26 Nisan 2017 Çarşamba

Cumhuriyet Donanmasının Gövde Gösterisi: Deniz Yıldızı 2017 Tatbikatı







Cumhuriyet Donanmasının Gövde Gösterisi: Deniz Yıldızı 2017 Tatbikatı
Donanmamız, 27 Mart-2 Nisan 2017 tarihleri arasında Karadeniz’de 39 savaş gemisi, 10 helikopter ve 20 sorti deniz karakol uçağı ile tarihimizin en yoğun güdümlü mermi ve füze atışlarının  icra edildiği Deniz Yıldızı tatbikatını icra etti. Tatbikat safhaları arasında Bulgaristan’ın Varna, Gürcistan’ın Batum, Romanya’nın Köstence, Rusya’nın Novorossisk, Ukrayna’nın Odesa limanları ziyaret edildi.  Büyük bir savaş gücü ve aynı zamanda çok karmaşık bir dış politika konjonktüründe etkin bir donanma diplomasisi örneği sergileyen tatbikat, 2007 sonrası uygulanan kumpas davalarla kan kaybeden donanmanın, 15 Temmuz hıyaneti sonrasında FETÖ den arınma sürecinin zindeliği ile tekrardan moral depoladığını ve üstün harbe hazırlık seviyesini idame ettiğini ispat etti. Bu hazırlık seviyesini idame etme gereğinin, donanmanın tarih önünde Türk milletine ve devletine her koşulda ispat etmesi gereken bir sorumluluk olduğunu hatırlatalım. Zira Anadolu’da yaşamanın ilk şartı güçlü donanmaya sahip olmaktır.
Tarih bilmeden strateji yazılamaz. Tarih bilmek ve günün şartları içinde yorumlayabilmek stratejinin olmazsa olmazıdır. Tarih bilmeden tayin edilen stratejiler başarısız olur. Deniz tarihini bilmeden bir deniz devleti olan Osmanlı İmparatorluğu yönetilemezdi. Nitekim gerileme ve çöküş, önce başarısız Malta Kuşatması ardından İnebahtı yenilgisi ile aslında 16’ıncı yüzyılda ilk işaretlerini vermişti. Aydınlanma ve sanayi devrimini ıskalamanın gelecek yüzyıllara etkisini irdeleyecek çapta devlet adamı zaten yoktu. En uzun süreli tek adam yönetimlerinden birisi olan II Abdülhamit dönemi, bırakalım deniz tarihinin  önemini algılamayı, donanmanın varlığına bile tahammüle sahip değildi. İkinci sanayi devrimi yaşanırken Osmanlı İmparatorluğu 20’nci yüzyıla donanmasız girmişti. 20nci yüzyıla üç yıl kala yaşananlar ibretliktir. Şimdi Deniz Yıldızı tatbikatından tam 120 yıl geriye gidelim.
1897 Yunan Savaşı Trajedisi. 1830 yılında büyük bir donanma baskını (Navarin) sayesinde kurulan Yunanistan, 1897 yılında Girit’e göz koymuştu.  Donanmasız Osmanlı, Girit’teki Türk soykırımına denizden müdahale edemediği için Yunan ana karasında kara harekâtı başlattı ve Atina’nın 250 km’sine kadar ilerledi. Kara harekatı  başlamadan kısa süre önce 18 Mart 1897 günü İstanbul’dan Girit’e hareket emri alan donanma, Haliç’ten zorluklarla çıktı, önce Mesudiye zırhlısının üç kazanı patladı, tecrübesiz ve bilgisiz acemi personel yüzünden gemiler Marmara’da birbirlerini kaybetti. Kısacası, Donanma Haliç’ten ayrıldıktan 4 gün sonra, 22 Mart sabahı, ancak Lapseki’ye varabildi. Kadırga döneminde kürek gücü ile bu etap 40-50 saatte alınabiliyordu. Donanma, Ege’ye bir savaş gücü olarak çıkamadı. Sadece 14 Nisan 1897 günü tatbikat maksadıyla Saros Körfezine çıktı. Gemiler, o gün yıllar sonra, ilk kez toplarını fiili bir atışla deneme fırsatı buldu. İlk atış eğitimi sonunda Aziziye firkateyninin 18 topunun 16’sı; Hamidiye Firkateyninin tüm Krupp topları kullanılamaz hale geldi. Neticede, donanma Ege’ye bir daha çıkmadı. 1897 Türk-Yunan Savaşı’nda, donanmanın hiçbir rolü ve yeri olmadı. Girit aynı yıl özerklik kazandı ve 1908 yılında Yunanistan’a katıldı.
Cumhuriyet, Hataları Tekrar Etmedi. İşte Osmanlı İmparatorluğunun en güçlü hükümdarının donanmasının içler acısı durumu buydu. Genç Cumhuriyet, Mustafa Kemal önderliğinde donanmanın gelişimine büyük önem ve öncelik verdi. Tarihinden dersler çıkardı. Osmanlı tarihinin 20’nci yüzyıl başında gördüğü 33 yıllık en güçlü iktidar sahibinin hatalarını tekrarlamadı. Kökleri öyle sağlam, temelleri öyle güçlü atıldı ki, zor bir coğrafyada yaşamaya, çetin ekonomik koşullara ve iç politikada çoğu  zaman yaşanan büyük fırtınalara rağmen donanma güçlenerek büyümeye devam etti. Bu güçlü dönem 10 yıl önce FETÖ ve işbirlikçileri sayesinde yürütülen kumpas davalarla akamete uğradı. Donanma en güzide amiral ve denizcilerini iktidar ve parlamentonun gözleri önünde yitirdi. Bu tasfiyelere doymayan FETÖ, emperyal buyruk ile bu kez rejim ve iktidar değişikliği için 15 Temmuz 2016 akşamı halkına karşı ateş gücü kullandı. Ancak yenildi. Halkın cumhuriyet ve demokrasi birikimi darbe girişimine direndi. Şimdi devlet FETÖ temizliğine, Donanma arınmaya devam ediyor. Bu karmaşık ve acı tecrübelerle dolu yakın geçmişe rağmen, Cumhuriyet Donanması mucizevi yükselişine devam ediyor.
Ateş Gücü Rekoru. Karadeniz’deki tatbikat, bu yükselişin en somut sonucunu ilkleri oluşturan seri güdümlü mermi ve füze atışları ile dosta ve düşmana gösterdi. Bir nevi tarihimizin ateş gücü gösteri rekoru kırıldı. TCG Çanakkale denizaltısı, tarihimizde ilk kez suyun altından denizdeki suüstü hedefine Sub Harpoon güdümlü mermisi; MİLGEM (Ada sınıfı) korvetlerin ilk gemisi TCG Heybeliada denizden kara hedeflerine de atılabilen Harpoon Block II güdümlü mermisi; TCG Gökçeada firkateyni hava hedeflerine karşı kullanılan SM-1 Block-6, TCG Fatih firkateyni NATO Sea Sparrow, TCG Büyükada korveti RAM, TCG Barbaros firkateyni  Evolved Sea Saprrow füzesi atışlarını hava hedeflerine karşı gerçekleştirdi. (Atış videolarını izlemek için: https://www.youtube.com/watch?v=lqMskSEQt8g) Her füze hedefini vurdu.
Dış tertiplere karşı en büyük güvence. Bu tablonun ne denli önemli olduğunu halkımızın anlaması gerekir. İç siyasette ne yaşanırsa yaşansın, ekonomik konjonktür ne durumda olursa olsun, donanma ve silahlı kuvvetler dimdik ayakta kalmalıdır. Gücünü Mustafa Kemal’den alan etkin bir donanma, ordu ve hava filoları ülkemizin dış kaynaklı tertip ve kışkırtmalarına karşı en büyük güvencesidir. Deniz Yıldızı tatbikatı denizdeki bu güvenceyi halkımıza hissettirmiştir.  






16 Nisan 2017 Pazar

Jeopolitik Kaderi Değiştirecek bir Referan

Description: IMG_0131
Jeopolitik Kaderi Değiştirecek bir Referandum
24 Nisan 2004 yani günümüzden neredeyse tam 13 yıl önce Kıbrıs Türkleri bir referanduma gitti.  Bu referandumda oy kullanan Türklerin % 64,90’ı sadece yaşayan nesillerin değil, gelecek nesillerin güvenlik, refah ve mutluluğunu daha da öte Anadolu yarımadasında yaşayan anavatan Türklerinin  güvenliğini ve jeopolitik geleceğini etkileyecek yıkıcı sonuçları beraberinde getireceğinin farkında değildi. Zira jeopolitik körlük içindeydiler. Günü yaşıyorlardı. Kıbrıs’taki bağımsız Türk varlığına son verecek ve adadaki Türk askerlerinin geri çekilmesine olanak sağlayacak Annan Planına evet demişlerdi.  
Nasıl Evet Dediler? Annan Planına Hayır diyen Türklerin % 35 lik kısmı, aynı kanı, aynı tarihi ve aynı kaderi paylaştıkları evetçileri kahrolarak, üzülerek anlamaya çalışıyordu. 14 Ağustos 1974 ‘de Muratağa, Sandallar ve Atlılar köylerinde Rum EOKA B çetesi tarafından gerçekleştirilen soykırımda vahşi şekilde katledilen 126 Türk’ü nasıl unutabilirlerdi. Evetçilerin büyük bir bölümü sadece 1974 katliamlarını değil, geçmişte yaşanan 1963 Kanlı Noel’ini, 1964 Erenköy, Ayvasil, Küçükkaymaklı, 1967’de Boğaziçi, Yeniboğaz, Geçitkale ve daha nice Türk yerleşimlerinde EOKA’nın, Grivas’ın, Akritas Planlarının katliamlarını çoktan unutmuştu. Soydaşları, akrabaları sistematik bir şekilde yok edilip, Türkiye’den askeri yardım gelmesi için dualar edilirken ve Rumların dalga geçer gibi ‘’Bekledim de Gelmedin’’ şarkısını radyolarda çalarken yaşadıkları kahır dolu anları unutmuşlardı. TMT (Türk Mukavemet Teşkilatını) unutmuşlardı. Kıbrıs Türkü’nün direnişinde 1958 yılından 1974 yılına kadar köprübaşı görevi yapan  Erenköy’ün Bereketçilerini unutmuşlardı. Bu kahramanlar Mersin Anamur’dan Erenköy’e derme çatma balıkçı tekneleriyle silah sevkiyatı yaptı, bununla da yetinmeyip bu silahların adaya dağılmasını da sağladı. Pek çoğu fırtınalarda kayboldu  ya da sahile çıktıklarında EOKA pusularında öldürüldü. 1974 Kıbrıs Barış Harekatının şehitleri ve gazilerini unutmuşlardı. 
Anavatandaki  Evetçiler. Plana Hayır diyen küçük kesim kendi vatandaşlarının bu ihanetini anlamaya çalışırken Türkiye’deki iktidarın AB rüzgarını arkasına alarak Annan Planını desteklemesine ne diyeceklerini bilemiyorlardı. Rauf Denktaş’ın Ergenekon gibi kumpas davalara eklenmeye çalışılmasına ne denebilirdi? ‘’Yes, be Annem’’ sloganı ile Türk halkının plana evet demesinin teşvik edilmesine söyleyecekleri söz kalmamıştı.
Hayırcı Denktaş. 24 Nisan Referandumdan bir hafta önce TBMM’de bir konuşma yapan KKTC’nin kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş şöyle diyordu: ‘’Hayır diyeceğim. Çünkü Rumların AB ile hazırladıkları 9000 sayfalık bir paketin geleceğimizi nasıl etkileyeceğini bilmiyorum... Çünkü bu paketin içinde Meclisimizin onayından geçmeyen ancak geleceğimizi ipotek altına alacak  bir anayasa bile var...Hayır diyeceğim çünkü bu metot halkımıza hakarettir. Onun varlığını, meclisin otoritesini hiçe sayarak başka ülkelerin Kıbrıs üzerinde kendi çıkarlarını sağlamak için kurulmuş bir mega hiledir. Hayır diyeceğim. Çünkü bu plan bizi Türkiye’ye Anadolu’ya ebediyen hasret bırakacaktır.’’
Jeopolitik Felaketi Rumlar Önledi. Annan Planı felaketini Rauf Denktaş ve Türk halkının % 35 lik kesiminin Hayır oyları önleyemedi. Türklerle birlikte yaşamaya tenezzül bile etmeyen Rum halkının % 76 lık kesiminin hayır oyları jeopolitik felaketi önledi. Bir siyah kuğu vakası yaşanmıştı. Talih Türklerin yüzüne gülmüştü ama ne acıdır ki bu durum ancak Rumlar sayesinde yaşanmıştı.
Evetçilere Tarihten bir Hatırlatma. 4 Ağustos 1964 tarihinde Rumlar Erenköy’ü kuşatır. Başlarında Yunanistan’dan getirdikleri General Yorgo Grivas vardır. Bu kuşatmaya EOKA’lı teröristlerle beraber Yunan komandoları da katılır. Kıbrıs Cumhurbaşkanı Makarios, dünyaya bir mesaj yayınlar: “Kıbrıs’ta Türkleri denize dökeceğiz!” Rum taarruzu 6 Ağustos (1964) sabahı 05.30 sularında başlar. Erenköy savunmasına TMT Kurucusu Kore Gazisi Yarbay Ali Rıza Vuruşkan ile beraber Rauf Denktaş da katılır. Rumlar, karadan, havadan, denizden Erenköy’ü amansız bir ateş altına alırlar. Bunun üzerine Erenköy Sancağı’ndan Türkiye’ye bir mesaj çekilir: “Son mermimize kadar kendimizi savunacağız. Ve son mermimizi de kendimize saklayacağız. Gelirseniz kurtuluruz, gelmezseniz vatan sağ olsun.” Bunun üzerine Türk uçakları Yüzbaşı Cengiz Topel’in Filo Başkanlığında keşif uçuşları yapar. 8-9 Ağustos günlerinde de Rumlara büyük zayiat verdirir ve Rum taarruzu durdurulur. Ancak Cengiz Topel’in uçağı düşürülür. Yakalanır ve işkence ile öldürülür.
Tarih ibretlik derslerle doludur. Türk halkı tarihten ders almasını acı çekmeden öğrenmek zorundadır. Yoksa acı çekmeye ve bedel ödemeye devam eder. İçinde bulunduğumuz neo-liberal sistemin yarattığı küresel cehalet ve ortaçağ döneminde dilerim Türk halkı tarihini iyi öğrenir ve Annan referandumundan dersler çıkarır.
(Kıbrıs’ta yaşanan katliamlar ve Türk kahramanlıkları  ilgili olarak, geçen hafta elime ulaşan ‘’Geçidi Bekleyen Sancak: Lefke Sancağı’’ adlı kitap takdire şayan. Kitabın basımını 39. Tümen'in yönlendirmesi ile Kıbrıs'taki Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı  gerçekleştirmiş. Editörlüğünü Çağdaş Bayraktar’ın yaptığı kitap yakında ALİBİ yayınevinden çıkacak. Emeği geçenleri kutlarım.)




13 Nisan 2017 Perşembe

Gemiler ve Devletler-II,






Gemiler ve Devletler-II
Geçen hafta 4 Nisan 1953 tarihinde Çanakkale Boğazında 81 şehit ile kaybettiğimiz Dumlupınar denizaltımızın hazin hikayesini hatırlatarak, devletler ve gemiler arasında gemi komutanlığı üzerinden bir kıyaslama yapmıştık. Bu kez yine bir Nisan ayı deniz faciası üzerinden benzer bir kıyaslama yapmaya devam edeceğiz.
Batmaz Denilen Gemi Nasıl Batar? 105 yıl önce, 14 Nisan 1912 günü saat 22:25 de İngiliz White Star firmasına ait zamanının en büyük ve görkemli endüstriyel eseri Titanik transatlantiği ilk tarifeli seferi olan Southampton-New York rotasında Kuzey Atlantik’te bir buz dağına çarptı. 15 Nisan 02:20 de battı. 52 bin tonluk ‘’batmaz’’ lakaplı çelik dev, çarpışmadan birkaç saat sonra sulara gömüldü. 2223 kişiden 1503 kişi boğularak veya suda ısı kaybından can verdi. Ölenlerin % 75’i üçüncü mevki, ya da güverte  yolcusuydu. Titanik ‘in buz dağına çarparak batması o güne kadar denizde yaşanan en büyük barış zamanı deniz kazasıydı. Gemi Kaptanı Edward J. Smith 40 yıllık başarılı geçmişi ile zamanının en iyi ve deneyimli kaptanlarından birisiydi. Lakabı, ‘’milyonerlerin kaptanı’’ idi. Bu seyir emeklilik öncesi son seyri olacaktı. Edward Smith’in büyük patronu, White Star Line firmasının armatörü Bruce Ismay da gemide idi. Gemiyi inşa eden ve o günün teknolojilerinin en uç örneklerini uygulayan gemi inşa mühendisi Thomas Andrew de yolcular arasında idi. Geminin su geçirmez bölme sistemi ve otomatik su geçirmez kaporta kapama sistemleri gemiye batmazlık sıfatını hak ettiren özelliklerdi. Gemi telsiz zabiti 14 Nisan günü değişik zamanlarda 6 kez Kuzey Atlantik’te buz dağı ikaz mesajı aldı ve her seferinde bunları Kaptana rapor etti. Ancak Kaptan Smith, 52 bin tonluk devasa bir gemi için yüksek sürat sayılacak 22 knots (saniyede 11 metre) sürat ile yola devam etme  kararını değiştirmedi.  14 Nisan gecesi 23:40 da gözcü buz kütlesini rapor etti. Çok değil 30 saniye erken rapor etmiş olsaydı gemi manevrası buz dağına çarpmayı önleyebilirdi.
Hatalar Zinciri. Geminin batmayacağına o denli inanılmıştı ki Titanik’te gerçekte sahip olması gereken 48 kurtarma filikası yerine 20 filika mevcuttu. Bu sayı ancak yolcuların üçte birine yetiyordu. Gemiyi terk sırasında bu filikaların da ancak yarısı tam kapasite ile kullanılabilmişti. Kurtulanların büyük çoğunluğu kadınlar ve çocuklardı. Gemi kaptanı, 13 Nisan sabahı gemide ilk kez yapılacak gemiyi terk talimini gerekçesiz iptal ettirmiş, bu nedenle gemiyi terk son derece düzensiz icra edilmişti. Gemi ikiye ayrılıp 3784 metre derinliğe giderken güvertelerde hala 1000 yolcu vardı.
Geçen haftaki yazımızda Dumlupınar denizaltısının iskele alabanda kumandası yerine sancak alabanda kumandası ile kurtulabileceğini yazmıştım. Titanik de eğer Kaptan Smith gün boyunca altı kez aldığı buz ikazına itibar ederek en azından güneş battıktan sonra 22 knots yerine 10 knots sürate düşseydi bu trajedi yaşanmayabilirdi. Ya da 48 can kurtarma filikası yerine sadece 20 filika ile  seyre kalkmayı reddetseydi, bu kadar büyük can kaybı yine yaşanmayabilirdi.
Aşırı Güven Tuzağı. Dünya tarihinin 1912 yılında görebileceği en büyük endüstri ürünü, adı gibi devasa bir gemiye kumanda etmek ve Tanrıdan sonra ikinci kişi rolünü oynamak Kaptan Edward Smith’in benzersiz bir güç tuzağına düşmesine neden oldu. Bazen güç tuzağı bilgisizlik, tecrübesizlik ve beceriksizlik kadar tehlikeli olabilir. Kaptan Smith çok bilgili,  tecrübeli ve çok becerikli bir kaptandı. Ama insanoğlunun en büyük zafiyetine sahipti. Aşırı güven. Kendine ve gemisine aşırı güveniyordu  ve bunun sonucu güç tuzağına düşmüştü. Denizde en zayıf an, aslında kendinize en çok güvendiğiniz andır. Amiral Nelson Trafalgar Deniz Savaşı sırasında  her türlü ikaza rağmen yakın muharebe  safhasında HMS Victory’inin güvertesinde tedbirsiz dolaşmasaydı Fransız savaş gemisi Redoutable ‘ın keskin nişancısı onu vuramazdı. Ne Kaptan Smith ne de Amiral Nelson cehaletten doğan bir cesaret sahibiydiler. Ama onları tedbirsiz davranmaya iten önceki başarıları, tecrübeleri, mesleki şöhretleri ve sahip oldukları varlıklara olan aşırı güvenleriydi.
Siyasi Tarihte Titanik Örnekleri. Kaptan Smith aşırı güvenin bedelini kendi ve 1503 hayat ile ödedi. Sonuçta dünya trajedi tarihinde en üst sırada yer alacak bir siyah kuğu vakası yaşanmıştı. Olmayacak ya da olmaması gereken bir şey yaşanmıştı. Devletlerin yaşantısında da benzer güç tuzakları yaşanmıştır. Napolyon’un sonunu getirecek Moskova Seferi; Birinci Dünya Savaşında Enver Paşanın Sarıkamış Harekatı; İkinci Dünya Savaşında Hitler ve Mussolini ile Japon İmparatorunun küresel hegemonya macerası; Richard Nixon’ın  Watergate skandalı; Falkland Krizinde Arjantin Diktatörü General Galtieri’nin hesapsız risk alması;  İki gün önce ABD Başkanı Trump’ın neoconların tuzağına düşerek ABD’yi Suriye bataklığında fiili savaşan taraf yapması, güç tuzaklarına düşme örnekleri olarak öne çıkmaktadır.
Titanik Ders Vermeli. Titanik, ona emanet edilen bir kişinin Atlantik geçiş rekorunu kırma arzusuna yenik düştü. Titanik, ilk yoluculuğunda, tam yol son yolculuğuna çıkmış oldu. Bir 15 Nisan gecesi kontrol edilemeyen  güç sarhoşluğunun kurbanı olarak Atlantik okyanusunun karanlık derinliklerinde yerini aldı. Titanik’ten tüm devlet adamlarının ve siyasetçilerin öğreneceği çok şey var. En güçlü olduğunu sandığı anda her devlet adamı Titanik Felaketini hatırlamalıdır. 






5 Nisan 2017 Çarşamba

Gemiler ve Devletler

Gemiler ve Devletler
 İki gün sonra Dumlupınar denizaltımızın 4 Nisan 1953 gecesi 0210 sularında Çanakkale Boğazı Nara Burnu mevkiinde, İsveç bayraklı Naboland şilebi ile çarpışması sonucu batışının 64’üncü yıldönümü. Denizaltıcılık tarihimizin bu hazin kazasının 81 şehidi, mavi vatanın 90 metre derinliğinde vardiyalarına devam ediyorlar.  
Ne olmuştu? Gemi Komutanı Yüzbaşı Sabri Çelebioğlu, o gece satıhta tatbikat dönüşü Ege’den Marmara’ya doğru, kuzeye yükselen Dumlupınar’ın kulesine çıktığında gemi Nara Burnu’na yaklaşmaktadır. Geminin kumandası geçici görev ile Dumlupınar’da görevlendirilen Üsteğmen Hasan Yumuk’tadır. Hasan Yumuk geminin iskele baş omuzluğundan (sol baş tarafa yakın bölge) yaklaşan Naboland şilebini görmüştür. Aralarındaki mesafe 4-5 mil civarındadır. Arkasına 5 millik Çanakkale akıntısını alan Naboland çelik azgın bir dev gibi Dumlupınar ile çatışma rotasında ilerlemektedir. Her iki gemi birbirlerine saatte 20 mil, her saniyede 10 metre hızla yaklaşmaktadır. Dumlupınar’ın sancak (sağ) tarafı kara, iskele (sol) tarafı denizdir. Ancak iskeleye rota vermek çok risklidir. Zira geminin sürati düşüktür. Ayrıca akıntı kuvvetlidir. Gemi çok önceden henüz çatışma rotasına girmeden iskeleye dönüp Naboland’ın rotasından çıkabilse, bu manevra emniyetli olabilirdi. Ancak artık bu manevrayı uygulamak çok riskli olurdu. Bilgi, beceri ve muhakeme seviyesi yüksek olan genç Üsteğmen rotayı sancağa değiştirir. Sancak tarafta kara olsa da, gemiyi manevra ile Naboland rotasından çıkarmaya yetecek fırsatı yakalamıştır. Ancak kuleye henüz çıkan ve ortama tam uyum sağlayamayan gemi komutanı ani bir kararla ‘’kumanda bende’’ der ve ‘’iskele alabanda’’ (sola keskin dönüş) emri ile tam yol sürat emreder. Niyeti Naboland’ın pruvasından (önünden) atlamaktır. Ancak çok yanlış bir karardır. Gemi kısa bir süre sonra Naboland’ın altına girer. Anında batar. Sadece kulede bulunan 5 kişi kurtulur. (Denize düşen 8 kişidir. 2 kişi Naboland’ın pervanesi yüzünden, bir kişi boğularak şehit düşer.)
Tanrıdan sonra gelen. Gemi komutanı İngiliz Donanmasında ‘’Tanrıdan sonraki’’ adam olarak bilinir.  Bu yaklaşım aslında  tüm bahriyeler için geçerlidir. Zira savaş gemisi başka bir dünyadır. Devlet toprağıdır ve gemi komutanı doğrudan devlet egemenliğinin temsilcisidir. Geminin maddi ve manevi tüm varlığı ona emanet edilir. Gemide yaptığı ve yapmadığı her şeyden devlete karşı sorumludur. Savaşta ve barışta gemi komutanı verdiği kararlar ile gemisinin onurunu, varlığını ve taşıdığı canları ya selamete götürür ya da ölüme. O nedenledir ki tarih boyunca gemide isyan veya gemi komutanının otoritesini sorgulama en ağır şekilde cezalandırılan bir eylem olmuştur. Dumlupınar komutanı acele ile verdiği bir kaç saniyelik kararla 81 kişiyi ölüme götürdü. Gemisini kaybetti. Yıllarca süren bir mahkeme sürecinde tarifsiz acılar çekti. Ama kaybettiği 81 kişinin yüzü son nefesine kadar gözünün önünden gitmedi. Bu büyük kaybın barışta bir kaza ve en önemlisi yanlış bir karar sonucu ile yaşanmış olmasının vicdanda yarattığı acının büyüklüğü tarifsizdir.
Devletler de savaş gemileri gibidir. Zira kayıpları ya da zayıflamaları kar-zarar hesabı ile ölçülemez. Sonuçlarına sadece yaşayan nesiller değil gelecek kuşaklar da katlanır. Gemideki herkes gibi, devletin tüm vatandaşları da yönetimin verdiği yanlış kararlardan etkilenir. Yazılı tarih, ani verilen kararlarla devletlerin sürüklendiği felaketlerle doludur. Örnek verelim. II. Abdülhamit, Balkan savaşında Selanik’in düşme tehlikesi ortaya çıkınca 3,5 yıldır sürgünde bulunduğu Alatini Köşkünden deniz yolu ile İstanbul’a getirilir. Almanya’ya ait SMS Loreley isimli istasyon gemisi ile  29 Ekim 1912 günü Selanik’ten ayrılır. Onu almaya gelen Osmanlı Paşalarına ne oldu diye sorunca büyük bir bozgun yenildiğini ve Selanik’in her an düşebileceği cevabını alır ve buna inanmak istemez. Ama gerçek budur. Donanmasız bıraktığı Osmanlı, Selanik’i bile kaybetmişti. Keşke sadece Selanik olsa. Batı Trakya, tüm Ege adaları da kaybedilmişti. Donanmayı yok etme kararı Amcası Abdülaziz’in halli ve intiharı üzerine acele ile alınmış bir karardı. Darbe korkusu yüzünden koskoca İmparatorluğun denizgücü yok edilmişti. Bu yanlış karar sonucu Türkler sanayi devriminin en yoğun yaşandığı 20’nci yüzyıla donanmasız girmek zorunda kalmıştı. Halbuki tam ters bir karar da alabilirdi. Sonuçları bugün bile yaşanan Ege ve Doğu Akdeniz ve Kıbrıs sorunlarının aradan geçen yüz küsur yıla rağmen yaşanmasına izin vermeyebilirdi.
Gemi Komutanlığı ve Devlet Adamlığı. İşte cumhuriyetin ve demokrasinin erdemi burada ortaya çıkıyor. Aynen bir gemide olduğu gibi. Eğer Dumlupınar’ın komutanı, kulede bulunan genç üsteğmenin farklı görüşünü alsaydı, belki de facia yaşanmamış olacaktı. Zira subay heyetinin varlığı  gemi komutanına en doğru kararı aldırmak içindir. II. Abdülhamit de kendi korkularının değil de bilgi ve tecrübenin tavsiyesine uysa idi, donanmasız kalmazdı. Tek adam olmak büyük bir sorumluluktur. Hata yapmadığı sürece topluma güven refah ve mutluluk getirdiği sürece sorgulanmayabilir. Ancak sonuçlar felakete giderse sadece onun bedel ödemesi yeter mi? Kaybedilenler geri alınabilir mi? Devlet adamlığı da gemi komutanlığı kadar büyük sorumluluk içerir. Dumlupınar şehitlerimizi rahmet ve minnetle anıyoruz. Dilerim bu topraklar ve mavi vatan asla felaket görmesin.