Doğu Akdeniz’de Yeni Jeopolitik Evre
Türk-Amerikan ilişkileri
zor bir dönemden geçiyor. Türk ordusu Suriye’de
Amerikan vekalet savaşçıları ile çatışıyor. Karşılıklı hamleleri, üst
düzey hükümet görevlilerinin sert açıklamaları takip ediyor. Ancak günlük
siyaset akışında ve hele 24 Haziran seçimlerine kitlenilmiş bir ortamda Türk
tarafının açıklamalarının etkisi tartışılabilir. Buna karşılık ABD hükümet dışı
çevreleri Türkiye’yi sadece eleştirmekle kalmıyor, neredeyse düşman ilan ediyor. Türk muhalefeti
ise her koşulda ABD’yi eleştirmekten çekiniyor. Benzer şekilde Türk ana akım,
yani müesses nizamın siyasi parti ve seçim bloklarının propaganda ve seçim
bildirgelerinde Türk Amerikan ilişkilerinin geleceğinin son 72 yılın yarattığı yoğun
gölge içinde hazırlanmış olduğu dikkat çekiyor. Sanki 15 Temmuz darbe girişimi
olmamış gibi. Bu belgelerde ABD’nin bölge çıkarlarının 21’inci yüzyıldaki Türk
jeopolitiğine etkisi ve bu çıkarların mevcut ve gelecekteki Türk çıkarları ile
kaçınılmaz çatışma durumu dikkate alınmamış.
Zira günlük siyasette
bloklar arası nefrete varan siyasi çekişme, merkezden çıkıp çevreye bakmayı
önlüyor. Pratik teoriyi; Taktik stratejiyi
öldürüyor. Ama kısa dönemli hedef ve çıkarlar geleceği şekillendirmeye
yetmiyor. Bu nedenle Türkiye, sürekli reaktif pozisyon almak zorunda kalıyor.
Gerileyen
Neoliberal Sistem ve ABD Refleksi. İçinde bulunduğumuz dönem ABD’nin ve temsil ettiği
neoliberal sistemin gerilemesinin hızlandığı bir dönem. ABD devleti için fikir
üreten düşünce kuruluşu CFR’nin Başkanı Richard Haas’ın söylediği gibi ‘’artık liberal dünya düzeninin ne
liberalliğinden ne de dünya çapında olmasından bahsedilebilir.’’ Ancak ABD,
kapitalizmin 2008 krizi sonrası yaşadığı belirsizlik döneminde bu düzenin gerilemesi ve el değiştirmesine
izin vermemek için yeni politika ve stratejiler üretmeye devam ediyor. Dünya
tarihinde hiçbir hegemon kendi isteği ile liderliği devretmemiştir. Her 100-150
yılda el değiştiren küresel liderlik koltuğunu korumak her büyük gücün
kaçınılmaz refleksidir.
Doğu
Akdeniz’e Yansımalar. Bu refleksin Türkiye’nin 21’inci yüzyıl geleceğinde çok önemli ve
yaşamsal önceliği olan Doğu Akdeniz’e yansıması nasıl olacaktır? Bu önemli
alanda Avrupa Atlantik sistemin temel hedefleri İsrail’in güvenliğine başta
İran’ı etkisiz kılarak katkı sağlamak; Arap Dünyasının bölünmüşlüğünü devam
ettirmek; Rusya ile Çin’i çevreleyerek küresel güç mücadelesinde üstün gelmek;
enerji arz güvenliği tekelini elde bulundurmak olarak özetlenebilir. Bizim
ülkemize bu hedeflerin yansıması Irak ve Suriye topraklarında bağımsız bir Kürt
devletinin kurulması; Doğu Akdeniz deniz yetki alanlarımızın önemli bir
bölümünün GKRY ve Yunanistan’a bırakılması; KKTC’nin varlığının sona ermesiyle
Türk askerinin adadan geri çekilmesi olarak özetlenebilir. Bu saydıklarım şüphesiz
bağımsızlığımıza, güvenlik ve refahımıza büyük tehdit teşkil etmektedir. Böyle
bir sona Türk devleti izin veremez.
Doğu
Akdeniz’de Batının Kademeli Stratejisi. Avrupa Atlantik sistem, bugüne kadar Doğu
Akdeniz’deki çıkarlarını Türkiye’yi dolaylı hedef alan değişik safhalarda ele
geçirmeye gayret etti. Bu safhalara Türk devleti de değişik reflekslerle cevap
verdi. Birinci safha, 1991 yılındaki
Birinci Körfez Savaşının sonunda Bağımsız Kürt devletinin kurulma sürecinin başlatılmasıyla
ilk enerjisini aldı. Provide Comfort (Çekiç
Güç) üzerinden bu sürece Türkiye’yi dahil etmek bunun bir parçasıydı. İkinci safha, 1 Mart 2003 tezkeresinin
reddedilmesinin bir nevi intikam süreci olarak başlatıldı. Bu safhanın en
önemli karşı hamlesi 1 Mayıs 2004 tarihinde GKRY’nin AB üyesi yapılması oldu.
Böylece Doğu Akdeniz’de jeopolitik dengeler altüst edildi. Bu hamlelere AB
havucu ile Annan Planının referandum
için Türk halkının önüne getirilerek Türk devletinin küçük düşürülmesi ve 17
Ocak 2003 tarihinde GKRY’nin Mısır’la MEB anlaşması imzalaması da de eklenmelidir.
Diğer yandan Türkiye’nin 17 Mart 2002 tarihinde Doğu Akdeniz’de sismik araştırma
yapan Norveç Bandıralı Northern Access
isimli gemiyi önlemesi Atlantik sistemin Doğu Akdeniz çıkarlarına karşı bir
hamle oldu. 1 Mart 2006 tarihinde Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin Akdeniz Kalkanı harekâtını
başlatması bardağı taşırdı. Bu kez Üçüncü Safha ileri sürüldü. Ulusal çıkarlarını
her üç deniz alanında koruyan ve raydan çıkan Türkiye’yi tekrar Atlantik hattına sokmak için FETÖ orkestrasyonu
altında TSK ve ulusalcı çevrelere karşı Ergenekon ve Balyoz gibi kumpas davalar
başlatıldı. Ancak bu süreç iktidar ve FETÖ ittifakının sona ermesiyle 2014
yılından sonra akamete uğradı. Her ne kadar TSK’nın komuta yapısı tasfiyeler
sonrası çok büyük zarar gördüyse de, TSK’nın ateş ve manevra gücü korundu. Dördüncü Safha, 15 Temmuz 2016 FETÖ darbe
girişimi ile başlatıldı ancak sonuçsuz kaldı. Başarılı olsaydı Atlantik
sistemin tüm çıkarları karşılanmış olacaktı. Bu safha ile hükümet ve devlet
birlikteliği ile Atlantik sistemden uzaklaşma süreci başlatıldı. Fırat Kalkanı
ve Zeytin Dalı Operasyonları ile donanmamızın Türkiye MEB’ine yakın GKRY ruhsat
sahalarındaki sondaj gemilerini engellemesi bu dönemin öne çıkan Türk hamleleri
oldu. Bu safhada Türk - Amerikan ilişkileri sosyopolitik arena başta olmak
üzere her alanda ve her seviyede büyük yaralar aldı. Asya’ya yaklaşarak Türk –
Rus; Türk - Çin ve Türk-İran ilişkilerinin gelişmesinin yansımaları Atlantik
sistemi yakında başlayacak beşinci
safhaya itti. Bu safhanın ip uçlarını ABD Düşünce Kuruluşu CCIS’in Mayıs
2018 sonunda yayınladığı ‘’Doğu Akdeniz’i
ABD’nin Stratejik Çıpası Olarak Yeniden Düzenlemek - Restoring the Eastern
Mediterranean as a US Strategic Anchor’’ isimli raporda açıkça görüyoruz. Raporda
ABD Hükümetine Türkiye’nin düşman olarak değil, ancak müttefik olarak da
görülmemesi tavsiye ediliyor. Yunanistan ve Güney Kıbrıs'a Amerikan askeri
yığınağının önerildiği raporda Türkiye'deki ABD üslerine alternatif olarak
Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi gösteriliyor, Güney Kıbrıs ile askeri işbirliği
teşvik ediliyor. Ancak bu raporda İsrail askeri makinesinin Doğu Akdeniz’de
Atlantik yapıya entegre edilmesi; Hayfa limanının ağırlık merkezine
dönüştürülmesi ve Yunanistan, İsrail
GKRY ve ABD’nin dörtlü mekanizma içinde İngiltere, Fransa, İtalya ve Almanya
ile tam entegrasyon içinde Doğu Akdeniz’de varlığını geliştirmesi en önemli
teklifler olarak göze çarpıyor.
ABD
Doğu Akdeniz’de Zor Durumda. Soğuk Savaşın en keskin ve zor günlerinde bile
İsrail ile açık bir ittifaktan kaçınan ABD’nin Doğu Akdeniz’de İsrail’i artık
ittifak ilişkileri içine çekmesi, aslında ABD’nin küresel liderliğinin zayıfladığını
ve bu liderliğin tarafsızlık ve güvenilir arabulucu olma özelliklerini tamamen
yitirdiğini gösteriyor. Rusya ve Çin’in Akdeniz’de artan etkisinin yanısıra
Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki hayati çıkarlarının ‘’zero sum game’’ özelliği, Türkiye’yi caydıracak yeni ittifak
şekillenmelerine neden oluyor. Kıbrıs ve Yunanistan’a ‘’merak etmeyin arkanızda sadece ben yokum, İsrail de var.’’ mesajı
verilerek iki vekil (proxy) devletin gerektiğinde Atlantik çıkarların korunması
için Türkiye’nin üzerine salıverilmesinin alt yapısı oluşturuluyor. Rapor çok
ciddi jeopolitik sonuçlara gebe içeriktedir. Türkiye ya Atlantik sisteme teslim
olmak ya da Rusya ve Çin ile yakınlaşarak Doğu Akdeniz çıkarlarını korumak
durumundadır. Arası bir yol bulmak zordur. Atlantik sisteme teslim olan
Türkiye, Kıbrıs’ı, Doğu Akdeniz’deki Mavi Vatanı kaybeder. Sonucunda bağımsız
Kürdistan’a evet demek zorunda kalır ki bu da
vatanı kaybetmekle eşdeğerdir. Dilerim iktidar ve muhalefet parti
liderleri ve danışmanları geleceğin ip uçlarını veren bu raporları okuyup
değerlendiriyorlardır. Vatanımızın ve mavi vatanın geleceği günlük siyasetin
basit tartışmaları arasında
kalmamalıdır. Türk Amerikan ilişkilerinin yeniden belirlenmesi 21’nci yüzyılda
en önemli konulardan birisidir. ABD artık Türkiye’yi ‘’Bon Pour L’Orient’’ statüde görmeyi terk etmeli; Türkiye’deki açık
ve gizli Amerikan hayranları da ülke çıkarlarımızı reel politik gözlükle
görmeyi öğrenmelidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder