30 Temmuz 2019 Salı

Kuzey Kıbrıs Türk Halkı Denizcileşmelidir.

Description: IMG_0131 




Kuzey Kıbrıs Türk Halkı Denizcileşmelidir.
Kaderde, tasada ve kıvançta ortak Anavatan ile Yavru Vatan, Mavi Vatanın birleştiriciliğinde yeni bir  döneme giriyor. Gerek Türkiye, gerek KKTC kaderlerinin her iki devleti saran ortak bir mavi vatan etrafında, tarihinde olmadığı kadar birleştiğini görüyoruz. Bu kaderi her iki devlet de gelecek kuşaklara daha güvenli daha müreffeh ve daha mutlu hayatlar sunmak için çok dikkatli, çok özenli ve öngörülü bir şekilde tasarlamalıdır.
Jeopolitik Kader. Türkiye ve KKTC’nin 21’inci yüzyıldaki kaderi günlük siyaset veya ekonomik beklentiler çerçevesinde değil, jeopolitik gelecek üzerine inşa edilmelidir. 100 yıl sonrasını hayal etmeliyiz.  Jeopolitik temel sağlam olduktan sonra üzerine siyasi ve ekonomik yapıları kurmak kolaydır. Zira siyasi ve ekonomik kayıpların telafisi mümkündür, ancak jeopolitik kayıpları telafi etmek çok zordur. Yavru vatan 1878 yılında en büyük jeopolitik darbeyi yemiştir. Emperyalizm adaya ayak basmış ve o günden  20 Temmuz 1974 gününe kadar adanın asli sahibi Türkler, huzur ve refah yüzü görmemiştir. Bunun ana nedeni adanın Anadolu’dan koparılmasıydı. Bu bağ 20 Temmuz 1974 günü Girne yavuz plajında tutulan kıyıbaşı ile yeniden kuruldu. 15 Kasım 1983 günü hiç çözülmemek üzere KKTC devletinin ilanı üzerinden güçlendirildi. 1983 sonrası emperyalizmin anavatan ve yavru vatandaki hizmetkarları tarafından bu bağı sulandırmak için her yol denendi. Bugün, söz konusu bağı daha da güçlendirecek yepyeni bir durumla karşı karşıyayız. Artık Kıbrıs meselesi yeni boyut kazanmıştır. Emperyalizm vekilleri olan Güney Kıbrıs ve Yunanistan’ı mavi vatanımızın üzerine salmıştır. Kıbrıs sorunu artık iki toplum arasında ateşkesin sürdüğü, BM arabuluculuk süreci ve barış gücünün stratejik arakesit oluşturduğu bir konjonktürden Güney Kıbrıs Haydut devletinin Türk mavi vatanını işgale yeltendiği ve de facto emrivakiler yarattığı konjonktüre evrilmiştir. Türkiye artık sadece KKTC haklarını koruyan ve kollayan bir garantör değil, aynı zamanda kendi mavi vatanını Güney Kıbrıs ve Yunanistan’a karşı koruyan devlet konumundadır.
Mavi vatan cephesi denizcileşmeyi gerekli kılmaktadır.  Bu köşede Türkiye’nin denizcileşmesi üzerine pek çok makale yazdım. Denizcileşme sürecimiz devam ediyor. Aynı sürecin KKTC’de yaşanması gerekir. Yavru vatanımızda çok sayıda üniversite olmasına; Turizm gelirlerinin pek çoğunu denizden kazanılmasına; Gelecekteki enerji ve gıda güvenliğinin denizlere yani mavi vatana bağımlı olmasına rağmen, denizcileşme seviyesi hak edilenin çok altındadır. Denizin Kıbrıslı Türk halkının savunma, güvenlik, refah ve mutluluğundaki rolü tam olarak ne anlatılabilmiş ne de anlaşılabilmiştir.
Güney Kıbrıs Denizciliği. Diğer yandan Güney Kıbrıs Rumları, denizcileşme sürecini donanma gücü dışında tamamlamıştır. Bu nedenle emperyalizmin henüz tam olarak vaz geçmediği ve içerdeki kullanışlı hainleri üzerinden yürüttüğü federal çözüm süreci altında gelecekte bir birleşme olduğu takdirde, Türk halkının denizcileşme gayretlerinin tamamen yok edilme riski söz konusudur. Böyle bir durumda, tüm limanlar, gemi işletmeciliği, gemi inşa sanayi, balıkçılık, deniz kültürü, deniz turizmi, deniz bilimleri, deniz dibi madenciliği ve akla gelen her alanda denizcilik gücü, Rumların hazır olan alt yapısına teslim olacaktır. Federal çözümün başta şimdiki KKTC Cumhurbaşkanı olmak üzere pek çok kişi tarafından görülmeyen bu yönünü tekrar tekrar vurgulamak gerekir. Federal çözüm Kıbrıs Türkünü denizden koparacaktır. Denizden gelen özgürlüğü Rumlara teslim edecektir.
KKTC’de Mavi Vatan Uyanışı. Anavatanımızda mavi vatan tanımlaması bir deniz yetki alanı tarifinden öteye taşınmış, Türkiye’nin 21’nci yüzyılda denizcileşmesinin de doktrini haline gelmiştir. Artık milyonlar mavi vatan farkındalığına sahip olmuştur. Aynı uyanış KKTC’de özellikle devlet erkanı ve akademik çevrelerde başlamıştır. Ancak nüfusun belli bir bölümü merhum Rauf Denktaş’ın söylediği gibi ‘’özgürlüğün denizden geldiği’’ gerçeğinin farkında değil. Bereketçiler, TMT ve 20 Temmuz sabahı denizden gelen amfibi güç olmasa bugün özgürlükten bahsedebilir miydik? Bu farkındalık artırılmalı ve yeni bir ivme ile KKTC’nin denizcileşme süreci başarılmalıdır. Merhum Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın 1998 yılında Lefkoşe’de yapılan KKTC Denizcilik Şurasında yaptığı konuşma aslında bu iradenin en üst seviyede ilan edildiğini gösteriyor.
’Özgürlük Kıbrıs Türküne denizden gelmiştir. Kıbrıs Türk halkı bunu bilir ve denizi çok sever. Bu halk silahlı Rum çetelerinin baskısı ve kuşatması altında yaşadığı ellili ve altmışlı yıllarda, deniz yoluyla getirdiği silahlarla direndi. Rumların bütün çıkış yollarını kapattıklarını sandığı günlerde bile Bereketçiler ve daha niceleri küçük balıkçı tekneleri ile karanlığı delerek, Kıbrıs Türkü’nün cesaret ve direncini arttıracak silahları getirdiler. Bundan daha da önemlisi umut getirdiler. Anadolu’nun sonsuz cömertliğini ve sabrını getirdiler. 1974 harekatında da Mehmetçik denizden geldi ve Kıbrıs ile Anadolu arasındaki denizin, Yavruvatanın Anavatana nasıl kopmaz bağlarla bağlandığını, dosta ve düşmana bir kez daha gösterdi....Bugün artık denizden gelen özgürlükle çok şükür kurtuluş mücadelemizi tamamladık. Devletimizi kurduk. Şimdi de ekonomik ve sosyal kalkınmamızı hızlandırmak için yine denize dönmeliyiz. Uluslararası ticaretimizi geliştirmek için artık denizler bizimdir. Balıkçılığımızı geliştirmek için denizler bizimdir. Turizmimizi geliştirmek için artık denizler bizimdir.’’
Bereketçileri Hatırlayın. Merhum Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın ve Kıbrıs şehitlerimizin aziz ruhu huzurunda, KKTC Hükümeti ve Türkiye Cumhuriyeti Ulaştırma-Alt Yapı Bakanlığına teklifimi bir kez daha hatırlatayım. Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğü tarafından 21 Temmuz 2019 tarihinden itibaren, KKTC Girne Limanında sürekli olarak konuşlandırılan Gemi Kurtaran isimli açık deniz römorkörünün adını ‘’BEREKETÇİLER’’ olarak değiştirin. Kıbrıs’ın Kuvayı Milliyesi TMT’nin ve Erenköylü fedailerin denizden adaya silah kaçıran kahramanlarını dünyaya ilan edin.   Hem Güney Kıbrıs Rumlarına, hem de KKTC’nin tarihini unutturmaya çalışanlara mesaj verin.









23 Temmuz 2019 Salı

45 yıl sonra TCG Kocatepe Şehitlerini Akdeniz’de Anarken...

Description: IMG_0131 




45 yıl sonra TCG Kocatepe Şehitlerini Akdeniz’de Anarken...
Mavi Vatan köşesinin zamanlama açısından belki de en anlamlı yazısını okuyorsunuz. Zira gazeteyi elinize aldığınız 21 Temmuz 2019 sabahı, yavru vatan Kıbrıs sularında Mavi Vatanımızın bağrında yatan tam 45 yıl önce hava kuvvetlerimiz ile karşılıklı müdahale sonucu kaybettiğimiz TCG Kocatepe (D 354) muhribimizin  54 şehidini anıyoruz. Gemi bugün Rum Yönetimi (GKRY) topraklarında adanın batısındaki Baf Limanının karasuları içinde batmıştı. Ancak mavi vatan sınır tanımıyor. Girne açıklarında Kocatepe gazileri ve şehit yakınlarının bulunduğu gemiden anavatandan getirilen çiçek demetlerini Akdeniz’in turkuaz sularına bırakıyoruz.  Anavatan ve yavru vatandaki milyonların kalbinin derinliklerinden gelen vefa ve minnet duyguları, Kıbrıs batısında deniz dibinde yatan D354 borda numaralı, çelik mabede erişiyor ve kaybettiğimiz 3 subay, 14 astsubay ve 37 erimizin ölümsüz ruhlarını sarıyor.
Kocatepe Şehitleri için Denizde Tören. TCG Kocatepe şehitlerimiz 1974 yılından bu yana, 18 Mart Şehitler gününde (2002 öncesinde 4 Nisan) diğer deniz şehitlerimiz ile birlikte anılıyor. Ancak bu yıl ilk kez, hem Girne’deki deniz şehitleri anıtında hem de denizde yapılacak bir törenle KKTC’de anılıyorlar. Her iki törene TCG Kocatepe gazileri ile şehit aileleri katılıyor. Sayın Levent Karataş Başkanlığındaki  Boğaziçi Deniz, Çevre ve Spor Kültürü Platformu ile Kıbrıs Türk Şehitlikleri ve Mili Parklar Vakfı işbirliği ve eşgüdümü ile icra edilen bu törene anavatandan 22 şehit yakını ile 22 gazi davet edildi.
Kocatepe ve Bahriye Aidiyeti.   Benim Kocatepe trajedisi ile tanışmam bahriye öğrenciliğime uzanır. 21 Temmuz 1974, Pazar günü, Heybeliada’da 16 yaşında Deniz Lisesi ikinci sınıf öğrencisiydim. Kıbrıs Barış Harekatı bir gün önce başlamış, kahraman deniz piyadelerimiz Cumartesi günü öğleden sonra Girne’de Yavuz plajında kıyıbaşını tutmuştu. Bizler henüz gerçek bir savaş gemisinde  bulunmuş bile değildik. Ama kalplerimiz Kıbrıs ve denizdekilerle beraberdi. O  sabah aynı heyecanla uyandık. Herkes televizyondaki haberlere koştu. Ordumuzun güneye ilerlemesi devam ediyordu. Çok gururluyduk. Ama akşamüzeri tam yatakhanelerimize dönmüştük ki, bir arkadaşımız “duydunuz mu? Kocatepe muhribi batmış” diye koşarak içeri girdi. Şok olmuştuk! Yatağıma girdim ve ağladım. O ana kadar hiçbir muhripte bulunmamıştım. Kocatepe isimli bir muhrip olduğunu okul koridorlarındaki resimlerinden biliyordum. O gemide tanıdığım hiç kimse  yoktu. Ama kurumsal aidiyet bu olsa gerek, Kocatepe haberi üzerine sanki bir yakınımı kaybetmişim gibi ağlamıştım. Ertesi gün, sabah taburunda olayın detaylarını öğrendik. Kıbrıs harekatı nedeni ile üç hafta sonu izine çıkamadık. Daha sonra eve geldiğimde Kocatepe’nin kaybı  nedeniyle komşularımızın ve tanıdıklarımızın baş sağlığı dilemeleri beni çok duygulandırmıştı. Demek ki bahriye artık benim ikinci ailemdi. Daha sonra gerek Kıbrıs ve gerekse Kocatepe hadisesi meslek hayatım boyunca her zaman ilgilendiğim, ders çıkardığım, çıkardığım dersler paralelinde fikir ürettiğim bir konu oldu. Deniz Lisesinden mezun olduğum 1976 yılında sınıf subayımızın, geminin SHM Subayı Gazi Üsteğmen Özhan Bakkalbaşıoğlu olması bu merakımı daha da artırdı. Hedefteki Donanma isimli 2013 yılında yayınladığım (Kırmızıkedi Yayınevi) kitabımda trajediye neden olan karşılıklı müdahaleyi sebep ve sonuçları ile analiz etmeye çalıştım. Kendi uçaklarımız tarafından bu mümtaz gemimizin batırılmasının sebep ve sonuçlarını, deniz ve hava kuvvetleri arasında bir bilek güreşi, ya da suçlu bulma saikı ile yapmadım. Dünya deniz ve hava harp tarihinde yaşanan karşılıklı müdahale ya da dost ateşi vakaları paralelinde inceledim. Üst üste gelen talihsizlikler, bilgi ve eşgüdüm eksikliği ve yanlış kararlar ile birleşince karşılıklı müdahale kaçınılmaz olmuştu. Her iki tarafta da ciddi durumsal farkındalık ve komuta kontrol zafiyeti söz konusuydu.
Kıbrıs’ta Değiştirilen Anadolu Jeopolitiği. Kıbrıs Barış Harekatı, yakın Türk tarihimizin en önemli kilometre taşlarından biridir. 15 Temmuz 1974 Nikos Sampson darbesinden kabaca 96 saat sonra Anadolu’da oluşturulan askeri güç, denizaşırı bir harekat ile  Kıbrıs adasına aktarılmak üzere Mersin’den harekete geçmiş ve darbeden 120 saat sonra Türkiye Girne batısındaki Yavuz plajında kıyıbaşını tutmuştur. Bu başarı o kadar önemlidir ki, onun sayesinde tank ve zırhlı araçlarımız adaya intikal edebilmiş ve nihai askeri zafer sağlanmıştır. Diğer bir deyişle eğer çıkarma gemilerimiz ve onları koruyan donanma olmasaydı, askeri zafer kazanılamaz ve bugün bize jeopolitik güvence sunan KKTC mevcut olamazdı.
Her Savaşın Kaçınılmazı: Karşılıklı Müdahale. Bu savaşta her savaşta olduğu gibi kara, deniz ve hava kuvvetlerimizin müşterek ya da bağımsız faaliyetleri sırasında operatif, taktik ve teknik hataları olmuştur. Şüphesiz bunların içinde en ciddisi 54 denizcimizi kaybettiğimiz Kocatepe muhribimizin batırılmasıdır. Diğer taraftan Kıbrıs’ta elde edilen ve bugüne yansımaları hayal edilenin çok ötesinde olan jeopolitik kazanımların yanında TCG Kocatepe’nin kaybı kabul edilebilir bir kayıptır. Kıbrıs barış harekâtı cumhuriyet donanmasının tarihindeki en büyük stratejik başarısıdır. Başta her iki dünya savaşı olmak üzere deniz harp tarihinde birbirine karşılıklı müdahale sonucu taarruz eden onlarca dost muhrip, denizaltı ve uçak vardır. Bunların içinde en yakını 1982 yılında yaşanan Falklands Savaşı sırasında 25 Mayıs 1982 tarihinde kendisini koruyan gemilerin hatası nedeni ile vurulan İngiliz Atlantic Conveyor gemisidir. (Geminin batmasına neden olan taktik kararı veren İngiliz Amiral ile 1998 yılında tanışma ve tartışma fırsatım olmuştu.)
Cumhuriyet Donanması Derslerini Çıkardı. Bugün için mesele denizdeki bir savaşta aynı hatanın tekrar edip etmeyeceğidir. Bugünkü teknolojik olanak ve yetenekler ile gerek deniz gerekse hava kuvvetlerimizin doktrinleri ikinci bir Kocatepe trajedisi yaşanmasına izin vermeyecek kadar ileridir. Hemen hemen her ay, iki kuvvet üç ayrı deniz harekat alanında denizde müşterek eğitimler icra etmektedirler. Türkiye’nin tanımlanmış müşterek stratejik ve taktik resim elde etme yetenekleri 1974 yeteneklerinin çok ama çok önündedir. Müşterek harekatın sevk ve idare edileceği komuta yerleri son derece gelişmiştir.
Dumlupınar ve Kocatepe Kardeşliği. Bugün Kocatepe’nin 54 deniz  şehidini onları mavi vatanın sonsuzluğuna emanet ettiğimiz günün 45. Yıldönümünde anıyoruz. Onları Baf’ın batısında kaybetmiştik. 45 yıl sonra bugün Baf’ın batısında neredeyse aynı enlem üzerinde Fatih sondaj gemimiz mavi vatanımızın dibine Türk bayrağını çakmıştır. Aziz Kocatepe şehitlerimiz, Kocatepe muhribimiz ile birlikte Fatih gemimizi  ve onu koruyan donanmayı selamlıyor. Nasıl ki Atılay ve Dumlupınar denizaltılarımız şehitlerimiz ile birlikte  Çanakkale Boğazı yaklaşma suları ve Nara’da ana vatanın giriş kapısını koruyor, Kocatepe ve şehitlerimiz de Doğu Akdeniz’de mavi vatanın güney cephesini koruyor. Ruhları şad olsun. Tüm şehitlerimizle birlikte Kocatepe şehitlerimizin aziz hatıraları önünde tazimle eğiliyorum. Kocatepe gazilerimize büyük takdir hislerimle huzurlu ve sağlıklı günler diliyorum.




15 Temmuz 2019 Pazartesi

Yunanistan’a Doğu Akdeniz Tavsiyeleri

Description: IMG_0131 




Yunanistan’a Doğu Akdeniz Tavsiyeleri
Yunanistan’da geçen hafta erken parlamento seçimleri oldu. Yeni Demokrasi Partisi seçimleri kazandı ve Kyriakos Mitsotakis tek başına hükümeti kurma görevini aldı. Seçimlerde katılım %57 seviyesinde kaldı. Bunun en ciddi anlamı halkın seçimlerden ümidini yitirdiği şeklinde okunabilir.
Hanedan Demokrasisi. Peki Yeni Demokrasi Partisi lideri Mitsotakis umut vadediyor mu? Hayır. Zira Tsipras’ın Syriza hareketinin 2015 yılında ortaya çıkmasına neden olan sosyo ekonomik deprem ve çöküşün asli failleri arasında yer alan bir partiden bahsediyoruz. Yıllardır Yunanistan, solda PASOK, sağda Yeni Demokrasi Partisini kontrol eden Papandreu ve Mitsotakis Hanedanları tarafından yönetiliyor. Her iki parti de ABD güdümünde.  Bu sistemin krallık rejiminden ne farkı var? Zavallı Yunan halkı kendini hala büyük bir demokrasi ve sözde Helenistik miras ile demokrasinin beşiği olarak görüyor. Ancak aile temelli, oligarşik partiler sistemi devam ediyor. Tek istisna Syriza oldu.  Ancak o da, hem var oluş nedenine, hem de halkına ihanet ederek neo liberal ekonomik plana, Almanya güdümündeki ekonomik reçetelerle, küresel finans baronlarına ve ABD’nin stratejik taleplerine teslim oldu. Bugün Yunan halkı acı çekiyor. İflasın ve çöküşün artçı depremlerine katlanan halk, belki de İkinci Dünya Savaşından bu yana en zor, en zayıf ve umutsuz günlerini yaşıyor. Yunanistan’ın sosyoekonomik şartlarını 1943 ile kıyaslayan Yunan akademisyenler var. Osmanlının Duyun-u Umumiye’sini aratmayacak şekilde bugün Yunanistan’ı IMF, AB Komisyonu ve  AB Merkez Bankası troykası yönetiyor.
Umutsuz Yunan Halkı. Denizcilik, turizm ve balıkçılık dışında katma değer üretmeyen AB’nin Dionsyiac milleti, her defasında kendi oylarıyla seçtikleri hükümetlerin ve sonuçta küresel neo liberal sistemin kurbanı oldular. Uzun soluklu bir değerlendirme yaptığımızda söz konusu hükümetlerin Yunan halkına, AB üyeliği dışında II. Dünya Savaşı sonundan bu yana somut hiç bir başarı sunmadığını görebiliyoruz. Soğuk savaş sonrası sahte bir zenginlik dönemi yaşamış olsalar da sonuçta bu zenginlik ne ekonomilerini büyütebildi ne de  halka istikrarlı bir ekonomik yaşam güvencesi verdi. Ülkede baca yok. Sanayi yok. Gelirin % 80’i hizmet sektöründen temin ediliyor. Hayatta kalmak için emeklilerin sokakta mendil; da anne ve babaların çocuklarına bakabilmek için böbreklerini sattığı günler yaşandı, yaşanıyor. 2011’den bu yana ülkede 20 binden fazla insan intihar etti. Pek çok Yunanlı yurt dışında yaşayan akrabalarının yanına göç ediyor. Çok uzak değil, geçen yıl bu zamanlarda Atina’da çıkan orman yangınında 70’den fazla insan devletin yetersizliği nedeni ile yanarak ya da denize kaçıp boğularak öldü.
Türk Düşmanlığına Yatırım. Ve aynı Yunanistan bugün ulusal gücünün çok ötesinde Türkiye ile deniz jeopolitiği alanında sonuçları aleyhine olacak bir kışkırtmanın içine çekilmeye devam ediyor. Tsipras,  aşırı sol ve anti kapitalist olmasına rağmen son dört yılda küresel efendilerin talimatları dışına çıkamadı. Benzer şekilde gerek seçtiği dışişleri, gerekse savunma bakanları aşırı milliyetçilik üzerinden Türkiye karşıtı kışkırtmalara devam etti. Son 4 yılda, Doğu Akdeniz’de Türkiye karşıtı kurulan yedi ayrı bloğun her fotoğrafında  yer alan bir Başbakan; Ege’de 12 mil ilan edeceğini söyleyen bakanlar; Kardak ve benzeri statüde egemenliği devredilmemiş ada, adacık ve kayalıklarda Türkiye’yi kışkırtıcı hamleler yapan siyasetçiler; Meis güneyinde Barbaros araştırma gemimize sorgulama yapmaya kalkışan savaş gemileri; Her iki ayda bir Türkiye karşıtı çok uluslu tatbikatlar; FETÖ darbe girişiminde Yunanistan’a kaçan hainlere hamilik yapan ve bu asalakları istihbarat elemanı ve sosyal medya trolleri olarak kullanan bir Yunanistan gördük karşımızda. Syriza böyleyken, partisinin sosyo genetik kodları milliyetçilik ve kapitalist düzen olan Yeni Demokrasi Partisinden çok daha fazlasını bekleyebiliriz. Nitekim yeni başbakan önceliklerini kalkınma, sosyo ekonomik değişim ve güvenlik olarak belirledi. Mitsotakis Hükümetinin yeni dönemde halka çektikleri ekonomik sıkıntıları unutturacak, iç cephenin dikkatini dışa yönlendirecek bir paradigma değişikliğine gideceği aşikar. Bu da Ege’den Batı Trakya’ya; Doğu Akdeniz’den Libya’ya artacak Türk düşmanlığı olacaktır.
Yunanistan’ın Kıbrıs Kamburu. Bu paradigmaya bir de Güney Kıbrıs Rum Devletinin (GKRY) Türkiye ile yaşadığı Münhasır Ekonomik Bölgesi (MEB) sorun alanına Yunanistan’ı fiilen sokma girişim ve emrivakilerini de ekleyelim. GKRY, Doğu Akdeniz’deki her hamlesine Yunanistan ve AB’yi dahil ediyor. Ancak hayatın gerçekleri hayaller ile örtüşmeyebilir. Unutmasınlar, 15 Temmuz 1974 Nikos Sampson darbesi Yunanistan ile ilhak (Enosis) için yapılmıştı, ancak Yunanistan, Türk çıkarmasından sonra darbecilerin yardımına gitmedi. Sampson anılarında ‘’22 Temmuz 1974 günü öğleden sonra saat 1500’de, daha 3 saat önce 1200 sularında Türkiye’ye savaş açıyoruz, donanma ve hava kuvvetlerimiz Kıbrıs’ta yanınızda olacak’’ diyen Yunan Cumhurbaşkanı Gizikis’e bir daha asla erişemediğini anılarında ağlayarak anlatıyor. (Yaşar Aksoy, “Kıbrıs Direnişi ve Çözüm”, İzmir: Etki Yayınevi, Ocak 2015, s. 75-79.)
Yunan Halkı Tuzağa Düşmemelidir. Yunanistan halkı Helenizm’in süslü makyajı; Ortodoksluğun sisli vaatleri;  AB ve NATO üyesi olmanın sahte güvencesi; ABD’deki Yunan diasporasının tuzu kuru dolduruşları; Yunan siyaset adamlarının içi boş hamaset söylemlerinin delik deşik şemsiyesi altında sürekli aldatıldı. Birinci Dünya Savaşı sonunda Batı Anadolu’yu işgale yeltendiler. Sonuçları çok ağır oldu. 1950’lerden sonra Kıbrıs’ı ilhaka çalıştılar, KKTC doğdu. Soğuk savaş sırasında tüm Ege’ye hükmetmek istediler. Türkiye izin vermedi, vermeyecek. Şimdi Doğu Akdeniz’de AB üzerinden Türkiye’yi hakkı olan deniz yetki alanlarından soyutlamak istiyorlar.  İmkansızı düşlüyorlar. Bugün, Yunan halkının iki seçeneği var. Ya emperyalizmin çatışma rotasında bedeli tam bir çöküş olacak Türkiye ile her alanda hesaplaşmak; ya da Türkiye ile ortak çıkar odaklı anlamlı bir diyalog üzerinden yol almak. Yunan halkı, emperyalizmin bir vekili ya da maşası olmaktan kurtulmalıdır. Yoksa Türkiye’yi dizginlemek, Türkiye’nin dikkatini dağıtmak ve ona geçici zarar vermek gibi hedeflere hizmet eden kiralık bir tetikçiden farkı kalmayacaktır. Yunanistan küresel liderliğin, tek kutuplu dünyanın değiştiğini görmeli. Türkiye’nin bu değişimin en önemli aktörlerinden birisi olduğunu anlamalı. Dünyada kenar kuşağın dağılmaya başladığı; Kalpgahın tarihinde olmadığı kadar güçlendiği bir dönemden geçildiğini kabul etmeli. Böylesi bir dönemde, kenar kuşağın en önemli alanı Akdeniz’de, 1919’da Türk anavatanına yönelik yaptığı ölümcül hatayı Yunanistan, 100 yıl sonra emperyalizmin ve savaş lordlarının çıkarları uğruna Türk mavi vatanında tekrar etmemelidir. Böylesi bir süreç, dünya barışına daha da ötesi Yunan halkına en büyük kötülük olur.
(15 Temmuz 2016 Hain FETÖ Kalkışması sırasında hayatını kaybeden sivil yurttaşlarımızla, TSK ve Emniyet mensuplarına Allahtan rahmet diliyor, hatıraları önünde saygı ile eğiliyorum. Onlar olmasaydı bugün emperyalizmin kuklası, iç savaşın devam ettiği, Türk tarihinin ve atalarımızın utanç duyacağı bir devlet olurduk. )



9 Temmuz 2019 Salı

Amiral Cem Çakmak’a Mektup

Description: IMG_0131 




Amiral Cem Çakmak’a Mektup
Değerli Kardeşim Cem,
Aramızdan ayrıldığından bu yana tam 4 yıl geçti. Seninle son olarak 7 Şubat 2015 tarihinde Ankara/GATA’daki tedavin sırasında görüşmüştük. Hastane odanda karşılıklı konuşma ve dertleşme fırsatı bulmuştuk. Bana 22 Şubat 2010 Pazartesi günü, NTV sabah haberleri ile başlayan o rezil günü hatırlatmıştın. ‘’Efendim neydi o gün yahu ? Alçaklar ikimizi nasıl da Hasdal’a gönderdi’’ demiştin. Evet Cem, o sabah ana akım medya, Samanyolu TV kanalının rehberliğinde büyük bir şenlikle Balyoz Kumpasını ekranlardan adeta kusuyordu. Camiler bombalanacak, kendi uçağımızı düşürecek, Ege’de Yunanistan ile savaş çıkaracaktık. Bu kadar büyük yalanlara nasıl inandılar? Canlı yayınlarda nasıl da ballandırarak, coşku içinde ağızlarından köpük saçarak bizlere saldırdılar?
Biliyor musun ? Hala o kanallara bakmıyorum. Verdikleri haberler doğru olsa bile, inanmak gelmiyor içimden. Her haber programında Deniz Kuvvetleri başta olmak üzere Silahlı Kuvvetlere hançer sapladılar. Gündüzleri doymadılar. Akşam tartışma programlarında daha azgın, daha arsız saldırdılar. Hapiste iken bile saldırdılar. İkimizi de üzen, o ağzı salyalı FETÖ militanlarından çok, güce biat ederek o arsızlarla kavgaya girmeyi, mücadele etmeyi reddeden ancak ağızlarından çıkan on kelimenin yarısı Mustafa Kemal olan korkaklardı. FETÖ ve ortakları zaten Türkiye ve Mustafa Kemal düşmanlarıydı. Ama ya susanlar. Savaşa girmeyenler. FETÖ’ye dolaylı ve doğrudan destek verenler? Onlar, sivilleşiyoruz, Ergenekon üzerinden topluma baskı kuran vesayet rejimini yok ediyoruz söylemleri ile aslında ABD tarafından kurgulanan büyük bir senaryonun asli oyuncuları olarak 15 Temmuz 2016’nın eli ve aklı kanlı  kadrolarına yer açtılar. En basiretsiz hatta ehliyetsiz FETÖ’cüler amirallik, komodorluk ve gemi komutanlığı gibi kritik makam ve rütbelere getirildiler. Sorumlu mevkidekiler, FETÖ üzerinden toplumda yaygınlaştırılan  ABD korkusu ile eylemsizlik içine girdiler. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın, günlük yaşam felsefeleriydi.
Sana hastane odanda 21 Ağustos 2011 günü Silivri Çadır Mahkemesinde FETÖ hainlerinin oluşturduğu mahkeme heyetine tokat gibi savurduğun o muhteşem sözleri hatırlatmıştım. Henüz 15 Temmuz rezaletine 1. 5 yıl vardı. Ne sen, ne ben, bu alçakların kendi milletine, kendi ordu ve donanmasına ateş açacağını tahmin etmiyordu. Silivri’de şöyle demiştim: "Hainlik ve ihanetin odağı olan, dış mihraklara uşaklık eden şerefsizlere sesleniyorum. Bu salondaki koltuklara oturacaksınız ve vatana ihanet ile yargılanacaksınız. Bundan kaçışınız asla mümkün değildir." Cem, bu sözleri o gün kaç kişi söyleyebilirdi? Nasıl bir yürek; nasıl bir akıl; nasıl bir ruh sana bu sözleri söyletti? O gün Hasdal’daki koğuşumuza döndüğümüzde yan yana olan ranzalarımızda gece boyunca o günün muhasebesini yapmıştık. Sana ‘’ Cem, bugün cesaretin ve duruşunla tarihe geçtin. O günler gelir veya  gelmez; ama önemli olan bu sözlerin sarf edilmiş olmasıdır. Mustafa Kemal’in Amirali olduğunu ispat ettin. Seninle gurur duyuyoruz.’’ demiştim.
Bazı  telefon konuşmalarından ya da açık/kapalı görüşlerden sonra koğuşa sinirli gelişlerini hatırlıyorum. Son görev yerin olan Aksaz, Güney Görev Grup Komutanlığındaki şerefsiz FETÖ’cülerin yaptıklarına ayrı;  Deniz Kuvvetlerinin Meclis Onayı olmadan Libya müdahalesine ayrı; Doğu Akdeniz’de arsız Rumların hamlelerine kayıtsız kalanlara ayrı sinirlenirdin. Bazen saatlerce tartışırdık. Başlangıçta ne güzel sigara içmezdin. Sonra başladın. FETÖ nefretini içine çektiğin sigaradan anlardım. ‘’Oğlum çekme şunu içine’’ derdik. Soner Polat, Semih Çetin ve Fikret Güneş Amiraller de bana destek olurdu. Az mı yalvardık sana. ‘’Bırak şu zıkkımı Cem! ‘’Diye.
Hapishanede yazdığım bütün kitaplarda senin çok emeğin oldu. Kitap mülakatlarımız bana büyük destek sağladı. Kardak Krizi, Akdeniz  Kalkanı, Uzun Ufuk, Malezya Ataşelik dönemin, BLACKSEFOR,  Karadeniz Uyumu...daha ne konular. Ama en unutamadığım Silivri’de yazdığın şiir kitabında  Rengin ile bana yazdığın o muhteşem şiir sürpriziydi. Ne yapacağımı şaşırmıştım. Bir şeyle karşılık vermeliydim. O dönemde hapishane ortamında bulabildiğim malzemeler ile yaptığım filika modelini tamamlayıp senin koğuşuna göndermiştim. Yazdığım notta, bir gün senle böyle bir yelkenli filikada Marmaris/Aksaz’da denize çıkmayı hayal ediyorum demiştim.
Cem, bugün Aksaz’da, Doğu Akdeniz’deki Mavi Vatanın kalesinde, senin ruhun, bembeyaz bir yelkenlide Yılan Adasını bordalayıp 135 rotasında Kıbrıs etrafındaki sondaj ve delme sahalarımıza  giden firkateynlere, hücumbotlara ve denizaltılara yol gösteriyor. Baf batısında, Mavi Vatan dibine bayrak diken Fatih ile  Karpas güneyine ilerleyen Yavuz sondaj gemimizin; Barbaros ve Oruçreis isimli sismik araştırma gemilerimizin güvertesinde güven içinde dolaşan her Türk’ün kalbine ve ruhuna güven veren savaş gemilerimizin pruvasını aydınlatıyorsun.
Cem, bugün senin ruhun, uğrunda hapis yattığın Akdeniz Kalkanı harekatının tarihsel var oluş nedenine,  yani Mavi Vatan refleksine hayat veriyor. Bu öyle bir refleks ki savaş gemilerimizin pervanelerini sonsuza dek döndürecek; donanma ateş gücümüzü gereken yer ve zamanda Mavi Vatan uğruna kullanmaya hazır edecektir.
Cem, bugün senin ruhun, 21 Ağustos 2011’de söylediğin o muhteşem öngörünün değişik mahkemelerde devam eden FETÖ yargılamalarında, sadece mahkeme salonunun üzerinde değil, hala yargılanmayı bekleyen ancak siyasi saikler ve korkaklık nedeni ile yargılanma süreci geciktirilen veya bir türlü başlatılamayan  hain alçaklar üzerinde Domokles’in kılıcı olarak sallanmaya devam ediyor. O ruhun ve o kılıcın kaybolacağını sananları uyaralım. Bu topraklarda Mustafa Kemal ruhu asla yenilmez. Gücünü ihanet ve emperyalizmden alan kötüler, devlet düşmanlrı sonunda mutlaka kaybetmişlerdir. Kaybedeceklerdir.
Cem, Aziz hatıran önünde takdir, vefa ve saygı ile eğiliyorum.