
Akdeniz’den Türkiye’ye Saldırmanın
Dayanılmaz Hafifliği
Son aylarda bir hafta geçmesin ki, Türkiye’nin
Akdeniz politikası aleyhinde ABD, AB ve Arap Dünyasından Türkiye aleyhinde bir
rapor, beyanat, karar, kınama çıkmasın. Dışişleri Bakanlığında sözcüsü başta olmak üzere büyük bir bölümünün
mesaisi bu temelsiz, teorisiz, gerekçesiz, haksız açıklamalara cevap
hazırlamakla geçiyor. Bir bakıyoruz, ABD’de CIA iltisaklı RAND Firması Türkiye
senaryoları üretiyor; Yunanlı bir parlamenter Avrupa Parlamentosunda Türk
Bayrağı yırtıyor. Aynı dönemde Yunanistan Başbakanı ve Fransa Cumhurbaşkanı Elysee
Sarayında Türkiye aleyhinde el sıkışıp Akdeniz’de Fransız Donanmasının
Yunanistan’a açık destek vereceğini açıklayıp Libya açıklarında seyir yapan
savaş gemilerimizi şikayet ediyor; Ya da İtalyan Dışişleri Bakanı GKRY
mevkidaşı ile birlikte Roma’da Türkiye-Libya
arasındaki 27 Kasım 2019 deniz sınırlandırma mutabakat muhtırasının yasal
dayanağı olmadığını öne sürerken, Türkiye'nin Akdeniz'deki sondaj faaliyetleri
ile bağlantısı bulunan kişi ve kurumlara Avrupa Birliği'nin yaptırım uygulaması
gerektiği konusunda hemfikir olduklarını söylüyor. Saymakla bitmiyor...
İkinci
Sevr Dayatması. Bu nedenle Doğu
Akdeniz’de yaşananlara İkinci Sevr dayatması dememiz pek de haksız değil. Dışarıdan
yapılan Türk ve Türkiye karşıtı
açıklamalara başta FETÖ militanları olmak üzere içerden ve dışardan alkış tutanlar
ve sevinenler oluyor. Aynı mütareke dönemi gibi mandacılarımız bugün de var.
100 yıl önce İstanbul’daki konforlu hayatlarını devam ettirmek için İngiliz
işgalcilere ve hegemonyaya teslim olan hedonist onursuzlara nazaran bugün
sayıları daha çok. Bu duruma rağmen devlet gemisinin 21. Yüzyıl rotasını
değiştirmeye güçleri yetmez. Zira rotayı belirleyen zamanın ruhu ve
jeopolitiğin yakıcı koşulları.
Yavru
Vatan Dikkatli Olmalı. Ancak yavru vatanda maalesef günümüzün AB mandacıları devlet gemisinin
rotasına ciddi tehdit oluşturuyor. Evet Kıbrıs Türkü bugün özgürdür. Ancak
bugüne gelene kadar çok acılar çekilmiştir.1955 yılında EOKA’nın ilk
saldırısında yedi Türk katledildi. Beş yıl içinde adanın hiçbirinde Türklerin
can güvenliği kalmadı. 1960‘daki Gazi köy ve Vasilya katliamlarında 150 Türk
kurşunlandı ve öldürüldü. Kanlı Noel saldırısı olarak yaşanan 20 Aralık 1963
gecesinde 128 Türk uykularında öldürüldü. 1969-71 arasında 103 Türk köyü talan,
107 cami yok edildi. Çoğu çocuk 388 Türk öldürüldü. 20 Temmuz 1974 Barış
Harekatında 258 Kıbrıs Türk’ü ile Türk Silahlı Kuvvetlerinden yani ana vatandan
31 subay, 20 astsubay ve 447 er şehit oldu. Aynı dönemde Taşkent, Terazi ve Mari köylerinde 70; Atlılar,
Muratağa ve Sandallar köylerinde 120 sivil topluca öldürüldü. Klerides yazdığı
4 ciltlik ‘’İfadem’’ adlı anı kitabında Kıbrıs Cumhuriyeti’ni Enosis
için kendilerinin yıktığını, bu amaçla gizli bir ordu oluşturduklarını ve
Akritas Planı’nı yaptıklarını itiraf etmiş ve planın tam metnini de kitabında
yayınlamıştır. Klerides, 2010 yılında Fileleftheros gazetesinde yayınlanan bir
başka ifşaatında şöyle diyordu: “Teslim
olmalarını ve diz çökmelerini sağlamak için Kıbrıs Türklerini gettolara
kapattık.’’ Rumların madalya vererek onurlandırdığı Hristos Savvas adlı
eski bir EOKA’cı da itiraflarında, yaşananları şöyle anlatıyordu: “Kasım 1963’de, Yunan Alayındaki (Eldik) eğitim
sırasında eğitim görenlere Türkler aleyhine düşmanlık dolu söylevler verildi...
Bu sırada “ 25 Aralık 1963’de, Türklere saldırılacağı, 100 bin Türk’ün,
kedilerine kadar katledileceği söylendi…nitekim daha sonra saldırılar başladı
ancak Makarios, “Türkiye müdahaleye hazırlanıyor, saldırıları durdurun”
talimatı vererek saldırıları durdurdu.’’
KKTC
son kararının vermeli. Zorluk ve ıstırap dolu, 10 yıl, 20 Temmuz 1974
sabahı son buldu. Ancak aradan geçen 46 yılda ne Türkiye ne de Kıbrıs Türk
halkı gidecekleri limanı tam olarak belirleyebildi. 1983 yılında KKTC’nin
kurulmasına rağmen bağımsızlık ve özgürlüğün değerini temsil eden bu girişim,
halka tam olarak mal edilemedi. Adanın Türkleşmesinden çekinen bir
düşünce ile anavatanda Adanın Türkiye’ye yakınlaşması ve bağımsız bir varlık
olmasına ‘’ABD ve batı ne der?’’
çekincesi ve korkusu içinde hareket eden kripto mandacılar maalesef KKTC iç
siyasetini etkiledi. Bu sürece AB havucu ile uyutulan kendine güvenmeyen Türk
Hükümetlerini de ekleyelim. Maalesef, 24 Nisan 2004 ANNAN Planında mandacılar
galip geldi. Eğer Rumlar plana hayır demeseydi, KKTC ile söz konusu seçkin
coğrafyadaki bağımsız Türk varlığını
sonsuza kadar kaybediyor olacaktık. Talih dolaylı olarak hem anavatan
Türklerine hem de yavru vatana yardım etti ve ANNAN planı belasından kurtulduk.
Bugün ANNAN Planının ruhu federal çözüm aldatmacası altında yeniden
canlandırılıyor. Bu süreci destekleyen mandacı kesim, sayı olarak az olsa da,
başta mevcut Cumhurbaşkanı ve AB’den fonlanan medya olanakları ile ciddi etki
yaratabiliyor. O kadar çok örnek var ki. Geçen hafta Kanal T isimli bir KKTC
televizyon kanalında sürekli Türkiye aleyhinde programlar yapan Serhat İncirli
isimli bir Kıbrıs Türk’ü kendi devletini ‘’ Üç tabak kuru fasulye ile ben bile yıkarım’’ şeklinde
aşağılayacak kadar ileri gidebildi. Böylesi o kadar çok örnek var ki...
Türkiye’nin
jeopolitiği Göz Ardı Edilemez. KKTC yönetimi ve halkı şu gerçeği asla unutmamalıdır. KKTC jeopolitik
perspektifte Türkiye’nin ayrılmaz bir parçasıdır. Türkiye jeopolitiğine aykırı
bir rotaya girmesi asla kabul edilemez. Türkiye KKTC’yi kaybederek tekrardan
güneyden kuşatılmışlığa izin veremez. Zira KKTC’nin kaybedilmesi Mavi Vatanın
kaybını tetikleyecek süreci başlatır. O nedenle gelecek Nisan ayında yapılacak
Cumhurbaşkanlığı seçimlerine katılacak adaylar ve siyasi partiler bölge
jeopolitik gerçeklerini iyi öğrenmelidir. Gündelik çıkarlar, yakın dönem siyasi
hesaplar, konjonktürel ve sığ durum muhakemeleri ile hareket ederken
sonuçlarının Türkiye’de yaşayan 82 milyon Türk’ün anavatan ve mavi vatandaki
savunma, güvenlik, refah ve mutluluğunu etkileyeceğini unutmamalıdır. Bu
kapsamda adaylar federasyon görüşmelerine yol açabilecek her türlü yaklaşımdan
kaçınmalıdır. Bu süreç 2017 de Cras Montana ‘da zaten çökmüştür. Ölü
diriltilmemelidir. Türkiye’nin AB üyeliğinden tamamen uzaklaştırıldığı düşmanca
bir konjonktürde, KKTC’nin Türkiye‘siz AB üyeliği tuzağına dikkat edilmelidir. KKTC’de
devleti koruyacak kanunlar kısa sürede çıkartılmalı; Türkiye ve KKTC’ye
hakaretlere son verilmelidir. Güneyden ve batıdan sıkıştırılan ve her gün
değişik bir tür saldırıyı bertaraf eden Türkiye’nin bu zorlu süreçte dost ve
müttefik olması gereken KKTC’de, mandacılarla uğraşma lüksü yoktur. Buna zamanı
da yoktur. KKTC hükümeti ve halkı, mandacıları bilinçlendirmek ve doğru yola
davet etmek sorumluluğuna sahiptir.
Bir
daha hatırlatalım vatana ihanet demokratik hak değildir ve olamaz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder