27 Haziran 2018 Çarşamba

Asya Pasifik’te Yeni Cephe : Hint - Pasifik Komutanlığı

Description: IMG_0131 




Asya Pasifik’te Yeni Cephe : Hint - Pasifik Komutanlığı
30 Mayıs 2018 günü Pearl Harbour/Hawaii’de bulunan Amerikan deniz ana üssünde icra edilen bir törenle, adada bulunan (PACOM) Pasifik Komutanlığının adı (INDOPACOM) Hint-Pasifik Komutanlığına dönüştürüldü. Halen 400 bine yakın askeri personele sahip, denizci karakteri ağır basan  söz konusu komutanlık İkinci Dünya Savaşından sonra 1947 yılında kurulmuştu. Pasifik Komutanı Oramiral Harry Harris, aynı törende emekliye ayrılarak yerine Oramiral Davidson getirildi. Çin ve Rusya’ya karşı şahin görüşleri ile bilinen Amiral Harris aynı hafta Güney Kore Büyükelçiliğine atandırıldı. Oramiral Davidson da geçtiğimiz aylarda Senatoda verdiği ifadede Çin Donanmasının Güney Çin Denizinde ABD Donanmasını alt edebileceğini belirterek kamuoyunun dikkatini çekmişti.
Çin-ABD restleşmesi Devam Ediyor. Trump Hükümeti, 21nci yüzyıl jeopolitiğini etkileyecek önemli kararları almaya ve bu kararlara uygun yöneticileri kadrolarına atamaya devam ediyor. CIA Başkanı, Savunma ve Dışişleri Bakanları ile Milli Güvenlik Danışmanı gibi askeri güç kullanılma kararlarında en etkili isimlerin Çin ve Rusya ile çatışma beklentisi ve neredeyse teşviki içinde olan kişilerden seçilmesi dikkat çekiyor. Bu beklentinin askeri endüstrinin de işine geldiğini söylemek abartı olmaz. Diğer yandan ABD, yükselen Rus ve Çin askeri gücü karşısında yeni meydan okumalarla karşı kaşıya kalıyor. Zira başta Çin olmak üzere her iki devlet 2000’li yıllardan itibaren askeri yatırım ve savunma harcamalarını arttırdı. Askeri ARGE’de kuvvet çarpanı etkisi yaratacak yeni silah sistemlerini hayata geçirdiler. Çin, 20’nci yüzyıldaki Çin değil. Rusya askeri alanda soğuk savaşın en güçlü dönemlerini aratmayacak yapılanma içinde. Avrasya adasının doğusunda Çin, güçlü Rusya’yı yanına alarak Pasifik’teki ABD liderliğindeki  bloğa meydan okuyabiliyor. Çin Donanmasının 320 savaş gemisi, 57 denizaltı ve özellikle 2500 mil menzile sahip DF 21/CSS 5 tipi gemiye karşı balistik füze sistemleri ile artık Avrasya Adasının doğusu, savaş zamanında ABD için son derece riskli ve tehlikeli bir bölgeye dönüştü. Çin’in bir kuşak bir yol projesi (OBOR/BRI) ile birlikte deniz gücüne üsler zinciri eklemesi paralel ilerliyor. Bu zincir, Çin’i uzak denizlere taşıyor. Bu kapsamda Çin, Pasifik ve Hint Okyanusunda, Bangladeş, Myanmar, Sri Lanka, Şeyseller, Pakistan ve Cibuti’de temin ettiği lojistik üsler üzerinden donanmasının harekât çapını genişletiyor.
Hindistan Kilit Ülke. ABD’nin geçen yıl içinde deklare ettiği ‘’Büyük Güçler Rekabeti’’ sisteminin deniz  jeopolitiğinde artık yeni arayışlar öne çıkıyor. Denizde vekalet savaşı yaşanamıyor. Zira donanma gücü oluşturmak piyade gücü oluşturmaya benzemiyor. Donanma güçlerinin ittifakı artık her dönemden daha büyük önemde. İşte bu bakış açısıyla ABD’nin Pasifik Komutanlığının adını değiştirmesi çok güçlü mesajlar içeriyor. ABD küresel kontrol ve erişim için oluşturduğu 6 cephe komutanlığının en büyüğü olan; dünya deniz ve okyanus alanlarının yarısından fazlasını; dünya nüfusunun yarısını kaplayan  Pasifik Komutanlığının adına, söz konusu sorumluluk alanını değiştirmeden  Hint Okyanusunu ekleyerek iki mesaj veriyor. Birincisi 21’inci yüzyılda başat güç kalmaya devam etmeyi hedeflediği Pasifik Okyanusunun kaderini, Hint Okyanusundan ayırmıyor. İkincisi Hindistan’ı yanında görmek istiyor. Birincisi için işlerin eskisi kadar kolay olmayacağını söyleyebiliriz. Ancak ikincisi için aynı yorumu yapmak kolay değil. Bu kritik aşamada Hindistan’ın 21’inci yüzyıldaki jeopolitik saflaşması dünyanın geleceğini belirleyecek önemde olduğunu hatırlatalım. ABD Hindistan’ı yanına çekebilmek ve Çin’in Hint Okyanusundan da çevrelenmesini sağlamak için önemli hamlelerine devam ediyor.
ABD’nin Pasifik Hamleleri. Pasifik Komutanlığının  isim değişikliği 30 Mayıs 2018’de gerçekleşti. Bu gelişmeden 8 gün önce (22 Mayıs) ABD Deniz Kuvvetleri dünyanın en büyük deniz tatbikatı olan RIMPAC tatbikatına önceden davet edilen Çin’in davetinin geri alındığını ilan etti. Bu karardan beş gün sonra (27 Mayıs 2018) Güney Çin Denizindeki Xisha Adasının karasularından iki Amerikan muhribi geçirildi. 12 gün sonra (12 Haziran 2018) Singapur’da Kuzey Kore - ABD detantı gerçekleştirildi. 8 Haziran 2018’de Japonya, ABD ve Hint savaş gemileri Pasifik Okyanusunda Guam Adasında bir araya gelerek ‘’Malabar 2018’’ deniz tatbikatını başlattı. Bu tatbikat serisi ABD ve Hindistan arasında 1992 yılından bu yana devam ediyor. Ancak geçen sene yapılan tatbikatla birlikte bu yılın tatbikat senaryoları Çin’i hedef alacak bir yapıya dönüştü.
Hint-Çin Rekabeti Teşvik Edilirken. Hindistan’ın Pakistan ile Keşmir, Çin ile Güney Tibet sınır sorunları var.. Bu sorunlar nedeniyle her iki ülkeyle değişik zamanlarda savaştılar. Hindistan Çin’in OBOR projesinden rahatsız ABD, bu durumu Hindistan’ı kendi yanına çekmek için kullanıyor. Örneğin, 2005 yılında Hindistan ile nükleer teknoloji alanında işbirliği antlaşması imzaladı. Böylece ABD, kendi iradesi dışında nükleer güç sahibi olan bir ülkenin bu statüsünü tanımakla kalmadı, aynı zamanda işbirliğini geliştirdi. Diğer yandan Hindistan’ın deniz gücü yeteneği ile Çin’e bir endişe kaynağı yaratması ABD’nin nihai hedefidir. Malabar serisi tatbikatlara bu gözlükle bakmak gerekir. Dolayısıyla Hindistan, ABD’nin Asya Pasifik’e yönelik stratejisinde en önemli ülkelerin başında gelmektedir. Hindistan donanması, Çin’in dış ticaretinin önemli bölümünün geçtiği Malakka Boğazını, arkasında ABD desteği olduğu sürece batı yönünden kontrol altına alabilir. (Bunu tek başına gerçekleştiremez.) Bu nedenle ABD’nin önümüzdeki dönemde en büyük hedefi Hindistan’ı yanına tam çekmek ve onun bağlantısızlık ilkesini zamanın ruhu paralelinde değiştirmek ve özellikle silahlanmada Rusya’dan uzaklaştırmak olacaktır.
Yeni Pasifik Cephesi Çin’i Caydırmaz. Çin bu hamlelerle geri çekilir mi? Hayır. Zira güney Çin denizi 1,3 milyarlık bir devin nefes borusudur. Bu borunun kapatılması veya sıkılması söz konusu olduğunda Çin’in bekle ve gör politikası uygulamayacağı açıktır. İkinci Dünya Savaşında Japonya’ya uygulanan strateji büyük bir kara gücü ve her geçen gün küresel denizgücüne dönüşen olan Çin’e kolayca uygulanamaz.



23 Haziran 2018 Cumartesi

aktik Manevradan, Stratejik Sonuca

Taktik Manevradan, Stratejik Sonuca
11 Haziran 2018 günü TCG Yıldıray isimli, Ay sınıfı denizaltımız,  Binbaşı Saadettin Gürcan isimli emekliye ayrılmış bir tankerimize eğitim kapsamında harp torpidosu atarak, 2 dakika içinde Karadeniz’in derinliklerine gönderdi. Konuya merakı olanlar için burada Anadolu Ajansının verdiği video linkini paylaşalım. (https://www.aa.com.tr/tr/vg/video-galeri/torpido-atisiyla-gemi-batirildi/0) Görüntüler gerçekten etkileyici ve son derece caydırıcı. Suyun altının gücünün bundan daha iyi bir gösterimi olamaz.
Suyun Altının Tarihsel Gücü. Suyun altı, tarih değiştirmiştir. 7 Mart 1915’i, 8 Mart’a bağlayan gece Çanakkale Nara’dan 26 mayınla hareket eden Nusret Mayın Gemisinin komutanı Tophaneli Yüzbaşı Hakkı bir kaç saat sonra Erenköy Karanlık limana dökeceği 26 mayının sadece Osmanlı İmparatorluğunun kaderini değil, dünya siyasi tarihinin kaderini de değiştireceğini bilebilir miydi? Churchill’in ifadesi ile:
".... Fakat Nusret gemisinin gizlice dök­tüğü bu 20 demir kap, harbin devamı ve dünyanın geleceği bakımından, di­ğer bütün gayretlerden daha mükemmel ve daha kesin sonuçlu hedeflere varmak içindi... ve gene bu engeldir ki, Türkiye'yi bir bozgundan kurtardı ve harbi uzattı. Bu yüzden, mağluplar kadar muzaffer Avrupa da sarsıldı. Kemiklerini Fran­sa, Belçika, Polonya, Galiçya, Balkanlar, Filistin, Suriye ve Kuzey İtalya topraklarının örttüğü 6-7 milyon insan, düşmanlarının kurşun ve gülleleriyle değil, 18 Mart sabahı Çanakkale'nin kuvvetli akıntısı altında, ağır­lıklarına bağlı bulundukları tel halatları üzerinde gerili duran 20 demir kap yüzünden yok olup gitti.”
Evet Nusret’in taktik bir harekatı, stratejik ve sonuçta politik sonuçlar doğurmuştu. Kanaatimce yarattığı en büyük etki o dönemde küresel emperyalizmin bir parçası olan Romanov Rusya’sı ile İtilaf devletlerinin bağlantısının kesilme sürecini tetikleyerek, Rusya’da komünist devrim sürecinin hızlanmasına ve neticede SSCB’nin kurulmasına neden olmasıydı. O etkinin artçı depremleri halen devam ediyor. 18 Mart 1915 öğlen saatlerinde suyun altında meydan gelen bir kaç infilak zincirleme reaksiyonlar sonucu mağrur bir donanmanın geri çekilme sürecini başlatmıştı. 
Cumhuriyet Donanmasın Omurgası:  Denizaltı. Arkası geldi. Suyun altı her zaman gizem, önem ve önceliğini korudu. Bu nedenledir ki Cumhuriyet Donanması kurulurken Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk, donanmanın merkezine denizaltıları koydu. 100 yıl sonra değişen hiç bir şey yok. Su altı hala gizemli, tespit ve teşhisin çok zor olduğu bir ortam olmaya devam ediyor. Dijital devrim, yeni algoritmalar, suni zeka, büyük veri ve kuantum bilgisayarlarına rağmen suyun altında tespit için kullanılan enerji akustik enerji olmaya devam ediyor. Suyun altı aziz vatanımızın en önemli koruyucusu olmaya devam ediyor. Suyun altında cumhuriyet donanmasının en önemli üç silahı denizaltılar, mayın ve SAT/SAS dalgıçlarımızdır.
TCG Atılay’dan TCG Yıldıray’a. Kaderin nasıl ve ne kadar ilginç bir tecellisidir ki  TCG Yıldıray’ın batırdığı gemi, 46 yıllık hizmeti sonrası emekliye ayrılan TCG Binbaşı Saadettin Gürcan idi.  Hedef geminin ismini aldığı Binbaşı Saadettin Gürcan,  14 Temmuz 1942 tarihinde Çanakkale’de görev esnasında mayına çarparak batan TCG Atılay denizaltısının komutanıydı. Geminin adı Mustafa Kemal tarafından verilmişti. Gemi Taşkızak Tersanesinde Almanya’dan getirilen parçaların montajı sonunda tamamlanarak Cumhuriyet Donanmasına teslim edilmişti. İkinci Dünya Savaşı sırasında eğitim maksadıyla Ege’ye çıktığında Alman Donanmasına karşı İngiltere tarafından Boğaz açıklarına uluslararası sulara dökülen bir mayına çarparak içindeki  37 denizciyle birlikte batmıştı. Donanma büyük bir vefa göstermiş ve 1 Mart 1970 tarihinde Atılay’ın inşa edildiği Taşkızak Tersanesinde Türk Bayrağı çekilmişti. 7 Kasım 2016 tarihine kadar,  kesintisiz 46 yıl hizmet sonunda emekliye ayrılan geminin törene ismi, borda numarası sökülmüş ve münfesih gemi statüsünde hedef gemisi haline gelmişti.  Ne onurlu bir son ki, hurdaya ayrılıp jilet olmaktansa 46 yıl hizmet ettiği donanmanın bir denizaltısının ateş gücünün denenmesi maksadıyla hedef gemisi olmuştu. Adını taşıdığı Binbaşı Saadettin Gürcan’ın ruhu, şüphesiz geminin bu şerefli görev ile batarak mavi vatanın sonsuzluğuna emanet edildiğinden mutludur. Kaldı ki batıran gemi de Atılay’ın kardeşi Yıldıray.  
Deniz Kuvvetlerimize Güven Tam. TCG Yıldıray’ın görkemli atışı Deniz Kuvvetlerimiz ve onun başarılı personeline olan güvenimizi bir kez daha tazeledi. FETÖ kanserinden temizlenme gayretlerini büyük bir başarı ve diğer kamu kurum ve kuruluşlara örnek teşkil edecek seviyede sürdüren Deniz Kuvvetleri, sadece bu atış ile değil, geçmiş tatbikatlar ve geçmiş yıllarla kıyaslanmayacak yüksek harekat temposu ile tarihin bu kritik döneminde vatan ve mavi vatana büyük hizmetlerde bulunuyor.
TCG Yıldıray’ın mesajı dikkatli okunmalıdır. Deniz Kuvvetlerimiz, içerde FETÖ belası ile mücadeleye ve arınmaya devam ederken, her donanmanın dikkatle ve büyük hassasiyetle yaklaştığı harp cephanesi ile fiili denizaltı torpido atışını tüm dünyanın gözü önünde icra ediyor. Ateşlenen torpidonun bahriye envanterine 70’li yıllarda girdiği ve denizaltı filosunda çok daha genç torpidolar olduğu dikkate alınırsa Deniz Kuvvetlerimizin lojistik yönetimde de ne kadar ileri seviyede olduğu ortaya çıkmaktadır.
Bu Gücü Asla Test Etmeyin. Geçmiş yazılarımızda vurguladığımız bir konuyu buradan bir kez daha hatırlatalım. Savaşın özü kan ve demirdir. Yıldıray’ın varlığında Cumhuriyet Donanması, mavi vatandaki demir ve  kanın çelikleşmiş sembolüdür. Mustafa Kemal öncülüğünde kurulan Denizaltı Filomuz dünyanın en güçlü ilk on filosu içindedir. Sadece mavi vatanın geleceği değil, vatanımızın geleceğindeki en önemli unsurdur. Dileriz ki Türkiye’ye husumet besleyenler bu gerçeği görsünler. Suyun altındaki güçlü Türk Donanması, tarihinin ışığında gelecekte stratejik sonuçlar yaratmaya muktedirdir. Bu gücü asla test etmeyin.
Kemal Anadol’un Yeni Kitabı 1919-1922 arasında Bahriye Mektebi mezunu toplam 233 deniz subayı  Anadolu’ya kaçtı ve işgalcilerle işbirliği içindeki Osmanlı Donanmasını terk ederek Kuvay-ı Milliye’ye, yani namus cephesine katıldılar ve Kurtuluş savaşının kaderini değiştirdiler. Onların gayreti sayesinde Kurtuluş Savaşının cephanesi Karadeniz üzerinden sağlandı. Kırmızıkedi Yayınevinden geçen hafta çıkan ‘’Kulağım Karadeniz’de’’ isimli kitap, 21’inci yüzyıl başlangıcında Türkiye’de Kuvay-ı Milliye ruhuna ve aklına sadık kalarak -TBMM’de tek başına kalmış bir milletvekili olsa bile-  emperyalizme direnme cesaret ve erdemine sahip olduğunu ispat edebilmiş bir yürek tarafından yazıldı. 1 Mart 2003 tezkeresinin reddedilmesinde kilit rol oynayan CHP eski Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Kemal Anadol, yeni kitabında 1919-1923 arasında Karadeniz’de yaşananları akıcı bir roman formatında çok zengin bir kaynakça eşliliğinde jeopolitik, stratejik, sosyolojik ve tarihsel analizlerle okuyucuya adeta yaşatıyor. Mustafa Kemal’den Frunze’ye; Lenin’den Stalin’e; Cebesoy’dan Mustafa Suphi’ye; Enver Paşa’dan Çiçerin’e;  pek çok tarihsel şahsiyetlerle sizi aynı toplantı odasında ya da mektuplarda buluşturuyor. Bugüne kadar bilinmeyen pek çok tarihsel gerçeği okuyucuya heyecanla aktarıyor. Kitabın son sayfasını kaparken Mustafa Kemal Atatürk’ün ünlü sözünü hatırlıyorsunuz.          ‘’ Umutsuz durumlar yoktur, umutsuz insanlar vardır. Ben hiçbir zaman umudumu yitirmedim.” 
Tüm okuyucularımın bayramını tebrik ediyorum.



13 Haziran 2018 Çarşamba

Yunanistan’ın Nafile Türkiye Kışkırtmaları


 
Yunanistan’ın Nafile Türkiye Kışkırtmaları
Türk – Yunan ilişkileri tarihsel süreç içinde incelendiğinde uluslararası ilişkiler teorilerinin  kalıplarına uymuyor. İngiltere, Fransa ve Rusya desteği ile kuruldukları 1830 yılından sonra  Osmanlı İmparatorluğu ile yaşadıkları 1897 ve Balkan harplerinden galip çıktılar. Birinci Dünya Savaşı sonunda büyük hevesle saldırdıkları Anadolu’dan büyük hezimetle atıldılar. 1922 yılı Türk ve Yunan ordularının tarih sahnesindeki son hesaplaşması oldu.
32 Yıl Kesintisiz Dostluk. Söz konusu hezimete rağmen, Büyük Atatürk batının yetiştirmesi bu küçük ülkeye çok büyük ders vererek 1923-1955 arasında kesintisiz 32 yıl sürecek Türk-Yunan dostluğunu kurdu. 32 yılın temel özelliği ilk 15 yılın Mustafa Kemal sayesinde emperyalist tuzak ve manipülasyonlara kapalı tutulması; daha sonraki 8 yıllık dönemde İkinci Dünya Savaşının yaşanması ve son 9 yılda Yunan iç savaşı (1946-1949) ve başta NATO olmak üzere yeni dünya düzeninin başlangıç kuruluşunda her iki devletin Atlantik kampta yerini almış olmasıydı. İkinci Dünya Savaşında önce İtalya sonra Alman işgalindeki Yunanistan’a Cumhuriyet Hükümetleri daima yardım etti. Sadece gıda ve yakıt yardımı değildi temin edilen. Faşist Alman askerleri ile savaşacak Yunan direnişçilerin pek çoğu Anadolu sahillerinde kurulan kamplarda eğitildi. 1941 Büyük Kıtlığı sırasında Yunanistan’da binlerce kişi açlıktan öldü. Doğan her 10 çocuktan sadece biri yaşayabildi. Türk halkı Yunanlıların yanındaydı. Örneğin 1 Ekim 1941 tarihindeki Vatan Gazetesinde Yunanistan’a yardım konusunda yayınlanan bir yazıda “ölen kardeş̧ bir milletin ıstırabı karşısında”, ifadesi kullanılmıştı. Gerek İkinci Dünya Savaşı, gerekse iç savaş yıllarında (1946-1949) Türkiye’den sığınma isteyen Yunanlılara fakir Türkiye kapılarını açtı. 

Zincirin Koparılışı. Peki bu kadar iyi giden ilişkiler zinciri neden koparıldı? Husumet tohumları neden atıldı? Her şey 1948 yılında Kıbrıs’ta Rumların İngilizlerin önerdiği özerklik planını reddetmesiyle başladı. Enosis hortlamıştı. Kıbrıs’taki soydaşlarımızın geleceği Türkiye’nin ufuk hattı içine girmişti. 1954 yılında konu BM’ye taşındığında Türkiye ve Yunanistan artık karşı kamplardaydı. Bu durum İngiltere’nin işine geliyordu. Zira bağımsızlığa ilerleyen Malta’daki deniz üssünü kaybetme sürecine başlayan İngiltere, Kıbrıs’ta da aynı sonuçla karşılaşmak istemiyordu. Adadaki İngiltere karşıtı bağımsızlık hareketinin enerjisi, Türk – Rum düşmanlığı ile dengelenmeliydi. İstanbul’daki 6-7 Eylül 1955 olayları tam da zamanında imdadına yetişti. Artık, 32 yıllık Türk Yunan dostluk dönemi kapanmıştı. 3 yıllık iki yeni NATO üyesi komşu devlet, artık güvenlik ve dış siyaset belgelerinde birbirlerini risk ve tehdit statüsüne almışlardı.

Kıbrıs ve Ege Gölgesi. Kıbrıs’ta 1963 kanlı Noel’inin yaşanması ve ardından gelen Türk katliamları Türk Yunan ilişkilerini daha da kötüleştirdi. Bu süreç Ege Adalarının silahlandırılması sonucunu getirdi. 1974 Kıbrıs Barış Harekatı ile  Pandora’nın kutusu artık açılmıştı. Ardından yaşanan Ege Denizi kıta sahanlığı ve karasuları sorunları ile hava sahası, FIR (Uçuş Malumat Bölgesi), arama kurtarma bölge sınırları anlaşmazlıkları her geçen gün artan gerilimleri günümüze kadar taşıdı. 1996 yılında yaşanan Kardak krizi ile Yunanistan kaynaklı Ege sorunları Türkiye’nin egemenlik haklarına tehdit teşkil eden boyutlara taşındı. 

Doğu Akdeniz’in Katkısı. 21’inci yüzyılda Ege sorunlarına bir kardeş geldi. Doğu Akdeniz deniz yetki alanları sorunu taşıdığı stratejik ve ekonomik önceliler nedeni ile Ege sorunlarının önüne geçti. Öyle ki Ege sorunlarında arkasındaki dış Avrupa/Atlantik desteği pasif ve dolaylı tutumla kullanan Yunanistan, Doğu Akdeniz sorunlarında artık açık ittifak modeline geçti. Yunan - İsrail; Yunan - ABD; Yunan - AB ve Yunan - Mısır yakınlaşması o kadar süratli ilerliyor ki geçen hafta yayınlanan Amerikan CSIS Raporu ABD-İsrail-Yunanistan ve GKRY arasında dörtlü ittifak yapılmasını önerebiliyor. Ya da geçen hafta içinde Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ne yönelik 31 yıllık silah ambargosunun kaldırılması için ABD Senatosu’na tasarı sunulabiliyor.

Yeni Akdeniz Düzeni. Doğu Akdeniz’de bulunan doğal gaz ve petrol rezervleri ile sözde Kürdistan hayalleri üzerinden yeni bir Akdeniz düzeni ortaya çıkıyor. Bu şekillenmeleri Ortadoğu ve Kafkas petrolleri yüzünden Birinci Dünya Savaşı öncesi Osmanlıya karşı düzenlenen kurgunun hazırlık safhasına benzetebiliriz. Yeni Akdeniz düzeninin ayak sesleri askeri hazırlıklarda da büyük bir gürültüyle duyuruluyor. GKRY ve Yunanistan’ın özellikle son bir  yılda icra ettiği milli, davet ve çok taraflı tatbikatların pek çoğunda artık Türkiye karşıtlığı gizlenmiyor. GKRY’nin 2016’da icra ettiği en büyük, çok uluslu tatbikatının adı Nemesis; yani intikamdı.   Yunanistan son 14 ayda 18 tatbikat icra etti. Bunların 12’si birleşik statüde yani başka ülke güçleriylerle icra edildi. ABD, İsrail, Mısır, GKRY, İngiltere, BAE ve İtalya’nın da yer aldığı bu tatbikatların çoğu Türk Donanmasının Doğu Akdeniz faaliyetlerinin caydırılması ya da Kardak benzeri egemenliği Yunanistan’a devredilmemiş ada adacık ve kayalıklara yönelik Türkiye tezlerinin geri çekilmesini sağlamaya yönelik tatbikatlardı. Yunanistan bu süreçte her zaman olduğu gibi yeteneklerinin çok önünde jeopolitik bir hırs sergiliyor. Öyle ki Kasım 2017’de Mısırla birlikte icra ettikleri ve Rodos adası kıyılarında gerçekleştirilen amfibi tatbikatta küstahlığın zirvesine çıktılar. Askersizleştirilmiş  statüdeki  adadaki tatbikata Mısır donanmasını davet etiler. Diğer yandan Mart sonunda askersizleştirilmiş 12 adalar bölgesinde Pirpolitis (Kundakçı) isimli tatbikat ile işgal edilen bir adayı geri alma tatbikatı yaptılar. Bu isim 19’uncu yüzyıldaki Mora isyanında Türk savaş gemilerini yakan askerlere verilen isimdi.
Yunanistan’a Sorular. Tekrar yazımızın başına dönelim. Yunanistan’a soruyorum. 32 yıllık barış ve huzur dönemini yaratmak çok mu zor? Türkiye’yi AB ve Atlantik baskısı altında silahlı çatışmaya kışkırtmak neden? Türkiye’nin hayati jeopolitik çıkarlarından hangi hükümet iktidara gelirse gelsin vaz geçmesini nasıl beklersiniz? Kıbrıs Barış Harekatı yıllarındaki Türkiye’nin  savunma yetenekleri ile bugünü kıyasladığınızda ne hissediyorsunuz?
Yunanistan’a Tavsiyeler. Gelin jeopolitik hırsınızı kontrol altına alın. Ya da devlet yeteneklerinizi geliştirin. Türkiye ile silahlı bir çatışmaya ne nüfusunuz; ne ekonominiz; ne de savunma sanayiniz yeter. Aynı coğrafyada, aynı Akdeniz kültüründe, 400 yıllık ortak kültür temelinde yaşamış olmanın gücü ile gelin kendi içinizdeki fanatiklerin ve ABD ile AB manipülasyonlarından arının.  32 yılı yeniden yaratalım.  Emin olun Atatürk bir 20 yıl daha yaşasaydı belki de şu an sizinle federasyon kurmuştuk.




6 Haziran 2018 Çarşamba

Doğu Akdeniz’de Yeni Jeopolitik Evre


 




Doğu Akdeniz’de Yeni Jeopolitik Evre
Türk-Amerikan ilişkileri zor bir dönemden geçiyor. Türk ordusu Suriye’de  Amerikan vekalet savaşçıları ile çatışıyor. Karşılıklı hamleleri, üst düzey hükümet görevlilerinin sert açıklamaları takip ediyor. Ancak günlük siyaset akışında ve hele 24 Haziran seçimlerine kitlenilmiş bir ortamda Türk tarafının açıklamalarının etkisi tartışılabilir. Buna karşılık ABD hükümet dışı çevreleri Türkiye’yi sadece eleştirmekle kalmıyor,  neredeyse düşman ilan ediyor. Türk muhalefeti ise her koşulda ABD’yi eleştirmekten çekiniyor. Benzer şekilde Türk ana akım, yani müesses nizamın siyasi parti ve seçim bloklarının propaganda ve seçim bildirgelerinde Türk Amerikan ilişkilerinin geleceğinin son 72 yılın yarattığı yoğun gölge içinde hazırlanmış olduğu dikkat çekiyor. Sanki 15 Temmuz darbe girişimi olmamış gibi. Bu belgelerde ABD’nin bölge çıkarlarının 21’inci yüzyıldaki Türk jeopolitiğine etkisi ve bu çıkarların mevcut ve gelecekteki Türk çıkarları ile kaçınılmaz çatışma durumu dikkate alınmamış.
Zira günlük siyasette bloklar arası nefrete varan siyasi çekişme, merkezden çıkıp çevreye bakmayı önlüyor. Pratik teoriyi; Taktik stratejiyi  öldürüyor. Ama kısa dönemli hedef ve çıkarlar geleceği şekillendirmeye yetmiyor. Bu nedenle Türkiye, sürekli reaktif pozisyon almak zorunda kalıyor.

Gerileyen Neoliberal Sistem ve ABD Refleksi. İçinde bulunduğumuz dönem ABD’nin ve temsil ettiği neoliberal sistemin gerilemesinin hızlandığı bir dönem. ABD devleti için fikir üreten düşünce kuruluşu CFR’nin Başkanı Richard Haas’ın söylediği gibi ‘’artık liberal dünya düzeninin ne liberalliğinden ne de dünya çapında olmasından bahsedilebilir.’’ Ancak ABD, kapitalizmin 2008 krizi sonrası yaşadığı belirsizlik döneminde  bu düzenin gerilemesi ve el değiştirmesine izin vermemek için yeni politika ve stratejiler üretmeye devam ediyor. Dünya tarihinde hiçbir hegemon kendi isteği ile liderliği devretmemiştir. Her 100-150 yılda el değiştiren küresel liderlik koltuğunu korumak her büyük gücün kaçınılmaz refleksidir.

Doğu Akdeniz’e Yansımalar. Bu refleksin Türkiye’nin 21’inci yüzyıl geleceğinde çok önemli ve yaşamsal önceliği olan Doğu Akdeniz’e yansıması nasıl olacaktır? Bu önemli alanda Avrupa Atlantik sistemin temel hedefleri İsrail’in güvenliğine başta İran’ı etkisiz kılarak katkı sağlamak; Arap Dünyasının bölünmüşlüğünü devam ettirmek; Rusya ile Çin’i çevreleyerek küresel güç mücadelesinde üstün gelmek; enerji arz güvenliği tekelini elde bulundurmak olarak özetlenebilir. Bizim ülkemize bu hedeflerin yansıması Irak ve Suriye topraklarında bağımsız bir Kürt devletinin kurulması; Doğu Akdeniz deniz yetki alanlarımızın önemli bir bölümünün GKRY ve Yunanistan’a bırakılması; KKTC’nin varlığının sona ermesiyle Türk askerinin adadan geri çekilmesi olarak özetlenebilir. Bu saydıklarım şüphesiz bağımsızlığımıza, güvenlik ve refahımıza büyük tehdit teşkil etmektedir. Böyle bir sona Türk devleti izin veremez.

Doğu Akdeniz’de Batının Kademeli Stratejisi. Avrupa Atlantik sistem, bugüne kadar Doğu Akdeniz’deki çıkarlarını Türkiye’yi dolaylı hedef alan değişik safhalarda ele geçirmeye gayret etti. Bu safhalara Türk devleti de değişik reflekslerle cevap verdi. Birinci safha, 1991 yılındaki Birinci Körfez Savaşının sonunda Bağımsız Kürt devletinin kurulma sürecinin başlatılmasıyla ilk enerjisini aldı.  Provide Comfort (Çekiç Güç) üzerinden bu sürece Türkiye’yi dahil etmek bunun bir parçasıydı. İkinci safha, 1 Mart 2003 tezkeresinin reddedilmesinin bir nevi intikam süreci olarak başlatıldı. Bu safhanın en önemli karşı hamlesi 1 Mayıs 2004 tarihinde GKRY’nin AB üyesi yapılması oldu. Böylece Doğu Akdeniz’de jeopolitik dengeler altüst edildi. Bu hamlelere AB havucu ile  Annan Planının referandum için Türk halkının önüne getirilerek Türk devletinin küçük düşürülmesi ve 17 Ocak 2003 tarihinde GKRY’nin Mısır’la MEB anlaşması imzalaması da de eklenmelidir. Diğer yandan Türkiye’nin 17 Mart 2002 tarihinde Doğu Akdeniz’de sismik araştırma yapan Norveç Bandıralı Northern Access isimli gemiyi önlemesi Atlantik sistemin Doğu Akdeniz çıkarlarına karşı bir hamle oldu. 1 Mart 2006 tarihinde Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin Akdeniz Kalkanı harekâtını başlatması  bardağı taşırdı. Bu kez Üçüncü  Safha ileri sürüldü. Ulusal çıkarlarını her üç deniz alanında koruyan ve raydan çıkan Türkiye’yi tekrar Atlantik  hattına sokmak için FETÖ orkestrasyonu altında TSK ve ulusalcı çevrelere karşı Ergenekon ve Balyoz gibi kumpas davalar başlatıldı. Ancak bu süreç iktidar ve FETÖ ittifakının sona ermesiyle 2014 yılından sonra akamete uğradı. Her ne kadar TSK’nın komuta yapısı tasfiyeler sonrası çok büyük zarar gördüyse de, TSK’nın ateş ve manevra gücü korundu. Dördüncü Safha, 15 Temmuz 2016 FETÖ darbe girişimi ile başlatıldı ancak sonuçsuz kaldı. Başarılı olsaydı Atlantik sistemin tüm çıkarları karşılanmış olacaktı. Bu safha ile hükümet ve devlet birlikteliği ile Atlantik sistemden uzaklaşma süreci başlatıldı. Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı Operasyonları ile donanmamızın Türkiye MEB’ine yakın GKRY ruhsat sahalarındaki sondaj gemilerini engellemesi bu dönemin öne çıkan Türk hamleleri oldu. Bu safhada Türk - Amerikan ilişkileri sosyopolitik arena başta olmak üzere her alanda ve her seviyede büyük yaralar aldı. Asya’ya yaklaşarak Türk – Rus; Türk - Çin ve Türk-İran ilişkilerinin gelişmesinin yansımaları Atlantik sistemi yakında başlayacak beşinci safhaya itti. Bu safhanın ip uçlarını ABD Düşünce Kuruluşu CCIS’in Mayıs 2018 sonunda yayınladığı ‘’Doğu Akdeniz’i ABD’nin Stratejik Çıpası Olarak Yeniden Düzenlemek - Restoring the Eastern Mediterranean as a US Strategic Anchor’’ isimli raporda açıkça görüyoruz. Raporda ABD Hükümetine Türkiye’nin düşman olarak değil, ancak müttefik olarak da görülmemesi tavsiye ediliyor. Yunanistan ve Güney Kıbrıs'a Amerikan askeri yığınağının önerildiği raporda Türkiye'deki ABD üslerine alternatif olarak Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi gösteriliyor, Güney Kıbrıs ile askeri işbirliği teşvik ediliyor. Ancak bu raporda İsrail askeri makinesinin Doğu Akdeniz’de Atlantik yapıya entegre edilmesi; Hayfa limanının ağırlık merkezine dönüştürülmesi  ve Yunanistan, İsrail GKRY ve ABD’nin dörtlü mekanizma içinde İngiltere, Fransa, İtalya ve Almanya ile tam entegrasyon içinde Doğu Akdeniz’de varlığını geliştirmesi en önemli teklifler olarak göze çarpıyor.
ABD Doğu Akdeniz’de Zor Durumda. Soğuk Savaşın en keskin ve zor günlerinde bile İsrail ile açık bir ittifaktan kaçınan ABD’nin Doğu Akdeniz’de İsrail’i artık ittifak ilişkileri içine çekmesi, aslında ABD’nin küresel liderliğinin zayıfladığını ve bu liderliğin tarafsızlık ve güvenilir arabulucu olma özelliklerini tamamen yitirdiğini gösteriyor. Rusya ve Çin’in Akdeniz’de artan etkisinin yanısıra Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki hayati çıkarlarının ‘’zero sum game’’ özelliği, Türkiye’yi caydıracak yeni ittifak şekillenmelerine neden oluyor. Kıbrıs ve Yunanistan’a ‘’merak etmeyin arkanızda sadece ben yokum, İsrail de var.’’ mesajı verilerek iki vekil (proxy) devletin gerektiğinde Atlantik çıkarların korunması için Türkiye’nin üzerine salıverilmesinin alt yapısı oluşturuluyor. Rapor çok ciddi jeopolitik sonuçlara gebe içeriktedir. Türkiye ya Atlantik sisteme teslim olmak ya da Rusya ve Çin ile yakınlaşarak Doğu Akdeniz çıkarlarını korumak durumundadır. Arası bir yol bulmak zordur. Atlantik sisteme teslim olan Türkiye, Kıbrıs’ı, Doğu Akdeniz’deki Mavi Vatanı kaybeder. Sonucunda bağımsız Kürdistan’a evet demek zorunda kalır ki bu da  vatanı kaybetmekle eşdeğerdir. Dilerim iktidar ve muhalefet parti liderleri ve danışmanları geleceğin ip uçlarını veren bu raporları okuyup değerlendiriyorlardır. Vatanımızın ve mavi vatanın geleceği günlük siyasetin basit tartışmaları  arasında kalmamalıdır. Türk Amerikan ilişkilerinin yeniden belirlenmesi 21’nci yüzyılda en önemli konulardan birisidir. ABD artık Türkiye’yi ‘’Bon Pour L’Orient’’ statüde görmeyi terk etmeli; Türkiye’deki açık ve gizli Amerikan hayranları da ülke çıkarlarımızı reel politik gözlükle görmeyi öğrenmelidir.