11 Aralık 2018 Salı

Deniz Dibi Madenciliği ve Kabotaj Haklarımız


Deniz Dibi Madenciliği ve Kabotaj Haklarımız
Denizcilik gücüne özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısından sonra katılan bir sektörden bahsediyorum.  Deniz diplerinin altındaki hidrokarbon kaynakları başta olmak üzere her türlü madenin su üstüne çıkarılmasını sağlayan “deniz dibi madenciliği” günümüzde devletleri savaşa zorlayacak büyüklükteki çıkarların yoğunlaştığı bir alan. Zira karalar üzerinde petrol ve doğalgaz çıkarılabilecek alanlar azalıyor. Teknoloji denizlere yönelmiştir. Bu nedenle başta Arktik Okyanusu, Doğu ve Güney Çin denizleri ile Doğu Akdeniz’deki zengin kaynak potansiyeli bilinen sondaj alanları, günümüzün yeni altın madenleridir.
Yeni Vahşi Batı. 21nci yüzyılda deniz dipleri vahşi batıdır. Sadece ABD firmalarının deniz dibi madenciliği için yaptığı yatırımların toplam değeri günümüzde bir trilyon doları aşmıştır. Bu sektör içinde hidrografi, oşinografi, jeoloji, sismoloji, metalürji ve sanayinin birçok kolu iç içe geçmiş haldedir. Derin su ya da sığ su delme ve çıkartma platform ve sistemlerini imal etmek ve işletmek, denizcilik gücü liginde en üst sıralarda bulunmakla eş anlamlıdır.  Bugün için dünyada tüketilen petrolün kabaca yüzde 30’u, doğal gazın yüzde 50’si denizlerden çıkarılıyor. 1960 yılında ilk modern deniz sondaj platformları geliştirildi. 1985 yılından sonra teknolojide yaşanan gelişmeler ile 400 metreden daha derin alanlara erişim kolaylaştı ve hatta 2000 yılından itibaren derinlik limiti ortadan kalktı. Sadece 2009 yılında ABD’de 1.500 metreden daha derin deniz dibindeki kuyulardan elde edilen petrol miktarı yüzde 34 oranında arttı. Günümüzde 11.000 metrede kuyu açmak mümkün hale geldi.
Türkiye Nerede? Türkiye çok geç kalmış olsa da, son yıllarda bu alanda üst üste atılımlar içine girmiştir. Bu alanda Deniz Kuvvetlerinin yönlendirmesi inkar edilemez bir gerçektir. 12 yıl önce Deniz Kuvvetlerinin MTA ve TPAO ile işbirliği ve eşgüdümü sonucu Türkiye’de ilk kez inşa edilmesi planlanan ve Oruçreis adı ile bugün mavi vatanda sismik araştırmalar yapan geminin ilk tohumları atılmıştır. Zira Deniz Kuvvetleri, mavi vatanda tek başına hard power üreterek, yani tatbikatlar, karakollar, keşif gözetleme faaliyetleri icra ederek bir yere  varılamayacağını Ege kıta sahanlığı sorunu başladığından bu yana görüyordu. MTA Sismik 1 (Hora) gemisinin 1976 kıta sahanlığı krizinde Ege’de yarattığı gerek siyasi, gerekse psikolojik etkinin gücü ispat edilmişti. Ancak 11 Kasım 1976 günü imzalanan Bern Mutabakatı, Ege’de açık deniz alanlarında sismik araştırmaları yasaklıyordu. Bu yasaklama Türkiye’ye 2000’li yılların başına kadar rehavet getirdi. Bugünleri düşünerek kuvvet çarpanı rolü oynayacak uluslararası kamu deniz hukukçusu ve sismik araştırma yapacak  deniz bilimcilerinin yetiştirilmesine  öncelik ve önem verilmedi. Doğu Akdeniz, başta Türkiye olmak üzere, tüm kıyıdaşların jeopolitik geleceğini belirlemeye devam ediyor. Bu süreç içinde 2013 yılından itibaren önce Barbaros ve 2016 sonrası Oruçreis Sismik araştırma gemilerinin ve de son olarak Fatih sondaj platformunun TPAO ve MTA üzerinden devlet envanterine geçmeleri büyük aşamalardır. Ancak bu çok pahalı donanımları her alanda destekleyecek liman destek sistemlerinden, açık deniz sistemlerine; sismik araştırma birimlerinden gemi işletmecilerine; tersane kolaylıklarından onarım destek yeteneklerine kadar, farklı alt yapı sistemlerinin kurulması ve işletilmesi gerekir. Yoksa durum 1861 -1867 yılları arasında bütçenin dörtte birini donanmaya ayıran Abdülaziz döneminden farklı olmaz. Söz konusu dönemde çok sayıda gemi alınmasına ve Akdeniz’in sayısal olarak en güçlü donanmasına sahip olunmasına rağmen gemileri kullanacak makine ve silah personelinin neredeyse tümü yabancı idi.
Kabotaj Hakkı Alsa Sulandırılmamalıdır. Deniz dibi madenciliği 21’inci yüzyılda Türkiye’nin en önemli ve en stratejik sektörüdür. Zira bu sektörün başarısı hepimizin refahını değiştirme potansiyeline sahiptir. Bu nedenle söz konusu sektörde millileşme ve kabotaj haklarını koruyarak gelişme esas olmalıdır. Halen gerek Barbaros, gerekse Oruçreis sismik araştırma gemileri ile Fatih sondaj gemilerinde yabancı personel çalıştırıldığı biliniyor. 24 Şubat 2013 tarihinde yapılan Barbaros Hayreddin gemisinin hizmete giriş töreninde konuşan dönemin enerji Bakanı Yıldız “18 milletten teknik personel bu gemide çalışıyor. Heyetimiz üç yıl yabancılarla çalışacak. Üç yıl sonra yabancı personel gemiden ayrılacak” demişti. Aradan 5 yıl geçmesine rağmen yabancı personel yerinde duruyor. Birkaç yıl içinde neredeyse gemi fiyatına varan personel giderleri bir yana, söz konusu  durumun kabotaj kanununa da aykırı olduğu izahtan varestedir. Tecrübe birikimi; Know how transferi ve eğitim maksadıyla kısa ve orta vadede Sismik teknolojiler, sığ/derin su delme ve çıkarma operasyonları ve bilgi işlem alanlarında bu duruma tahammül edilebilir. Ancak bunun da bir sınırı vardır. Bu kapsamda sismik araştırmalarda elde edilen, deniz yetki alanlarımıza ait çok gizli sismik, jeolojik ve jeomorfolojik bilgilerin ikinci aktörler ile paylaşım riskini de unutmamak gerekir. Diğer yandan sismoloji ve bilgi işlem faaliyetleri dışında salt gemi işletmeciliği konusunda kabotaj kanununa uyulması hukuki bir zorunluluktur. Aynı durum halen özel sektör tarafından satın alınan FSRU ‘’Floating Storage Regasification Unit’’ (Yüzer gaz depolama çevrim tesisi) için de geçerlidir. Bu gemiler de Türk bayraklı ve Türk personel ile donatılmak durumundadır. Türkiye bu gemileri yüzde yüz Türk personel ile donatacak ve işletecek insangücü ve tecrübeye sahiptir. Bunun aksi zaten kabotaja aykırıdır. Dünyanın en gelişmiş kimyasal tankerlerini üreten ve kullanan Türkiye neden bu gemileri işletemesin? Şu an söz konusu gemilerin işletilmesinde  yaşanan kabotaja aykırı gelişmeleri eğitim maksatlı geçiş dönemi olarak göremeyiz. Sismik ve delme/çıkarma alanında yaşanan eğitim dönemini kısa sürede tamamlamak ve tamamlatmak devletin görevidir. Ancak gemi işletmeciliği alanında kabotaja uymamak ya da kabotajı sulandırmak söz konusu olamaz. Unutulmamalıdır ki Atatürk, Lozan’a giden heyete kapitülasyonlarda ısrar halinde görüşmeleri kesme yetkisi vermişti. İnönü de bu hakkı gözünü kırpmadan uygulamış ve Ankara’ya 4 Şubat 1923 günü geri dönmüştü. Kapitülasyonların en büyük sömürü alanının kabotaj hakkı olduğunu buradan hatırlatalım. Kabotaj ulusal namusumuzdur.


 






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder