2 Mayıs 2016 Pazartesi

Balıkçılığımız nereye gidiyor?






 Balıkçılığımız nereye gidiyor?
                 
                  15 Nisanda balıkçılarımız için avlanma yasağı dönemi başladı. Bu yasak 1 Eylül 2016’ya kadar devam edecek. Ülkemizde balıkçılık ve su ürünleri yetiştiriciliğinde yaklaşık 50 bin kişi istihdam ediliyor ve 150 bin kişi bu sektörden ekmek yiyor. Bu sektör 2014 yılında 302  bin ton balık avladı ve 237 bin ton balık yetiştirdi. Ancak bu miktarlar bir deniz ülkesi olan Türkiye için çok düşük. Zira fert başına kabaca 6 kilo balık tüketiyoruz. (AB ülkeleri için 24,  Japonya için 90 kilo.) Türkiye’nin tarım alanları kadar balıkçılık alanı olduğu göz önüne alınırsa avladığımız ve çiftliklerde ürettiğimiz miktarlar yetersiz. Ancak denizlerdeki stoklar da neredeyse tükenme aşamasına geldi. Kısaca balıkçılığımızda ciddi sorunlar var.
Dünyada ve Türkiye’de Balık Stokları Bitiyor.  21’nci yüzyılın ilk 16 yılını yaşayan nesiller olarak acı bir gerçekle karşı karşıyayız. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) ve OECD gibi kuruluşlar,  küresel balık  stoklarının  tükenme  ve  çöküş aşamasına geldiği konusunda hemfikirler. Bu durum bizim için de geçerli. Bunu küresel ısınma, kirlilik ve yan komplikasyonları ile bir arada değerlendirirsek  endüstriyel medeniyetin  ve özellikle 70’ler sonrası uygulanan neo-liberal ekonomi politikalarının doğayı ne denli zorladığı ortaya çıkmaktadır. Bugün dünya balıkçılık yönetiminde aşırı avcılığın ve kayıt dışı faaliyetlerin önlenmesi, stokların iyileştirilmesi, filoların ekonomik işletme seviyesine getirilmesi, av gücünü artırıcı desteklerin engellenmesi, kaynakların bütüncül yönetiminin sağlanması, koruma alanlarının artırılmasına yönelik faaliyetler gündemin en önemli konularıdır.
Azalan Stoklar ve Bozulan Doğal Denge. Türkiye’de balıkçılık ve su ürünleri alanında sorun iki ana alanı içeriyor. Biri kişi başına tüketilen balık miktarı. Diğeri de azalan balık stoklarımız ve bozulan doğa. Birinci sorun ekonomik olduğu kadar sosyolojik inceleme de gerektiriyor. İkinci sorunun temel nedenleri ise aşırı avlanma ile kirlilik. Mavi vatan sularındaki balık stoklarımız azalıyor. Örneğin mavi vatanımızda 2007 yılında 584 bin ton balık avlanmışken, 2014 yılında bu miktar 266 bin tona düştü. 100 yıl önce 230 çeşit balık varken bugün Marmara’da 52 çeşit balık var.  Acı olan, bu gerilemenin yüzyılın son çeyreğinde başlamış olmasıdır. Bugün özellikle   kalkan,   kefal,   kolyoz, lüfer,   ve uskumru   balıklarının   üretim rakamlarındaki düşüş önlenemiyor.
Araştırma Merkezimiz Yok. Stoklar Bilinmiyor. Sağlıklı ve verimli kaynakları gelecek nesillere bırakmak için öncelikle sahip olduğumuz kaynakların yapısını ve işleyişini iyi bilmek ve değişimlerini izlemek gerekmektedir. Bu alanda Türkiye’de araştırma ve izleme faaliyetleri arzu edilen seviyede değil. Bir ulusal su ürünleri araştırma merkezimiz yok. Çevre denizlerdeki balık stoklarımızı bilmiyoruz. Gerçek av miktarı bilinmiyor. Av baskısı var mı bilinmiyor. Türkiye balıkçılık üretiminde yaşanan değişimin nedenlerinin anlaşılması için tür, kaynak, avcılık filosu ve yönetim önlemlerinin bir arada değerlendirilmesi gerekmektedir. Günümüz bilgi ve iletişim teknolojilerinin insanlık tarihinde hiç olmadığı kadar doğayı ve insan faaliyetlerini takip etmemize olanak sağladığı göz önüne alınırsa, bu zafiyetin giderilmesi için  neden bekliyoruz?
Gırgır Filomuz Av Yasağı Döneminde Uzak Denizlere Gitmelidir. Son yıllarda gırgır filomuz çok büyüdü, ancak onları yurt dışında uzak deniz avcılığına gönderecek düzenlemeleri yapmadığımız için kapasitelerini kullanamıyorlar. Bahar ve yaz aylarındaki 4,5 aylık yasak döneminde atıl bir şekilde bekliyorlar. Başta Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı ile Dışişleri Bakanlığı balıkçılarımıza dünya denizlerinde yeni av alanları açmak için girişimde bulunmalıdır. İspanya, Norveç, Japonya, Çin, Rusya yıllardır bu işi yapıyor. Dünyanın 17nci ekonomisi iddiasında olan  ülkemiz neden yapamıyor?
 Yasak Avcılık Önlenmelidir. Diğer yandan mavi vatanımızda yasak avcılık önlenemiyor. Bu husus en az kirlenmenin önlenmesi kadar önemli.  Bu konuda Sahil Güvenlik Komutanlığı devlet erkinin denizlerdeki temsilcisi ancak son yılların mülteci akını ve yasadışı göç onların yeteneklerini zorluyor. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı ise yeterli sayıda kontrol görevi yapabilecek yüzer unsurlara sahip değil. 12 milyonluk İstanbul’da 3 tane kontrol botu var. Kirlilik en büyük tehdit. İç sularda hidroelektrik santrallerinin inşası, sulak alanlarda drenaj çalışmaları, siltasyon, erozyon ve tarımsal alanlardan gelen gübre ve pestisit kirliliği; denizlerde fekal atıklar başta olmak üzere arıtmasız evsel ve sanayi atıkların denize verilmesi balıkçılığımıza en büyük tehdittir. Bugün kıyı belediyelerin yüzde 90, sanayi tesislerinin yüzde 75’inin arıtması yok.
Balık Çiftliklerinin yeri özenle seçilmeli ve iyi denetlenmelidir.  Diğer yandan su ürünleri yetiştiriciliği yani balık çiftlikleri kamuoyunda tartışmalı yerini korumaya devam ediyor. Ancak bırakalım AB ortalamasını, kişi başına 6 kilo tüketimi balık çiftlikleri olmazsa nasıl karşılayacağız? Stratejik gıda güvenliğinde su ürünlerini nereye yerleştireceğiz? Bu çiftliklerden vaz geçmek sadece Türkiye için değil bütün dünya için bir lükstür. (2014 yılında dünyada tüketilen 162 milyon ton ürünün 72 milyonu çiftliklerde üretildi) Ancak bu çiftliklere çevre ile uyumlu yerler tahsis etmek, bilim ışığında hareket edecek devletin görevidir.
Balıkçılık Öncelikli ve Acil Sorun Alanıdır. Kısacası denizcilik gücümüz içinde belki de en sorunlu ve acil eylem planları gerektiren alan balıkçılık ve su ürünleri yetiştiriciliğidir. Bunun için Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, Çevre Bakanlığı ve Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı kısa sürede bir eşgüdüm ve işbirliği komisyonu kurup acil tedbirler almalıdır. Yoksa hem denizlerimizi hem de balıklarımızı kısa sürede kaybedeceğiz.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder