
11 Şubat 2011’den, 11 Şubat 2020’ye
Yakın tarihimizde gelecek nesillerin ders almak
üzere asla unutmaması gereken iki tarih vardır. Her ikisinde de halkımız
kandırılmıştır.
İlki
11 Şubat 2011 tarihidir. O gece 163 Türk Silahlı Kuvvetleri muvazzaf ve emekli personeli, FETÖ
tarafından yönetilen ve yönlendirilen sözde Balyoz davası ile Silivri ve Hasdal
Cezaevlerine gönderildi. 2008 yılında Ergenekon tutuklamaları ile başlayan cumhuriyet
tarihinin yüz karası kumpas davalar süreci iktidar, muhalefet, parlamento ve
birkaç istisna dışında tüm yazılı ve görsel medyanın kısacası Türkiye’nin gözü
önünde post modern bir hukuk ve adalet katliamı şeklinde sürdürüldü. Toplumsal
refleks yok edildi. Milyonlar büyük bir illüzyonla uyutuldu. 11 Şubat 2011 ‘de
CIA ve Gladyo destek ve kaynaklı FETÖ, hükümetin gücünü kullanarak Anadolu’daki son Türk devletine tarihinin en
büyük darbesini vurmuştu. Ordu ve Donanma emperyalizm tarafından teslim
alınmıştı. Cumhuriyet ve Mustafa Kemal Atatürk’e ait tüm birikim ve değerlere
karşı başlatılan topyekun savaşta emperyalist cephe en büyük zaferini kazanmıştı.
İkinci
tarih 24 Nisan 2004 tarihidir. Kıbrıs Adasındaki emperyalizm cephesinin geniş destek, yönlendirme ve
propagandasıyla Kuzey Kıbrıs Türk halkı, adadaki bağımsız varlığını
sonlandıran, Türk askerinin geri çekilmesi ve garantörlük hakkımızın ortadan
kaldırılmasına onay veren Annan Planına 24 Nisan 2004 günü % 65 çoğunlukla Türkiye
tarafından geliştirilen ‘’Yes be
Annem’’ sloganı ile evet dedi. Anavatanın 500 evladını şehit
vererek kurtardığı Yavru Vatan, 30 yıl sonra Türkiye’ye ‘’git başımdan’’ diyor,
vatanseverliği, bağımsızlık karakteri, dayanıklılığı, savaşçılığı ve milli
değerlere bağlılığı ile öne çıkan Türk halkı bu değerlerine ihanet ediyor ve
ilk kez emperyalizme payanda oluyordu. Talihin gücü olsa gerek Rumlar plana hayır
dediği için Türkler uçurumun kenarından dönüyordu.
11
Şubat 2020’de tarih tekrar mı ediyor? 2011 yılından itibaren ABD ve AB yönlendirmesi ile jeopolitik
çıkarlarımız dışında Suriye’nin parçalanma sürecine dahil olduk. ABD ve İsrail
çıkarlarına hizmet edecek şekilde 911 km sınırımız olan güney komşumuzun
istikrarsızlaştırılması sürecinde aktör olduk. İŞİD denen, ABD ve İsrail
tarafından yaratıldığı bilinen köktendinci terör örgütüne uygulatılan stratejik
tiyatronun sonucunda güneyimizde denize çıkışı olan kukla bir Kürt
devletçiğinin kurulmasını 15 Temmuz FETÖ kalkışmasının yarattığı şok sonrası, Fırat
Kalkanı harekatı ile son anda erteleyebildik. İdlib’de son aylarda yaşananlar
ve yapılan stratejik hatalar sonucu geldiğimiz noktada erteleme kelimesini,
önleme yerine kullanmak zorunda kaldım. Zira 11 Şubat 2020 tarihinden sonra
işimiz çok daha zorlaştı. 11 Şubat
2020’de ABD Suriye Özel Temsilcisi, eski ABD Türkiye Büyükelçisi James
Jeffrey’in ‘’İdlib’de şehitlerimiz var. Başınız Sağ olsun’’ deklarasyonu
ile yeni bir süreç başladı. En yetkili ağızların aynı zaman diliminde NATO ve AB’nin İdlib’e müdahil olma talebinin dile
getirilmesi ise işimizi son derece
güçleştirecek gelişmeler olarak tarihte yerini aldı. Fırat’ın doğusunda ABD
zaten sahadadır. Diğer yandan NATO demek ABD demektir. Aynı ABD, Kürt
kantonlarının birleşmesi için PYD/YPG/PKK’ya yıllardır yatırım yapmıyor mu?
Onbinlerce TIR bölgeye gönderilmedi mi? FETÖ lideri yıllardır CIA/FBI koruması
altında melanet yaymaya devam etmiyor mu? Jeffrey, 12 Şubat günü İdlib’de
Türkiye ile istihbarat paylaşımı yapacaklarını deklare ederken, geçen hafta
Irak’ta ve Fırat’ın doğusunda TSK ile istihbarat paylaşımını kestiklerini nasıl izah edecek? Bakın bu
talebin yapıldığı aynı saatlerde ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı O'Brien ne
diyor: "Suriye'deki sivil
katliamlarının durdurulması gerektiğini yüksek sesle söylemeye devam edeceğiz,
fakat İdlib'e askeri olarak müdahale edeceğimizi sanmıyorum". Evet,
ABD vekillerini savaştırırken, kendi askerinin kanını akıtmıyor. ABD vekillerine
silahını ve dolarını kullandırıyor. Türk askerinin kanının akması ve Türk -
Suriye savaşının başlatılması için her yolu deniyor. Barış Pınarı, Fırat
Kalkanı ve Zeytin Dalı gibi Vatan Savaşına yönelik harekatları endişe ile
izlediğini beyan eden ABD, İdlib yüzünden Türk – Rus; Türk-Suriye çatışma ve
kaos süreçlerine alkış tutuyor. Jeopolitik ve Strateji yoksunu mandacı
Atlantikçiler de bu sürece aynen Annan Planı ve Balyoz tutuklamaları sürecinde
olduğu gibi destek vermeye devam ediyor. Türkiye, Şam ile fiilen savaş girse
tekrar Atlantik dünyasına geri dönecekleri için bayram edecekler. Ama
unutmayalım ki son anketlere göre NATO’ya Türk halkının sadece % 21’i olumlu
bakarken, halkımızın % 64’ü ABD’yi tehdit olarak görüyor. İdlib’e rağmen
tarihin akışını ve zamanın ruhunu değiştirmek çok zordur. 21. Yüzyıl
jeopolitiği, 20. Yüzyılın artıklarını mutlaka değiştirecektir.
Diğer taraftan medyada değerli karacı emekli
generallerin yorumlarından anlaşıldığı üzere sahada askeri doktrin çerçevesinde
hatalar yapıldığı anlaşılmaktadır. Bu çerçevede tecrübeli muharip komutanların
Suriye cephesinde görevlendirilmeleri düşünülmelidir. Benzer şekilde Rusya ve
İran ile sahadaki istenmeyen olayların önlenmesine yönelik iletişim
kanallarının açık tutulması ve dışişleri ile savunma bakanlığı arasındaki
eşgüdüm ve işbirliğinin en yüksek seviyede idamesi sağlanmalıdır.
Kahramanmaraş’ın Düşman
İşgalinden Kurtuluşunun 100. Yılının Hatırlattıkları
12 Şubat 2020
Kahramanmaraş’ın düşman işgalinden kurtuluşunun 100. Yıldönümü idi.
Kahramanmaraş kalesinden Türk bayrağını Ermeniler ve Fransızlar 27 Kasım
1919’da indirmiş, Fransız bayrağını çekmişlerdi. 21 Ocak 1920 günü Fransız
güçlerine karşı başlayan kurtuluş mücadelesi 22 gün sonra 12 Şubat 1920 sabahı
zaferle sonuçlandı. Her iki tarih de yani 27 Kasım ve 12 Şubat 100 yıl ara ile
ders alınması gerekecek kadar önemli tarihler. Kalenin düşmesinden ve Türk
bayrağının indirilmesinden tam 100 yıl sonra 27 Kasım 2019’da bu kez Türk
Bayrağını Libya ile yaptığımız deniz sınırlandırma anlaşması ile mavi
vatanımızın güney batı sınırına diktik. (Bu arada Libya ile imzalanan Mutabakat
Muhtırasının fikir babası ve mimarı Amiral Cihat Yaycı’nın da Kahramanmaraşlı
olması kaderin güzel bir cilvesi.)
Diğer taraftan 12
Şubat 2020 günü, talihsiz bir tesadüf olarak, İdlib olayları nedeni ile ABD
özel temsilcisi James Jeffrey’in Ankara’da katıldığı toplantının ve Türkiye’nin
Brüksel’de yapılan Savunma Bakanları Toplantısında NATO’ya İdlib’e müdahil
olması için çağrıda bulunduğu gün. Diğer bir deyişle bugünü, 15 Temmuz 2016
sonrası oluşan yeni güvenlik konjonktürünün rota değişikliğine zorlandığı
dönemin başlangıcı olarak da görebiliriz.
Tarihimizden, Anadolu’nun çektiği acılardan ders almamız ve tarihi
tekrar ettirmememiz gerekir. Tarih ders almayanlar için tekrar eder. Asya
çağının ve çok kutuplu dünya düzeninin başladığı bir dönemde ısrarla Atlantik
çağına ve tek kutuplu ABD hegemonyasının ipine sarılanlara, Türkiye’ye
güvenmeleri ve mandacı psikolojiyi terk etmelerini tavsiye etmek vatandaşlık
görevimizdir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder