
Türkiye Kendine Güvenmeyi Öğrenmeli
Geçen hafta ABD’nin 350 milyon dolar bütçeye sahip devlet ve CIA destekli
RAND Şirketi, Türkiye hakkında bir rapor yayınladı. ‘’Türkiye’nin Milliyetçi Rotası: ABD-Türkiye Stratejik İlişkileri ve ABD
Ordusu Açısından Sonuçları” başlığını taşıyan 243 sayfalık rapora, aralarında
eski Deniz Subayı Stephen Larabee’nin de bulunduğu 10 ayrı yazar katkı sağladı.
Stephen Larabee, Graham Fuller ve George Friedman gibi AKP politikalarını ve
Türk siyasetini bilen bir analist. Geçmişte de Türkiye hakkında pek çok makale
ve araştırması yayınlandı. Rapor, kamuoyunda çok büyük bir tesir yaratmadı.
Bunun iki nedeni var. Birincisi, artık Atlantik Sistemin yani ABD’nin Türk
kamuoyunda ve entelejansiyası üzerindeki özgül ağırlığı zayıfladı. ABD’de
Türkiye hakkında yayınlanan her rapora
kutsal metin muamelesi yapanlar azaldı.
İkincisi, tek kutuplu dünyadan çok kutuplu dünyaya geçilirken, Asya
yüzyılı başladı. Artık hiç bir şey eskisi gibi değil.
15 Temmuz
Gölgesindeki Türk Amerikan İlişkileri. Tabi bu iki faktörün üzerine, 15 Temmuz 2016 gecesi Türk halkına ateş
açan üniformalı FETÖ ihanetini ve her hafta şehit haberleri ile yıkıldığımız
Amerikan destekli PKK/PYD/YPG terörünü de koymalıyız. Bugün sokaktaki adam
FETÖ’nün CIA veya ABD’nin bir devlet mekanizması olduğunu; PKK/PYD/YPG ‘nin
ardında ABD’nin yer aldığını biliyor. Eğer bir ülkede esnaf ve taksi şoförleri
bile bu gerçeği biliyor ve anlatıyorsa, ABD’nin o ülkede gerek güvenilir
arabulucu, gerekse kararları etkileme unsuru olması imkansıza yakındır. Diğer
yandan bu iki yalın, yakıcı, açık milli güvenlik tehdidine rağmen günümüzde
gerek hükümet, gerek muhalefet, gerekse akademi dünyasında hala Pax Americana önderliği
ve fedailiği yapanların olması da
ABD’nin başarı hanesine yazılmalı.
Muhalefet ve Savunmaya
Bel Bağlamak. Raporla ilgili en
güzel ve kısa başlığı Veryansıntv’ye demeç veren E.General Nejat Eslen
attı: ‘’İç siyasette kumpas, TSK’da Darbe Kışkırtması.’’ Türkiye
üzerine kurgulanan dört ayrı senaryonun içerildiği RAND raporunda ABD-Türkiye
ilişkilerinin düzeltilmesinde mevcut muhalefete ve Milli Savunma Bakanlığına
yani asker-asker ilişkisine bel bağlandığını
görüyoruz. Ancak Rubicon geçildi. Türkiye’de Washington istiyor diye
darbeler olmaz. Diğer yandan söz konusu rapora özne olan kurumlar son derece
dikkatli olmalıdır. Ülkemizde muhalefet, iktidara gelmek için her yolu meşru ve
geçerli görüyor. Ancak halkına ateş eden FETÖ’ye kanat geren ve Anadolu’yu PKK
üzerinden kana bulayan bir devlete iktidara gelmek için yaklaşmak ne kadar
ahlaki ve halk nezdinde ne kadar geçerli bir seçenektir? Diğer taraftan, FETÖ’nün
kumpasları ile kanlı 15 Temmuz girişiminden en çok acı çeken kurum emniyet ve Silahlı
Kuvvetler. TSK, önce Ergenekon ve Balyoz tipi kumpas davalar, ardından kanlı
FETÖ kalkışmasını yaşadı. Silah arkadaşlarını kaybettiler. Ateşi ve ihaneti
gördüler. Aileleri ile birlikte çok acılar çektiler. Her iki alçak girişimin kaynağı
ve sahibi, asıl olarak TSK içindeki FETÖ casus ve militanları idi. Bugün de FETÖ lideri ABD‘de el üzerinde tutulurken;
kaçaklarına ABD başta olmak üzere hemen hemen tüm NATO ülkelerinde korunma ve
sığınma tanınması; FETÖ trollerinin yurt dışından sosyal medya saldırılarını
kumpas davalar dönemindeki gibi sürdürüyor olmaları vicdanları sadece
yaralamıyor, aksine ABD ve batı karşıtlığını haklı olarak geliştiriyor. Artık
Türkiye’de ABD ile özellikle siyaset, savunma ve güvenlik alanlarında iltisaklı
olmak bile belirsizlik ve güvensizlik yaratıyor. Örneğin kamuoyunun çok büyük bir katılımla Kanal
İstanbul’a karşı çıktığı yaşadığımız dönemde, bir ABD finans kuruluşunun
kanalın finansörü olacağı haberinin medyada
yer alması bile kitlelerde zaten mevcut olan kanala karşı şüpheci ve sorgulayıcı güvensizliği katlıyor. Hele RAND raporunun
Milli Savunma Üniversitesini (MSÜ) ağırlık merkezlerinden birisi yapması ve
müfredata kadar karışması bardağı taşıran son damla oluyor. Hangi yüzle ve ne
cüretle? Bu rapor ABD’de bazı kesimlerin Türkiye’yi halen Bon pour L’Orient
(Doğu için iyidir) olarak gördüğünü ya da görmek istediğini ortaya koyuyor. Raporda
özellikle odağa konulan gerek Milli Savunma Bakanlığının gerek Üniversitesinin
bu haddini aşan yaklaşıma karşı milli bir duruşla teyakkuzda olmasını beklemek
her Türk vatandaşının hakkıdır.
ABD, Türkiye’yi
Çoktan Kaybetti. Buradan RAND
yazarlarına Türkiye hakkında araştırma konusunda artık farklı gözlük takmaları
gerektiğini hatırlatalım. Bazı mesai arkadaşları bu gerçeğe yaklaşmışlar. Bakın
yıllarca Türkiye’de CIA istasyon şefliği yapan ve FETÖ’nün maddi ve manevi
babası Graham Fuller, kendi adını taşıyan web sitesinde, 6 Ağustos 2019
tarihinde yayınladığı ‘’Türkiye’yi kim
kaybetti’’ başlıklı yazısında ne diyor:
‘’Washington'daki hiç kimse
Türkiye'yi “kaybetmedi”, süreç değişik jeopolitik kuvvetlerin ürünü oldu.
Türkler ayrıca, Washington tarafından “saklanacak” veya “kaybedilecek” bir mülk
olarak görülmeyi ya da Ankara'nın varsayılan özelliğinin ‘’Amerikan müttefiki”
olması gerektiği varsayımını kabul etmeyi alçaltıcı buluyor...Yeni bir Türk
liderliği ortaya çıktığında, Batı'nın uzun süredir uysallığına güvendiği
Türkiye’nin ‘’eski müttefik” konumuna döneceğini varsaymak ciddi bir hata
olacaktır. Başlangıçta herhangi bir yeni lider, burada ve orada Batı ile birkaç
çiti düzeltmeye çalışabilir, ancak Türkiye'nin Avrasya ile derin etkileşimini
içeren genişletilmiş jeopolitik kader olarak gördüğü politikayı sürdürmeye kesinlikle
devam edecektir.’’
Aslında Graham Fuller’a verilecek çok cevap var ama şunu söylemeden
geçemeyiz. Türkiye’yi Washington çoktan kaybetti. Türkiye’yi sokaktaki
Amerikalı kaybetmedi. FETÖ’yü, PKK’yı Türkiye aleyhindeki her türlü girişimi besleyen
ve destekleyen Washington siyaseti ve emperyalist devlet kaybetti. Devam
edelim. Geçen 28 Kasım 2019 tarihinde İstanbul’da yapılan ‘’Dijital
Gelecek’’ seminerinde Gölge CIA olarak kabul edilen düşünce kuruluşu STRATFOR’un
Başkanı George Friedman da yaptığı konuşmada şunları söylüyordu:
“On
yıl önce saçma bir şey yazdım, yani Türkiye büyük bir güç olarak ortaya çıkıyor
dedim.... İnsanlar bana bunun mümkün olmadığını, özellikle de Türkler bunun
mümkün olmadığını söylediler. Ancak bu mümkün ve gerçekleşiyor...On yıl önce
Türkiye'nin Rusya ile, ABD ile, tüm bu ülkelerle aynı masada oturacağı ve eşit
olarak konuşacağı fikri ... bu pek olası değildi."
Kendine Güven Türkiye. Kabaca 2 yıl önce 26 Kasım 2017 tarihinde, ‘’Kendine
Güven Türkiye. 70 yıllık döngülere son ver’’, başlıklı bir makalem Aydınlık
Gazetesinde yayınlandı. Kırım savaşından günümüze geçen iki ayrı 70 yıllık
döngüye dikkat çekmiştim. 1853-1923 ve 1946-2016 döngüleri. Her ikisi de
Türkiye’yi korumak için batının Türkiye yanında müdahalesi ile başlamış sonunda
kurtarmaya gelen güçler vatanımızı işgale yeltenmişti. Sadece 1923-1946
arasında Mustafa Kemal Atatürk’ün çizdiği jeopolitik esaslar sayesinde bağımsız
bir dönem yaşanabilmişti. Bugün yeni bir konjonktür mevcut. Asya uyandı.
Türkiye uyanıyor. Komşuları ile Batı Asya’da kendi bölgesinin jeopolitik
kaderini ele almayı öğreniyor. Dışişlerinin Yeniden Asya Açılımı, Türk - Rus
stratejik işbirliği, Astana ve Soçi Süreçleri, Türk- İran yakınlaşması, Libya
ile işbirliği, Kuşak ve Yol Girişimi üzerinden Türk-Çin ekonomik işbirliği, bu
yeni dönemin dinamiklerini oluşturuyor. Türkiye’nin ne ekonomisi ne demografik gücü ne de savunma
sanayi 1853 ve 1947 şartlarıyla kıyaslanamaz. İkinci döngüyü kırmakta olduğumuz
bu günlerde, atalarımızın Anadolu’da imparatorluklar kurduğunu, Kurtuluş Savaşı
ve Kuruluş devrimleri ile emperyalizme ilk tokat atabilen ulus olduğumuzu unutmamamız gerekir. Ayrıca,
vatan topraklarımız tarihte Türklerden başkası tarafından kurtarılmadı. Türk
halkı kendine güvenmelidir. Geleceğimiz öyle 243 sayfalık raporlara meze
olamaz. Türk’ün kaderini sadece Türk çizer.