26 Mayıs 2020 Salı

Mavi Vatandan Açık Denizlere


Mavi Vatandan Açık Denizlere 
1000 yıldır Türk devlet kurumsallığının çatısı altında Anadolu yarımadasındayız. Dünyanın bu en seçkin coğrafyasında bu kadar uzun bir süreyi başarabilen ve jeopolitik kaderi sonsuza kadar bu topraklarda sürecek başka bir devlet, imparatorluk ya da uygarlık olmadı.  Bu süreçte iniş ve çıkışlar yaşandı. Görkem, duraksama ve gerileme, hepsi denizde başladı. Denizde İnebahtı (1571), Karada Karlofça (1699) ile başlayan gerileme süreci, 13 Kasım 1918 sabahı 55 parça savaş gemisi ile İstanbul’un işgalinde atalarımızı ilk kez vatan ve devlet kaybetme aşamasına getirdi. Yetmezmiş gibi 15 Mayıs 1919’da Yunan tümenleri gemilerle İzmir’e çıktı. 
Akıl mı Nakil mi? Teknoloji ve bilimden kısacası akıl yolundan uzaklaşarak, nakil yolunda ısrar eden Osmanlı İmparatorluğu, yok olma aşamasına geldiği Birinci Dünya Savaşının sonunda geri kalmış, ticaretini yabancılara teslim etmiş, çiftçi bir devlet idi. Denizden istilaya gelen çelik imparatorlukların ateş gücü karşısında, denizde, yani ileri savunmanın başlaması gereken yerde direnecek güce sahip değildi. Buna rağmen, daha erken yıkılmasını geciktiren tek neden eşsiz coğrafyasıydı. Sanayileşerek güçlenen Çarlık Rusya’sının Akdeniz’e ve dolayısı ile Hindistan yoluna inerek, Britanya İmparatorluğuna tehdit oluşturmasına karşı tampon bir devlet olarak tutuluyordu. Uzun sürmedi. Sanayide ve donanmalarda kömürden petrole geçiş ve büyüyen ticari çıkarlar ile birlikte yeni kaderi çizildi. Parçalanacaktı. 1907 Reval, 1916 Sykes-Picot, 1917 Balfour bu kaderin düğüm noktaları oldu. 1920’de Birinci Dünya Savaşı sonunda Osmanlının imzaladığı Sevr, onu sadece parçalamıyor açık denizlerden de koparıyordu. Karadeniz’de 500 km kıyı şeridine sıkıştırılmış, denizden Ermenistan ile komşu bir devletçik. 
Deniz ve Akıl. Akıldan uzaklaşan Osmanlı denizden de uzaklaşmıştı. Donanması çağlar boyunca kapitülasyonlar, emperyalizm ya da iç cephedeki tutucu karacı aklın kurbanı oluyordu. Onaltıncı yüzyılda yelkene 100 yıl geç geçilmişti. 600 yıllık devletin Donanmasına kumanda den 216 Kapdan-ı Derya ve Bahriye Nazırı içinde ancak 20-30 kadarının muharip ve denizci olmasının bedeli Çeşme, Navarin ve Sinop baskınlarında ağır ödenmişti. Deniz gücü kurmanın olmazsa olmazı bilimden ve sanayiden uzaklaşan ve endüstriyel medeniyet ürünlerini üretemeyen Osmanlı çökmeye mahkûm olmuştu.  Demire karşı kanla mücadele etmek zorundaydı. Balkan harbi öncesinde Mısır, Kıbrıs ve Libya; sonrasında Adriyatik ve Ege tamamen kaybedilmiş, Anadolu yarımadası, Tuna ve Süveyş havzalarından tamamen koparılmıştı. Birinci Dünya Harbinde istila donanması Çanakkale’ye hiçbir engel ile karşılaşmadan gelmiş, 25 Nisan 1915 sabahı Arıburnu’nda 19 Tümen Komutanı Yarbay Mustafa Kemal, 57. alaya ölmeyi emretmek zorunda kalmıştı. 
Kurtuluş ve Kuruluş. Trakya ve Anadolu’nun büyük bölümünden Türkleri sökmeyi amaçlayan Sevr’i Mustafa Kemal’in askerleri 9 Eylül 1922 sabahı yırtıp attı. Böylece kutsal Kurtuluş Savaşı sonrası Anadolu yarımadasının Trakya ile bütünlüğü korundu. Dört denizini ve 8300 km kıyısını korumuş yurdunu parçalatmamıştı. Mustafa Kemal Atatürk, donanmasız Anadolu olamayacağını gördü. Ancak sadece donanma gücü de yetmezdi. Türkler ve Anadolu denizcileşmeliydi. Devlet denizcileşmeliydi. Kurumlar denizcileşmeliydi. Savunma denizde başlamalıydı. 900 yıllık karasal kodlara rağmen deniz uygarlığı cephesine geçilmeliydi. Ölümsüz Başkomutan, kurduğu yeni cumhuriyetin savunmasını denizden başlatacak donanmayı süratle kurdu. Başlangıçta devletin Amirali ve bırakalım harbe hazır donanmayı, pervanesi dönen gemisi yoktu. Bu açığı kapamak için Bahriye Vekaletini (Bakanlık) kurdu. Başına en yakın arkadaşı eski İstiklal Mahkemesi Başkanı Emekli Topçu Binbaşı İhsan Eryavuz’u geçirdi. Kısa sürede bütçeden önemli pay alarak çok önemli işleri gerçekleştiren Eryavuz, devlet içinde büyük kıskançlık ve tepkilerin odağı oldu. Çok öne çıkmıştı. Özellikle Başbakan İnönü ile ilişkileri son derece ciddi çekişmeye vardı. Böylece, 30 Aralık 1924’te kurulan Bakanlık, 16 Ocak 1928 tarihinde kapatıldı. Yavuz-Havuz adı verilen sözde yolsuzluk olayı, Başbakan ve Genelkurmay Başkanının oluru ve dönemin medyasının algı yönetimi ile büyütüldü; vekalet neredeyse tüm personeli ile mahkemelerde sorgulandı ve Eryavuz iki yıl hapis yattı. Böylece 1949 yılında Deniz Kuvvetleri Komutanlığı kurulana kadar, deniz siyasetimiz ve donanma 21 yıl, Ankara’da Genelkurmay Başkanlığı tarafından yönetildi.  Atatürk yaşanan bunca sıkıntıya rağmen donanmanın gelişimine desteğini sürdürdü. Donanmayı her fırsatta onurlandırdı. Havacılıkta milli uçak atılımı devam ederken 1937 yılında donanma Gölcük tersanesinde ilk gemisini inşa ediyor, adını da Gölcük koyuyordu. 
Atatürk Sonrası Savrulan Türkiye. 10 Kasım 1938 sonrasında Türkiye, sert jeopolitik ve siyasi savrulma yaşadı. Ulusal savunma sanayi gelişimine yönelik gayretler azaldı. İkinci Dünya Savaşı sonrası Atlantik İttifakında yer alan Türkiye, ABD ordu ve donanması tarafından kullanılmış tank, uçak ve gemilerle donatıldı.  Yeni kuvvet yapısı Türk askeri gücünün kullanım konsept ve doktrinlerini de etkiledi. Artık, Türkiye, kenar kuşak ülkesi olarak Sovyetler Birliğini güneyden çevrelemek için ABD tarafından oluşturulan stratejik planların parçası olmuştu. 1952’de NATO’ya girince devletin en önemli kurum ve kuruluşları Atlantik ittifakının ve ABD güdümündeki askeri politik doktrinin tam kontrolüne girdi. Kıbrıs ve Ege sorunları çıkmasa Türkiye’nin kendi ulusal jeopolitik önceliklerine odaklanması mümkün değildi. Başarılı Kıbrıs müdahalesi ve Ege kıta sahanlığı sorunlarında zaman zaman emperyalizmin kontrolü dışına çıkılsa da Türkiye gemisinin ana rotasından yani NATO ve batı çıkarlarından çıkmasına izin verilmedi. Bunu dış müdahale ile yapmadılar. İç cephedeki mandacıları kullandılar. Bir yandan da kurucu iradeyi yani Atatürk’ü ideolojik formattan, onu kalıplaştıran ve özünden uzaklaştıran konuma indirgemeyi başardılar. Ancak en önemlisi Türklerin kendine olan güvenlerini kaybetmesini sağladılar. Bu güvensizlik Soğuk Savaş bitene kadar devam etti. 90’lı yıllar sonrası Türkiye yavaş yavaş kendini ve Türk dünyası ile kendi yakın çevresini keşfetmeye başladı. Bu hızlı yaşanan bir süreç oldu. SSCB ve Varşova Paktı yok olunca Türkiye’nin NATO ve batı güvenliğine katkısı önemini kaybetti. Bu arada Türkiye ulusal güvenliğini başka bir devlet veya kuruma devredilemeyeceği acı gerçeği ile yüzleşmek zorunda kaldı. Kendi başına hareket etmeye başladı. Bu durum emperyalizmi rahatsız etti. Türkiye’ye ihtiyaçları kalmayınca Sevr’in 2. Sürümünü öne çıkardılar. 
Kontrolünü Kaybeden ABD. 11 Eylül 2001 sonrası Amerikan emperyalizmi yakın çevremizde sınır tanımayan büyük projelere girdi. Sonuç yıkım, kan ve göz yaşı oldu. Türkiye, emperyalizmin bu arsız ve azgın süreci yaşanırken özellikle deniz kuvvetleri alanında büyük hamleler yaptı. Karadeniz Ege ve Doğu Akdeniz’de jeopolitik tutumunu güçlendirdi. Savunma Sanayi hamlelerini artırdı. Bu süreç maalesef kumpas davalar ile cezalandırıldı. FETÖ isimli ihanet şebekesinin kurguladığı sahte davalar geçmişte yaşandığı üzere yükselen deniz kuvvetlerini, kuvvet yapısını baskınlarla imha ederek değil, komuta yapısını felç ederek sağladı. Bir gecede 15 Amirali yüze yakın deniz subayı tutuklanan Türkiye’nin kılı kıpırdamadı. Emperyalizm adına hareket eden FETÖ, asıl hedef olarak donanmayı seçmişti. Zira Anadolu’yu teslim alacaksan önce donanmayı teslim alacaksınprensibine uyuyordu. Tarih de bunu göstermemiş miydi? Kumpas davalara, Anadolu halkının yurtsever kesimi, 13 Aralık 2012 ve 8 Nisan 2013 tarihlerinde Silivri Duvarlarını yıkmaya geldikleri mitinglerde on binlerle cevap veriyordu. 2014 baharında duvarlar yıkılmıştı. Kuvayı milliye ruhu yeniden canlanmıştı. FETÖ yeniden bağımsızlık yoluna girmeye başlayan Türkiye’ye 15 Temmuz 2016 gecesi halkına ateş açarak cevap verdi. Türk milleti kayıplar verdi ama devleti teslim etmedi. O günden bu yana FETÖ temizliği adı altında yürütülen faaliyetler, devam ediyor. 
FETÖ ile Mücadele Bugüne kadar FETÖ ile mücadelede çok büyük ve önemli başarılar sağladığını söyleyebiliriz. Ancak stratejik seviyede bir temizlikten bahsedemeyiz. Emperyalizm ve FETÖ ile iltisaklı pek çok gazeteci, siyasetçi ve kanaat önderi FETÖ habitatında faaliyetlerine devam ediyor. FETÖ faaliyetlerinin önümüzdeki günlerdeki etkinliğinin en önemli göstergesinin Türkiye’nin Doğu Akdeniz, Ege ve Kıbrıs’taki hayati çıkarlarının korunmasına yönelik hamlelerinin sürekliliğinin korunup korunamayacağı olacaktır. Zira bu alanlar emperyalizmin şu anda Türkiye’de rahatsız olduğu en önemli stratejik alanların başında gelmektedir. COVID pandemisinin yaratacağı sosyal ve ekonomik krizleri sömürmeye hazır emperyalizm, FETÖ’yü bu kez yumuşak gücüyle, kâh karanlık sosyal medya hesaplarından, kâh içimizdeki mandacılar üzerinden kullanacaktır. Diğer yandan FETÖ ile mücadelede sembol bir isim olan Amiral Cihat Yaycı’nın tasfiyesi sonrası bu faaliyetlerde yoğunlaşma olması sürpriz olmamalıdır. Bu konuda yurt dışında çıkan FETÖ iltisaklı web siteleri, youtube yayınları ve makaleler üzerinden ip uçları verilmektedir. Örneğin Mavi Vatan, Türk emperyalizmine benzetilmektedir. Yunan medyasında da Türk revizyonizmi ya da yeni Osmanlıcılık olarak adlandırılmaktadır. Türkiye’de bazı gazeteciler Mavi Vatan kavramından Dışişleri Bakanlığı ve Silahlı Kuvvetlerin rahatsız olduğunu söyleyebiliyor. Yani FETÖ’nün kaçak düşünce adamları ve içerdeki mandacılarla, kullanışlı muhterisler üzerinden emperyalizm, Türkiye’ye ‘’deniz yetki alanlarını korumaya kalkışma, teslim ol’’ diyor. Gelecek günlerde Mavi Vatan, Libya ile deniz sınır Anlaşması ve Libya ile savunma iş birliğini geliştirme konularının değersizleştirilme gayretleri ile FETÖ sosyal medya unsurlarının yoğun iftira ve itibarsızlaştırma saldırılarının artacağı bir dönem olacağını şimdiden söyleyebiliriz. Bu kapsamda Türkiye'nin geleneksel Batı/NATO çizgisinden uzaklaştığı tezi yaygın olarak işlenebilir ve Kurtuluş reçetesi olarak; Yunanistan ile tavizsiz yumuşama, dondurulmuş Mavi Vatan fikri; Kıbrıs’ta federal çözüm, Suriye’de ABD planlarına teslimiyet ve S 400 sistemlerinin de-aktivasyonu Ankara’ya sunulabilir. 
Mavi Vatanda Güçlü Olmak. Makalemin başında vurguladım. Bu topraklar donanma güçlü iken güven ve gönenç; zayıfken korku ve yıkım yaşamıştır. Unutmayın Anadolu’yu parçalamaya gelenler hep denizden geldi. Donanma ne zaman güçlense ya emperyalizmden ya da iç cepheden tokat yedi. 21. Yüzyılda tarih tekrar etmemelidir. Donanma en güçlü, en aktif en etkin dönemini yaşarken emperyalizme bu fırsat bir daha verilmemelidir. 15 Temmuz 2016 sonsuza kadar pusulamız üzerindeki nirengi olmalıdır. Yeni ihanetlere, yeni kandırmacalara izin verilmemelidir. Yeni rotalar çizilirken, şartlar ne olursa olsun Mustafa Kemal Atatürk’ün rotasının yakın geçmişimizden aldığımız dersler ışığında bizi hak ettiğimiz limana götürecek tek rota olduğu unutulmamalıdır. O rota 21. Yüzyılda Mavi Vatan’dan geçer. 
Aydınlık Gazetesine Veda. Silivri’deki 3,5 yıllık hapis döneminin 2. yılı başında 24 Mart 2013 Pazar günü, ‘’Neden Mavi Vatan?’’ isimli başlıklı ilk yazımla Aydınlık Gazetesinde Mavi Vatan köşemde her Pazar yazı yazmaya başladım. Gazeteyi ilk kez 12 Şubat 2011 günü Hasdal Cezaevinde tanımış, okumuştum. Ondan önce adını duyardım. Zor günlerin ilacı oldu. Mavi Vatan yazılarım o günden bu yana -hastalık dahil- hiçbir pazar gününü aksatmadan devam etti. Bugün 375’inci yazımla Mavi Vatan Bismillah Vira diyor ve demir alıyor. Yeni dönemde Türk Denizciliğinin Mavi Vatandan artık açık denizlere çıkması gerekiyor. Türkiye’nin halkı ve devleti ile denizcileşmesine katkı sağlamak üzere yeni bir girişimin arifesinde Mavi Vatanı yedi yıldır emanet ettiğim Aydınlık Limanından Açık Denizlere götürüyorum. Mavi Vatan artık bir fikir limanının adı olmaktan çıkıyor. Mavi Vatan topyekûn denizcileşmenin lokomotifi olmaya gidiyor. 111 yıl önce 19 Temmuz 1909 tarihinde kurulan Osmanlı Donanma Cemiyetinin ruhunda somutlaşan Türk milletinin denizci olma arzusunun genetik kodları ile Mustafa Kemal Atatürk’ün 1 Kasım 1937 Meclis konuşmasında vaz ettiği büyük vasiyeti rotasında yeni ufuklara yelken açıyor. Ne demişti ölümsüz Başkomutan: ‘’Denizciliği Türk’ün büyük ülküsü olarak görmeli ve az zamanda başarmalıyız.’’ ‘’Söz veriyoruz Atam Başaracağız. Birleşerek, iç cepheyi sağlam tutarak başaracağız. Zincirleri kıracağız. Toprak Gemi Anadolu’yu bir daha hiç ayrılmamak üzere Mavi Vatan üzerinden Açık Denizlerle buluşturacağız. Denizcileşeceğiz.’’ 
Başta bizler Silivri Duvarları arkasındayken duvarın ötesinde ağır kış şartlarına, gaz bombalarına, Silivri Ovasının katlanılması çok zor ortamına rağmen Vardiya Bizde’nin başları göklerde, çelik ruhlu kadınlarının ve yurtseverlerin yanında, Mustafa Kemal’in onbinlerce üniformasız askerine yol gösteren bugünün Aydınlık Gazetesi Genel Yayın Müdürü, o günlerin TGB lideri İlker Yücel’e ve ekibine teşekkür ederim. Yolunuz ve bahtınız açık olsun.
Tüm Okurların Bayramını Kutlarım.

20 Mayıs 2020 Çarşamba

ABD Doğu Akdeniz’de Ne Yaptığını Biliyor mu?


 

ABD Doğu Akdeniz’de Ne Yaptığını Biliyor mu?
Geçen hafta içinde ABD’nin Lefkoşa Büyükelçisi Judith Garber, Rum Milli Muhafız Ordusu (RMMO) Komutanı Korgeneral Demokritos Zervakis'i ziyaret etti. Ayrılışta ikili, ofiste bulunan Girne tablosu önünde poz verdi. İlginç bir görüntüydü. KKTC’den BAU Kıbrıs Üniversitesi Yönetim Kurulu Başkanı Eral Osmanlar’ın tweeti Zervakis’in bu fotoğraftaki psikolojisini net açıklamış: ‘’Odasının duvarına hayatı boyunca asla sahip olamayacağı spor otomobil posteri asmış küçük çocuk gibi.’’ Bayan Garber’ın durumu ise daha sempatik. Lunaparkta küçük kardeşini mutlu etmeye çalışan müşfik bir abla gibiydi. 
Girne Fotoğrafının Mesajları .Bu fotoğraf, 2016 sonbaharından bu yana birbirinden hızla uzaklaşan Türkiye ve ABD’nin eriştiği son durumun tablosuydu. Soğuk savaş sonrası ortaya çıkan yeni jeopolitik gerçekliği tamamlayan bu tablo, Avrasya havzasında 21. Yüzyılda yükselen güç olarak ortaya çıkan Türkiye’ye Doğu Akdeniz ve Kıbrıs’tan uzak dur mesajı veriyordu.  Bu ziyaret ve kameralara verilen poz, ABD’nin Kıbrıs’a yönelik sözde çözüm süreci ile Doğu Akdeniz ve Ege sorunlarında artık Türkiye için güvenilir bir arabulucu veya oyun kurucu olamayacağının; karşı tarafla birlikteliğinin sembolik son işaretini veriyor. Ne tesadüf, 15 Temmuz 1974 darbecisi Nikos Sampson da Paris’te yazdığı hatıratında Girne hayali kuruyordu. Anılarında şöyle yazıyordu: Türkler, Kıbrıs’tan kanlı veya kansız şekilde mutlaka atılacak.  Türk askeri bir gün denize dökülecek. Türkleri, Kıbrıs’tan süpürüp atacağız. İşte o gün, bizler de kahvemizi Girne’de içeceğiz.’’  
Türkiye’ye Artan Baskılar. Evet jeopolitik fay hatları hızla kırılıyor. Emperyalist cephe her geçen gün ‘’tek dişi kalmış canavar’’ benzetmesini haklı çıkaracak eylem ve söylem içinde Türkiye’ye baskıyı artırıyor. Türkiye karşıtı ittifak, Müslüman, Katolik, Ortodoks ve İbrani tüm inanç gruplarını temsil eden bir baskı armonisi içinde Doğu Akdeniz ve Ege'de namlularını Türkiye'ye çevirmeye devam ediyor. Büyükelçi Garber’in ziyaretinden 2 gün önce GKRY, Yunanistan, Mısır, Fransa ve BAE Dışişleri Bakanları ortak bir bildiriyle Türkiye’yi KKTC, Doğu Akdeniz, Libya ve Ege Denizindeki hamleleri nedeniyle sadece eleştirmekle kalmıyor aynı zamanda tehdit ediyordu.  Çok değil, 3 ay önce 27 Ocak- 7 Şubat 2020 arasında ABD, Yunanistan ve Fransa, "İskender 2020" tatbikatı ile Doğu Akdeniz'de olduğu gibi Ege Denizi'nde de Türkiye'yi hedefe oturtmuş, tatbikat senaryosunda, düşman (Türkiye) tarafından kontrol altında tutulan Skyros adası, askerî harekât ile geri alınmıştı. Atina'daki Amerikan Büyükelçiliği de tatbikat sırasında Amerikan Deniz Kuvvetleri unsurlarının yer aldığı fotoğrafları twitter hesabından paylaşmıştı. Tatbikatın bittiği gün, ABD, Yunanistan ve İsrail'e ait büyük mali fonlar, Yunanistan'da gemi inşasına başlamak için iş birliği mesajı vermişti. Tatbikat devam ederken 31 Ocak 2020 tarihinde ‘’ABD-Yunanistan Karşılıklı Savunma İşbirliği’’Anlaşması da Yunan parlamentosundan geçirilmişti. Anlaşma 33'e karşı 175 milletvekilinin oylarıyla kabul edilmiş, böylece Yunanistan'ın Larissa, Stefanovikio ve Dedeağaç askeri üs ve tesisleri sınırsız bir şekilde ABD kullanımına açılmıştı. Ayrıca Girit/Suda da bulunan Amerikan deniz üssünün de geliştirilme kararı alındı. 
JINSA Raporları. 2020 yılı Yunanistan- ABD evliliği için bereketli başlamıştı. Ocak ayı sonunda ABD’nin önde gelen Neocon Düşünce Kuruluşlarından JINSA (Jewish Institute for National Security of America-ABD Milli Güvenliği için Yahudi Enstitüsü), Yunanistan ile ABD arasında askeri iş birliğini önemli ölçüde genişletmeyi öneren ‘’ABD ve Yunanistan; Daha Yakın Bir stratejik İşbirliğinin Geliştirilmesi-US & Greece: Cementing A Closer Strategic Partnership’’ başlıklı belgeyi yayınlıyordu. ABD eski Ankara Büyükelçisi E. Edelman Başkanlığında oluşturulan proje grubunda Eski SACEUR (NATO Avrupa Yüksek Müttefik Kuvvetler Komutanı) Orgeneral P. Breedlove ile yedi emekli orgeneral, oramiral ve koramiral, ABD yönetiminden 4 eski yüksek bürokrat ve Türkiye’de yakından tanınan Alan Makovsky yer alıyordu. Meraklılarına söz konusu belgenin yine JINSA tarafından 2019 Ağustos ayında yayınlanan ‘ Denizde Değişimler: Doğu Akdeniz’de ABD için tehditler ve Fırsatlar-Sea Changes: US Challenges and Opportunities in the Eastern Mediterranean.’’ İsimli belgenin; Her ikisinin de 22 Mayıs 2018 tarihinde bir diğer ABD Düşünce Kuruluşu CSIS tarafından yayınlanan ‘’Doğu Akdeniz’i ABD’nin Stratejik Çıpası olarak Onarma-Restoring the Eastern Mediterranean as a U.S. Strategic Anchor’’isimli belgenin bir devamı niteliğinde olduğunu söyleyebiliriz. 
Belgeler Gerçek Oluyor. 2018 CSIS belgesi ABD-İsrail-Yunanistan ve GKRY arasında dörtlü ittifak öneriyordu. ABD’de Düşünce Kuruluşlarının yayınladığı belgelerin daha sonra devlet politikasına ve eylem planına dönüştüğünün en güzel ispatı CSIS belgesinde 2 yıl önce önerilen konu başlıklarının bugün gerçekleşmiş olmasıdır. Her üç belge ABD önderliğinde Ege ve Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin başta Mavi Vatan olmak üzere Kıbrıs, Libya ve Suriye’de jeopolitik çıkar kayıplarını hedefliyor. En son yayınlanan ‘’ABD ve Yunanistan; Daha Yakın Bir stratejik İşbirliğinin Geliştirilmesi isimli JINSA belgesinde Yunanistan’a ve Güney Kıbrıs’a verilecek desteğin sözde değil eylemde gerçekleşmesine vurgu yapılıyor. ABD’nin bölgesel güç intikali (power projection) ve Doğu Akdeniz’de bölgesel istikrarı korumasına hizmet etmesi için Yunanistan ile daha derin askeri iş birliği ilişkileri içine girmesi teklif ediliyor. (ABD, güç intikali ve bölgesel istikrar kavramalarının oksimoron karakteri dikkate alınırsa yazarların ruh hali de ortaya çıkıyor.) Bu kapsamda Yunanistan ve GKRY, bir bütün olarak görülüyor. İsrail ve Mısır’la oluşturulan dörtlü ittifak sistemine her türlü desteğin verilmesi; GKRY’nin sözde doğal gaz lisans sahalarında yatırım yapan Amerikan firmalarına doğrudan siyasi, hukuki ve askeri katkının sağlanması öneriliyor. ABD-Yunanistan ilişkilerinin tarihinin en güçlü döneminden geçtiği ve Yunanistan ile ABD arasında askerden askere ilişkilerin geliştirilerek ABD silah ve sistemlerini alması için ülkeye geniş FMF (Dış Askeri Finans) kredisi verilmesi; Benzer uygulamanın silah ambargosu geçen sene kaldırılan Güney Kıbrıs için başlatılması öne çıkarılıyor. Belge ayrıca Yunanistan’da mevcut ABD askeri varlığının, başta sınırımızda bulunan Dedeağaç deniz ve hava üssü ve diğer ileri üsler ile geliştirilmesinin önemine sıkça vurgu yapıyor. Son tahlilde, son zamanlarda Yunanistan’ın ve GKRY’nin istekliliği göz önüne alınarak İncirlik’te bulunan nükleer B61 bombaları ile Kürecik TPY/2 Balistik Füze Savunma Radar Siteminin; tanker uçaklarıyla Hava Erken İhbar Uçaklarının Yunanistan’a; Güney Kıbrıs veya İngiliz Egemen Üslerine aktarılmasının düşünülmesini öneriyor. Bu kapsamda Almanya’nın İncirlik’ten çekilerek unsurlarını Ürdün’e yerleştirdiği örneği veriliyor. 
ABD-Yunanistan İşbirliği İstikrarsızlığı Körüklüyor. Yunanistan, İkinci Dünya Savaşından her ne kadar Churchill ve Stalin arasında varılan yüzdeler anlaşması gereği kenar kuşağın önemli bir ülkesi olarak Atlantik cephe tarafında bırakılsa da genelde sol tandanslı anti-Amerikan bir siyasi iklime sahip olmuştu. AB üyeliği sonrası bu değişti. Bugün Yunanistan Türk tehdidini bahane ederek kapılarını ve gönlünü tamamen ABD’ye açmıştır. Aslında yeni iyi huylu görünen bir işgal altına olduğu söylenebilir. Tarih tekrar eder mi bilinmez. Ancak Birinci Dünya Savaşı sonunda Britanya Başbakanı Lloyd George’un teşviki ve yönlendirmesi ile Yunan askerleri İzmir’e çıktıklarında eski Bahriye Bakanı Churchill ‘’biz ne yaptık? Türkler asıl şimdi savaşacak’’ mealinde yorum yapmıştı. Yunanistan, Türkiye ile sorunlarını arkasına emperyalizm desteğini alarak çözmeye kalkıştığında kazançlı çıkmıyor. İtalyan faşizmi 30’lu yıllarda kapısına dayandığında Venizelos - Atatürk dostluğunun yarattığı karşılıklı kazanç sağlayan siyasi iklimi hatırlatmak isterim. Yunanistan Ege ve Doğu Akdeniz sorunlarını arkasına Amerikan namlularını alarak çözemez. Bu, karşılıklı tırmanma ve sonunda yıkım getirir. Türkiye’de hangi iktidar olursa olsun değişmeyecek tek şey Türk jeopolitiğidir. Ege ve Doğu Akdeniz’de mavi vatan sınırlarını hiçbir iktidar tartışmaz. Türkiye Doğu Akdeniz’in açık deniz alanlarındaki yetki alanlarını emperyalizme teslim etmez. Zira bu sınırlar yaşayan nesiller için değil gelecek için korunmaktadır. Her yazımızda hatırlatıyoruz. Türkiye denizcileşiyor. Türk devlet aygıtı özellikle soğuk savaş sonrası deniz jeopolitiğini en üst önceliğe taşıdı. Bundan geri dönüş beklemek aymazlık olur. Yunanistan ve GKRY zor da olsa bu gerçekle yüzleşmek zorundadır. Görünen o ki halen karmaşık bir süreci yönettiklerini zannediyorlar. Ancak karmaşadan, kriz boyutuna dahi geçemiyorlar. Krizi de ittifak sistemleri ile yönetmeleri mümkün değildir. Kriz ancak Türkiye ile masaya oturarak çözülür. ABD Enerjisini Harcıyor. 21. Yüzyılın en ciddi güç mücadelesinin yaşanacağı Pasifik ve Arktik havzalarına odaklanması yerine, ABD, Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’de komşuları birbirine düşürüp, istikrarsızlıklara katkı sağlayarak enerjisini harcayabilir. Nasıl olsa dolar basabiliyor. Vergi mükellefleri sorgulama yapmıyor. Ama unutulmamalıdır ki Doğu Akdeniz’de istikrar, CSIS ve JINSA belgesinde bol bol kullanılan ateş gücü, yeni üsler, güç intikali, silahlı İHA’lar, askeri güç rotasyonları, silah satışları ve benzeri salt askeri güce yönelik kavram, algı ve olguların süslediği modern kabadayılık gösterileri ile sağlanamaz.  Eğer ABD, GKRY ve Yunanistan’a katkı sağlamak istiyorsa, onlara ve akıl verenlerine zamanın ruhu içinde reel politik ile hareket etmeyi öğretsinler. Yunanlılara Türklerle dost olmayı öğretsinler. Diğer taraftan Dışişleri Bakanlığımız da başta Mısır olmak üzere Lübnan, İsrail ve Suriye ile yeni diplomasi girişimlerini başlatmalı, son zamanlarda yaşanan edilginliği kırmalıdır. 
Amiral Yaycı’nın Tasfiyesi 16 Mayıs sabahı Deniz Kuvvetleri Kurmay Başkanı Tümamiral Cihat Yaycı’nın Genelkurmay Başkanlığı emrine atandırıldığı haberi ile uyandık. 2009-2010 yılları arasında Deniz Kurmay Albay olarak emrimde çalışan Amiral Yaycı, Türk deniz tarihinin kaydettiği en önemli akademisyen amirallerden birisi olarak 27 Kasım 2019 Türkiye Libya deniz sınırlandırması anlaşmasının mimarıdır. Muharip subaylığının yanısıra hem mühendislik hem de sosyal bilimler disiplinlerinde doçentlik seviyesine varan akademik unvanlara sahiptir. Yaycı, aynı zamanda Türkiye’de kamu kurum ve kuruluşları içinde FETÖ ile mücadelede önemli yere sahip FETÖMETRE’yi geliştirmiştir. Kısacası Deniz Hukuku cephesindeki fikirleri, eylemleri ve kitapları ile başta Yunanistan ve GKRY olmak üzere Atlantik cepheyi; FETÖMETRE’nin geliştirilmesi ve Deniz Kuvvetlerindeki ciddi çalışmaları sayesinde FETÖ ve kripto FETÖ unsurlarını son derece tedirgin etmiş, devletin çıkarlarını korumuştur. Yunan medyası ve FETÖ’cü sosyal medya hesaplarında bu tedirginlik Amiral Yaycı’yı ölümle tehdit edecek boyutlara kadar gelmiştir. 2020 Yaz Şurasına 2 ay kalan bir dönemde, Libya’da ve Doğu Akdeniz’de son derece önemli gelişmelerin yaşandığı bir konjonktürde Doğu Akdeniz’deki öncü ve en önemli dış politika unsuru olan Deniz Kuvvetleri Komutanlığının en üst seviye icra makamı Kurmay Başkanının bir hafta sonu oldu bittisi ile görevden alınması son derece yanlıştır. Kaldı ki bu gelişmenin kısa bir süre önce firari FETÖ elemanlarının sosyal medya hesaplarından ‘’önemli bir Amiral Görevden Alınacak’’ mesajı ile duyurulması daha da vahimdir. Bu karar, ayrıca onaylanmadan önce Deniz Kuvvetleri Komutanına danışılmadan alındı ise daha da ciddi bir yanlıştır. Yaycı’nın görevden alınması sonrası FETÖ kaçaklarının attığı zafer çığlıkları göz önüne alındığında bu atama kararının yarattığı tesir ile Deniz Kuvvetlerinin Doğu Akdeniz’deki etkinliğine, personelinin moraline veya FETÖ ile devlet içindeki mücadeleye zarar vermemesini beklemek ve takip etmek her vatandaşın görevi ve hakkıdır. Umarım devlet Amiral Yaycı’nın gelişmiş bilgi ve tecrübe birikimini en iyi şekilde değerlendirmeye devam eder. Unutmayalım, Türkiye’nin 21. Yüzyılda en büyük jeopolitik cephesi olan Mavi Vatan Cephesinde değil bir gerileme, duraksamaya dahi tahammülü olamaz. 


12 Mayıs 2020 Salı

Covid19, Okyanuslar ve Denizlerdeki Mücadeleyi Etkilemiyor




Covid19, Okyanuslar ve Denizlerdeki Mücadeleyi Etkilemiyor
Geçen hafta içinde soğuk savaş döneminden bu yana son 40 yıldır hiç yaşanmayan bir gelişme oldu. İlk kez üç Amerikan muhribi ile bir açık deniz destek gemisi ve bir İngiliz fırkateyni, Rusya’nın ön bahçesi Barents Denizinde tatbikat yaptı. Tatbikata Amerikan deniz karakol uçakları da destek sağladı. Bir benzetme yaparsak ABD için Meksika Körfezi neyse, Rusya için de Barents Denizi odur. Tatbikata katılan Amerikan Savaş Gemileri Akdeniz’deki 6. Filodan geldiler. 
ABD Donanması Kışkırtmaya Devam Ediyor. Geçen hafta ayrıca Doğu Çin Denizinde Amerikan B1 bombardıman uçakları; Güney Çin Denizinde USS Barry kruvazörü Seyir Serbestisi (Freedom of Navigation) faaliyeti icra ettiler. Nisan ayında Venezuela açıklarında üzerinde 100 savaş uçağı bulunan USS George Washington uçak gemisi darbe grubunun (CSG) varlığı dikkat çekti. Bu görevlendirmeyi ABD’nin narkotik kaçakçılığı ile mücadele kapsamında göstermesi alaycı yorumlara neden oldu. Aslında geçen hafta bu gövde gösterisinin nedeni belli oldu. Venezuela’da denizden gelen bazı militanlarla başarısız bir darbe girişimi oldu. Bazı gazeteciler ve yazarlar ABD Donanmasının devasa gövde gösterisinden sonra yaşanan bu başarısız darbe girişimini 17 Nisan 1961’de Küba’da yaşanan Domuzlar Körfezi Harekâtına benzeterek bu skandalı ‘’Domuzcuklar (Piglets) Körfezi’’harekatı diye nitelendirdiler. 
Twitter ile İran’a verilen Gözdağı.  22 Nisan 2020 tarihinde de ABD Başkanı Trump Basra Körfezi ve yaklaşma sularında Amerikan donanma gemilerine tacizde veya düşmanca harekette bulunan İran karakol gemilerine müdahale edileceğini twitter ile duyurmuştu. (Ancak angajman kuralları değişikliği ya da İran’a bir nota verilmesi daha sonra söz konusu olmadı. Diğer yandan Amerikan WSJ Gazetesi geçen hafta içinde ABD’nin ocak ayı içinde sevk edilen Patriot bataryalarını Suudi Arabistan’dan geri çekeceğini duyurdu. Bu konuda asıl nedenin üretimi artırarak petrol fiyatlarının düşmesine ABD’de pek çok petrol firmasının iflasına neden olan Suudların cezalandırılması olduğunu da düşünebiliriz.)  
Çöken Bir Hegemonun Nafile Hamleleri. Guam’da bulunduğu sırada USS Theodore Roosevelt uçak gemisinde ortaya çıkan ve ardışık krizlere neden olan COVID19 salgınında ciddi itibar kaybı yaşayan ABD’nin başta Rusya’nın ön bahçesinde olmak üzere dünyanın değişik denizlerinde böylesine kışkırtıcı hamleler yapmasının, ya da deniz gücünü dengesiz ve maceracı şekilde kullanmasının pek çok nedeni var. Şüphesiz dünya Covid19 sonrası yeni düzene hazırlanıyor. Bu düzenin jeopolitik, siyasi, ekonomik ve askeri sonuçları kelebek ve çağlayan etkileri ile bugünden şekillenmeye başlıyor. Dünya tarihinde görüyoruz ki hegemonya el değiştirirken geçiş kolay olmuyor. Askeri yeteneklerine güvenerek sınırlarını zorlayan hegemonlar, karşılarında diğer hegemon adayları çıkınca Tukidides tuzağına düşüyorlar ve gerilimle birlikte askeri harcamalarını ve savaşa olan meyillerini artırıyorlar. Nükleer silahların hüküm sürdüğü bir dönemde bu tuzağın topyekûn savaşla sonuçlanması kolay değil. Ancak bu askeri gücün kullanılmayacağı anlamına gelmiyor. Bugünün koşullarında jeopolitik aktörlerin askeri güce, hibrid savaşlar kapsamında baş vurmaya devam edeceğini söyleyebiliriz. Suriye ve Libya’da yaşandığı üzere vekiller üzerinden hegemonya savaşlarının ve silahlı çatışmaların devam edeceğini ya da geçen haftalarda Venezuela’da yaşandığı üzere ABD destekli darbe teşebbüslerinin devam edeceğini söyleyebiliriz. 
Deniz Silahlanması Son Sürat. Diğer yandan gerek kıtasal gerekse bölgesel deniz kuvvetlerinin silahlanma faaliyetlerinin diğer kuvvetlere nazaran daha fazla olacağını söyleyebiliriz. Bunun asıl nedeni deniz yetki alanları sorunları. Başta denizaltı gemileri ile insanız araçlar olmak üzere sualtına yönelik yatırımlarda ciddi artış var. Zira denizde bir hesaplaşma olacaksa sonucu belirleyici hamleler suyun altında olacak. Örneğin Mısır’ın daha geçen hafta Almanya’dan tedarik ettiği üçüncü Tip 209/1400 sınıfı denizaltıyı donanma saflarına katması Akdeniz dengeleri için önemli bir gelişme oldu. 2019 Ağustos ayında Amerikan Yahudi Düşünce Kuruluşu JINSA tarafından neocon’lara hazırlatılan ‘’Sea Changes: US Challenges and Opportunities in the Eastern Mediterranean. (Denizde Değişimler: Doğu Akdeniz’de ABD için tehditler ve Fırsatlar’’) isimli dokümanda Mısır Donanmasının Türk Donanması ile çatışma potansiyeline sahip olduğuna vurgu yapılması doğrultusunda bu gelişmeyi değerlendirirsek, Türkiye’nin bu savaşa susamış neconların akıl dışı kışkırtma tuzağına düşmeden, Mısır’ın Doğu Akdeniz derinliklerinde üçüncü modern denizaltıya (yakın gelecekte dördüncü) sahip olmasını yakın takipte tutması gerekir. 
Covid Sonrası Gerilim Alanları. Yeni dönemde Akdeniz’de ABD-Çin rekabetinin Güney ve Doğu Çin Denizlerinde; ABD - Rus rekabetinin ise Kuzey Atlantik, Barents ve Kuzey Denizleri ile Doğu Akdeniz’de artış göstereceğini söyleyebiliriz. Rus ve Çin donanmaları büyüyüp, asimetrik etki yaratan başta hipersonik füzeler ve süperkavitasyon torpidolar gibi deniz silahlarını envanterlerine katarken, Covid; kutuplaşmış siyaset ve Trump döneminin önceden örneği görülmemiş bürokrasi karmaşasını yaşayan ABD donanmasının yeni döneme her yönü ile hazır olması zaman alacaktır. Kendi içinde büyük karmaşa yaşayan ABD’nin son 70 yıldır hegemon olduğu okyanus ve deniz alanlarında gerileme dönemi devam edecektir. Bu dönemde FON harekâtı kapsamında Rusya ve Çin’in yakın deniz alanlarında savaş gemileriyle varlık gösterme hamleleri aratacaktır. Ancak iş silahlı çatışma aşamasına geldiğinde ABD geri adım atacaktır. Diğer yandan ABD’de askeri endüstriyel yapının (MIC) ve neoconların baskıları ile ciddi kayıp verme potansiyeli olsa da devleti bir maceraya sokmak isteyen grupların varlığı göz ardı edilmemelidir. 
Amerikan Maceracılığı. Örneğin, halen ABD Avrupa Deniz Kuvvetleri Komutanı olan Oramiral James Foggo dört yıl önce Akdeniz’de 6. Filo Komutanı iken şöyle demişti: ‘’ABD Deniz Kuvvetleri R harfi ile başlayan üç büyük tehditle baş ediyor.  Birincisi Rusya, İkincisi radikaller (DAEŞ, Al Kaide vb.) ve sonuncusu mülteciler (refugees). Ruslar, Doğu Akdeniz, Baltık ve Arktik ’ten geçen çelik bir yayla Avrupa Yarımadasını ikiye ayırıyor. Atlantik’te ABD dördüncü Atlantik Savaşına hazırlanıyor.’’  Çift Şapkalı ABD Avrupa Kuvvetleri Komutanı/NATO Avrupa Müttefik Yüksek Komutanı Orgeneral Tod Walters 27 Mart 2020 tarihinde ABD Senatosunda NATO Nükleer kuvvetlerinin Avrupa’daki rolü konusundaki sorgusunda nükleer stratejide ilk kullanıcı olunmaması durumu sorulduğunda şunları söylüyordu: ‘’Ben esnek mukabele içinde nükleer silahları ilk kullanan olmayı savunuyorum’’ demişti. Yani Türkiye dahil NATO’nun 29 üyesine ait dünyanın en büyük askeri gücüne hükmeden; Avrupa/Kuzey Amerika kıtalarından sorumlu Amerikalı Komutan nükleer silahı ilk ben ateşleyebilirim diyor. 
Covid Sonrası yeni dünya düzenine geçişte, emrinde insanlığı ve doğayı yok edebilecek büyük yıkım gücüne sahip uluslar, dilerim Covid ile yaşadığımız son aylardan ders çıkarıp, karşılıklı meydan okumalarında jeopolitik egolarına teslim olmaz ve başta nükleer silahlar olmak üzere maceraya atılacak hamlelerde bulunmazlar. Yoksa Covid19’lu günleri bile arayabiliriz.  

6 Mayıs 2020 Çarşamba

Akdeniz Kalkanı Harekâtı


 

Akdeniz Kalkanı Harekâtı
Brüksel’deki NATO karargâhındaki Türk Delegasyonu, 1 Nisan 2006 sabahı, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de “Akdeniz Kalkanı-Mediterranean Shield” isimli enerji güvenliğine yönelik deniz harekâtının başlatıldığını yazılı bir açıklama ile tüm ittifak üyelerine duyurmuştu. Bu açıklama NATO’da deprem etkisi yaratmıştı. Zira aynı bölgede 16 Ekim 2001 tarihinden itibaren NATO’nun Etkin Çaba Harekâtı devam ediyordu. Benzer açıklamalar Dışişleri Bakanlığı ve Genelkurmay Başkanlığının basın açıklamaları ile dünyaya duyuruldu. Hemen hemen iki yıl ara ile Türkiye ‘’Karadeniz Uyumu’’ Harekâtından (KUH) tan sonra “Akdeniz Kalkanı” ile kuzeyinde ve güneyinde iki ayrı deniz güvenlik harekâtını yürüttüğünü dünyaya ilan ediyordu. 
Nasıl Başladı?   ‘’Akdeniz Kalkanı’’ Harekâtı fikrini ve ismini, ilk kez 1 Şubat 2005 tarihinde Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Strateji Daire Başkanı iken dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Özden Örnek’e açmıştık. Böylesine bir harekatın asıl ihtiyaç nedeni Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin 2 Nisan 2004 tarihinde, 21 Mart 2003 tarihinden geçerli olmak üzere ilan ettiği hukuksuz MEB sahasıydı. Türkiye’nin kıta sahanlığı/MEB’ine müdahale ediyordu. AB için hazırlanan ve söz konusu sahanın ilanına temel teşkil eden Seville Üniversitesi Akdeniz MEB haritası ise Türkiye’nin deniz yeki alanından, yani Mavi Vatanından kabaca 150 bin km. kare çalıyordu. O yıllar Türkiye’nin AB üyelik havucu ile her alanda aldatıldığı, Ankara’da gündüz vakti havai fişeklerle müzakere sürecinin başlamasının kutlandığı günlerdi. FETÖ ve Atlantik etkisinin dış politikadan iç politikaya en ağır şekilde hissedildiği ve yaşandığı bir dönemdi. Doğu Akdeniz’deki Mavi Vatanımızı korumaya yönelik bir reflekse ihtiyaç vardı. Bu refleks, Deniz Kuvvetlerinin söz konusu teklifi ile 2005 baharında gündeme gelse de ilanı ve harekatın fiilen sahada uygulamaya geçmesi ancak 14 ay sonra mümkün oldu.  “Akdeniz Kalkanı” Harekâtı dünyaya ilan edilirken üç ay sonra 13 Temmuz 2006’da devreye girecek BTC Petrol Boru Hattı Projesi sonucunda, Akdeniz’de oluşacak yeni enerji rotalarının güvenliği; Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin 1373, 1540 ve 1566 sayılı kararları çerçevesinde terörizm ile mücadele, kitle imha silahlarının (KİS) yayılmasının ve denizde yasa dışı faaliyetlerin önlenmesinin de amaçlandığı vurgulanmıştı. Harekâta fırkateynler, denizaltılar, korvetler, hücumbotlar ile deniz hava unsurları katılacaktı. “Akdeniz Kalkanı” harekâtı çerçevesinde Mersin ve Magosa’da fırkateyn, tanker ve korvet konuşlandırılması başlatılıyordu.
Balyoz Geliyor. Harekatın başlamasından kabaca 3,5 yıl sonra, AB’nin 2009 Türkiye ilerleme raporunda Türk Deniz Kuvvetlerinin ismen şikâyet edilmesinde en önemli nedenlerden birisi de Akdeniz Kalkanı Harekâtı idi. AB, Türkiye’nin Akdeniz’deki Mavi Vatanını korumasını istemiyordu. 14 Ekim 2009 tarihli raporun 32. Sayfa 2.3 Maddesinde şu yazıyordu: ‘’Türk donanması, Rapor döneminde, birçok kez Güney Kıbrıs Rum Yönetimi için petrol arayan sivil gemileri engellemiştir.’’ Raporun yayınlanmasından 4 ay sonra ben dahil Deniz Kuvvetlerinin görevdeki 4 Amirali ve onlarca subayı Balyoz kumpası ile tutuklandı. Bu dalga bir ay sonra son buldu. Ancak asıl fırtına 11 Şubat 2011 Silivri tutuklamaları ile gelecekti. Emperyalizm Deniz Kuvvetlerini Türkiye’deki işbirlikçileri ile linç ediyordu. 
Akdeniz Kalkanı Devam Ediyor.  Deniz Kuvvetlerinin 2008 sonrası yaşadığı büyük tasfiyeye, moral çöküşüne ve FETÖ iltisaklı pek çok amiral ve subayın doğan boşlukları doldurmasına rağmen Akdeniz Kalkanı Harekâtı etkinliği düşük de olsa devam etti. FETÖ’nün Deniz Kuvvetlerindeki gücü, ulusal çıkarlarımızı ve Mavi Vatanı korumaya yönelik böylesi bir harekâtı durdurmaya yetmedi. 15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsü ile bu hain grup sadece TSK da değil tüm Türkiye’de emperyalizm adına egemenliği halktan almaya teşebbüs etse de Türk milleti buna izin vermedi. Direndi ve kazandı. Eğer bu darbe başarılı olsaydı kimsenin şüphesi olmasın Akdeniz Kalkanı Harekâtı kuzeydeki Karadeniz Uyumu Harekâtı ile birlikte kaldırılır ve NATO harekatları dışında bir başka faaliyete izin verilmezdi. 
2016 Sonrası Etkinliğini Artıran Deniz Kuvvetleri FETÖ’den arınarak güçlenen Deniz Kuvvetlerimiz emperyalizme inat, 2017 ve sonrası dönemde gerek Akdeniz, gerekse Ege’de üst üste çok büyük başarılara imza attı. 2019 yılında Mavi Vatan ve Deniz Kurdu Tatbikatları Türkiye’nin başarı ile uyguladığı sismik ve sondaj diplomasilerine son derece güçlü koruyucu temel sağladı. Bunu sağlayan asli unsur şüphesiz Akdeniz Kalkanı Harekâtı oldu. Türkiye bu harekât sayesinde günümüze kadar Güney Kıbrıs Rum Yönetimi adına sahamıza girerek sismik ya da sondaj faaliyeti yapmaya teşebbüs eden 14 gemiyi uzaklaştırdı. Son yılların belki de en güçlü donanma ve ganbot diplomasisi örneklerini dünya arenasında sergiledi.
27 Kasım Mutabakatı ve Akdeniz Kalkanı. Tümamiral Cihat Yaycı tarafından geliştirilen Türkiye - Libya karşılıklı kıyıdaşlık tezi sonucunda 27 Kasım 2019’da gerçekleştirilen Türkiye - Libya deniz sınırları mutabakat muhtırası Akdeniz’de yepyeni bir dönemi başlattı. Bu anlaşma sayesinde Yunanistan ile GKRY ve Mısır arasına büyük bir kama sokulmuş ve Türk deniz hukuku tezleri cephesinde büyük bir hukuki müktesebat kazanılmıştır. Yunanistan İstihbarat Teşkilatı eski üyesi ve iyi derecede Türkçe bilen Savas Kalenderidis’in geçen hafta Enoplos adlı sitede yer alan yorumu aslında her şeyi açıklıyor: ‘’Türkiye'nin Libya ile yaptığı anlaşmayı hayata tam anlamıyla geçirmesi, Helenizm’in sonunu getirir.’’ Bu mutabakatın sağladığı hukuki üstünlüğün denizdeki donanma varlığı ile korunacağı izahtan varestedir.  
Uluslararasılaşan Harekat. Bu tarihi mutabakatın imzalanmasından kısa bir süre önce Pakistan savaş gemisi PNS Alamgir’in 21-23 Kasım 2019 tarihinde Akdeniz Kalkanı Harekâtına fiilen sahada iştirak etmiş olması da son derece önemli gelişme olmuş; Ürdün Kraliyet Deniz Kuvvetleri mensubu iki gözlemci personelin de 21-28 Kasım 2019 tarihleri arasında TCG Barbaros firkateyninde harekât faaliyetlerine iştirak etmesi, Akdeniz Kalkanı Harekâtının uluslararası bir boyut kazanmasına büyük destek sağlamıştır. Son olarak 21 Nisan 2020 tarihinde Pakistan ile Türkiye arasında ticari gemi bilgilerinin Deniz Kuvvetleri Komutanlığımızın geliştirdiği bir iz aktarım sistemi üzerinden Pakistan ile karşılıklı olarak paylaşılmasına başlanması, bu süreci ivmelendirmiştir. Yakın bir zamanda Gürcistan, Arnavutluk, Cezayir ve Tunus’un da harekatta yer alması sürpriz olmayacaktır. Diğer yandan Hazar Havzasındaki Türk dünyası akrabalarımız olan ve BTC boru hattına petrol sağlayan Azerbaycan, Kazakistan ile doğal gaz anlaşmalarımız olan Türkmenistan’a savaş gemisi kiralanarak onların da Akdeniz Kalkanında yer almaları düşünülmelidir.  
Batı Akdeniz’e Uzanan Deniz ve Hava Kuvvetlerimiz17 Nisan 2020 Cuma günü sabah saatlerinde Türk Hava Kuvvetleri, Girit güneyi ve batısında bir tatbikat gerçekleştirdi. 3 adet KC-135R tanker uçağı, 1 adet E7T Barış Kartalı HEİ uçağının katıldığı tatbikata çok sayıda F-16 uçağının da katıldığı medyada yer aldı. Bu harekatın 2020 Ocak ayından bu yana Libya açıklarında olan donanma unsurları ile koordineli icrası, COVİD19 karantina ortamında Akdeniz’de çok önemli tesir yarattı. Bu hamlemizin aynı zaman diliminde AB’nin Libya’da uygulanan BM silah ambargosunu denizden desteklemek üzere başlattığı EUNAVFOR MED IRINI Harekâtına bir mesaj içerdiğini söyleyebiliriz. Zira devam eden Sophia Harekatının yerine Irini Harekatının, başlatılmasının, geri planda Türkiye’ye mesaj olduğunu söyleyebiliriz. Türkiye’nin meşru Libya Hükümetine (UMH) destek vermesi ve Libya’da jeopolitik dengeleri değiştirmesinin istenmediği biliniyor. Libya, Doğusunda Mısır üzerinden isyancı Hafter güçlerine sınırsız silah ve cephane desteği sağlanırken, meşru hükümete Türkiye’nin desteğini kesmeye yönelik bu harekatın özellikle Yunanistan tarafından Türkiye aleyhinde kışkırtıcı şekilde kullanılmasına hazırlıklı olmamız gerekir. Türkiye’nin deniz ve hava unsurları ile Girit batısında daha yoğun faaliyet ve varlık göstermesinin; Arnavutluk’ta küçük de olsa mevcut deniz kuvvetleri varlığımızı geliştirmemizin tam zamanıdır.