24 Eylül 2020 Perşembe

Mavi Vatana Emperyalist Saldırılar

 Mavi Vatana Emperyalist Saldırılar 

Cem Gürdeniz

                ‘’Avrupa Birliği Yakında Türkiye’ye sopasını gösterecek’’ (18 Eylül 2020) Bu sözler, Almanya’nın Atina Büyükelçisi Ernst Reichel’e ait. Yanlış anlamayın bir futbol holiganına ait sözler değil. Yazık, Atlantikçi Almanya’nın düştüğü durum işte bu. 

ABD Senatörü Menendez: ‘’Açıkça konuşalım. Ege’yi tartışmaya açan tek ülke Türkiye. Bu sular Yunanistan'a ait.  Bu sular Yunanistan'a ait ve ABD Dışişleri Bakanlığı, kesin surette ve açık bir şekilde Türkiye'nin bölgedeki gerginlikten tek başına sorumlu olduğunu ifade etmelidir.’’(22 Temmuz 2020)

Emperyalizm 100 yıl sonra tekrar Türk Milletine sopa gösteriyor. Sopa neden gösteriliyor? Türkiye Mavi Vatanını savunduğu için. 

 

Mavi vatan bir başkaldırıdır. Mavi Vatan, ABD ve AB’nin 21. Yüzyılda Türkiye’ye Ege ve Akdeniz’de çizdiği sınırlara bir başkaldırıdır. Bir manifestodur. Anadolu’ya sıkıştırılmaya, Ege’den Akdeniz’e çıkışın kapanışına, Akdeniz’de Antalya Körfezine hapsedilmeye bir meydan okumadır. Büyüyen bir bedene dar gelen bir elbiseyi zorla giydirmeye direnmedir. Kafese sokulmaya çalışılan bir aslanın karşı koymasıdır. Son günlerde emperyalizm, yerli işbirlikçileri ile Mavi Vatana saldırı dozunu ve kapsamını artırdı. AB Komisyonu, AB Parlamentosu, Fransa ve ABD’den her seviyede yönetici kadroların Türkiye ve Mavi Vatan karşıtı söylemleri; Başta ABD olmak üzere Türkiye aleyhinde tavsiye sunan Düşünce Kuruluşlarının dokümanlarının çoğalması medyanın vaka-ı adiyane haberleri arasına girdi. Zannediyorlar ki bu meydan okumalar, tehditler ile Türk halkı devletiyle birlikte sindirilecek ve Ege’de Türk milletini kıyılara hapseden; Doğu Akdeniz’de hakkımız olan kıta sahanlığının neredeyse dörtte üçünü çalan Seville Haritasına razı edilecek ve son tahlilde 21. Yüzyılda okyanus ve denizlerden koparılarak Anadolu’ya hapsedilmeye rıza gösterecek. 

İçerdeki mandacılar ve işbirlikçiler.  ABD/AB emperyalizminin bu korosuna yetmez ama evetçi yurtiçi koro da dahil olmuş durumda. Sanki Türkiye vatandaşı değiller. Sanki denizlerden mavi vatanımızdan çalınacak alanlar onların çocuk ve torunlarına ait değil. Onlara göre, yeter ki Avrupa Atlantik sistemden ve NATO’dan kopmayalım; Olsun, suratımıza tükürseler de onurumuzu kırsalar da biz medeni batı dünyasındaki yerimizi almalıyız. Gerekirse Doğu Akdeniz’de 150 bin km kare alanımızı Yunanistan ve Kıbrıslı Rumlara teslim edelim; Ege Denizinin tamamını Yasu haykırışlarıyla sirtaki oynayarak Yunanlılara verelim.  Gerekirse Türklüğümüzü reddedelim. Ne ruhları ne kalpleri ne akılları vatan için çarpıyor. Türk olmaktan utanıyorlar. Bu tiplere verilecek cevabı Merhum Elçibey zamanında tokat gibi yüzlerine çarpmış: ‘’Sen Türk olduğunu unutsan da düşmanın asla unutmaz’’

Emperyalizme Yemin Etmiş Ruhlar. Bu tipler, doğduklarında ruhları emperyalizme sadakat ile kutsanmıştır. Fıtratları budur. Bunlar ulusal çıkarların daima karşısında yerlerini alırlar. Pusulaların milli yazılımı yoktur. Geçmiş örnekleri çoktur. Soros’çu ve ‘’Yetmez ama evetçi’’ koronun kadın ve erkek katılımcıları Ergenekon, Balyoz ve diğer ahlaksız FETÖ kumpas davaları sürerken de Türkiye’nin bağırsaklarını temizlediğini iddia eden ihanet ve rezalet cephesindeki yerlerini almışlardı. Değişen bir şey yok. Emperyalizm Türkiye’de her dönemde maaş veya çıkara bağlayabilecek hainler ile kişiliği oluşmamış, aşağılık kompleksleri vatan ve millet sevgisini yok etmiş, kör batı hayranı kullanışlı aptalları bulmakta hiç zorluk çekmiyor. 100 yıl öncesinin Ali Kemalleri, Damat Feritleri, Sait Mollaları, kakalak sürüleri gibi ölürken de çoğalarak görevlerine devam ediyorlar. 

Soğuk Savaş Sonrası Saldırıların Başlaması. Mavi Vatana emperyalist saldırılar Berlin Duvarı 1989 yılında yıkıldıktan sonra başladı. Türkiye yepyeni bir jeopolitik gerçeklik ile karşı karşıya kalmıştı. Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar, Avrasya coğrafyasında 300 milyona yakın akrabaları ile arasındaki duvar yıkılmış; Karadeniz’de son 50 yıl düşman bellediği eski Varşova Paktı üyesi ülkelerle ortak tarihe sahip olduğunu ve yeni gelecek kurabileceğini  anlamıştı. Bu yeni jeopolitik değişim sürecine en hızlı denizciler adapte olmuştu. Zira ufkun ötesini hayal ediyorlardı. Yüzlerce yıllık geleneğe ve en önemlisi donanmasız Anadolu’nun geçmişte maruz kaldığı toprak, can ve onur kayıplarının bilincindeydiler. Emperyalizmin ‘’önce NATO ve ABD’’söylemine karşı, ulusal çıkarları her şeyin üstünde tutuyorlardı. Donanma, kendi imkânları ile inşa ettiği 38 çıkarma gemisi ile 1974 yılının 20 Temmuz’unda darbeden 120 saat sonra Girne’de kıyıbaşını tutmuş ve tanklarla zırhlı birliklerin adaya akmasını sağlamıştı. Neticede Kıbrıs’ta jeopolitik harita değiştirilmişti. Ulusal savunma sanayiinde 1967 yılında ilk refakat muhribini kızağa koyarak milli gemi hareketinin fitilini ateşlemişlerdi. Soğuk Savaş döneminde Avrupa Atlantik sisteme kayıtsız şartsız itaat dayatan sisteme direnen öncü kuvvet olmuşlardı. Örneğin ağır baskılara rağmen Karadeniz’de NATO tatbikatı icra etmemişlerdi. 

Donanmanın Önlenemez Yükselişi. Soğuk Savaşın bitişiyle Cumhuriyet Donanmasının yükselişi o denli büyük oldu ki, bu yükseliş, 21’inci yüzyılda   Karadeniz, Ege ve Doğu Akdeniz’in küresel kurgular ile şekillenmesine izin vermeyen, önemli çıkarları olan Hint Okyanusu’nda 2009 yılından itibaren sürekli savaş gemisi bulundurabilen, kendi savaş gemisini, sensör ve silahını yapabilen, var oluş nedenini Mustafa Kemal Atatürk ve ulusal güçten alan Türk Deniz Gücünün oluşumunu gerçekleştirdi. Daha da öte, Cumhuriyet Donanması Türkiye’nin denizcileşmesinin lokomotifi oldu. Osmanlı İmparatorluğundan devraldığı bu görevi, emsalsiz başarılar ile sürdürebildi. Cumhuriyet Donanması Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan, “Toprak Gemi”Anadolu’yu sırtında taşıyarak, “Mavi Vatan”a yaklaştırmanın ve her ikisini buluşturmanın hayati sorumluluğunu üstlendi 

Atlantikçilerin Donanma Nefreti. Bu başarılar Avrupa Atlantik emperyalizminin Türkiye saldırılarını tetikledi. NATO üyesi bir ülkenin askeri metotlar ile cezalandırılması olası değildi. 19. yüzyılda yaşanıyor olsaydı bir liman baskını ile donanma yakılır ve en az 20-30 yıl rahat edilirdi. Başka bir şey yapılmalıydı. Komuta yapısı felç edilmeli, Deniz Kuvvetleri psikolojik baskı ile boyun eğdirilmeliydi. Donanmanın, Mustafa Kemal Atatürk ile tüm bağları koparılmalıydı. Kim yapacaktı bunu? FETÖ. Kimin desteği ile? İktidar, muhalefet, parlamento ve yüzlerce Dreyfus’a sırtını dönen her kesim ile.  Böylece 2007 yılından itibaren Türk tarihinin en karanlık, en utanç verici, en ahlaksız ve aşağılık dönemini oluşturan kumpas davalar süreci başlatıldı. 

FETÖ Artıkları Bu sürece destek verenler hala aramızda utanmadan dolaşıyor. Bir bakıyorsunuz Aksaçlılar grubu altında karşımıza çıkıyorlar; Bir bakıyorsunuz Türkiye ve Yunanistanlı Kadınların Barış Çağrısı başlığıyla karşımıza çıkıyorlar. Aksaçlıların hemen hemen büyük çoğunluğu zaten FETÖ kumpaslarına alkış tutmuş, medya bacağını oluşturmuş, kişilerden oluştuğu için onlara söylenecek bir şey yok. Kadınlara gelince. Bu muhteremler FETÖ kumpas davalarında neredeydiler? Vardiya Bizde ’nin, Sessiz Çığlık’ın başı göklerde kahraman kadınları 4 yıl boyunca her hafta sonu, karda kışta, dijital terör ürünü sahte delillerle Silivri’de çürüyen, bazıları intihar eden, bazıları kansere yakalanıp hayatını kaybeden eşleri için bir şeyler yapmak, seslerini duyurmak için çırpınırlarken neredeydiler?  Aileler paramparça olurken neredeydiler? Bu asil kadınların yanında yer aldılar mı? Yoksa Abant Toplantılarında, Taraf, Bugün, Zaman, Sızıntı, Aksiyon, Chronicle gibi medya organlarında CIA parasıyla boy gösteren devlet ve millet düşmanı, hainler şebekesine alkış mı tuttular? Şimdi bu tipler, utanmadan 15 Temmuz 2016 FETÖ kanlı ayaklanmasının hafızalarımızdan silinmeyecek ihanet tablosuna rağmen yine ortaya çıkıyorlar. Washington DC, Berlin, Londra ve Paris’teki patronlarının verdiği işaretle ortaya çıkıyorlar. Utanmadan. Sıkılmadan. Bu tipler; Soros’tan, yabancı istihbarat ajanslarından  beslenen kanserli parazitler, Türkiye’yi omurgasından kemiren tarikatlar; Atatürk adına bile tahammül edemeyen çevreler ve dost görünerek emperyalizme selam duran sahte Atatürkçüler ile birlikte Türkiye’ye ve Mavi Vatana saldırmaya devam ediyorlar. Hükümetin iç cepheyi sağlam tutmak yerine Atatürk’e; Lozan’a, İnönü’ye; kurtuluş ve kuruluşa eleştiriler getirerek kutuplaşmayı artırdığı bir dönemde FETÖ artıkları moral bulmaya ve saldırmaya devam ediyorlar. Denizde gerilememiz için, emperyalizme gedik açılması için bastırıyorlar. Donanmamızın zayıflaması, caydırıcılığını yitirmesi için neredeyse yağmur duasına çıkıyorlar.

Türk milletini, Türk devletini bir kez daha ikaz etmek görevimdir. 29 Nisan 2011 günü, Türkiye’nin ABD ve AB’ye tam teslim olduğu karanlık günlerin ortasında tutuklu olarak getirildiğim Silivri Mahkeme Salonunda (Çadır Tiyatrosu)nda Balyoz Davası nedeni ile ilk manifestomu verdiğimde uzun bir konuşma ile Türkiye’nin deniz jeopolitiğini ve karşı karşıya kaldığımız durumu anlatmıştım. (Merak edenler 10. Ağır Ceza Mahkemesi UYAP kayıtları üzerinden bu konuşmayı bulabilir.) Bugün karşı karşıya kaldığımız her şeyi 9 yıl önce öngörü içinde anlatmıştım. Konuşmamın son paragrafı şöyleydi:

’10’uncu Ağır Ceza Mahkemesi Heyeti, Özetle, Cumhuriyet Donanması tarihinden ders almasını bilmiş, geçmişteki hataları tekrar etmemiş ve son 88 yıldır aziz Türk milletine sadece başarı ve zafer hediye etmiştir. Elbette bunlar büyük Türk milleti’ nin haklarını gasp etmeye çalışanları rahatsız etmekte, önlerine engel çıkartanları, bedhahlarla iş birliği yaparak, asimetrik psikolojik ve asimetrik hukuk savaşları yolu ile engellemeye çalışmaktadır. Unutulmamalıdır ki günümüz deniz savaşları doğrudan gemi batırmaktan ziyade barış zamanından itibaren filolara ve gemilere kumanda eden personelin çeşitli boyutları ile etkisiz hale getirilmesini hedeflemektedir. Ne acıdır ki, biraz önce size özetlemeye çalıştığım, bahriyenin tüm bu başarılı faaliyetlerin fikir sahipleri ve uygulayıcılarının birçok emekli ve muvazzaf temsilcileri bu salonda ya da diğer sahte davaların mahkeme salonlarında bulunmaktadır. Deniz tarihimize kayıt düşülmesi maksadıyla donanma üzerindeki dijital terörün dış dinamiklerini ilgilendiren başlıca sebepleri anlatmaya çalıştım. Aziz milletimiz bunları bilmeli, heyetiniz bunun farkında olmalı ve vatansever yetkililer bu dijital terör ve iftira saldırılarını durdurarak, milletin bu fedakâr evlatlarını korumalıdır. Aksi takdirde morali çökertilmiş, ulusal refleksleri köreltilmiş bir deniz kuvvetinin Çeşme, Navarin, Sinop ve Haliç baskınları sonrası yaşananları tekrar yaşaması kaçınılmaz olacaktır. Biliyorsunuz Çeşme sonrası Kırım ve Boğazların tam kontrolünü, Navarin sonrası Yunanistan’ı, Sinop sonrası büyük ekonomik çıkarlarımızı, Haliç baskını sonrası donanmasızlık nedeni ile Kıbrıs, Balkanlar, Ege adaları, 12 adalar, Girit ve Libya’yı kaybettik. En önemlisi donanmasızlık nedeni ile Çanakkale’de anayurdumuz Anadolu’nun işgaline gelen armadayı denizde durduramadık ve 100 bin vatan evladını şehit verdik. Anadolu coğrafyasının donanmasızlığa ve tırnakları sökülmüş, ulusal koruma refleksini kaybetmiş donanmalara tahammülü yoktur.  Bu dijital terör saldırısı sonunda eğer bahriye kan kaybeder, seçkin denizcilerinin tasfiyesi başarılı olur ve bunun yansımaları gelecek günlerde denizlerimizde ulusal çıkarlarımızın aleyhine tecelli ederse, tarih ve gelecek nesiller önünde, bahriye üzerinde bu oyunu oynayanlar kadar, bu oyuna alet olanlar ile sessiz kalanlar da suçlu olacaktır. Takdir aziz milletimizindir. “

Bu konuşmamdan sonra üye hâkim A.E. Peksak (Halen FETÖ’den Hapiste) bana şu soruyu sormuştu: 

                    ” Konuşmanızda, açık bir şekilde defalarca da belirttiniz. İftira ve düzmece olarak yapıldığı iddia edilen birçok belgede ya da var olduğu iddia edilen bu belgelerin altında dijital yollarda son kaydedici veyahut da son kez yazanın sizin olduğunuz iddia ediliyor. Bu iftiralara maruz kalmanızın sizce sebebi nedir?”

                    Ben de cevaben şunları söylemiştim: 

                 ” Bunu size saatlerce anlatabilirim ama tek şey söyleyeceğim. Benim az önce söylediğim, “Mavi Vatan” dediğimiz denizlerimize sahip çıkmak; bu çerçevede dört ayrı Deniz Kuvvetleri Komutanı ile Türk Deniz Kuvvetlerinin stratejisini, konseptlerini oluşturan bir denizci, bir Amiral, bir stratejist, bir deniz tarihçisi olarak kendimi yetiştirmiş ve tarihin ve kaderin beni yetiştirdiği yerde ve zamanda bu hizmetleri sunmuş olmamdır.” 

 

        Emperyalizme Direnelim. Bugün aynı ikazımı yüce Türk milletine tekrar ediyorum. Direnelim. Emperyalizme dur diyelim. Utanç duymayı bile beceremeyen içimizdeki hainlere, celladına aşık Atlantikçilere yeter artık diyelim. İktidar ve muhalefete bir araya gelmeyi öğretelim. Jeopolitik çıkarların torunlarımızın geleceği olduğunu anlatalım. Mavi Vatanın ve denizcileşmenin geleceğimiz, savunmamız, güvenliğimiz, refah ve mutluluğumuz için ne denli önemli olduğunu, esnafa, işçiye, köylüye, memura, zanaatkara, sanatçıya, işadamına, öğretmene, çocuğa, gence, öğrenciye, kadına, erkeğe, gence, yaşlıya kısacası herkese anlatalım. Zira emperyalist saldırılar devam edecektir. 100 yıl önce denediler. Yine deneyecekler. Zaman Mustafa Kemal Atatürk ışığında birleşme zamanıdır. Muhtaç olduğumuz kudret onun dediği gibi damarlarımızdaki asil kanda mevcuttur. Tarihimiz ise pusulamızdır. 

        (Dün idrak ettiğimiz 19 Eylül Gaziler Gününde, bizlere her türlü saldırıya, kumpasa, tehdit ve meydan okumaya rağmen bağımsız ve özgür bir cumhuriyette yaşama olanağı sunan Gazilerimize takdir ve şükranlarımı sunuyorum.)

 

17 Eylül 2020 Perşembe

Türkiye’yi Ege ve Akdeniz’den Dışlayan Seville Haritası Nasıl doğdu?

 Türkiye’yi Ege ve Akdeniz’den Dışlayan Seville Haritası Nasıl doğdu?

Cem Gürdeniz

 

Seville Haritasının adını ilk kez 2003 yılında AÜ siyasal Bilgiler Üniversitesi Öğretim Üyesi, Genelkurmay Deniz Hukuku Danışmanı, Prof. Dr. Sertaç Hami Başeren’den duydum. Henüz Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, ada etrafında MEB ilan etmemişti. Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Strateji Daire Başkanı olarak görev yapıyordum. Kısa görüşmemizde ABD’li bir kaynağın, Seville Haritası adı olmaksızın, aleyhimize Ege ve Akdeniz’de kıta sahanlığı/MEB sahaları içeren bir harita oluşturduğundan bahsetti. Daha sonra 2004 yılında söz konusu harita, AB web sitelerinde ortaya çıkmaya başladı. Haritanın Seville Üniversitesi Haritası olarak net bir şekilde adlandırılması aynı yıl oldu. 

 

Seville Üniversitesinde ilk Harita. 4 Ekim 2004 tarihinde Seville Üniversitesinin Coğrafya anabilim adlı öğretim üyeleri olan Prof. Juan Luis Juarez de Vivro ile Prof. Juan Carlos Rodriguez Mateo tarafından bir makale yayınlandı. ‘’Maritime Europe and EU Enlargement: A Geopolitical Perspective- Denizci Avrupa ve AB Genişlemesi: Bir Jeopolitik Perspektif’’ isimli bu makalede, ilk kez Türkiye’nin Anadolu’ya sıkıştırıldığı bu harita yayınlanmış oldu. Makale ‘’Elsevier’’ isimli İngiliz/Hollanda sahipli dünyaca ünlü bilgi analiz firmasının yayını olarak, 2006 yılında baskıya girinceye kadar, AB ajansları ve resmi makamlar bu haritayı çoktan kullanmaya başlamışlardı. Her iki öğretim üyesi de deniz hukukçusu değildi. 

Harita Neden Hazırlandı? Haritanın Üniversite tarafından genişlemiş AB vizyonu içinde hazırlatılması aslında basit bir nedenden ortaya çıkmıştı. AB, 2004 genişlemesinden önce Deniz Alanları Planlaması (Maritime Spatial Planning) yapmak istiyordu. Yani, gelecekte kıyısı olan AB ülkeleri nerelerde rüzgâr enerji alanları, balık çiftlikleri, turizm geliştirme alanları, merkezi limanlar, tersane alanları ve benzeri tesisler kuracak; hangi bölgeleri çevre koruma alanı ilan edecek, gibi deniz ve çevresi ile ilgili sorulara cevap veren bir planlama istiyordu. Bu konuda Avrupa’da en ileri durumda olan Seville Üniversitesi ve alanında büyük şöhrete sahip Prof. Suarez seçilmişti. AB fonları ile desteklenen bu proje için Suarez çalışırken üye ülkelerden müstakbel deniz yetki alanlarının haritalarını talep etti. Yunanistan ve Güney Kıbrıs bu süreçte kendilerine azami pay Türkiye’ye ise neredeyse hiç pay vermeyen haritaları gönderdi. Bu haritalar internette 2000’li yılların başından itibaren dolaşıma giren ABD kaynaklı haritalar ile de örtüşüyordu. Yunanistan’ın Ege’deki sözde yetki alanları zaten 1976 Kıta Sahanlığı krizinden itibaren ileri sürdüğü tüm Ege’yi kapayan tezleri ile uyumluydu. Ancak bu kez Akdeniz için de inanılmaz boyutlarda maksimalist tezler sunuyordu. 

 

AB Haritada Israr Ediyor. 2007 yılında bu kez aynı harita Barselona’da basılan ‘Atlas of Maritime Europe: Jurisdictions, Uses and Management, Barcelona, (Ediciones del Serbal)da karşımıza çıktı. Bu atlas da İspanyol Ulusal Araştırma Merkezi tarafından desteklenen bir AB projesi idi. Bu haritada deniz alanları ve sınırları için kullanılan bilgi bankası İngiliz GEBCO bilgi bankası tarafından geliştirilmişti. İddia edildiğine göre bu çalışmada Akdeniz’de adaların durumu hukuki olarak ele alınmamış, ortay hat kullanılmıştı. 

Suarez Hatasını Düzeltiyor. Suarez, 2010 yılı başında AB İç Siyaset Direktörlüğü için Balıkçılık alt alanında yeni bir çalışma daha yaptı. ‘Jurisdictional waters in the Mediterranean and Black Seas’’ isimli bu çalışmasında ilan edilmemiş kıta sahanlığı veya MEB alanları ilgili ülkeler için gösterilmedi. Türkiye ve Yunanistan arasındaki karasuyu sınırlandırmasının da “teorik” olduğu yayında açıkça belirtildi. Bu çalışma Prof. Suarez’in Akdeniz yetki alanları konusundaki son çalışması oldu. Kısacası Suarez, 2004 yılındaki çalışmasında Yunanistan ve Kıbrıslı Rumların gönderdiği sınırlandırma haritalarını kullanarak bir nevi tuzağa düşmüş. 2010 yılı çalışmasında bu hatayı tekrar etmemiş, ancak atı alan Üsküdar’ı geçmişti. 

 

AB Israrı Devam Ediyor. AB söz konusu habis haritayı son 16 yıl boyunca her yerde kullandı. Kullanmaya devam ediyor. Resmi dokümanlardan, web sitelerine kadar her yerde. Görünen o ki, bu harita 21. Yüzyıl başında hazırlanırken, hegemonlar Türkiye’yi denizden uzak tutmaya karar vermişler ve   Yunanistan ile GKRY üzerinden bu haritanın küresel dolaşıma çıkmasını ciddi bir psikolojik harp ve algı yaratma operasyonu ile başarmışlar. Bu haritaların Yunanistan’da Profesör Rozakis gibi aklı başında deniz hukukçularına rağmen bu denli maksimalist hazırlanabilmesini sağlamışlar. Biz isteyelim, Türkleri ya ikna ederiz ya da zorla kabul ettiririz. Eğer FETÖ darbesi başarılı olsaydı, şüphe yok ki, bu harita Türkiye’ye kabul ettirilirdi. Zaten çok sayıda kumpas davanın bir nedeni de Doğu Akdeniz enerji kaynakları ve bu haritanın Türkiye’ye dayatılması değil miydi?

 

Pişkin ve Yüzsüz AB. Gelelim son günlerde harita ile ilgili AB tarafında yaşananlara. 21 Temmuz ve 10 Ağustos 2020 Navtex krizleri sırasında AB Komisyonu adına birçok açıklama yapılarak Seville Üniversitesi Haritası olarak bilinen harita ile bir ilişkileri olmadığını ve böyle bir haritanın kendileri tarafından Üniversiteye ısmarlanmadığını, ayrıca, kurumlar tarafından hazırlatılan harici raporların AB’nin resmî belgeleri olmadığını deklare ettiler. Bunun bir anlamı olmadığı açıktır. Zira AB devlet değildir ve egemen devletler gibi kıta sahanlığı veya MEB ilan edemez. Ancak vekil devlet olarak kullandığı GKRY ile Yunanistan’a kendi çıkarlarını sağlayacak geniş alanları ilan etmelerini teşvik ve siyasi kulislerde yardım etmiştir. Diğer taraftan Bahçeşehir Üniversitesi BAUDEGS Kurucu Başkanı Amiral Cihat Yaycı’nın belirttiği üzere; ‘’geçmiş AB ilerleme raporlarında AB nasıl oluyor da Türkiye’yi GKRY MEB’inde faaliyet yürütmek nedeni ile ciddi eleştiriyor ve hatta gemi çalışanlarına yaptırım uyguluyor? Bu arada GKRY’nin 2 Nisan 2004 tarihinde ilan ettiği MEB sahası Seville Üniversitesi Haritası ile birebir örtüşüyor. AB’nin inandırıcı olması için öncelikle Seville Üniversitesinde resmen 2004 yılından itibaren hazırlanan haritayı neden AB’nin tüm resmi dokümanlarında ve kurumlarında kullanmaya başladığı; neden hala kullanılmaya devam ettiğini izah etmesi gerekir. Amiral Yaycı’nın tespit ettiği AB web siteleri bu makalenin sonunda bilgi için sunulmuştur. Merak edenler web sitelerine bugün girerek bu habis haritanın her yerde olduğunu görebilir.

Diplomatik İşlem Yapılmalıdır. Dışişleri Bakanlığı, AB Komisyon Başkanlığına hukuken, ahlaken, maddeten hiçbir geçerliliği olmayan bu haritanın AB resmi sitelerinden ve dokümanlarından çıkarılmasını talep etmelidir. Bu haritanın varlığı bile AB’nin Yunanistan ile yaşanan krizde asla arabulucu olamayacağını göstermektedir.

 

Mandacılara Tavsiyeler. Türkiye’yi Anadolu’ya hapseden Akdeniz ve Ege ile bağlarını kopartan bu haritaya tahammülümüz yoktur. İçimizde hala AB’yi aklamak için ‘’Ama bizim alakamız yok dediler’’ şeklinde açıklama yapan AB ve ABD muhip ve mandacılarına hatırlatalım. Bu harita hepimizi boğuyor. Sizlerin AB ve ABD sevgisi Anadolu’yu boğulmaktan kurtarmıyor.

 

 

 

metin, harita içeren bir resim

Açıklama otomatik olarak oluşturuldu

 

 

ekran görüntüsü içeren bir resim

Açıklama otomatik olarak oluşturuldu

 

 

 

 

 

 

7 Eylül 2020 Pazartesi

Almanya’daki Atlantikçilerin Türkiye Düşmanlığı

 Almanya’daki Atlantikçilerin Türkiye Düşmanlığı

Cem Gürdeniz

 

Almanlarla Birinci Dünya Savaşında müttefik idik. Karadeniz’de Türk bayraklı iki Alman gemisinin (Yavuz ve Midilli) emrivakisi ile savaşa girdik. Pek çok cephede birlikte savaştık. Yenildik. İşgale uğradık. Aynı koşullarda Türklerin teslim olmamasını ve büyük bir başkaldırı ile Kurtuluş Savaşını başarmalarını hazmedemediler. Cumhuriyet kurulurken güçlü teknoloji ve endüstriyi temsil eden Alman ekolü donanmada ve orduda etkin oldu. Alman müşavirler kullanıldı. İkinci Dünya Savaşından kısa süre önce Nazi zulmünden kaçan Alman Yahudileri, Türk akademi dünyasına büyük katkı sağladılar. Büyük savaşta tüm dünyaya çok acı çektirdiler. Sonuçta çok ağır cezalandırıldılar. Dresden şehrini İngiliz ve Amerikan Bombardıman filoları haritadan silecek derecede bombaladı. 28 bin binanın 24 bini yok edildi. Kullanılan ateş gücünün Hiroşima ve Nagazaki’de kullanılan nükleer ateş gücüne eşit olduğu iddia edildi. 25 bin masum sivil öldü. Anavatanları doğudan Sovyet batıdan ABD ve İngiliz işgaline uğradı. Değil direnmek, hayatta kalabilecek kaynakları bile zor buldular. 

 

Cezalandırılan Almanlar. 1990 yılına kadar 45 yıl ideolojik, siyasi, ekonomik ve jeopolitik bir ayrım içinde ikiye bölündüler. Soğuk Savaşın asli cephesi oldular. Batı Almanya baştan aşağı yüzden fazla Amerikan üssü ve 100 bine yakın Amerikan askeri tarafından işgal edildi. Aynı kaderi Doğu Almanya Sovyet güçleri ile paylaştı.  Topraklarında bulunan Amerikan ve Sovyet vatandaşlarına kapitülasyon verir gibi hukuki üstünlük tanıdılar. Anayasalarını ABD ve Sovyetler yazdı. Batıda kazanan her şeyi alır mantığı ile sanattan, askerliğe her alanda Amerikan etkisine; Doğuda Sovyetler ve komünizm etkisine alındılar. Son 60 yılda seyrettiğimiz her Amerikan savaş filminde yerden yere vuruldular, küçük düşürüldüler. Batı Almanya NATO’ya; Doğu Almanya Varşova Paktına alınarak savunma alanında kendi iradeleriyle savunma konsepti yaratmaları önlendi. Geçmişten gelen muazzam teknolojik ve endüstriyel alt yapı ile savunma sanayiinde küresel çapta başarıyı kısa sürede yakaladıkları halde, bu gücün askeri ve siyasi güce dönüşmesine Batı Almanya’da asla izin verilmedi. Her iki dünya savaşını yaşayan nesillerin geçmişi anlatmaları tabu sayıldı. Geçmişleri unutturuldu. Siyasi partileri batıda kayıtsız şartsız Atlantik çizgisinde dizayn edildi.  Amerikan ve 1990 yılına kadar Sovyet istihbaratı kılcal damarlarına kadar girdi. Şansölye ’nin telefonlarının 2002 yılından itibaren dinlendiği 2013 yılında ortaya çıktı. AB’nin en büyük ekonomisi olmalarına rağmen bu gücün askeri güce dönüşmemesi sağlandı. 

 

Rusya ile Yakınlaşmak Yasak. Amerikan dayatmasına en önemli başkaldırı 23 Ekim 1983 tarihinde Almanya’ya konuşlandırılan orta menzilli Amerikan Pershing II nükleer füzelerine itiraz ile başladı. Yüzbinlerce protestocu değişik şehirlerde Amerikan aleyhtarı gösteri yürüyüşleri yaptı. Bu protestolar INF Anlaşmasının imzalanmasını sağladı. 1990’da İki Almanya’nın birleşmesi sonrası Rusya ile yakınlaşma en büyük tehdit olarak görüldü.

 

Rus Gazı ve Amerikan Baskısı.  İki Almanya’nın 3 Ekim 1990 tarihinde birleşmesinden sonra 8 Kasım 2011 tarihinde Kuzey Akım doğal gaz boru hattı ile Rus gazının Alman topraklarına getirilmesi en büyük anti-Atlantik hamle oldu. 11 Eylül 2001 saldırıları sonrası başlayan Neocon odaklı Amerikan genişleme siyasetine anayasalarının izin vermemesi nedeniyle kısıtlı destek verdiler. 2011’deki Libya ve sonrasındaki Suriye saldırılarını desteklemediler. Almanya’daki Amerikan baskısına son olarak 27 Mart 2018 tarihinde projesi onaylanan Kuzey Akım II projesi üzerinden maruz kaldılar. ABD Kongresi ve Başkan Trump bu boru hattının önlenmesine yönelik yaptırım kararını 21 Aralık 2019 tarihinde aldılar. Trump, Berlin yönetimini bu kararda Moskova’nın esiri olarak nitelendirmişti. Daha da ötesi 2010 Ağustos ayında üç ABD senatörü, Kuzey Akım II, Baltık Denizi boru hattının yapımına katılmaya devam etmeleri halinde Mecklenburg/Batı Pomeranya'daki Sassnitz limanın yöneticilerini yıkıcı ticari yaptırımlarla tehdit ettiler. Rusya ile entegre çalışabilen tek liman olma özelliğine sahip olmasının yanısıra Çin’in Kuşak ve Yol (BRI) girişiminin Kuzey Avrupa aksını tamamlayıcı görev görmekte, Kuzey Avrupa’nın enerji ve ürün tedarik güvenliğini sağlamaktadır. Almanya’nın sahibi olan devlet şirketine yaptırım tehdidi uygulanması önemli bir ilki oluşturuyor. 

 

Rusya Muhalefet Lideri ve Alman Atlantikçiler. Almanya’daki Atlantikçi cephe Rus Alman ilişkilerini bozmak için her fırsatı değerlendiriyor. Son olarak Almanya’nın Rusya’yı muhalif Aleksey Navalny'e suikast düzenlemeye çalışmakla suçlamasının ardından ne olduysa konu bir anda Kuzey Akım II Hattı’na getirildi. Navalny, ailesinin isteği ve Putin’in oluru ile Almanya’ya getirildi. Navalny, Almanya’da tedavi görürken en büyük tartışma Kuzey Akım II projesinin iptali üzerine yapılabildi. Muhalefet ve Merkel’in partisi bile bu olayı inşaatı süren Kuzey Akım II projesinin iptali için tartışmaya açabildi. İşte Almanya’da Atlantikçi damarın gücü. 

 

Alman Atlantikçileri Mavi Vatana Karşı. Bu güç, Türkiye’nin Doğu Akdeniz ve Ege’de hakkı olan deniz yetki alanlarını savunmasına da karşı. 21 Temmuz 2020 tarihli Oruçreis NAVTEX’ini Merkel’in talebi ile durduran Türkiye, bu iyi niyetinin karşılığını 6 Ağustos 2020 tarihinde imzalanan Mısır Yunanistan sınırlandırma anlaşması ile aldı. Bu tam bir emrivaki idi. Bunu planlayan gücün ABD olduğunu Yunanistan Dışişleri Bakanı Dendias kendi açıkladı. ‘’Mısır’da 4 ayrı konuda görüşmeye gitmiştik. Mısır Dışişleri Bakanını ABD Bakanı Pompeo aradı ve bir anda anlaşma imzalandı.’’ Bu hamle ile ABD hem Türkiye hem de Almanya’yı hedef almış oldu. AB adına arabuluculuk yapan Almanya büyük prestij kaybetti. Dolaylı olarak AB de. Bu gelişmeden sonra Almanya’da devlet kontrolünde olan Der Spiegel başta olmak üzere ZDF, Die Welt gibi medya organlarında yoğun Türkiye karşıtlığı sergilendi. Die Welt,  Türkiye Cumhurbaşkanının Amirallere en az iki Yunan Savaş gemisi batırın talimatı verdiği gibi akla, insafa uymayan yalan haberler üretti. 

Alman Medyasının Etik Sorunu. Der Spiegel ve ZDF Mavi Vatan doktrininin Seville Haritasındaki hukuksuz ve insafsız deniz yetki alanı gaspına karşı bir savunma doktrini olduğunu bildikleri halde Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki faaliyetlerini yeni Osmanlıcılık ve genişlemeci saldırgan bir strateji olarak jeopolitik gerçeklerden uzakta, tamamen Türk iç siyasetine yönelik bir üslup ve kapsamda sunabildi. Bu tip yalan haberleri ve çarpıtmaları yapan Alman medyası Türkiye’de 2010’lu yılların başında yaşadığımız Ergenekon ve Balyoz davası gibi dönemlerin Taraf ve Zaman gazetelerini aratmadı. Artık Alman istihbaratı kontrolündeki Der Spiegel ve ZDF gibi medya araçlarının ne güvenilirliği ne de objektifliğinden bahsedebiliriz. Kenar Kuşak Jeopolitiği. Atlantik cephe Almanya’nın ve Türkiye’nin sırasıyla Baltık Denizi ve Karadeniz’deki stratejik öneminden vaz geçemez. Her iki ülkenin Rusya ile yakınlaşmasına tahammül edemez. Asya kıtasında tarihte ilk kez yaşanan Norveç Denizinden Bering Boğazına; Çukçi Denizinden Hindistan’ın Çin ile deniz yan sınırına kadar olan deniz alanında (Kore yarımadası hariç) artık egemen olan Rusya-Çin ortaklığının yarattığı büyük yenilgiden sonra, Türkiye ve Almanya’nın Rusya’ya yaklaşmasıyla Karadeniz/Türk Boğazları ile Baltık bölgesinin kontrolünü kaybetmek istemez. Her iki ülkenin okyanus ve denizlerde kendinden ayrılarak rekabete girmesini istemez. Alman Atlantikçilerinin Doğu Akdeniz krizinde Türkiye üzerine sürülmesi; Son 60 yıldır Türk gurbetçilerin kendi aralarında ırk ve din temelli olarak bölünmesini teşvik etmeleri; 15 Temmuz sonrası yurt dışına kaçan FETÖ hainlerine kucak açmaları ancak bu bakış açısı ile anlaşılır. Maalesef Almanya’da Atlantik emperyalizminin işgali devam etmektedir. Alman halkının Atlantikçi Almanlara kapıyı göstermelerinin zamanı çoktan geldi. Bu tarihin yaratıcılığından çok, küresel düzenin değişim gösterdiği zamanın ruhunun Almanya’ya bir çağrısıdır. Bundan kaçış olacağını sanmıyorum.

 

Kitap Tavsiyesi; Özhan Bakkalbaşıoğlu’nun Kaynak Yayınlarından çıkan ‘’Kıbrıs Barış Harekâtı, TCG Kocatepe Nasıl Battı’’ kitabı 46 yıl önce 54 şehitle Kıbrıs/Baf batısında kaybettiğimiz TCG Kocatepe muhribinin batışının nedenlerini çok detaylı ve titiz bir şekilde ortaya koyuyor.