Hamdullah Suphi Tanrıöver ve Mavi Vatan
‘’ Size ufacık bir hâtıramı söyleyeceğim. Bu
hâtıra denizi nasıl anladığımı ifade etmek için, belki işime yarayacaktır.
Bundan dört sene evvel (1919), Antalya'yı ziyaretim esnasında, ikindiye doğru
gezmeye çıkmıştım. Yolda karşıma, beni birdenbire durduran beklemediğim bir şey
çıktı. Araba okuna çarparak göğsü delinmiş bir atın, yere büyük bir birikinti
halinde kanları akmıştı. Bu, batmış bir güneşin son aydınlığı gibi
parlıyordu... Bir ân gözlerimi kaldırdım, güney sahillerimizin önünde serilen
Akdeniz'in maviliğine baktım. Önümde kan, kızıl bir şaşaa; karşıdaki deniz ise masmavi
bir şaşaa idi. Birisi uzviyetlerin kızıl kanı, öbürü memleketlerin ve dünyanın
mavi kanı... Milletlere şeref, gelişme, servet, uygarlık ve kuvvet yollarını
gösteren, kendisine lâyık olduğu önemi verenleri uyandıran, kuvvetlendiren ve
büyülten bu mavi kanı ihmal etmeyin.. Denizcilik ocağımızı bize felâket
günlerimizde cetlerimizin bir nidası halinde metanet, his ve şeref ve fikir
mücadelesi telkin eden, büyük bahriye ocağımızı, yeniden uyandıracak bir karar
veriniz. Bu meselede Millet Meclisine lâyık olarak verebileceğiniz yegâne
karar, bundan ibarettir.’’
Yukarıdaki alıntı CHP İstanbul Milletvekili, bakan,
yazar ve öğretmen Hamdullah Suphi
Tanrıöver’in 14 Aralık 1924 tarihinde Mecliste Bahriye Vekaletinin kurulmasına
yönelik görüşmelerdeki konuşmasının bir bölümdür. Adı Türk Ocakları ile
özdeşleşmiş, güçlü ve etkili konuşmaları ile milli hatip unvanını kazanan bu
mümtaz şahsiyetin yaptığı konuşma değil o güne, bugüne dahi ışık tutmaktadır. 39
yaşında yaptığı ibretlik bu konuşmanın
önemli bölümlerini aşağıda sunuyor, azizi hatırası önünde saygı ile eğiliyorum.
‘’Arkadaşlar, deniz en büyük öğretmendir. Gemiler
size mal getirdiği gibi, milletleri
getirir, medeniyetleri getirir ve bunların size farklarını gösterir,
gözlerinizin önüne büyük mukayese sahaları açar. Batı Türkünün, diğer Türk
kavimlerinden daha fazla yenilik taraftarı olması ve değişmez kalıplar içinde sonsuza
dek mahpus kalarak, esaret ve mahkûmiyet günlerine kadar, kara ve kör bir
muhafazakârlık içinde inat ve ısrar etmemesi, kendisini birçok gelişmiş ve
aydın milletlerle temasa getiren, Akdeniz sahilleriyle ve Batı temasıyla ilişkilidir.
Batı Türklerinin denizcilik devri, Türk bayrağının gölgesinde, yüz milyonluk
tebaa almış olan koskoca bir dünya kapsamındadır. Milli tarihimiz, Asya'nın iç
topraklarından, denizlere doğru binlerce sene zarfında devam eden bir yürüyüş
hareketi kaydeder. Türk ırkının siyasî merkezleri, Orta Asya'dan sürekli Akdeniz
sahillerine yaklaşmak üzere mevkiini değiştirmiştir. Diyebiliriz ki, Türk
milletinin siyasi istikrarı, Akdeniz sahillerine vardıktan sonra meydana gelmiştir. Bir dağ başından akan
nehirler gibi, muhtelif istikametlerde yürüyen Türk kolları en esaslı, en canlı
ve en kuvvetli topluluklarını, denizlerin ortasında, büyük bir ada gibi duran
Anadolu'da yapmıştır...Milletimizin Asya'da, Avrupa'da ve Afrika'da kurduğu
devletler arasında, en fazla milli şuura malik olanı, şüphe yok ki Batı
Türklerinin vücuda getirdikleri son hükûmettir. Bütün fatih milletler için,
deniz yolu ve denizlere hâkimiyet bu milletlerin tarihini dolduran aslî bir
emel olmuştur...Rus milletiyle Türk milletini asırlardır çarpıştıran sebep,
bizim Karadeniz ve Akdeniz yollarını kapatmamız, Rusya'nın ise, bu denizlere
mutlak inmeyi milli bir siyaset olarak takip etmesidir. İki milletin kılıcı, üç
asırdan beri korkunç bir boğuşma içinde bu sebeple karşılaştı ve çarpıştı. Hatırlarsınız,
son Alman Kayzeri, yeni ve kudretli Almanya'nın cihan üzerinde bir üstünlük
takip eden emellerini kaydetmiş olan nutkunda: «Almanya'nın istikbali denizler
üzerindedir!» diyordu. Anadolu, genç bir yazarımızın başarıyla tasvir ettiği
üzere eski bir Türk başına benziyor. Başın ortası tıraş edilmiş, etrafında
saçlar bırakılmıştır. Anadolu'nun orta yaylası, çorak, ıssız, harap, boş ve
mahzun bir kıta hâlindedir. Bu yayladan sahillere doğru yürüyünüz, sular artar,
yeşillik artar, halk kesafeti artar, uygarlık artar; denizlerin mavi kuşağından
sonra, Anadolu'yu ormanların kuşağı çevreler. Ormanların kuşağı, feyiz ve
bereket kuşağı demektir. Türk kavimlerinin en kuvvetlisi Anadolu ve Rumeli
yarım adalarında oturan Batı Türkleridir. Alman kavimlerinin en kuvvetlisi ise,
kuzey denizlerinin sahillerinde yaşayan Prusyalılardır. Avrupa'nın en kuvvetli
devleti, adalarda yaşayan İngilizler, Asya'nın en kuvvetli milleti, adalarda
yaşayan Japonlardır...Denizlerden el çektiğimiz günden beri, gelir kaynakları
kurumuş, kuvvetlerine şüphe ile bakılmış, kendi topraklarında masun ve mahfuz
olmayan bir millet haline geçtik...Karadeniz ve Akdeniz'i, iki Türk gölü haline
koyan bu eski ve şerefli mücadele ocağını söndürmek günahını biz üzerimize
alabilir miyiz? Bitmiş bir devlete hayat ve beka veren, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin tarihine ve onun defter-i-amaline, Türk Bahriyesini öldürecek bir
kararı kaydedebilir miyiz? Lozan Anlaşması'nın en güzel maddelerinden biri,
şüphe yok ki, ilk merhale olarak, sahil ticaretini, «Kabotajı» Türklere iade
ettiren maddedir...Deniz ticaretimizi, deniz kuvvetlerimiz muhafaza edecektir...Yunanistan
gibi Anadolu kırıklarından ibaret olan Akdeniz adalarına yerleşmiş ve
Anadolu'ya en yakın mesafelerde pusu noktaları vücuda getirmiş olan, bir küçük
devlete karşı, olsun, kendimizi muhafaza etmeğe mecbur değil miyiz? Hangi Türk,
Balkan Muharebesi'nde tek bir geminin, «Averof» un yarattığı uğursuz tesiri
unutmuştur?. Benden evvel söz alan hatipler, Türkiye için Ordu'nun her şeye
kâfi olduğunu söylediler ve Milli Mücadelenin bu kuvvetle başarıldığını,
muzafferiyete eriştirildiğini ilâve ettiler. Başvekil ise, bu nokta üzerinde
ehemmiyetle ısrar etti. Aziz arkadaşlar, unutmayınız ki, Anadolu cephelerinde
çok uzun süren Millî Mücadele'nin muhtaç olduğu ateşleri, yâni silâh ve cephaneyi
bize uzak sahillerden, kırık dökük tekneler içinde, bahriye zabitlerimiz,
bahriye neferlerimiz getirdi. Attığımız kurşun, kullandığımız mermi, onların
ölümü bin kere hakir gören, kahramanlığı, teşebbüsü ve iradesi sâyesinde uzak
mesafeleri aştı ve limanlarımıza yetişti.’’