
Doğu Akdeniz’de İkinci Sevr ve Hayali Türk - Amerikan Deniz Savaşı
Yazılarımı sürekli okuyanlar bilir. Denizde vekalet savaşı olmaz. Karada
PKK ve İŞİD gibi devlet dışı aktörlerle savaşırsınız ancak denizde ulus
devletler savaşır. Türk ordusu gerek Fırat Kalkanı gerekse Zeytin Dalı
harekatında vekiller ile savaşıyor görünebilir ancak savaşın gerçek karşı
tarafı topyekun Atlantik cephedir. Bu durumun hükümetler arası ilişkilerin diplomasi
yolu ile yürütülmesine engel teşkil etmediğini söyleyebiliriz. Ancak denizde bu
strateji uygulanamaz. Hele çıkar çatışma alanı Doğu Akdeniz ise.
Jeopolitik Ağırlık
Merkezi: Doğu Akdeniz. 21’inci
yüzyılda Türkiye’nin en ciddi jeopolitik sorun alanı Doğu Akdeniz’dir. Zira Atlantik
cephe Türkiye’den neredeyse Mavi Vatanın dörtte birinden vaz geçmesini istemektedir.
Bu nedenle yaşanan sürece İkinci Sevr dönemi diyebiliriz. 1919 sürümünde
anavatanın, 2019 sürümünde Mavi Vatanın parçalanması hedeflenmektedir. Bu
kapsamda Doğu Akdeniz’de yaşananlar ve yaşanacaklar Ege sorunlarını gölgede
bırakmaktadır. Zira karşımızda dev enerji firmaları ve arkalarında
emperyalizmin tarihsel temsilcisi devletler vardır. (Noble Energy ve Exxon-Mobil:
ABD; Total: Fransa; ENI: İtalya gibi)
İttifak Düşman Olur mu? Ancak durum görünenden çok
daha karmaşıktır. Türkiye, mavi vatanını parçalamak isteyenlerle aynı askeri
ittifak şemsiyesi altındadır. Paradokslar silsilesi yaşanmaktadır. Bu nedenle
Türkiye’ye donanma üzerinden yapılacak baskı ve uyarılar önce çekirdek ikili (Güney
Kıbrıs Rum Yönetimi ve Yunanistan) ile onların ayrılmaz müttefikleri İsrail ve
Mısır aracılığı ile deneniyor. Sonra
baskı cephesi büyütülüyor. Tatbikatlar, yeni silah alımları, denizde ve enerjide
işbirliği açıklamaları, Türkiye karşıtı AB ilerleme raporları, ABD’nin çok
sayıdaki düşünce kuruluşu ve kongre araştırma raporları, Atlantik cephede bazı
siyasi kişiliklerin tehdit dolu beyanatları gibi faaliyetler Türk iradesini
değiştirmeyi hedefliyor. Bu baskılara ABD
Başkanı Trump’ın 13 Ocak tweet’inde Türk ekonomisi için kullandığı devastate (mahvetmek) fiilini, ya da 20
Mart Kudüs Zirvesinde ABD Dışişleri Bakanının Türkiye için kullandığı malign (habis) tanımlamasını ve son
olarak S-400 ve F-35 uçakları üzerinden
yürütülen baskı siyasetini de
ekleyebiliriz.
Amerikan Senaryosundaki
Düşman: Türkiye. Fakat bu saydıklarımın hiç biri,
Amerikan Silahlı Kuvvetleri ateş gücünün Türkiye’ye karşı kullanılmasını açık
bir şekilde dile getirmiyordu. Türkiye’deki Amerikan çıkarlarını ve Atlantik
Sistemin Türk dostlarını tamamen kaybetmemek için hassas bir dil kullanan ve
dolaylı tutum stratejisi uygulayan ABD, bugüne kadar yaptığı Türkiye karşıtı
faaliyetlerde (4 Temmuz 2003 Özel Kuvvetlere Çuval Geçirme hadisesi hariç) ya
Türkiye’deki FETÖ benzeri işbirlikçi enstrümanları kullanarak kumpas/baskı kurulmasını sağlıyor ya da gerek NATO,
gerekse milli tatbikatlarında (Millenium Challenge 2000 gibi) jenerik bir
coğrafya, uydurma isimler ya da semboller üzerinden Türkiye’ye mesaj vermeye
çalışıyordu. Şimdi bu stratejinin değiştiğini ve ABD’nin vites yükselttiğini
görüyoruz. Başkanlığını Yunan asıllı eski NATO Avrupa Müttefik Kuvvetler
Komutanı (SACEUR), Emekli Oramiral James Stavridis’in yaptığı USNI-United States Naval Institute (ABD
Deniz Kuvvetleri Enstitüsü) bağımsız, kar amacı gütmeyen bir düşünce
kuruluşudur. Temel amacı, Amerikan deniz gücünün geliştirilmesine strateji,
taktik ve fikirler üreterek katkı sağlamaktır. Aktif ve emekli, yerli ve
yabancı binlerce üyesi vardır. Her sene onlarca yeni kitap USNI markasıyla
çıkarılır. 1986 yılından bu yana çıkarılan ‘’Naval Operations and Fleet Tactics (Deniz Harekatı ve Donanma
Taktikleri)’’ isimli referans kitabın Temmuz 2018’de tamamlanan üçüncü baskısının 15. Bölümü, Ege Muharebesi (The Battle of Aegean) adıyla
yayınlandı. Bu bölümde ABD Donanması ile Türk Donanması savaştırılıyor. Birinci
baskıda hayali Amerikan-Sovyet deniz savaşı suni bir harita ve senaryo üzerinden; ikinci baskıda (1999) suni
bir coğrafyada kıyı sularında deniz harbi işlenirken, son baskıda gerçek haritalar ve
gerçek olgular kullanılmış. USNI’nin
yayınladığı referans bir kitapta, bir NATO üyesini açıkça düşman statüsünde
görmesi ciddi bir sorundur. ABD’nin denizlerde ve okyanuslarda en büyük rakiplerinden birisi olan Rusya’ya
karşı uygulanacak harp oyunlarında bile suni savaş senaryosu kullanılırken,
NATO müttefiki bir ülkenin senaryoda açık şekilde düşman statüsüne alınması Türkiye’ye
ciddi bir mesaj ve diplomatik hakarettir. Zira kitabın önsözü ABD Deniz
Kuvvetleri Komutanı tarafından yazılmış ve imzalanmıştır. NATO da bile tatbikat
senaryolarında hedef ülkenin kim olduğu uzmanlar tarafından bilinmesine
rağmen, hiçbir zaman o ülkenin ismi doğrudan zikredilmez, suni bir isim
kullanılırken, bir NATO ülkesine (Türkiye) karşı, bir başka NATO ülkesinin (Yunanistan)
savaşını adeta kışkırtan, ve daha sonra, tüm askeri ve siyasi gücü ile o
ülkenin yanda savaşa katılacağın açıklayan bir senaryo, bulunabilecek en hafif
tabiri ile, skandaldır. İlk iki baskısı sadece duayen deniz taktik uzmanı Wayne
Hughes tarafından yazılan kitabın 3. Baskısında yeni yazar olarak E. Amiral
Grier yer almış. Bu baskıda yeni kavramların ve özellikle Türk Amerikan
çatışmasının eklenmesinde 90 yaşına gelen Hughes’un rolünden çok, müktesebatı
modern deniz taktikleri, bilgi harbi, asimetrik harp, suni zeka, insansız
araçlar, mayın harbi ve denizaltı savunma harbi olan, uzun yıllar NATO’da ve
ABD Deniz Akademisinde çalışan Amiral Grier’ın rolünün öne çıktığını
söyleyebiliriz.
Dost Görünen Düşman:
Türkiye. Senaryo, Kıbrıs’a Yunanistan’ın balistik füzeler yerleştirmesini
Türkiye’nin bunu önlemesi ve fırsattan yararlanarak benzer silahların
yerleştirileceği Limni, Midilli, Sakız, Sisam ve İstanköy adalarını işgal etme
niyeti üzerine kurgulanmış. Başlangıçta senaryonun Türkiye’yi hedef almadığı, 1920
yılında Amerikan donanmasının İngiliz donanmasına karşı oynadığı harp oyunlarına
benzetilerek kurgulanmış olduğu belirtilse de, metinde Türkiye için ‘’dost görünümlü güçlü bir düşman' ifadesi kullanılması bu kabullenmeyi baştan çürütüyor. Türkiye’nin
İslami değerlere sahip çıkan, ancak fanatik teokratik yaklaşıma sahip olmayan
bir ülke olduğu belirtilen (her nedense laik - secular kelimesi kullanılmamış)
senaryoda, Amerikan
ateş gücünü Türk anavatanına yönlendirmenin ABD çıkarları için bir felaket
olacağı vurgulanıyor. Senaryo gereği, Ege’de gerçekleştirilen deniz kampanyasında silahlı çatışma alanı olarak
sadece deniz tarafı kullanılmış. ABD 6. Filosu, başlangıçta Yunanistan’ın ve
Güney Kıbrıs’ın toprak bütünlüğünü sağlamak ve Yunan Donanmasının yok oluşunu
önlemek için Kıbrıs’a giden Türk amfibi konvoyuna ve filosuna karşı Aegis
sınıfı kruvazörleri gönderiyor. Türkiye birini batırıyor. Onlar da adaya giden
Türk tank çıkarma gemisini (LST) batırıyor. Gemiyle birlikte 700 kişi
kaybediliyor. Daha sonra savaş Ege’ye yayılıyor, Türkiye Boğaz önü ve Doğu Ege
adalarını işgale yöneliyor.
Türkiye’yi Tamamen
Kaybetmemek. 6. Filonun hedefi amfibi gücü adalara varmadan diğer muharip
unsurlarla birlikte imha etmek. Bunun
için de Türk savaş gemilerinin karşısına yem olarak 6 adet korvet tipi gemi
çıkararak Türk unsurları açık denize çekmek. Bu gemiler Türkleri oyalarken
senaryoda gelecekte sahip olunması gerektiği vurgulanan 8 adet Phantom ismi
verilen ve her biri 10 tane taktik balistik füze taşıyan kıyı sular saldırı
gemileri ile Türk donanmasının işini bitirmek hedefleniyor. Senaryoda çok güçlü
düşman olarak gösterilen Türkiye’ye karşı Ege’deki Türk kıyılarından itibaren
tam bir deniz kontrolünün tesisi amaçlanıyor. Kıyı sularda deniz savaşının
değişik taktik, doktrin ve muharebe
sistemleri gerektirdiği ve yeni gemi tipleri ile silahlara olan ihtiyaç öne
çıkarılıyor. Senaryoda amacın, savaşı karaya yaymadan sadece denizde kısıtlı ve
emniyetli bir hareket yaparak riski azaltmak olduğu belirtiliyor. Böylece hem Türkiye’yi
tamamen kaybetmemek ve aynı zamanda Amerikan gemi ve can kaybını artırmamak amaçlanıyor.
Genelde bilgi harbi ve insansız sistemlerin kullanılmasına vurgu yapılan senaryoda
6. Filo süper kahraman olarak gösterilmiş ve sayısal olarak güçlü Türk donanmasının
karşısına zaman kaybetmeden çıkarılmış. Senaryo bu meydan okumayı İkinci Dünya
Savaşının Pasifik Cephesinde Japonya’ya karşı kazanılan Midway savaşına benzetiyor. Avrupa Amerikan Deniz Kuvvetleri
Komutanının akış içinde ‘’barışı
sağlamak için kan dökmenin gerekli olduğuna inanıyorum’’ sözü dikkat
çekiyor. Senaryo Amerikan Başkanını tam bir Yunan hayranı yaparken, Amerikan
Milli Güvenlik Kurulu Kıbrıs’a yönelik fiili bir harekatın ABD’ye yapılmış
olacağı tehdidini ihmal etmiyor. Yunanistan’a da hiç bir adasının işgal
edilmeyeceği garantisi veriliyor. Her nasılsa savaşı Türkiye, Amerikan
kruvazörünü batırarak başlatıyor. Senaryoda dikkat çeken bir diğer önemli husus,
Ege gibi kıyı sularda Amerikan donanmasının bu sahada tecrübeli Türk donanması
karşısında büyük riskler alamayacağı ve
gemi kayıplarına tahammül edemeyeceğini belirtmesi. Bu nedenle Truman uçak
gemisi, Türk Hava Kuvvetleri ve Türk gemilerinin füze menzili içine sokulmuyor.
Diğer taraftan kıyı sularda Harpoon benzeri gemiye karşı güdümlü mermilerin de
ana kara ve adaların gölgesi nedeni ile
güvenilir olmayacağı genellemesi yapılıyor. Senaryoda Ruslar da Türkleri ikna
için aracı olarak kullanılmış. ‘’Türklere
söyleyin. Adaları işgal etmesin.’’
Semboller ve Mesajlar. Amerikalı
meslektaşlarımız semboller üzerinden mesaj vermeyi de ihmal etmemişler. Amerikalı
Oramiralin İtalya’daki NATO görevinden ve Rhode Island/Newport’taki Deniz Harp Akademisinden arkadaşı olan Türk
Donanma Komutanının adı Oramiral Mehmet Abdül.
Yazar, Abdül’ün Birinci Dünya Savaşında İngilizlerin Türkleri medyada küçük
gördüğü karikatür ve yazılarda kullandığı bir tabir olduğunu bilmediğimizi
sanıyor olabilir. Diğer sembol isim açık olarak verilmiş ve izah edilmiş. Phantom
filosunun iki komutanından birisinin adı Albay Stephanie Decatur. Bayan subaya
verilen soyadı da 1804 yılında Cezayir Dayısını yenerek Berberi gambotunu ele
geçiren Deniz Yüzbaşı Stephen Decatur’dan geliyor. Amerikan Donanmasının ilk
deniz zaferi olarak kabul edilen olayı resmeden ve yere düşen Türk bayrağını da
gösteren Dennis Malone ‘nun yağlı boya tablosu, Pentagon’da ABD Deniz
Kuvvetleri Komutanı makam odası girişinde bulunuyor.
Güncel Navarin Tehdidi. Söz konusu kitabın 15. Bölümü salt bir deniz
taktik kitabının çok ötesindedir. Türkiye’nin Ege, Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’de
çıkarlarını korumak için Yunan deniz gücü ile karşı karşıya kaldığında Amerikan
gücünün kayıtsız şartsız Yunanistan’ın yanında olacağını ve bu uğurda gerekirse
Türk donanmasını imha edebileceğinin açık mesajını veriyor. Durumu 1827 yılında
Pilos’ta yaşanan Navarin Baskını şartlarına benzetebiliriz. Reel politik düzlem
ile bu senaryo bir arada değerlendirildiğinde, Doğu Akdeniz'de, kontrolü
giderek güçleşen askeri yığınaklanmanın devam ettiği; Türkiye ve KKTC'nin deniz
yetki alanındaki meşru haklarına şirketleri üzerinden araştırma ve fiili delme,
faaliyeti ile meydan okuyan; resmi açıklamada Türkiye'ye "habis" diyebilen siyasi
ittifakların yer aldığı bir ortamda, ABD
Deniz Enstitüsü tarafından yayınlanan bu senaryo, düşmanca bir niyetin yansıması ve Türkiye’yi
hala Bon Pour L’Orient olarak görme
temayüllerinin bir sonucu olarak değerlendirilmelidir.
Dikkat Ege’ye Çekiliyor. Senaryonun ve
taktiklerin Ege harekat alanı açısından eleştirisi için sayfalar yetmez. Ancak
söylenmeden geçilemeyecek husus, senaryoda bir savaşta son sözü söyleyecek Türk
denizaltılarından hiç bahsedilmemiş olmasıdır. Pek çok maddi hata ve yanlış
bilgi ile bu senaryo ve hal tarzının, hiç bir yerinde Doğu Akdeniz’de
Türkiye’nin kıta sahanlığını koruma kararlılığı ve hidrokarbon kaynakları
mücadelesine yönelik gönderme
yapılmaması da çok ilginçtir. Halbuki bugün için asıl mesele Ege’deki
durumdan çok daha önemli olan Doğu Akdeniz enerji kaynakları mücadelesidir. Bir
bakıma kurguda, Türkiye’yi Ege sorunlarına çekerek, Doğu Akdeniz yetki alanı
paylaşım mücadelesini ikinci plana atmasını arzulayan bir mesaj verilmeye
çalışılmıştır. Senaryoda Türkiye’nin Avrasya’ya ve özellikle Rusya’ya tamamen yönelmemesi
için de tedbirler alındığını görüyoruz. Örneğin Türk Amfibi gücünü önlemek için
çok fazla can kaybına neden olacağından denizaltıların kullanılması ya da ana karaya hava saldırısı istenmiyor. Yani
Türk kamuoyunu kazanmak için açık kapı bırakılıyor.
Yunanistan’a ve Rumlara
Görev Diğer yandan Yunanistan ve Güney Kıbrıs’a bu senaryo ile aslında bir görev
verilmektedir. "Türkiye'nin askeri
gücü çok artmıştır, siz şimdi ön alırsanız, bizim de desteğimizle Türkiye'yi
yener, karada ve denizde siyasi hedeflerinize ulaşırsınız." Geçmişte
emperyalizmin benzer teşvikleri ile kendi başlarına "Küçük Asya" felaketini getirmiş olanların, bu ucuz ve çok
tehlikeli senaryoda yer alıp almayacaklarını bilemeyiz.
Bilge Devlet Adamları Nerede? Diğer taraftan bazı Amerikalıların İkinci Dünya Savaşının bilge
amirallerinden ders alması gerekiyor. Mesela Amiral King ve Amiral Leahy başta Başkan Truman olmak üzere karşı cephenin
yoğun baskısına rağmen 1945 yılında Japonya’ya karşı nükleer silahların
kullanılmasına açıkça karşı çıkmıştı. Bugün de ABD devlet sisteminde savaş
çığırtkanlığı yapanları dizginleyecek akil devlet adamlarına ihtiyaç var. Sadece
denizde kısıtlı kalacağını hayal ettikleri Türk Amerikan savaşının söz konusu koşul
sağlansa bile yaratacağı deprem ve kıracağı fay hatlarını Amerikalılar
düşünemiyor mu? Türkler ve Türk Donanması, anavatan ve mavi vatanın bir
karışını vermez. Bu uğurda güç kullanım tehdidi ve savaş ile caydırılamaz.
Ege’de veya Doğu Akdeniz’de 1827 ve 1919 koşullarını geri getirmenin, mantık
dışı senaryolarla Türkiye’ye mesaj
vermenin zamanı geçmiştir. Zaman, deniz dibi kaynaklarının ve deniz yetki
alanlarının kıyıdaşlar arasında hakça paylaşılması için müzakere edilmesi;
Ege’de başta karasuları genişliği sorunu olmak üzere Yunan oldu-bittilerinin
Türkiye’nin hayat alanını nasıl kısıtlayacağının anlaşılması zamanıdır. Zaman, Yunanistan ve Güney Kıbrıs’ın ulusal
güçlerinin ötesinde hayaller ile Türk mavi vatanından hırsızlık yapma
teşebbüslerine son vermeleri zamanıdır.
Churchill Dersleri. Diğer yandan
yazarlara, Birinci Dünya savaşında Türkler için kullanılan Abdül’ün yerini
Mehmetçiğin aldığını hatırlatalım. Beğenmedikleri Abdül, Çanakkale’de ve
Kurtuluş Savaşında Mehmetçiğe dönüştü. Churchill’in Lozan sonrası hatıratındaki
ifadesi ile: ‘’ Türklerin yeniden
Avrupa’ya girmeleri, müttefikler için en kötü aşağılanmadır… müttefiklerin
zaferi hiçbir yerde Türkiye’deki kadar tam olmamıştı. Şimdi galibin gücü hiçbir
yerde Türkiye’deki kadar gösterişli bir şekilde aşağılanmamıştır. ‘’
Amerikalı meslektaşlarımızı tarih okumaya davet ediyoruz. Unutulmamalıdır ki,
karşılıklı saygı ve anlayış üzerine inşa edilecek Türk - Amerikan dostluğunun
küresel barış ve istikrara katkısı, bu ucuz senaryoların yaratacağı karmaşa ve
yıkımdan çok daha değerlidir.
Başta Dışişleri ve Savunma Bakanlıklarımız olmak üzere devletimizin
sorumlu makamları kuşkusuz bu
senaryoyu ciddi şekilde değerlendirecektir. Ancak, Türk ve KKTC kamuoyu, devlet
yönetiminde bulunanlardan, bu konuda yaptıkları/yapacakları resmi
girişimler ve gösterdikleri kararlılıkla ilgili aydınlatıcı açıklamayı da
beklemektedirler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder