29 Temmuz 2020 Çarşamba

KKTC’de Jeopolitik İntihara İzin Verilemez

KKTC’de Jeopolitik İntihara İzin Verilemez

Cem Gürdeniz

‘’Yenişehir, Kızılbaş, Küçük Kaymaklı Taarruzuna 20 yaşında gönüllü sivil mücahit olarak ben de katıldım. 20 Temmuz 1974 sabahı gemilerin kıyı yumuşatma için attığı top mermilerinin gürültüsünü duyunca müdahalenin başladığını anlamıştım. Paraşütçüler atılıyordu. Ovalara koşup onlara yardım ettik, su götürdük, rehberlik yaptık. Sonra kaldığım ablamın Göçmen köydeki evinden en yakın bölük olan Yıldırım bölüğüne sivil kıyafetle gönüllü intikal ettim…Yaklaşık 200 mücahittik. Gece silah geldi, bize birer piyade tüfeği ve 90 mermi verildi. Sabaha kadar oradan gurup gurup 77. Bölük savunma mevzilerine dağıtıldık…Karşımızda uçaksavar ve keskin nişancı vardı. Mazgaldan geçirdiği kurşunlarla mevzideki mükellef Mücahidi omuzundan ve çenesinden vurdu. Onu sur içindeki hastaneye götürmek için bir aracı aldık. Kurşun yağmuru içinde giderken şehitler abidesi önünde aracın motoru ve lastikleri kurşun yedi, motor infilak etti. Kan kaybeden yaralı mücahidi şehitler abidesinden hastaneye kadar sırtımızda taşıdık. Üstümüz başımız kan içinde kalmıştı. Yaralı ve şehitler hastane dışında yol ve kaldırımlarda yatıyordu…Sabaha yemek dağıtılmıştı. 5 zeytin, çeyrek ekmek. Daha sonra Kızılbaş'ta ilk kez Türk paraşütçüleri ile karşılaştık. Sarıldık ağladık…Taarruz devam etti, okullar yolunu temizleyerek Küçük Kaymaklı'ya şimdiki hatta geldik. Büyük Kaymaklı karşısında mevzilendik. O geceyi 1963'de 9 yaşımda iken terk ettiğimiz ve yağmalandıktan sonra yakılıp yıkılan kilise karşısındaki evimizin kalıntıları içinde geçirdim. Terk etmek zorunda kaldığımız, işgal edilen köyümüzü ve evimizi 11 yıl sonra 20 yaşında eli silahlı bir Mücahit olarak savaşarak, Mehmetçiğin yardımı ile geri almıştık. O gece 11 yıl önce yakılıp yıkılan evimizin kalıntıları arasında en mutlu anlarımı yaşadım. Üzerimdeki elbiselerdeki yaralı mücahidin kanı kurumuştu.’’

KKTC Tarihi Kanla Yazılmıştır. Bu sözler Kıbrıslı Mücahit, bugünün gazetecisi ve fikir adamı Sabahattin İsmail’e ait. 20 yaşındaki bir gencin hayatının en mutlu, en güzel olması gereken günlerinde savaşın, ölümün, yok oluşun eşiğinden zafer, onur, kıvanç ve kurtuluşa giden yolda yaşadıklarından çarpıcı bir kesit sunuyor. Onun gibi binlercesi bugün KKTC’de sağ ve mutlu şekilde yaşamına devam ediyor. Ancak bazıları toprak altında.  Pek çok ailede erkekler başta olmak üzere büyük kayıplar var. Kıbrıs Türk halkı çok acılar çekti. Ekonomik ambargolara, ablukalara, yağmalamalara, zoraki yer değiştirmelere, her geçen gün artan şiddet eylemlerine, baskınlara ve en sonunda etnik temizlik düzeyinde toplu katliamlara maruz kaldı. 1955’te başlayan şiddet olayları 20 Temmuz 1974 öğle saatlerine kadar devam etti. 19 yıllık bir bekleyişti bu. O gün Türk deniz piyadeleri Girne Yavuz plajında kıyı başını tutmuş olmasaydı bugün Türk nüfusun büyük bölümü ya Türkiye’de ya da diasporada ya da toprak altındaydı. Zira Türklerle Rumların bir arada yaşayamayacağı gerçeği 1955 yılından itibaren filizlenmeye başlamış, 1963 Kanlı Noel’i ve 1964 Erenköy baskını ile asıl mesajını vermişti. Ne acıdır ki, Türkiye ancak bu katliamlar yaşandıktan sonra amfibi gücünü oluşturmaya yönelmiş, Atlantik baskısını kırarak ilk kez NATO planlaması dışında milli askeri strateji oluşturmaya başlamıştı. Halbuki karşı taraf çok bilinçli ve kararlıydı. 9 Eylül 1964 günü Apoyevmatini Gazetesine demeç veren Kıbrıs Cumhurbaşkanı Makarios şöyle söylüyordu: ‘’Yüce gayem Enosis’tir...Enosis’tir ve Enosis olarak kalacaktır…Eğer tek gayem varsa, o da ismimin Kıbrıs’ın Yunanistan ile birleşmesiyle ve Yunanistan’ın sınırlarının Kuzey Afrika sahillerine kadar uzanmasıyla münasebeti olmasıdır.’’


İngiltere, iki egemen üs karşılığında adanın bağımsızlığını tanıyınca İngilizlere karşı örgütlenen EOKA’cılar tüm enerjilerini Türklerden kurtulmaya verdi. Artık onlar için Türkler adadan sürülmesi gereken düşmandı. Etnik temizlik kaçınılmazdı. 15 Temmuz 1974 sabahı bir darbe ile Yunanistan’daki cuntayla iş birliği içinde Enosis’e kalkışan EOKA ‘nın azılı teröristi Nikos Sampson hatıratında şunu yazmıştı: ‘’Dedim ya biz insan öldürmedik. Düşman öldürdük…’’ Evet, son katliamlarını Kıbrıs Barış Harekâtı devam ederken yaptılar. Atlılar, Sandallar, Muratağa, Taşkent Köylerinde yaşayan Türkler ne acıdır ki, Türk tankları ve piyadeleri güneye ilerlerken katledildiler. Rumlar kesin yenilgiye uğrayacaklarını bildikleri halde bu katliamları yaptılar. Silahsız, masum sivilleri katlettiler. Sampson’un dediği gibi onlar insan öldürmedi, Düşman öldürdü.

Hayal Dünyasında Yaşayanlar. Aradan geçen 46 yıl sonra KKTC Cumhurbaşkanı Akıncı 25 Haziran 2020 tarihinde yaptığı bir konuşmada ne diyor? ‘’Rumlar Kardeşimizdir.’’ Evet, tarihten ders almıyoruz ve hatalarımızı usanmadan tekrar ediyoruz. 2004 yılında yaşanan Annan Planı referandum felaketinden sonra hayaleti Crans Montana’da 5’li görüşme konferansında yeniden karşımıza çıkıyor. Yine ders almıyoruz. İşte böyle bir konjonktürde KKTC Ekim ayında seçimlere gidiyor. Mavi Vatan mücadelesinde Akdeniz sathında cepheleşmenin son noktaya geldiği; emperyalizmin Kıbrıs Rumlarını Türkiye ve KKTC karşıtlığı cephede her türlü fesat ve düşmanlık için kullandığı bir dönemde Kıbrıslı soydaşlarımıza yeni tuzaklar kuruluyor. Tuzağın adı federal çözüm. Akıncı’ya Rumlar kardeşimizdir dedirten ruh halinin omurgası bu hedefe yönelik. 

3 yıl geriye dönelim. 7 Temmuz 2017 tarihinde başarısızlıkla sonuçlanan Crans Montana 5’li Konferansı sonrası Mustafa Akıncı’nın oteldeki basın toplantısında verdiğini görebiliyoruz. Söz konusu basın konferansında Akıncı şunları söylemiş: ‘’Guterres (BM Genel Sekreteri), Kıbrıs müzakerelerinin en kritik maddelerinden "Güvenlik ve Garantiler " konusunda her iki tarafı da tatmin edecek yaklaşımların söz konusu olabileceğini söyledi…Bu anlamda 'Güvenlik ve Garantiler’ konusunda yeni mekanizmaların da devreye konulabileceğini ve bu yeni sisteme adaptasyonun yapılabileceğini ifade etti…Kısacası mevcut '’Güvenlik ve Garantiler" sisteminin yerine yenisinin getirilebileceği düşüncelerini paylaştı…’’ Konferansta, Rumların başından itibaren adada "sıfır asker, sıfır garanti" söyleminden vazgeçmediğini vurgulayan Akıncı, konferansın Rumların aynı söylemiyle bittiğini kaydederek devam etmiş: "Bu çerçevede şunun altını çizmemde yarar var: 'Türkiye bu konuda hiç yardımcı olmadı, hiç bu konularda adım atmadı, hiç açılım yapmadı', bu nereden çıkarsa çıksın doğru bir haber ve doğru bir yaklaşım değildir. Doğrusu, Türkiye bu konularda istekli davrandı. Bu konularda adım atmaya hazır olduğunu ve daha da fazlasını yapabileceğinin sinyallerini Genel Sekreter'e de verdi. Dün akşamki toplantıda da bunlar gündeme geldi. Bunun ötesinde askerde ciddi bir indirimin olacağı zaten öteden beri biliniyordu." 

Gerçekler SabırsızdırBasın toplantısından tam bir hafta sonra 10 Temmuz 2017 günü, Akıncıya yakın Gazete 360’ın Aysu Basri Akter isimli yazarının ‘’İşte Crans Montana’daki Gerçekler’’ başlıklı haberi gündeme düştü.  Bu gazeteci Akıncı’yı teyit ediyordu. Habere göre Türkiye, konferansın ilk günü, anlaşmanın ertesi günü adadan önemli miktarda asker çekebileceğini, çözüm sürecinin izlenmesiyle birlikte, tercihen iki dönem bir Kıbrıslı Türk’ün başkan olmasının ardından, her şey yolunda giderse, sadece sembolik düzeyde asker bırakabileceğini söylemişti.  Gazeteci devam ediyor: ‘’Bu rakamın daha sonra 650 Türk askerine karşılık 950 Yunan askeri formülü olduğunu öğrendik. Bununla birlikte Türkiye, garanti anlaşmasının günün koşullarına göre, yeniden değerlendirilebileceğini, gerekirse adının değiştirilerek, dostluk paktı gibi farklı yapılanmalarla isimlendirileceğini’’ söylemiş. 
Üç yıl sonra hatırlatmak istedim. Son derece vahim ve gerçekleşse geri dönüşü neredeyse imkânsız bir sürece yönelik çok ciddi tekliflerden bahsediyorum. 

Hatalar ve Duygular. Basın toplantısında Akıncı, Crans Montana’nın başarısız olmasına pek üzüldüğünü söylemiş. Ben de bu satırları yazarken çok üzgünüm. 2017 yazında Doğu Akdeniz’de Mavi Vatan Savaşının büyük boyutlara erişeceğinin belli olduğu, Türkiye’ye Seville Haritasının dayatıldığı, hemen hemen her ay Türkiye karşıtı bir tatbikatın icra edildiği konjonktürde, Türkiye’nin adadan asker çekme seçeneğini masaya getirmesi anlaşılır gibi değil. Hem Akıncı’nın hem gazetecinin bu konudaki beyanlarının gerçeği yansıtmamış olmasını çok arzu ederdim. Dışişleri bürokratlarının böylesine kritik bir süreçte Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de ikinci donanması sayılan KKTC’deki askeri varlığımızı gündeme getirmiş olmasını anlamak mümkün değildir. Annan Planının referandum sürecinde Türk Dış Politikası tarihine ‘Yes Be Annem’ sloganıyla geçen birleşmeye destek kararından sonra Crans Montana sürecinde asker çekme konusunda son derece ciddi tavizler vermeye hazır olunması, çok ama çok düşündürücü ve gelecek açısından kaygı vericidir. Bunu Akıncı ve ekibi gündeme getirse normal bir vaka olarak görebilirdik. Ancak iddia edildiği gibi Türkiye tarafından masaya getirilmişse uykularımızın kaçması gerekir. Bu haberin 3 yıl aradan sonra Gazi Mücahit Gazeteci Sabahattin İsmail tarafından tekrar gündeme getirilmesi aslında seçim arifesinde son derece uyarıcı oldu. Türkiye’deki FETÖ darbe girişiminden neredeyse tam bir yıl sonra yapılan Crans Montana konferansında güvenlik konularında verilmesi düşünülen tavizlerin büyüklüğüne bakınca hem KKTC hem Türkiye hem Mavi Vatan adına endişeye kapılmamak mümkün değil. Crans Montana’dan yaklaşık bir yıl önce, FETÖ darbe girişiminden kısa süre sonra GKRY eski (DİSİ) Milletvekili Hristos Rotsas, “Türkiye’deki darbe gecesi büyük bir fırsat kaçırıldı. Esir Kıbrıs 42 yıl eli-ayağı bağlı pasif oturmasaydı, dün gece belki de Kıbrıs’ın gecesi olacaktı... Attila’ya Saldırabilirdik. Büyük fırsat kaçırdık” demişti. 

Rumların Türkleri Kurtarması Kader mi? GKRY’de terhis olan her askerin evine giderken makineli piyade tüfeği ve yüzlerce mermi istihkakı ile gittiğini siyaset plancılarımız ve Dışişleri Bürokratları bilmez mi? Yüksek siyasette ve dışişlerinde jeopolitik vizyonu olmayanlar, Doğu Akdeniz’deki büyük hesaplaşmanın; büyük kutuplaşmanın ve Türkiye aleyhindeki silahlanmanın farkında değil mi? Mustafa Akıncı Rumlara kardeşimiz diyor. Peki Hristos Rotsas Türklere kardeşimiz diyor mu? Crans Montana’dan 3 yıl sonra bugün yaşananlara bir bakın. Jeopolitik çıkarlarını savunmayan bir devlet olabilir mi? Doğu Akdeniz enerji jeopolitiğinde donanmamız ile KKTC ve adadaki askeri varlığımızın en büyük güvencemiz olduğunu bilmeyen bir siyaset ve bürokrasi olabilir mi? Her zaman olduğu gibi Tanrı Crans Montana’da yine Türklere yardım etmiş. Çok şükür ki, arsız Rumlar daha çok istemiş ve konferans dağılmış. Yani Annan Planında olduğu gibi bizi tekrar Rumlar kurtarmış. 

Jeopolitik Kayıplar Telafi Edilemez. Jeopolitik kayıpların hesabını gelecek kuşaklara hiçbirimiz veremeyiz. Jeopolitik körlük, hiçbir şekilde mazeret olamaz. KKTC’nin ve KKTC’deki askeri varlığımızın kaybı doğrudan Mavi Vatanın kaybıdır. Düşünebiliyor musunuz, 1950 yılında Türk Dışişleri Bakanı ‘’Türkiye’nin Kıbrıs sorunu yoktur ‘’ diyebilecek kadar jeopolitik körlük içindeydi. Bu sözlerden beş yıl sonra Türklere saldırılar başladı. 14 yıl sonra Erenköy Katliamı oldu. Hiçbir şey yapamadık. Rumlar ‘’Bekledim de Gelmedin’’ şarkısıyla Türkiye ile resmen dalga geçti. Barış Harekatının kısa sürede sağlanan askeri başarısı 1983 yılında kurulan KKTC ile kısmen siyasi başarıya tahvil edildiyse de Türkiye’nin sığ politikaları ve Avrupa Atlantik merkezlerin federal çözüm baskıları ile kesin sonuçlu ve kalıcı bir konuma sokulamadı. Savrulduk durduk. Savrulma halen devam ediyor. Gerek Annan Planı gerekse Crans Montana’da Türkiye’nin intihar seviyesinde taviz vermesi başka nasıl izah edilebilir. Karşı tarafta adanın AB üzerinden Yunanistan ile birleştirildiğini ve Enosis’in gerçekleştirildiğini iddia eden; asıl amaçlarının Türklerin adadan uzaklaştırılması ya da azınlık statüsünde eritilmesi olduğunu gizlemeyen bir zihniyet varken GKRY’nin politikasına hizmet edecek çözümler üretmek son derece tehlikelidir. GKRY’den öğrenmemiz gerekenler var. Onlar hedefe kitlenmiş ilerlerken bizim ‘’bütün seçenekler masada’’tezi ile ortaya çıkmamız kadar riskli bir politika olamaz. Onlar şartlar ne olursa olsun Helenizm’in fantezi dünyasındaki hedeflerini siyaset üstü şekilde güncele taşıyabiliyor ve sımsıkı sarılıyorlar. Biz bunu yapamıyoruz. Mavi Vatan için hem Doğu Akdeniz sathında hem de Libya’da ciddi bir silahlı çatışma riskini, milyonlarca dolarlık yardım ve destek gayretlerini göze almışken, GKRY AB’nin PESCO kararları çerçevesinde her seviyede silahlanırken, 2017 yazında KKTC’den asker çekilmesinin Türkiye tarafından gündeme getirilmiş olması ve bu gerçeğin 2020 yazında tekrar hatırlatılması son derece önemlidir. KKTC’den asker çekmek jeopolitik intihardır. 

Yeni Dünya Düzeninde Kıbrıs. Artık yeni bir dünyaya giriyoruz. Avrupa Atlantik sistem çözülüyor. Türkiye dış politikada ve güvenlik politikalarında elini kolunu bağlayan zincirlerden kurtuluyor. Federasyon çözümünün görüşülmemesi ve KKTC’nin bir grup dost ülke tarafından topluca tanınması için çalışılması gerektiği günlere çoktan girdik. Artık, yüksek siyaset tarafından dile getirilen ‘’Bütün seçenekler masada’’ politikası asla ve asla gündeme getirilmemelidir. Benzer şekilde AB’nin adada garantör devlet gibi Annan Planı dönemindekine benzer konumda siyasi çözüm sürecine dahil edilmesi de son derece tehlikelidir. Libya ve Mavi Vatan mücadelesinde yaşananlar Türkiye’yi Doğu Akdeniz’de uzun yıllar meşgul edecektir. Böylesine önemli hak ve çıkar mücadelesinin yaşandığı bir ortamda KKTC’de AB üzerinden taviz vermek intiharla eş değerdir. Tek çözüm KKTC’nin Kıbrıs Türk Cumhuriyeti olarak bağımsız statüde yoluna devam etmesidir. Diğer yandan, yaşamsal bir mücadelenin verildiği Akdeniz’de Libya’da deniz üssü kurulmasını gündeme getirirken KKTC’de neden hala bir deniz üssü kuramadığımızı bilmek hakkımızdır. Fiziki olarak hazır olmasa bile, en azından siyasi düzeyde etki yaratacak bir üs anlaşmasının akdedilmesi neden düşünülmez?

Türk Olduğunu Unutmak. Ekim ayındaki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Akıncı’nın yeniden seçilmesi Türkiye’nin Doğu Akdeniz deniz jeopolitiği için felaketle eş değerdir. Zira sonunda Beşparmak Dağlarından Türk bayrağı indirilir. O gün geldiğinde Anadolu’da huzurumuz kalmaz. Rumları kardeş, GKRY’ni ortak gören bir zihniyet, Doğu Akdeniz’i ve Türkiye’nin çıkarlarını asla düşünmez. Ancak onun Rum dostluğunun kıracağı fay hatlarının yaratacağı sonuçları gelecek kuşaklar çok ağır öder. 2004 ve 2017’de yapılan hatalar asla ve asla tekrar etmemelidir. Akıncı’nın ve türevlerinin temsil ettiği düşünce sahiplerine cevabı merhum Elçibey’in sözleri ile verelim: ‘’Sen Türk olduğunu unutsan da düşmanın asla unutmaz." 

Şehitlere, Gazilere Selam Olsun. Kıbrıs Barış Harekatının 46. Yıldönümünde Anadolu’da oluşan gücü Akdeniz Üzerinden Kıbrıs’ta zafere taşıyanlarla, yavru vatanın toprakları, denizleri ve semalarında TMT mücahitleri ile omuz omza savaşan kahramanlara buradan selam olsun. Şehitlerimize takdir, minnet ve vefa duygularımızla rahmet diliyor, gazilerimize şükranlarımızı sunuyoruz. 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder