12 Ağustos 2013 Pazartesi

Donanma ruhu


Bugün, 2013 Yüksek Askeri Şura’sının son günü. Bu satırları sabah okurken, bir yıl önce ben dahil 13 Amiralin başına geldiği gibi, Deniz Kuvvetlerinin nice seçkin Amiral ve Albayı Balyoz ve Askeri Casusluk Tertipleri sonucunda çok sevdikleri Deniz Kuvvetlerinden tasfiye edilmiş olacaklar. Eminim ki, geçen sene olduğu gibi bu sene de başta Deniz Kuvvetleri Komutanı olmak üzere hiçbir YAŞ üyesi Oramiral/Orgeneral bu vicdansız ve kanunsuz tasfiyelere muhalefet şerhi bile düşmeyecekler. Ne de olsa Türkiye normalleşiyor. Hukuk işliyor. İleri demokrasi gereği askeri vesayet kalkmış. Yerine polis ve sahte davalara dayalı yandaş yargı vesayeti gelmiş. Ne gam! Kimin umurunda!
Bu sene Mart ayında, Kırmızı Kedi Kitapevinden piyasaya çıkan “Hedefteki Donanma” isimli kitabımda detaylı olarak Cumhuriyet Donanmasının neden hedef olduğunu stratejik ve uluslararası politika boyutlarıyla anlatmaya çalışmıştım. Özellikle bu köşeyi takip edenler, yazılarımda dile getirdiğim Doğu Akdeniz’deki enerji kaynakları mücadelesinin, bu saldırıdaki rolünü hatırlayacaklardır.
Neden en iyi denizciler hedefte?
Donanmanın 40 seçkin amirali ile A takımı sayılacak geleceğin Amiral adayı 400’ü aşkın deniz subayı isimli davalar ile mahkeme salonları ve hapishanelerde sahte delil ve iftiralar sonucu aileleri ile birlikte tasfiye ediliyor ve acı çekiyor. Bu seçkin denizciler neden hedefte? Neden bazı karanlık hıyanet odakları bu denizcileri yok etmek istiyor? Cevabı çok basit. Onlar sadece çok iyi denizci ve gemi komutanı değiller. Aynı zamanda Mustafa Kemal ruhu taşıyan ulusal çıkarlarımızı her seviyede ve kapsamda koruyabilen, strateji ile doktrin üretebilecek bilgi ve tecrübe birikimine sahip vizyoner yüksek şahsiyetler.
Türk denizcilerin üstünlüğüne mukayeseli bir örnek
Şimdi size bu denizcilerin üstünlüğü ile ilgili mukayeseli bir örnek vereyim. Alman Donanması dünya denizaltıcılık tarihini yazmış bir donanmadır. Her iki dünya savaşında yaşadıkları bugün dünyanın tüm deniz kurmay akademilerinde ders olarak öğretilir. Günümüzde de Alman konvansiyonel denizaltı inşa yeteneği “primus inter pares” statüde büyük bir şöhrete sahiptir. Özellikle son 20 yılda piyasaya çıkan havadan bağımsız tahrikli (HBT-AIP) denizaltı teknolojisinde öncülüğü devam etmektedir. Bu sene Şubat ayı sonunda Alman Donanmasına ait U 32 isimli HBT’li bir dizel elektrik denizaltı, Almanya’dan Mayport-Florida/ABD’ye gitti. Burada Temmuz ayı sonuna kadar kalarak, Amerikan donanmasına eğitim yardımcısı olarak görev yaptı. Bu görevle ilgili olarak, dünyanın en yaygın ve saygın askeri dergilerinden birisi olan Janes Navy International’ın Haziran 2013 sayısında uzunca bir makale yazıldı. Makaleye göre denizaltı Atlantik’teki Azor adalarından Florida/Mayport’a kadar dalarak gitmiş ve kabaca 3000 millik bu seyri 18 günde tamamlamış. Bu seyirde yanında Elbe sınıfı Main isimli 5000 tonluk bir refakatçi yardımcı sınıf gemi varmış. Bu seyir ve dalışta geçen 18 gün bir rekormuş. Bu olay öyle bir anlatılmış ki konuyu bilmeyenler haberden etkilenebilirler. (Bu arada Türk denizaltıcılarının Akdeniz’deki bazı görevlerde 36 gün satıh yapmadan sualtında kaldıklarını da hatırlatayım.) Hâlbuki U-32 dünyanın en emniyetli okyanusunda (tüm kuzey sahilleri NATO ülkeleri sorumluluk ve arama kurtarma bölgesi içinde kalıyor) seyir yapıyor. Yanında refakatçi bir su üstü gemisi var. Yani işin büyütülecek hiçbir yanı yok.
Açık denizlere ve okyanuslara çıkışı coğrafi olarak başka ülkelerin kontrolünde olan deniz alanlarından geçen Türkiye, coğrafyadan kaynaklanan bu dezavantajını dengelemek için bünyesinde denizaltı silahına özel bir önem vermiştir. Cumhuriyet Donanmasının kuruluşundan başlayarak günümüze kadar takip edilen strateji ve silahlanma programlarıyla bugün için Denizaltı Filomuz, sahip olduğumuz denizaltı sayısı ve bu denizaltılarda mevcut teknoloji ile Türk Deniz Kuvvetlerinin stratejik sonuçlar alabilecek bir unsuru olmuştur. Ancak isimli davalarla kendi parlamentomuz ve hükümetimizin gözü önünde büyük bir baskın yemiştir. 24 gemi komutanı ve komodoru ile önceki 5 Denizaltı Filosu komutanı hapiste olan Türk denizaltıcılarının her biri isimli dava tutsağı diğer denizciler gibi birer başarı öyküsüdür. İşte bu denizaltıcılar içinde 1983 Deniz Harp Okulu mezunu, Deniz Kurmay Albay Bülent Kul’u yukarıda anlattığım Alman denizaltıcılarının abartılan başarısına mukayeseli bir örnek olarak ayrı bir yere koyuyorum. Halen Askeri Casusluk tertibinden İzmir /Şirinyer’de bir yılı aşkın süredir tutuklu. Nedir Albay Bülent Kul’un özelliği?
1997 Aralık-1998 Şubat ayları arasında o zamanki rütbesi ile Binbaşı Kul, henüz 5 yaşındaki TCG Preveze denizaltımızı Gölcük’ten Malezya’nın Langkawi limanındaki uluslararası silah fuarına götürüp getiren gemi komutanı olmuştu. Alman U 32’nin haberini okuyunca hatıralar okyanusunda o günlere geri gittim. TCG Preveze, 3,5 ay süren, seyir tehlikeleri ve fırtınalarla dolu 14 bin millik Hint Okyanusunu seyrinden tek bir arıza, tek bir kaza ve olay olmadan Gölcük’e başarıyla geri dönmüştü. Hepsinden önemlisi bu seyirde yanına refakatçi gemi verilmemişti. Bu seyirde dikkat çeken özellik, seyir yapılacak bölgenin Türk Deniz Kuvvetlerinin bugüne dek alıştığı ve aşina olduğu NATO’nun etki alanındaki, Akdeniz veya Atlantik Okyanusu havzası gibi bir havza olmamasıydı. Yani, bir arıza veya ciddi hastalık durumunda müdahale seçenekleri kısıtlıydı. (Denizaltı gemilerinde doktor olmadığını ayrıca belirteyim.) Gemi bu seyrin dörtte üçünü dalmış halde gerçekleştirdi.
İngiliz Birinci Deniz Lordu Amiralin hayreti
Ben aynı dönemde TCG Gaziantep Firkateyni komutanı olarak gemimle birlikte 6 hafta süreli bir tatbikat/eğitim için İngiltere’de bulunuyordum. Gemimi Portsmouth’da ziyarete gelen İngiliz Deniz Kuvvetleri Komutanı (Birinci Deniz Lordu) Oramiral Jock Slater, TCG Preveze’nin bu seyri ile ilgili olarak bana Türkiye’de inşa edilmiş bir denizaltının tek başına (refakatsiz) Hint Okyanusuna böylesine uzun bir seyre gönderilmesinin büyük bir başarı hikâyesi olduğunu; refakatsiz bir dizel elektrik denizaltıyı bu kadar uzun bir seyre göndermeye her donanmanın cesaret edemeyeceğini söylemişti. Ben de gerek Deniz Kuvvetleri Komutanı gerekse gemi komutanının Türkiye’de inşa edilmiş bir denizaltıya ve personeline güvenlerinin ne denli büyük olduğunun, bu seyirle ispat edildiğini söylemiştim. Aynı yıllarda 1997-2001 arasında diğer denizaltılarımız (TCG Sakarya, TCG 18 Mart, TCG Preveze ve TCG Anafartalar) Manş Denizi’nde Kraliyet Donanması ile icra edilen 6 hafta süreli eğitimlere fiili denizaltı desteği sağlamışlardı. Onlar için çoğu dalışta geçen kabaca 3000 millik bir seyirle Gölcük’ten Manş Denizine gitmek, İskenderun’a gitmekten farksız hale gelmişti. Şimdi bu başarılara imza atan gemi komutanlarının çoğu hapiste.
Vatan görevine devam
Tüm savaş gemilerinde olduğu gibi denizaltıcılar arasında takım ruhu yaratılması önemli bir yer tutar. Küçücük bir çelik tüp içinde, denizlerin yüzlerce metre altında görev yapan ve hayatları birbirlerinin dikkatine bağlı olan kişiler için takım ruhu bir gerekliliktir. Bu gereklilik yaşamlara o denli nüfuz etmiştir ki, denizaltıcılar Atılay ve Dumlupınar’da vatan görevi sırasında şehit olan ve görevden dönemeyen personelin bile aralarından ayrıldığını kabul etmez ve adları geçtiğinde onların ‘’halen vatan görevinde’’ olduğunu söylerler. Her Çanakkale Boğaz geçişinde derinlerde yatan şehitlerimizi sualtı telefonu ile selamlarlar. Türk Denizaltıcıları diğer tüm tutsak Cumhuriyet Donanması denizcileri gibi yurdumuzu çevreleyen mavi vatanımızda olduğu kadar, Silivri, Hasdal, Hadımköy, Maltepe ve Şirinyer’de halen vatan görevlerine devam ediyorlar.
Bu tertiplerin hesabını nasıl vereceksiniz?
Almanların 3000 millik Atlantik seyrini yere göğe sığdıramadıkları 2013 yılında Türk denizcilerinin düşürüldüğü sefil duruma bakar mısınız? Bu kadar başarılı bir donanmaya tertip kuranlar ve bu tertiplere göz yumanlar, YAŞ kararlarında bir muhalefet şerhini koymaktan çekinenler gelecekte ahlaki, vicdani ve hukuki bu muazzam yükün altından nasıl kalkacaksınız?
Mustafa Kemal ruhu, zamanın ruhunun her zaman üstündedir
Sanıyor musunuz ki, bu tasfiyeler Donanmanın ruhuna, aklına, kalbine ve genlerine işlemiş Mustafa Kemal ruhunu yok edecek. Onun ateşinin sönmeyeceğini Haziran ayında görmediniz mi? Ateş siz söndürmeye çalıştıkça daha da büyüyor ve güçleniyor. Unutmayın, zamanı durduramazsınız. Mustafa Kemal ruhu, zamanın ruhunun her zaman üstündedir.

1 yorum: