demirlettik. Gemilerin demir yerlerinde su ve yakıt gibi temel ihtiyaçlarını Lojistik Komodorumuz Albay Necati Kurt'un mükemmel işbirliği ile sağladık.’’
Savaştan Beter. Deprem sırasında TCG Gelibolu Komutanı olan Yarbay Caner Bener de (Emekli Tümamiral) yaşadıklarını şöyle anlatıyor: ‘’Depremden kısa süre sonra gemime gitmeye çalıştım. Ancak çok zor eriştim. Zira Poyraz Rıhtımı darmadağındı. Yolda çarşaflara sarınmış ve başıboş şekilde dolaşan afetzede erler gördüm. Karşıda TÜPRAŞ’ta yangın başlamıştı. Gölcük tarafında Donanma Caddesindeki sivil binaların tümü yıkılmıştı. Benzer şekilde Yüzbaşılar tarafında batı ve güney Lumbarağzı’nın çevresindeki sivil binalar yerle bir olmuştu. Canını kurtaran halk panik halinde Ana üssün kapılarından giriyor ve yardım talep ediyordu. Bir kısmı ise yıkıntılardan çıkardıkları genelde ağır yaralı depremzedeleri Poyraz rıhtımına taşıyorlardı...Poyraz Rıhtımında iki numaralı parmak iskele açık hava hastanesine dönüşmüştü.  Toz toprak içinde yatak kıyafetleri içindeki insanları kurtarmaya çalışan gemi doktorları ile TCG Fatih firkateyni Komutanı Yarbay Kemal Beşçınar’ın gayretleri ve İstanbul Beykoz/Umuryeri’nden intikal eden  hücumbotların sıhhi tahliye için gösterdikleri üstün çabayı anlatmak için kelime bulamıyorum...İlerleyen saatlerde gemimin iskelesi hazırlanınca rıhtım kolonları üzerinden kadın ve çocukları gemiye götürdüm. Daha sonra Donanma Komutanlığına  giderek yardım çalışmalarına nezaret ettim. Ben gemimden aldığım Deniz Harp Okulu  öğrencileri dahil personel ve emrime verilen 50 civarındaki subay, astsubay ve erle Donanma karargahının yıkıntıları arasında kalan personel ve hassas malzemeyi kurtarmakla görevlendirildim. Donanmanın önceki Kurmay  Başkanı Tümamiral Alper Tezeren Donanma karargahı yıkıntısı üzerinde yürüttüğümüz faaliyetlerin yakın şahidi olmuştu. Üzgün halini yaşadıkça unutamayacağım...Benzer şekilde Yangın merkezinde TCG Oruçreis Komutanı  Yarbay Doğan Denizmen, Subay Orduevinde TCG Yavuz Komutanı Yarbay Timur Küpeli, Yıldızlar Suüstü Eğitim Merkezinde TCG Muavenet Komutanı Yarbay Tayfun Atılır kurtarma çalışmalarını sürdürüyorlardı. Artçı şoklar devam ederken gemi subaylarım tarafından Donanma Nöbetçi Amiri nöbet kamarasından ve Harekat Merkezi Amiri sıkıştığı çatı arasından canlı olarak çıkartıldı. Ayrıca hassasiyet dereceli kozmik ve gizli dokümantasyonu toplatarak emniyete aldık...Akşam 17:00 civarında TÜPRAŞ yangınının Poyraz rıhtımı ve gemilere tehdidinin artması üzerine gemilere "acil kalkış" emrinin verilmesi üzerine personelimi toplayarak gemiye döndüm.17:30 civarında 3 subay, 10 astsuay,10 Deniz Harp Okulu öğrencisi, 60 er ve 120 civarında depremzede sivil ile birlikte gemimi liman dışına çıkarttım. Değirmendere ve TÜPRAŞ yanarken motorin sızıntıları arasında seyir yaparak Marmara’ya çıktım ve İmralı kuzeyinde kaldım...Daha sonra uydu telefonunu kullanarak herkese ulaşmaya çalıştık. Sonuçta 2 astsubayın aileleriyle birlikte hayatlarını kaybettiklerini, 38 astsubayın evlerinin hasar gördüğü/yıkıldığı ve büyük zarar gördüklerini tespit ettik. 20 Ağustos’a kadar Dil Burnu’nda kaldık. Personelin önemli bölümü peyderpey Karamürsel ve Ereğli’den buldukları balıkçı tekneleriyle gemiye geldiler. TÜPRAŞ yangınının kontrol altına alınmasıyla birlikte 20 Ağustos’ta dayanılmaz kokular altında kalan Poyraz a geri döndük.’’

Olağanüstü Başarılar. Evet, 17 Ağustos 1999 Salı günü, 1700 de başlayan üssü tahliye harekatı  son geminin 20.00 sularında Poyrazdan ayrılmasıyla son buldu. Donanmanın bel kemiği  firkateyn ve denizaltılar olağanüstü şartlar altında 30 dakika içinde birbirlerine çapariz vermeden limanı terk etmişti. Gemiler 3 gün sonra ölüm kokan üslerine geri döndüler. Çok üzgündüler. Ancak donanmayı tüm gemileri ile birlikte korumuşlardı. Bu süreçte büyük özveriler ve kişisel kahramanlıklar yaşanmıştı. E. Amiral Caner Bener’in anlatımıyla, Donanmanın tersanede havuzda bulunan TCG Gemlik firkateyni, II. Komutanı Binbaşı Cem Çakmak (Merhum E. Tuğamiral) tarafından büyük bir özveri ile havuzdan indirilmiş ve yedekte bölge dışına çıkarılmıştı. Tersanede donatımı devam eden Donanmanın en yeni firkateyni TCG Kemalreis, üzerine rıhtım vinçlerinin düşme tehlikesi üzerine Komutan Yarbay Sinan Sinani ve İkinci Komutan Yarbay Ardan Kıratlı’nın gösterdikleri büyük gayretle liman dışına çıkarılmıştı. Benzer şekilde tersanede bulunan ve kazanı onarımda olan TCG Ege firkateyni de İkinci Komutan Binbaşı Fahir Gür komutasında, bir asteğmen tarafından acil olarak seyre kaldırılan TCG Gazal romörkörü ile yedeklenerek liman dışına çıkarılmıştı. Depremin ilk saatlerinde halatlarını koparan denizaltılar denizaltıcılarımızın olağanüstü gayretleri ile kontrol altına ve emniyete alınmıştı. Gemileri seyre kaldıran personel her gemide kadronun üçte birinden dahi azdı. Zira pek çok gemi personeli ya enkaz altında kalmış, ya da enkaz altında kalan ailelerine yardıma gitmişti. Gemilerde çok sayıda yaralı sivil de bulunuyordu. TCG Gaziantep firkateynine anne ve babasını kaybeden bir bebek bile getirilmişti. İşte bu şartlarda savaş gemileri hem afetin ilk saatlerinde Gölcük’te yaraları sarmaya personelini yollamış; bölgede ikamet eden ailesini gören ve emniyetini sağlayanlar derhal gemilerine dönerek gemilerini kısa sürede Marmara’ya çıkarmıştı. Bu süreçte İstanbul’dan akın akın malzeme ve gönüllüler taşıyan yüzlerce değişik teknenin Poyraz’a akması ve halk-donanma dayanışmasının denizdeki boyutunu sergilemesi asla unutulmayacak tablolar sunmuştu.
Donanmanın Emsalsiz Dayanma Gücü Neticede bu büyük felakete donanma, tek bir gemi ya da uçağını kaptırmadan bütünlüğünü ve harbe hazırlığını koruyabildi. Aynı donanma daha sonra kuvvet çoğunluğu ile Preveze Zaferinin yıldönümü olan 27 Eylül 1999 tarihinde Marmaris’teki Aksaz Üssüne  intikal edecek; Ege’de ve Doğu Akdeniz’de  stratejik dengeleri alt üst ederek, sonuçları bugüne kadar uzanan yeni tarihi süreci başlatacaktı. İntikalde tüm varlığı ile Ege’de büyük bir atışlı tatbikat icra edecek ve küllerinden doğduğunu dünyaya haykıracaktı. Aynı haykırmayı FETÖ kumpasları ve 15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonra tekrar yaşadık. Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet Donanması asla pes etmeyeceğini her durumda ispatlamıştır. Bu özelliğini asla kaybetmeyeceğini ve kimsenin bu özelliği test etmeye değil teşebbüs, hayal bile etmemesini buradan bir kez daha vurgulayalım.
Dilerim Donanmamız bir daha böyle bir doğal afet ile karşılaşmaz. 17 Ağustos depreminde kaybettiğimiz tüm vatandaşlarımıza Allahtan rahmet, kederli ailelerine başsağlığı diliyorum. O gece büyük fedakarlık göstererek donanmamızın ateş gücünü koruyan personele milletimiz adına takdir ve şükranlarımı sunuyorum.














13 Ağustos 2019 Salı

Yeni Dünya Düzeninin Kurulduğunu Fark Edemeyenler

Description: IMG_0131 




Yeni Dünya Düzeninin Kurulduğunu Fark Edemeyenler
ABD eski başkanlarından William Clinton, Türkiye ziyareti sırasında Mecliste bir konuşma yapmış ve ‘’geleceğin yüzyılını Türkiye'nin tercihleri belirleyecek’’ demişti. Başka bir konuşmasında da Türklerin kendi gücünün farkında olmadığına yönelik söylemde bulunmuştu. Maalesef bu doğru bir tespittir. Türkiye’de önemli bir çoğunluk ne gücümüzün farkındadır, ne de tarihsel ve jeopolitik denklem içinde Türkiye’nin yerinin farkındalığına sahiptir.
Üstün Nitelikli Türk Ulusu. Dünya tarihinde 1000 yıldır vatan bellediği toprakların işgaline her zaman kendi gücü ile direnebilmiş; Muhteşem bir Kurtuluş Savaşını başka güçlerin kanına ihtiyaç duymadan başarmış; 1923-1938 yılları arasında dünyada örneği görülmemiş büyük bir siyasi, sosyal ve kültürel devrimi gerçekleştirmiş; Anayasası veya devlet kurucu anlaşmasını hegemonyanın vassalı, boynu bükük,  vekil bir devlet olarak oluşturmamış; Her dönem devleti ve milleti için canını feda edebilecek yurtsever fedailer çıkarabilmiş; imparatorluk ve devlet kurma geleneğinden gelen büyük bir devletin 1000 yıllık güçlü zincirinin bugünkü baklaları olarak bu gücün ne kadar farkındayız? 10. Yıl marşını söyleyenleri izlediğimiz o siyah beyaz filmlerdeki başı dik, alınları açık geleceğe umutla bakan dedelerimiz, büyük babalarımız, babaanne ve anneannelerimizin gururunu neden bugünün nesilleri yaşayamıyor?  Neden bizim gibi İkinci Dünya Savaşı sonrası dünyaya gelen nesiller iyi olan her şeyi batıdan bekledi? Neden Kurtuluş ve Kuruluş ruhunu, enerjisi ile birlikte kısa sürede terk ettik? Neden Atlantik bilinçlendirmesine kısa sürede teslim olduk? Neden Kemalizm kelimesini bile kullanmaktan çekindik?
Gerçeği Aramak. Evet bu sorular  yanıtları ile beraber çoğaltılabilir. Kişinin bilgi ve tecrübe birikimi ile zeka seviyesi ve sosyal statüsü çerçevesinde aklında ve kalbinde oluşturduğu sentez, kendimizi küçük görme ve gücümüzün farkında olamama konusunda haklı gerekçeler ileri sürebilir. Ancak eski alışkanlıklar ve oy temelli çoğunluk demokrasisinin oluşturduğu siyasete yönelik niteliksiz sosyo kültürel alt yapı, gerçeği arayan sokaktaki adamı her zaman engelleyecektir. Zira bu soruların cevabını verecek çok az kişi vardır. Örneğin halkımız, Kurtuluş Savaşının Atatürk-Lenin dostluğu ve işbirliği sayesinde Sovyet Rusya’dan 1920-1922 yılları arasında temin edilen 300 bin ton cephane ve para yardımı ile başarıldığını neden bilmez? Neden bu gerçeğin 1946 sonrası parçası olduğumuz Atlantik sistemin dayattığı ideolojinin gereği olarak halka anlatılmadığını sorgulamaz? Bırakalım devlet adamı ve siyasetçileri, neden pek çok aydınımız jeopolitik bilmez? Yarımada devletinde yaşadığı halde denizgücü teorilerini merak etmez? Neden anlı şanlı marka üniversitelerimizin hiç birinde bu konular öğretilmez? Türkiye’nin yakın tarihi ile şu anki nesillerin pek çoğunun yaşadığı soğuk savaş jeopolitiği aslında birbirine tamamen zıt karakterlerdedir. Tarihimiz Osmanlıyı batı emperyalizminin yıktığını öğretir. 1917 Ekim devrimine kadar Romanov hanedanı ile Rusya da bu yapının bir parçasıdır. 300 yıllık bu hanedan 600 yıllık Osmanlı hanedanı ile 13 kez savaşmıştır. Ancak Sovyet devriminden sonra Türk askeri ile Sovyet askeri (1989 sonrası Rus askeri) cephede birbirine ateş etmemiştir. Ama kimse bunu sorgulamaz.
Sürekli Talep Eden Atlantik. Diğer taraftan 1946 sonrası stratejik çerçevesine girdiğimiz eski düşmanlarımız yani bizi yıkan ve 1918, 13 Kasım’ında İstanbul’u işgale gelen hemen hemen tüm ülkelerin temsil edildiği NATO, yani Avrupa Atlantik sistem kademeli olarak şiddeti ve dozu her on yılda atan bir tempoda daima bizden bir şey istemiştir. Soğuk savaş sırasında zamanı gelmiş halkımızın haberi olmadan Türkiye’yi nükleer hedef yapacak şekilde, topraklarımıza orta menzil nükleer Jüpiter füzelerini yerleştirmiş; Hükümetin bilgisi dışında U-2 casus uçaklarını topraklarımızdan kaldırmış. Zamanı gelmiş Kıbrıs’a müdahale etme niyeti sergileyen Hükümete meşhur Johnson mektubu ile meydan okumuş, 10 yıl sonra söz dinlemeyen Türkiye’ye 4 yıl boyunca NATO üyeliğine rağmen ağır ambargo uygulamıştır. 1950 sonrası Kemalizm ve laikliğin örselenmesi ile dinin siyasetin bir parçası olması için Suudi Arabistan, ABD, İngiltere ve Almanya’daki istihbarat örgütleri üzerinden her türlü gayret gösterilmiş, ekilen FETÖ tohumları 1999 sonrası ABD’den en güçlü desteği alarak, 21’nci yüzyılda kullanıma hazır hale getirilmiş, 15 Temmuz 2016’da halka ateş açmıştır.
Batıyı Zorlayan Türkiye. Sovyetler ve ideolojik düzlemde komünizm, Atlantik sistemin düşmanı olduğu sürece kenar kuşağın en güçlü Akdeniz kalesi olan  Türkiye’nin, Sovyetleri güneyden çevrelemesi alkışlarla karşılanmış, ancak soğuk savaş bitip de Türkiye yakın ve uzak coğrafyalardaki akrabalarını ve de gücünü keşfetmeye başlayınca yer yerinden oynamıştır. Soğuk Savaş bittiğinde mutlak galibiyetin verdiği özgüven patlamasıyla ABD merkezli tek kutuplu dünya düzeni tesis edilmiştir. Bu dönem kısa sürse de İsrail’in güvenliği ile Ortadoğu ve Doğu Akdeniz enerji havzasının mutlak kontrolü için kenar kuşağın konsolidasyonuna yönelik olarak, İran’ın rejim değişikliği ile parçalanması ile Irak ve Suriye topraklarında sözde Kürdistan kurulması için Türkiye aleyhinde büyük gayretler sarf edilmiş ve bu hedefe yürürken Türkiye’de PKK ve türevleri sınır tanımaz bir şekilde Atlantik sistem tarafından desteklenebilmiştir.

Farkındalık Eksikliği .  Ülkemizde, 1946’dan sonra ruhu Atlantik bilinç ile üflenen büyük bir kesim var. Bu kesim işadamlarından, gazetecilere; askerlerden akademisyenlere; devlet adamlarından siyasetçilere rotasını bilmeyen bir gemi gibi her rüzgarda savrulup duruyor. Dünyayı takip etmeyen, küresel boyutta Asya - Pasifik yüzyılına girdiğimiz günlerin bile farkında olmayan  bu çoğunluk grup, hala Rusya ve Çin ile Türkiye yakınlaşmasını 1950’lerin gözlüğü ile görebiliyor ve dehşete düşebiliyor. Bu nasıl bir aldatılmışlıktır, anlamak mümkün değil. Asya yüzyılına girdiğimiz bugünlerde İtalya’nın hem AB hem de G-7 üyesi olduğu halde Çin ile stratejik ekonomik işbirliğine ya da Almanya’nın Rusya ile North Stream I ve II üzerinden enerji işbirliğine girdiğini ve ABD ile köprüleri ağır ağır attığını nasıl göremiyorlar? Devletlerin sonsuz düşman ya da dostu olmadığını ancak sonsuz çıkarları olduğunu neden görmek istemiyorlar? Bazıları maddi çıkar ilişkisi içinde bağımsızlık duygusunu yitirmiş; bazıları FETÖ gibi örgütler üzerinden sistemin casusu veya etki ajanı olmuş olabilirler.  Benim anlayamadığım vatanseverliği, bağımsızlık anlayışı ve Mustafa Kemal Atatürk sevgisinden kuşku duymadıklarımın düştüğü durum. Okuyun. Tarihinizi ve jeopolitik düzlemde dünyada olup bitenleri takip edin. Kenar kuşağın yıkıldığını, Asya/Pasifik jeopolitiğinin ve ekonomik düzeninin küresel hegemonyayı  nasıl değiştirdiğini öğrenin. Yoksa düzen partilerindeki çapsız ve bilgisiz kasaba siyasetçilerinin, tabloid gazetelerle, içi boş, cilalı TV haber kanallarının, ama en önemlisi kripto fetöcülerin  ekmeğine yağ sürmeye, ülkemizdeki niteliksiz siyaset ikliminin devamına ve hala Washington, Brüksel, Paris, Berlin ve Londra’dan icazet almaya, yatırım ortamının iyileşmesi ve tekrar sıcak paranın gelmesiyle borç ekonomisinden medet ummaya devam ederiz. Unutmayalım cumhuriyetin ilk  kuşağının büyük fedakarlıkları ve üretimleri sonucu ülkeye kazandırdıklarıyla bugüne kadar gelebildik. Gelecek kuşakların esenliği yaşayan kuşakların onlara bırakacağı mirasa bağlıdır. Her hafta şehit verdiğimizi ve FETÖ ihanetini nasıl unutabiliriz. Atlantik kapanından çıkamazsak, gelecek kuşaklar yarının kaybedenler kulübünde yer alacaktır. Bu durumu Türk Tarihi tüm gücü ile reddeder.