
Yeni Dünya Düzeninin Kurulduğunu Fark Edemeyenler
ABD
eski başkanlarından William Clinton, Türkiye ziyareti sırasında Mecliste bir
konuşma yapmış ve ‘’geleceğin yüzyılını Türkiye'nin tercihleri belirleyecek’’
demişti. Başka bir konuşmasında da Türklerin kendi gücünün farkında olmadığına
yönelik söylemde bulunmuştu. Maalesef bu doğru bir tespittir. Türkiye’de önemli
bir çoğunluk ne gücümüzün farkındadır, ne de tarihsel ve jeopolitik denklem
içinde Türkiye’nin yerinin farkındalığına sahiptir.
Üstün Nitelikli Türk
Ulusu. Dünya tarihinde 1000 yıldır vatan bellediği toprakların
işgaline her zaman kendi gücü ile direnebilmiş; Muhteşem bir Kurtuluş Savaşını
başka güçlerin kanına ihtiyaç duymadan başarmış; 1923-1938 yılları arasında
dünyada örneği görülmemiş büyük bir siyasi, sosyal ve kültürel devrimi
gerçekleştirmiş; Anayasası veya devlet kurucu anlaşmasını hegemonyanın vassalı,
boynu bükük, vekil bir devlet olarak
oluşturmamış; Her dönem devleti ve milleti için canını feda edebilecek
yurtsever fedailer çıkarabilmiş; imparatorluk ve devlet kurma geleneğinden
gelen büyük bir devletin 1000 yıllık güçlü zincirinin bugünkü baklaları olarak
bu gücün ne kadar farkındayız? 10. Yıl marşını söyleyenleri izlediğimiz o siyah
beyaz filmlerdeki başı dik, alınları açık geleceğe umutla bakan dedelerimiz,
büyük babalarımız, babaanne ve anneannelerimizin gururunu neden bugünün
nesilleri yaşayamıyor? Neden bizim gibi
İkinci Dünya Savaşı sonrası dünyaya gelen nesiller iyi olan her şeyi batıdan
bekledi? Neden Kurtuluş ve Kuruluş ruhunu, enerjisi ile birlikte kısa sürede
terk ettik? Neden Atlantik bilinçlendirmesine kısa sürede teslim olduk? Neden
Kemalizm kelimesini bile kullanmaktan çekindik?
Gerçeği Aramak. Evet
bu sorular yanıtları ile beraber
çoğaltılabilir. Kişinin bilgi ve tecrübe birikimi ile zeka seviyesi ve sosyal
statüsü çerçevesinde aklında ve kalbinde oluşturduğu sentez, kendimizi küçük
görme ve gücümüzün farkında olamama konusunda haklı gerekçeler ileri sürebilir.
Ancak eski alışkanlıklar ve oy temelli çoğunluk demokrasisinin oluşturduğu siyasete
yönelik niteliksiz sosyo kültürel alt yapı, gerçeği arayan sokaktaki adamı her
zaman engelleyecektir. Zira bu soruların cevabını verecek çok az kişi vardır. Örneğin
halkımız, Kurtuluş Savaşının Atatürk-Lenin dostluğu ve işbirliği sayesinde
Sovyet Rusya’dan 1920-1922 yılları arasında temin edilen 300 bin ton cephane ve
para yardımı ile başarıldığını neden bilmez? Neden bu gerçeğin 1946 sonrası
parçası olduğumuz Atlantik sistemin dayattığı ideolojinin gereği olarak halka
anlatılmadığını sorgulamaz? Bırakalım devlet adamı ve siyasetçileri, neden pek
çok aydınımız jeopolitik bilmez? Yarımada devletinde yaşadığı halde denizgücü
teorilerini merak etmez? Neden anlı şanlı marka üniversitelerimizin hiç birinde
bu konular öğretilmez? Türkiye’nin yakın tarihi ile şu anki nesillerin pek
çoğunun yaşadığı soğuk savaş jeopolitiği aslında birbirine tamamen zıt
karakterlerdedir. Tarihimiz Osmanlıyı batı emperyalizminin yıktığını öğretir.
1917 Ekim devrimine kadar Romanov hanedanı ile Rusya da bu yapının bir
parçasıdır. 300 yıllık bu hanedan 600 yıllık Osmanlı hanedanı ile 13 kez
savaşmıştır. Ancak Sovyet devriminden sonra Türk askeri ile Sovyet askeri (1989
sonrası Rus askeri) cephede birbirine ateş etmemiştir. Ama kimse bunu
sorgulamaz.
Sürekli Talep Eden
Atlantik. Diğer taraftan 1946 sonrası stratejik
çerçevesine girdiğimiz eski düşmanlarımız yani bizi yıkan ve 1918, 13
Kasım’ında İstanbul’u işgale gelen hemen hemen tüm ülkelerin temsil edildiği
NATO, yani Avrupa Atlantik sistem kademeli olarak şiddeti ve dozu her on yılda
atan bir tempoda daima bizden bir şey istemiştir. Soğuk savaş sırasında zamanı
gelmiş halkımızın haberi olmadan Türkiye’yi nükleer hedef yapacak şekilde, topraklarımıza
orta menzil nükleer Jüpiter füzelerini yerleştirmiş; Hükümetin bilgisi dışında
U-2 casus uçaklarını topraklarımızdan kaldırmış. Zamanı gelmiş Kıbrıs’a
müdahale etme niyeti sergileyen Hükümete meşhur Johnson mektubu ile meydan
okumuş, 10 yıl sonra söz dinlemeyen Türkiye’ye 4 yıl boyunca NATO üyeliğine
rağmen ağır ambargo uygulamıştır. 1950 sonrası Kemalizm ve laikliğin
örselenmesi ile dinin siyasetin bir parçası olması için Suudi Arabistan, ABD, İngiltere
ve Almanya’daki istihbarat örgütleri üzerinden her türlü gayret gösterilmiş,
ekilen FETÖ tohumları 1999 sonrası ABD’den en güçlü desteği alarak, 21’nci
yüzyılda kullanıma hazır hale getirilmiş, 15 Temmuz 2016’da halka ateş
açmıştır.
Batıyı Zorlayan Türkiye. Sovyetler
ve ideolojik düzlemde komünizm, Atlantik sistemin düşmanı olduğu sürece kenar
kuşağın en güçlü Akdeniz kalesi olan
Türkiye’nin, Sovyetleri güneyden çevrelemesi alkışlarla karşılanmış,
ancak soğuk savaş bitip de Türkiye yakın ve uzak coğrafyalardaki akrabalarını
ve de gücünü keşfetmeye başlayınca yer yerinden oynamıştır. Soğuk Savaş
bittiğinde mutlak galibiyetin verdiği özgüven patlamasıyla ABD merkezli tek
kutuplu dünya düzeni tesis edilmiştir. Bu dönem kısa sürse de İsrail’in
güvenliği ile Ortadoğu ve Doğu Akdeniz enerji havzasının mutlak kontrolü için
kenar kuşağın konsolidasyonuna yönelik olarak, İran’ın rejim değişikliği ile
parçalanması ile Irak ve Suriye topraklarında sözde Kürdistan kurulması için Türkiye
aleyhinde büyük gayretler sarf edilmiş ve bu hedefe yürürken Türkiye’de PKK ve
türevleri sınır tanımaz bir şekilde Atlantik sistem tarafından
desteklenebilmiştir.
Farkındalık Eksikliği
. Ülkemizde, 1946’dan sonra
ruhu Atlantik bilinç ile üflenen büyük bir kesim var. Bu kesim işadamlarından,
gazetecilere; askerlerden akademisyenlere; devlet adamlarından siyasetçilere
rotasını bilmeyen bir gemi gibi her rüzgarda savrulup duruyor. Dünyayı takip
etmeyen, küresel boyutta Asya - Pasifik yüzyılına girdiğimiz günlerin bile
farkında olmayan bu çoğunluk grup, hala
Rusya ve Çin ile Türkiye yakınlaşmasını 1950’lerin gözlüğü ile görebiliyor ve
dehşete düşebiliyor. Bu nasıl bir aldatılmışlıktır, anlamak mümkün değil. Asya
yüzyılına girdiğimiz bugünlerde İtalya’nın hem AB hem de G-7 üyesi olduğu halde
Çin ile stratejik ekonomik işbirliğine ya da Almanya’nın Rusya ile North Stream
I ve II üzerinden enerji işbirliğine girdiğini ve ABD ile köprüleri ağır ağır
attığını nasıl göremiyorlar? Devletlerin sonsuz düşman ya da dostu olmadığını ancak
sonsuz çıkarları olduğunu neden görmek istemiyorlar? Bazıları maddi çıkar
ilişkisi içinde bağımsızlık duygusunu yitirmiş; bazıları FETÖ gibi örgütler
üzerinden sistemin casusu veya etki ajanı olmuş olabilirler. Benim anlayamadığım vatanseverliği,
bağımsızlık anlayışı ve Mustafa Kemal Atatürk sevgisinden kuşku duymadıklarımın
düştüğü durum. Okuyun. Tarihinizi ve jeopolitik düzlemde dünyada olup bitenleri
takip edin. Kenar kuşağın yıkıldığını, Asya/Pasifik jeopolitiğinin ve ekonomik
düzeninin küresel hegemonyayı nasıl
değiştirdiğini öğrenin. Yoksa düzen partilerindeki çapsız ve bilgisiz kasaba
siyasetçilerinin, tabloid gazetelerle, içi boş, cilalı TV haber kanallarının,
ama en önemlisi kripto fetöcülerin ekmeğine yağ sürmeye, ülkemizdeki niteliksiz
siyaset ikliminin devamına ve hala Washington, Brüksel, Paris, Berlin ve
Londra’dan icazet almaya, yatırım ortamının iyileşmesi ve tekrar sıcak paranın
gelmesiyle borç ekonomisinden medet ummaya devam ederiz. Unutmayalım
cumhuriyetin ilk kuşağının büyük
fedakarlıkları ve üretimleri sonucu ülkeye kazandırdıklarıyla bugüne kadar
gelebildik. Gelecek kuşakların esenliği yaşayan kuşakların onlara bırakacağı
mirasa bağlıdır. Her hafta şehit verdiğimizi ve FETÖ ihanetini nasıl
unutabiliriz. Atlantik kapanından çıkamazsak, gelecek kuşaklar yarının kaybedenler
kulübünde yer alacaktır. Bu durumu Türk Tarihi tüm gücü ile reddeder.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder