
ABD’nin
Tehlikeli Körfez Hamlesi
24 Haziran günü ABD
Başkanı Donald Trump bir ‘’tweet’’
yayınladı. Bu mesajında şunları yazdı: ‘’Çin,
kullandığı petrolünün % 91’ini; Japonya % 62’sini ve pek çok diğer ülke
benzer şekilde petrol ihtiyacını Basra Körfezinden alıyor. Pekala o halde biz
neden uzun yıllardır hiç karşılık almadan deniz ulaştırma rotalarını başka
ülkeler için koruyoruz. Bütün bu ülkeler kendi rotalarını geçmişte olduğu gibi
kendileri koruyor olmalıdır....’’ ABD’nin neredeyse 100 yıllık Mahanist
jeopolitik doktrinine tamamen aykırı bu fikriyat, her seviyede büyük akıl
karışıklığına neden oldu.
Kumpas Tanker Saldırıları. Bu mesaj öncesi
yaşananları hatırlayalım. 13 Haziran’da Japon Başbakanı’nın İran ziyareti
sırasında Umman Körfezi Hürmüz Boğazı yaklaşma sularında Japonya’ya ham petrol
taşıyan iki tankerde patlama oldu. ABD, derhal bu patlamaları İran’ın yaptığını
iddia etti. Bu olaydan 1 ay önce de 12
Mayıs’ta BAE’nin Fujerat limanı açıklarında
dört tankere benzer saldırı yapılmıştı. (Bu saldırıların ABD tarafından iddia
edildiği üzere İran tarafından yapıldığına inanmak, saflıktan öte, bir akıl
tutulması olacağından bu yazıda analizine girmeyeceğim.) Bu gelişmelerden kısa
bir süre sonra 20 Haziran’da İran, ABD’ye ait 110 milyon dolarlık RQ 4A Global Hawk istihbarat dronunu 7
km. irtifada imha etti. Böylesine bir kayba ABD’nin askeri bir tepkisi
beklenirken, Trump’ın cevabı İran’ın ruhani lideri Hamaney’i hedef alan yeni
yaptırım kararı oldu. Ardından yukarıdaki mesaj geldi.
Bu mesajın iki stratejik sonucu var. Birincisi ABD ilk kez
dünyanın en kritik su yolu olan Hürmüz Boğazında elinde tuttuğu deniz güvenlik
tekelini söylem düzeyinde terk
ediyor. Bu kritik su yoluna başka devlet savaş gemilerini davet ederek, güvenliği
kendi tekeli dışına çıkaracak bir hamlede bulunuyor. ABD, günde 22 milyon varil
petrolün geçtiği kritik bir düğüm noktasında, savaş gemilerinin
yığınaklanmasını teşvik ediyor. İkincisi en büyük rakibi Çin’i körfeze çekiyor.
Hindistan’ın Fujerat patlamaları sonrası bölgeye zaten savaş gemisi
gönderdiğini ve petrol alımlarını Suudi Arabistan’a kaydırdığını hatırlatalım. Bu
sürece şüphesiz Japonya da katılacaktır.
ABD Senaryolarına Kimse İnanmıyor. Diğer taraftan ABD, körfez
petrolünde çıkarı olan ülkelerin çok sayıda savaş gemisinin bölgede yığınak yapmasını kendi yarattığı tehditler
üzerinden teşvik ederek İran’a göz dağı vermek ve aynı zamanda gereken şartlar oluştuğunda denizde İran’a karşı bir
koalisyon kurmayı da hedefliyor. Aslında bu beklentisi Fujerat ve Umman
Körfezindeki tanker patlamaları sonucu artmıştı. Bu gelişmenin kendiliğinden
oluşmasını beklerken, dünyanın artık ABD senaryolarına inanmadığı ortaya çıktı.
Gemisi ağır yara alan Japon armatör
bile, patlamanın ABD’nin iddia
ettiği gibi limpet mayın olmadığını deklare etti. ABD aslında İran-Irak
Savaşında tarafların başlattığı tanker savaşının değişik bir metodunu
uygulamaya koyuyor. Hatırlayalım. Irak, batı desteği ile yürüttüğü savaşta İran
ekonomisine zarar vermek için tanker savaşlarını başlatmış; bu savaşa sonra
İran da katılmıştı. ABD de, Suudi Arabistan, Kuveyt, Katar ve BAE’ne ait
tankerlere Amerikan bayrağı çektirerek bu gemilere koruma sağlamıştı. Şimdi
böylesine dar bir deniz alanında, günde 250’den fazla tanker hareketinin
yaşandığı bir ortamda ABD: ‘’Ben burada artık güvenlik sağlamam. İran
size kötülük yaparsa, sizi ben korumam’’ diyor. Tabi asıl mesaj Çin’e
gidiyor. Zira Çin, İran’a uygulanan ambargoya ABD’nin istediği şekilde boyun
eğmiyor. 12 Mayıs ve 13 Haziran saldırıları aslında bunun ön işaretiydi. Son
saldırıda Japonya’ya da mesaj verilmişti. Bu durumda her ülkenin kendi
limanlarına giden ve kendi yükünü taşıyan tankerlere refakat ve koruma
sağladığını hayal edelim ve şunu soralım.
Tehdit nerede? Tehdit olarak İran
gösteriliyor, ancak İran kendi ekmek kapısını neden kapatsın? Her ne kadar İran
geçmişte, ambargo olursa Hürmüz’ü kaparım tehdidinde bulunmuşsa da, Çin’in
İran’dan LNG ve petrol alımına devam etme kararı bu söylemi ortadan kaldırıyor.
Zaten bugünkü konjonktürde boğazı kapamanın ABD’nin ve dünyanın müdahalesini
davet etmek olduğunu en iyi İran biliyor. O zaman geriye ABD’nin tek başına
değil; bir koalisyon ile müdahalesine imkan tanıyacak büyük bir kurgunun
sahnelenmesi kalıyor. Bu denizde öyle bir kaos çıkmalı ki, İran’a karşı
bloklaşma hızlansın. Yarın Körfez’den
aldığı petrolü ya da LNG’yi Çin’e götüren bir tanker ve yanındaki Çin savaş
gemisine asimetrik bir saldırı yapılsa, bunun sonucunu tahmin edebilir
miyiz? Ya da Hint Okyanusunda
karşılaşmaktan imtina eden Hint ve Çin savaş gemilerinin dar körfez alanında
karşı karşıya gelmesini sağlayacak kumpas senaryolar kurgulanamaz mı? (USS
Liberty skandalı akıllarımızda) ABD, böylesine bir senaryo için son 100 yıldır uyguladığı
Mahanist doktrini terk etme aldatmasını en güçlü makam, yani başkan üzerinden yapabiliyor.
Zira ABD Donanmasının var oluş nedeni ticaret rotlarının ve düğüm noktalarının
kontrolüdür. Amerikalı stratejist George Friedman ‘’Gelecek On Yıl’’ İsimli
kitabında şöyle söylüyor: ‘’Amerikan gücünün temeli okyanuslar...Küresel
ticaret okyanuslara bağımlıdır. Okyanusları kim kontrol ediyorsa küresel
ticareti de o kontrol eder.… ABD tüm okyanusları kontrol etmektedir.
Tarihte hiçbir güç bunu yapamamıştır. Bu kontrol sadece ABD güvenliğinin temeli
değil, aynı zamanda uluslararası sisteme şekil verme gücünün temelini
oluşturur. Eğer ABD onay vermezse, hiç kimse denizlerde hiçbir yere gidemez.’’
Trump’ın bir tweet’i ile ABD, bu doktrini terk
etmez.
ABD, ‘’Ben burada güvenlik üretmem, İran da gelir gemilerinizi batırır’’
gibi çok basit bir mantık silsilesi kurmaya çalışıyor olabilir. Yani yarın Çin
veya Japonya’ya petrol taşıyan bir gemi batarsa
sürpriz olmayacaktır. İran, bu tip sürprizlere hazır olmalıdır. Bu tip
söylemlerin ham petrol fiyatları kadar, körfezdeki gemi sigortası primlerini de
çok artırdığını hatırlatalım. Bu artıştan en çok kazananların Amerikan sigorta
firmaları olması da tesadüf değildir. Kısacası ABD, İran’a tek başına değil, bir
koalisyon ile müdahale etmenin yollarını arıyor. Amaç İsrail’e tehdit olacak
İran ateş gücüne azami zarar vermek ve İran’da bir iç ayaklanmayı başlatmaktır.
Türkiye, bu tuzaktan uzak durmalı,
Türk-İran ilişkilerinin zarar görmesine izin vermemelidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder