Yunanistan’ın
Hırsı, Yeteneklerinin Çok Önünde.
Tarihsel Süreç. Yunanistan Avrupa’nın
jeopolitik bir projesi olarak kurgulandı. 1826 yılında Osmanlı ordusunda
yeniçerilik kaldırıldı ve bir yıl sonra 20 Ekim 1827’de Osmanlı Mısır ortak
donanması ile beraber Mora güneyi Navarin’de İngiliz, Fransız ve Rus
donanmalarının tuzağına düşürülerek yakıldı. Bugün Navarin kıyısındaki Pylos
şehrinin merkezinde Osmanlı Donanmasını yakan üç müttefik amiralin
rölyeflerinin olduğu anıtı görürüsünüz. Kurtarıcılara teşekkür anıtıdır. Arkasına
Rusya’yı da alarak 1830 yılında sanayi devrimini ıskalamış Osmanlı
İmparatorluğundan, aslında bağımsızlığını kazanmadı. Bağımsızlık ona hediye
edildi. Başlarına da Alman Kral getirildi.
Kaybedilen Ege. Yunanistan’la
yaşadığı tüm savaşlardan sonra Osmanlı, Ege Denizinden adım adım uzaklaştı.
Yunanistan’ın deniz merkezli politikaları, iyi işlenmiş deniz stratejisi ve
silahlanma ile Balkan harbine kadar Ege‘de kontrol sağladı ve denize çıkamayan
Osmanlı İmparatorluğu yaklaşık 400 yıl egemenliğinde tuttuğu Ege ve İyon
Denizindeki adaları, önce 1830 ve müteakiben Balkan Harbi ile Birinci Dünya
Savaşı dönemlerinde kaybetti. İkinci Dünya Savaşı sonrası galip batının küçük
bir hediyesi olarak 12 Adaları tek kurşun atmadan topraklarına kattı. Böylece
1947 yılında, Bozcaada ve Gökçeada dışında kalan tüm Ege Adaları’nı elde etti. Tabi
deniz yetki alanlarıyla birlikte...
En büyük silahı: Batının Türk Düşmanlığı.
Yunanistan’ın denizdeki jeopolitik hırsının ve kazanımlarının arkasında daima
Türk düşmanlığı ve karşıtlığı oldu. 16 ve 17’nci yüzyıllarda Papalığın organize
ettiği Anti-Türk koalisyonlarının yerini Rönesans, Reform ve Westphalia sonrası
Avrupa imparatorlukları aldı. Bugün de bu rolü Avrupa Birliği başarıyla
yürütüyor. Sanki Türk düşmanlığı olmasa
ulusal birliklerini koruyamayacaklarmış gibi davranmaya devam ediyorlar.
Küçük Asya yenilgisi ve Lozan sonrası kısa süren Atatürk Venizelos dostluğunu takiben, 60’lar sonrasında toprağa
gömülen savaş baltasını – Türk düşmanlığını- yeniden canlandırdılar. Bu süreçte
en büyük mücadele alanı ve belirleyici faktör önce Kıbrıs sonra Ege oldu. Bugün
bu ikisine Doğu Akdeniz ve Meis Adası eklendi.
Adalar Yetmez Açık Denizler de Benim
Olsun. Yunanistan 1936’da tek taraflı ilan ettiği 6 millik karasuları
ile 3 millik status quo’yu bozdu. Türkiye o dönemde kıta sahanlığı kavramı bilinmediğinden
olsa gerek bir reakisyon göstermedi. Böylece açık deniz alanları Türkiye aleyhine
% 75’lerden % 60’lara geriledi. Yani Yunanistan’ın jeopolitik hırsına sadece
adalar yetmedi, deniz alanları ve dipleri de eklendi. Yunanistan kazanımlarını
1960’lı yıllardan sonra Enosis yoluyla Kıbrıs’ta da devam ettirmek istedi,
70’li yıllardan itibaren Ege’de
uluslararası hukukun yazılı ve yazılı olmayan tüm kurallarını hiçe sayarak,
daha da hırslandı, yeni politikalar üretti ve uyguladı. Aynı ittifakta bulunan
ve kuruluşundan itibaren dünya barışına ve istikrarına daima katkıda bulunan
Batı yanlısı Türkiye’ye karşı uygulanan
bu tehlikeli politikalar ve sorumsuz uygulamalar, Avrasya'daki barış ve
istikrarı hiçe sayarak zaman zaman iki ülkeyi sınırlı kuvvet kullanımı ve hatta
topyekûn savaşın eşiğine getirdi. Yunanistan’ın Ege’de geçmişten günümüze
süregelen girişimleri incelendiğinde, sistematik bir “yüksek politika” ve
“grand strateji” uygulandığı kolaylıkla anlaşılıyor. Bu yüksek politika 1980’de
AB üyesi olduktan sonra da devam etti. Tek farkla. Bu kez Türkiye karşıtı
politikalar AB politikası olarak uygulandı.
Yunanistan Kime Güveniyor? Yunanistan’ın
kısa tarihi isimli eserinde Richard Clogg, bir dışişleri bürokratının
ifadelerine dayanarak 1980 yılında
Yunanistan’ın AB’ye girişini şöyle özetliyordu: ‘’Yunanistan’ın bugün AB’ye kabul
edilmesi 3 bin yıl önceki Helen mirasına duyduğumuz siyasi ve kültürel borcun
uygun bir ödemesi olarak görülmelidir.’’ Profesör Samuel
Huntington Medeniyetler Çatışması isimli
kitabında Yunanistan için şunları söylüyordu: ‘’Yunanistan batı medeniyetinin bir parçası değildir. Ancak batı
medeniyetinin önemli bir parçası olan klasik medeniyetie ev sahipliği yapmıştır.’’
Huntington’a göre Yunanistan bir anormallikti. Batıda ortodoks bir yabancı.
Yunanlılar, kendilerini İslam’la Batı
arasında sınır karakolu olarak görebilirdi. Ancak Huntington’ın çizdiği
haritada yerleri Rusların ve Slavların
ait olduğu Ortodoks dünya idi.
Dur artık Yunanistan. Evet, bugün
10 milyon nüfusa sahip Yunanistan batının asli parçası asla olmadı. Olsaydı
sanayileşmesi, ekonomik büyümesi teşvik edilir, 21’nci yüzyılda AB’nin paryası
durumuna düşmezdi. Bugün Yunanistan’a gidin baca göremezsiniz. Ekonomik güç
olmadan jeopolitik hırs yürümez. Sıkıştığında sağladığı batı desteği (AB ve
ABD) bugünün konjonktüründe ne kadar geçerli olur bilinmez. Zaman da değişti zamanın ruhu da. Yunanistan
hırsını kontrol etmelidir. Uluslararası mahkemeye gidildiğinde çoğunu kaybedeceğini
bildiği başta EGAYDAAK (Kardak benzeri adacık ve kayalıklar), Kıta Sahanlığı, Hava
Sahası, Münhasır Ekonomik Bölge sınırlandırılması gibi sorun alanlarını hamaset, askeri
manevralar, kontrolsüz demeçler ve gösterişli törenlerle (Cumhurbaşkanlarının 12
adaların topraklarına katılımının 70’inci yıldönümünde, geçen hafta Kelemez-Kilimli
Adasına gitmesi gibi) ancak
erteleyebilir. Kendi lehinde artık sonuçlandıramaz. Sakın ola ki ciddi bir
gerginliği aklından geçirmesin. 21’inci yüzyılda Anadolu yarımadası 1915’lerin
Osmanlısı değil. 81 milyon nüfusu, çalışkan ulusu, sanayi gücü, iç siyasetinde
yaşanan pek çok olumsuzluğa rağmen idame edilen devlet gücü, üstün donanma
yeteneği, savunma sanayi olanakları ve 15 Temmuz ihanetinden 39 gün sonra
başlatılabilen Fırat Kalkanı harekatı ile ispat edilen savaşma azim ve iradesi.
O nedenle Yunanistan Türkiye’yi kışkırtmasın. Ki biz de onu dost olarak görmeye devam edelim. Coğrafya,
adeta ikiz kardeş gibi birbirine benzeyen iki ulusu bırakalım birleştirsin.
Ayırmasın. Ancak Yunanistan önce jeopolitik hırslarının yeteneğinin önüne
geçmesini önlesin. Sonra ona parya muamelesi yapan AB’nin ve de küçük kardeşi
Güney Kıbrıs’ın kışkırtmalarına gelmemeyi. Yunanistan’ın Türkiye’ye
yaklaşmasının faydaları 21’inci yüzyılda AB’den çok daha fazla refah yaratır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder