
Salgın, Bölgesel
Jeopolitik ve İstanbul Kanalı
Covid19 salgını sadece fay
hatlarını kıran bir deprem değil, dünyayı her yönü ile değiştirecek tsunamiler,
artçı depremler ve artçı şoklar yaratan; yaratmaya
devam eden ve uzun süre yaratacak bir devrimin ta kendisi oldu. Halen yaşananları ve kısa sürede yarattığı
sonuçları barutsuz bir dünya savaşına benzetebiliriz. Savaşlar devletlerin
milli güçlerinin er meydanıdır. Halkın savaş azim iradesi ile beslenen milli
güç faktörleri savaşın sonucunu belirler. Alman Şansölyesi ne diyor? ‘’İkinci Dünya Savaşından bu yana
gördüğümüz en büyük meydan okuma!’’ Evet bu meydan okuma, doğa ile
insan arasında. Şu an için kazananı doğa. Ancak bu savaş, diğer yandan salgını
kontrol altına alma ve salgının sonuçları ile her boyutta mücadele konusunda
devletlerin yetenek ve olanak envanterini; halkın disiplinini; devletin
örgütleme ve müdahale becerisini; seçilmiş alanlarda yaratıcılık ve üretim
kapasitesini kısacası gerçek bir savaş ortamına yakın şartlarda her devletin
milli gücünü test etti.
Virüs Doğayı
Koruyan Durumda. İnsanoğlunu evinden
çıkarmayan bir virüs, erişim ve yerleşimde sınır tanımadan kendini doğanın
koruyucusu ilan etti. Küresel, bölgesel ve neredeyse ülkesel ulaşım yarı yarıya
azaldı. Karbondioksit salınımı ile başta plastikler olmak üzere katı ve sıvı
atıklar azaldı. İnsan hareketlerini durma noktasına getirirken, tüketim
çılgınlığına son verdi. Serveti olanlar için bu gücün bir anlamı olmadığını
ispat etti. Herkesi eşitledi.
Değişim Kaçınılmaz. Artık insan hayatını ve faaliyetini ilgilendiren ve akla gelen hemen
hemen her alanda alışılagelmiş paradigmalar, doktrin ve kavramlar yeniden
gözden geçirilecek. Eski kalıplara, düşünce pratiklerine, stratejik şablonlara
sadık kalanlar yeni dönemin yakıcı sorunlarına cevap vermekte zorlanacak. Zira
yeni dönemin belirleyici parametrelerine tarihin ve doğanın durdurulmaz akışı
karar veriyor. İnsanoğlu teknolojide ne kadar ileri gitse de doğanın yaratıcı
ve yıkıcı gücü karşısında durmak zorunda kalıyor.
Denge Mutlaka
Sağlanacak. Ancak tarihin gösterdiği
gerçek de ortada. İnsanlık yıllarca da sürse savaş ve salgınları her koşulda,
büyük bedellerle de olsa atlatmış. Daha doğrusu homeostasis yani denge her koşulda sağlanmış. Şüphesiz Covid19
krizi de aşılacaktır. Devletler bu aşamada sadece Covid19 krizini yönetmeye
değil aynı zamanda Covid19 sonrası dönemin jeopolitik, ekonomik, teknolojik,
sosyolojik, kültürel ve demografik yeni
şekillendirmelerine de hazırlık yapıyorlar. Bu zaten devlet olmanın gereğidir. Tüm
devletlerin şu an için birinci önceliği hastalığın yayılmasını önlerken, ölüm
sayısını asgariye çekmektir. Diğer yandan sosyal patlamaları önleyecek ve
mevcut rejimlerini sürdürecek şekilde
ekonomik çarkları eski ayarına oturtmak aynı derecede önemlidir. Burada aynen
bir savaşta olduğu gibi gıda, su ve enerji güvenliği ile emekçi kitlelerin
finansal güvenliği şüphesiz öncelik alacaktır.
Jeopolitik
Mücadele Durmaz. Ancak tüm bunlar yaşanırken
jeopolitik mücadele de devam edecektir. Hiç bir ülke salgın var diye başta
egemenlik sorunları olmak üzere
jeopolitik çekim alanlarından uzaklaşmayacaktır. Dünyada güç ve çıkar
mücadelesi bitmeyeceğine göre, devletler bugün yaşanan salgın hastalık ya da
biyolojik savaş örneğini jeopolitik alanda mücadele yeteneklerini geliştirme
maksadıyla kullanacaktır. Örneğin salgının gündeme oturduğu; devletin çöken
hizmet sektörü nedeniyle piyasaya 2 trilyon dolar sürmeye giriştiği; Başkanın
Milli Muhafızları görevlendirme yetkisini kullandığı; 1929 krizinden daha büyük
bir krizle karşılaşıldığı bir ortamda ABD yönetimi Arap Denizinde bulunan iki
uçak gemisi grubu ile İran’a baskı yapmaya devam ediyor. Avrupa’nın güvenliği
için var edilmiş NATO, Avrupa’nın her yönü ile iflas ettiği bugünkü
konjonktürün her türlü olumsuzluk ve salgının büyüme riskine; pek çok Avrupa
ülkesinde sokağa çıkma yasağı ilan edilmiş olmasına rağmen Defender EUROPE 20
Tatbikatından vaz geçmiyor. Demek ki, jeopolitik öncelikler rota değiştirmiyor.
Bölgesel
Jeopolitik. Covid19’un gündemimize
girdiği Aralık 2019 sonrası yaşananlar yeni jeopolitik
dönemin ip uçlarını şimdiden ortaya çıkarıyor. Çok kutuplu, Asya yüzyılının öne
çıktığı bir dönemde Pandeminin başta Çin, Güney Kore, Japonya gibi Asya
ülkelerinde en az hasarla atlatılmış olmasından ABD, AB ve Türkiye’nin dersler
çıkarması gerekiyor. Halkçı ve sosyal devletlerin, dijital teknolojiyi bir
kuvvet çarpanı olarak kullandığı bir savaştan bahsediyoruz. Bu savaşın galipleri
küresel ve bölgesel jeopolitiğin pek çok parametresini etkileyecek potansiyele
sahiptir.
Kemalizm Yeniden. Şüphesiz neoliberal ekonomik politika uygulayan ülkeler en azından
sağlık sektöründe Keynesyan politikalar uygulayan devletler yanında sınıfta kaldılar.
Tarihi boyunca her dönemde çok büyük çaplı salgınlardan çok çekmiş, bedel
ödemiş olan Çin’in devlet politikası en çok Türkiye’nin ders alması gereken
örnekler sunuyor. Zamanında Hıfzıssıhhayı kurmuş, başta tüberküloz, trahoma,
frengi ile baş etmiş, milli olanaklarla aşı üretmiş ve zor anlarında aşı
göndererek Çin’e yardım etmiş Türkiye, şimdi de Çin’den gelen tıbbi destek ve
tavsiyeler ile rota çiziyor. Çin’i başarılı kılan temel devletçi, halkçı ve
sosyal devlet prensiplerini karma ekonomi modeli ile uygulayan Çin’in aslında
Kemalizm’i uyguladığını söylememiz yanlış olmaz. O zaman Türkiye’nin bu
başarılı politikaya geri dönmesi yeni dönemin en acil gereksinimidir. Kamucu, üretici, tüketimde minimalist, laik,
halkçı, sosyal, demokratik bir hukuk devleti olarak cumhuriyeti daha yükseğe
taşımamız aydınlık geleceğin yegane reçetesidir. Muhafazakar demokrasi söylemiyle
2002’den bu yana iktidarda kalan siyasi parti ile
neoliberal Atlantikçi politikaları takip eden ana muhalefet partisinin, yani
her ikisinin de Kemalizm’e yani kurucu
ideolojiye dönme ve dışarıdan ithal politikaları terk etme zamanı gelmiştir.
Dış Politika ve güvenlik politikalarına gelince.
Türkiye AB
İlişkileri. AB yaşamının en önemli var
oluş krizi ile karşı karşıyadır. En ciddi ve yaşamsal bir krizde başta İtalya
ve İspanya olmak üzere birlik üyelerine eşgüdüm ve işbirliği içinde yardım
edememiştir. Ortak AB hayalinin simgesi olan Şengen
fiiliyatta bitmiştir. Türkiye çökme aşamasına gelen bu Birlik ile Covid19
sonrası dönem ilişkilerinde, başta Gümrük Birliği’ni masaya yatırarak, devam
edip etmeme konusunda karar vermelidir.
Türkiye –
Yunanistan İlişkileri. AB’nin çatırdadığı, varoluş
nedenini sorgulamaya başladığı; karşılıklı yardım ve dayanışmanın ortadan
kalktığı bir konjonktürde Yunanistan’ın geleceğe yönelik yeni bir durum
muhakemesi yapması gerekiyor. Şartlar 1922 Eylül’ünden farklı değildir.
Yunanistan, Türkiye’nin bölgesel gücü ve üstünlüğünü kabul ederek 1923-1955
arasında yaşanan Türk - Yunan işbirliği ve karşılıklı uyum dönemini yeniden
başlatabilir. Arkasında güvenebileceği AB’nin en azından önümüzdeki 3 yıl
birlik olarak hareket edemeyeceğini kabul etmek ve Türkiye ile yeni bir
başlangıç yapmak zorunda kalacağını düşünmek zorundadır. Pan Helenist,
Enosis’ci, Megali İdea soslu hayalperest politikalardan ve sosyo politik
iklimden vaz geçme zamanı çoktan gelmiştir. Covid19 sonrası dönemde kuruluş
dönemi ayarlarına geri dönmekten başka seçeneği kalmayan Türkiye ile bölgesel işbirliğine gitmesi ve
özellikle Ege ve D. Akdeniz’de Türk mavi vatanına yönelik egemenlik
iddialarından vaz geçmesi gelecek nesillere barış ve huzur getirecektir. Bu
rota dışında Türkiye ile güç mücadelesine girerek, mevcut sorunları kriz
potansiyeline taşımak, Yunanistan’ın hem kalkınmasını hem refahını, hem de
huzurunu olumsuz etkileyecektir.
Türkiye – Kıbrıs
Jeopolitiği Covid19 ada devletlerinin her
açıdan stratejik kırılganlık potansiyelini ispat etti. KKTC halkı umarım,
Kıbrıs Cumhuriyeti adı altında birleşik federal bir devle çatısı altındayken
böylesi bir pandemi ile karşılaşmış olsaydı,
kıt tıbbi olanaklar paralelinde kendilerine Rum çoğunluğun
hastanelerinde yer bulup bulamayacaklarını sorgulama fırsatı bulmuştur. Yeni
dönemde KKTC, Kıbrıs Devletinden tamamen boşanmalı ve Kıbrıs Türk Cumhuriyetini
kuracak süreci başlatmalıdır. O nedenle BM
çatısı altında yapılacak görüşmeler bu boşanmanın şartlarına yönelik
olmalıdır.
Doğu Akdeniz
Politikası. Türkiye en kısa zamanda
Suriye’de sınır güvenliği, terörle mücadele ve Kukla sözde bir Kürt Devletinin
kurulmamasına yönelik asgari şartları sağlayacak askeri hedefleri sağlamalı ve
bu süreci Astana ve Soçi süreçleri üzerinden Rusya Federasyonu; Adana
Mutabakatı üzerinden Suriye Devleti ile yürütmelidir. Covid19 sonrası
Türkiye’nin İdlib karadeliğinde harcayacak ne fazladan enerjisi ne de önceliği
olacaktır. Bu şekilde Suriyeli mültecilerin vatanlarına dönme süreci de
hızlandırılabilecektir. Doğu Akdeniz deniz yetki alanlarımızda, Yunanistan,
GKRY, İsrail ve Mısır Türkiye aleyhindeki siyasi ve askeri uygulamalarını terk
edene kadar mevcut sismik ve sondaj
faaliyetlerimiz kuvvet ve gayret ekonomisi göz önünde tutularak devam
ettirilmelidir. Libya’daki kuvvetlerimizin acil bir durum karşısında
desteklenmesi; gerektiğinde tıbbi tahliye dahil geri çekilmeleri için Batı
Akdeniz’de her türlü müdahaleye hazır deniz gücümüzün varlığı devam
ettirilmelidir. Bu kapsamda Donanmamızın Covid19 krizine en uzak şekilde
dinamik, diri ve her an harekata hazır güç olarak tutulması ve desteklenmesi
devletin en üst seviye öncelikleri arasında olmalıdır.
Karadeniz
Politikası. Montreux Sözleşmesinin koruyuculuğu
altında Karadeniz’deki deniz güvenliğinin devamı asli politikamız olmalıdır. Bu
çerçevede Rusya ile ilişkilerde İdlib tuzağına benzer tuzaklara bir daha
düşmeden, dengeli ve karşılıklı işbirliğine dayalı dış politikamız devam ettirilmelidir.
Covid19 sonrası komşularla yakın ilişkiler ve sınır ötesi yakın ticaret önemini
artıracaktır. Karadeniz sahildarlarımız ile bu kapsamda ilişkilerin güçlendirilmesi,
Kars Bakü Tiflis demiryolu hattı ve kısa
mesafe deniz ulaştırması ile geniş Karadeniz bölgesinde ticaretin
geliştirilmesi hedeflenmelidir.
İstanbul Kanalı. ABD ve AB’nin Covid19’a karşı en üst seviyede ekonomik tedbirleri,
neredeyse askeri tedbirlerle desteklenen acil durum uygulamaları ile desteklediği;
dünyanın son yüzyılda gördüğü en ciddi pandeminin ülkemizde can alıcı şekilde
yaşandığı bir dönemde, kamuoyunun önemli bölümünün başından bu yana karşı
çıktığı İstanbul Kanal projesinde geçen hafta içinde ihaleye çıkıldı. Ulusal
birlik ve beraberliğe en üst seviyede ihtiyaç duyulan bir konjonktürde, söz
konusu ihale süreci çok ciddi kırılma yaratmıştır. Bu uygulama, tıbbi ve
ekonomik cephelerde ciddi bir savaşın devam ettiği ortamda gerek devlet
ciddiyeti, gerekse toplumsal mutabakat ideali ile örtüşmemiştir. Olay salt
devlet bürokrasisi gereği olarak görülmemelidir. Birlik ve beraberliğe en çok
ihtiyaç duyulan bir dönemde bu karar son derece yanlış olmuştur. Hatadan derhal
dönülmesi, devlet itibarı ve inandırıcılığı için elzemdir.