6 Şubat 2020 Perşembe

Akdeniz’den Türkiye’ye Saldırmanın Dayanılmaz Hafifliği

Description: IMG_0131 
Akdeniz’den Türkiye’ye Saldırmanın Dayanılmaz Hafifliği
Son aylarda bir hafta geçmesin ki, Türkiye’nin Akdeniz politikası aleyhinde ABD, AB ve Arap Dünyasından Türkiye aleyhinde bir rapor, beyanat, karar, kınama çıkmasın. Dışişleri Bakanlığında  sözcüsü başta olmak üzere büyük bir bölümünün mesaisi bu temelsiz, teorisiz, gerekçesiz, haksız açıklamalara cevap hazırlamakla geçiyor. Bir bakıyoruz, ABD’de CIA iltisaklı RAND Firması Türkiye senaryoları üretiyor; Yunanlı bir parlamenter Avrupa Parlamentosunda Türk Bayrağı yırtıyor. Aynı dönemde Yunanistan Başbakanı ve Fransa Cumhurbaşkanı Elysee Sarayında Türkiye aleyhinde el sıkışıp Akdeniz’de Fransız Donanmasının Yunanistan’a açık destek vereceğini açıklayıp Libya açıklarında seyir yapan savaş gemilerimizi şikayet ediyor; Ya da İtalyan Dışişleri Bakanı GKRY mevkidaşı ile birlikte   Roma’da Türkiye-Libya arasındaki 27 Kasım 2019 deniz sınırlandırma mutabakat muhtırasının yasal dayanağı olmadığını öne sürerken, Türkiye'nin Akdeniz'deki sondaj faaliyetleri ile bağlantısı bulunan kişi ve kurumlara Avrupa Birliği'nin yaptırım uygulaması gerektiği konusunda hemfikir olduklarını söylüyor. Saymakla bitmiyor...
İkinci Sevr Dayatması. Bu nedenle Doğu Akdeniz’de yaşananlara İkinci Sevr dayatması dememiz pek de haksız değil. Dışarıdan yapılan  Türk ve Türkiye karşıtı açıklamalara başta FETÖ militanları olmak üzere içerden ve dışardan alkış tutanlar ve sevinenler oluyor. Aynı mütareke dönemi gibi mandacılarımız bugün de var. 100 yıl önce İstanbul’daki konforlu hayatlarını devam ettirmek için İngiliz işgalcilere ve hegemonyaya teslim olan hedonist onursuzlara nazaran bugün sayıları daha çok. Bu duruma rağmen devlet gemisinin 21. Yüzyıl rotasını değiştirmeye güçleri yetmez. Zira rotayı belirleyen zamanın ruhu ve jeopolitiğin yakıcı koşulları.
Yavru Vatan Dikkatli Olmalı. Ancak yavru vatanda maalesef günümüzün AB mandacıları devlet gemisinin rotasına ciddi tehdit oluşturuyor. Evet Kıbrıs Türkü bugün özgürdür. Ancak bugüne gelene kadar çok acılar çekilmiştir.1955 yılında EOKA’nın ilk saldırısında yedi Türk katledildi. Beş yıl içinde adanın hiçbirinde Türklerin can güvenliği kalmadı. 1960‘daki Gazi köy ve Vasilya katliamlarında 150 Türk kurşunlandı ve öldürüldü. Kanlı Noel saldırısı olarak yaşanan 20 Aralık 1963 gecesinde 128 Türk uykularında öldürüldü. 1969-71 arasında 103 Türk köyü talan, 107 cami yok edildi. Çoğu çocuk 388 Türk öldürüldü. 20 Temmuz 1974 Barış Harekatında 258 Kıbrıs Türk’ü ile Türk Silahlı Kuvvetlerinden yani ana vatandan 31 subay, 20 astsubay ve 447 er şehit oldu. Aynı dönemde  Taşkent, Terazi ve Mari köylerinde 70; Atlılar, Muratağa ve Sandallar köylerinde 120 sivil topluca öldürüldü. Klerides yazdığı 4 ciltlik ‘’İfadem’’ adlı anı kitabında Kıbrıs Cumhuriyeti’ni Enosis için kendilerinin yıktığını, bu amaçla gizli bir ordu oluşturduklarını ve Akritas Planı’nı yaptıklarını itiraf etmiş ve planın tam metnini de kitabında yayınlamıştır. Klerides, 2010 yılında Fileleftheros gazetesinde yayınlanan bir başka ifşaatında şöyle diyordu: “Teslim olmalarını ve diz çökmelerini sağlamak için Kıbrıs Türklerini gettolara kapattık.’’ Rumların madalya vererek onurlandırdığı Hristos Savvas adlı eski bir EOKA’cı da itiraflarında, yaşananları şöyle anlatıyordu: “Kasım 1963’de, Yunan Alayındaki (Eldik) eğitim sırasında eğitim görenlere Türkler aleyhine düşmanlık dolu söylevler verildi... Bu sırada “ 25 Aralık 1963’de, Türklere saldırılacağı, 100 bin Türk’ün, kedilerine kadar katledileceği söylendi…nitekim daha sonra saldırılar başladı ancak Makarios, “Türkiye müdahaleye hazırlanıyor, saldırıları durdurun” talimatı vererek saldırıları durdurdu.’’
 KKTC son kararının vermeli. Zorluk ve ıstırap dolu, 10 yıl, 20 Temmuz 1974 sabahı son buldu. Ancak aradan geçen 46 yılda ne Türkiye ne de Kıbrıs Türk halkı gidecekleri limanı tam olarak belirleyebildi. 1983 yılında KKTC’nin kurulmasına rağmen bağımsızlık ve özgürlüğün değerini temsil eden bu girişim, halka tam olarak mal edilemedi. Adanın Türkleşmesinden çekinen bir düşünce ile anavatanda Adanın Türkiye’ye yakınlaşması ve bağımsız bir varlık olmasına ‘’ABD ve batı ne der?’’ çekincesi ve korkusu içinde hareket eden kripto mandacılar maalesef KKTC iç siyasetini etkiledi. Bu sürece AB havucu ile uyutulan kendine güvenmeyen Türk Hükümetlerini de ekleyelim. Maalesef, 24 Nisan 2004 ANNAN Planında mandacılar galip geldi. Eğer Rumlar plana hayır demeseydi, KKTC ile söz konusu seçkin coğrafyadaki  bağımsız Türk varlığını sonsuza kadar kaybediyor olacaktık. Talih dolaylı olarak hem anavatan Türklerine hem de yavru vatana yardım etti ve ANNAN planı belasından kurtulduk. Bugün ANNAN Planının ruhu federal çözüm aldatmacası altında yeniden canlandırılıyor. Bu süreci destekleyen mandacı kesim, sayı olarak az olsa da, başta mevcut Cumhurbaşkanı ve AB’den fonlanan medya olanakları ile ciddi etki yaratabiliyor. O kadar çok örnek var ki. Geçen hafta Kanal T isimli bir KKTC televizyon kanalında sürekli Türkiye aleyhinde programlar yapan Serhat İncirli isimli bir Kıbrıs Türk’ü kendi devletini ‘’ Üç tabak kuru fasulye ile ben bile yıkarım’’ şeklinde aşağılayacak kadar ileri gidebildi. Böylesi o kadar çok örnek var ki...
Türkiye’nin jeopolitiği Göz Ardı Edilemez. KKTC yönetimi ve halkı şu gerçeği asla unutmamalıdır. KKTC jeopolitik perspektifte Türkiye’nin ayrılmaz bir parçasıdır. Türkiye jeopolitiğine aykırı bir rotaya girmesi asla kabul edilemez. Türkiye KKTC’yi kaybederek tekrardan güneyden kuşatılmışlığa izin veremez. Zira KKTC’nin kaybedilmesi Mavi Vatanın kaybını tetikleyecek süreci başlatır. O nedenle gelecek Nisan ayında yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimlerine katılacak adaylar ve siyasi partiler bölge jeopolitik gerçeklerini iyi öğrenmelidir. Gündelik çıkarlar, yakın dönem siyasi hesaplar, konjonktürel ve sığ durum muhakemeleri ile hareket ederken sonuçlarının Türkiye’de yaşayan 82 milyon Türk’ün anavatan ve mavi vatandaki savunma, güvenlik, refah ve mutluluğunu etkileyeceğini unutmamalıdır. Bu kapsamda adaylar federasyon görüşmelerine yol açabilecek her türlü yaklaşımdan kaçınmalıdır. Bu süreç 2017 de Cras Montana ‘da zaten çökmüştür. Ölü diriltilmemelidir. Türkiye’nin AB üyeliğinden tamamen uzaklaştırıldığı düşmanca bir konjonktürde, KKTC’nin Türkiye‘siz AB üyeliği tuzağına dikkat edilmelidir. KKTC’de devleti koruyacak kanunlar kısa sürede çıkartılmalı; Türkiye ve KKTC’ye hakaretlere son verilmelidir. Güneyden ve batıdan sıkıştırılan ve her gün değişik bir tür saldırıyı bertaraf eden Türkiye’nin bu zorlu süreçte dost ve müttefik olması gereken KKTC’de, mandacılarla uğraşma lüksü yoktur. Buna zamanı da yoktur. KKTC hükümeti ve halkı, mandacıları bilinçlendirmek ve doğru yola davet etmek sorumluluğuna sahiptir.
Bir daha hatırlatalım vatana ihanet demokratik hak değildir ve olamaz.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder