
26
Ağustos 1922: Bir Devin Uyanışı
Gazi Mustafa Kemal, 20
Ağustos 1922 günü öğleden sonra Akşehir’de Batı Cephesi Karargâhında Cephe
Komutanı İsmet Paşa ve heyeti ile buluştu. Büyük taarruz öncesi son durum
muhakemesi için hazırdılar. 9000 subay
kumandasındaki 200 bin er, Anadolu’nun son
savunmasında kınından çıkmış keskin bir kılıç gibiydi. 100 bin tüfek,
323 top; 230 kamyon/otomobil ile 30 uçakları
vardı. Sadece er sayısında Yunan ordusuna yakındılar. Mustafa Kemal, söz
konusu asimetriyi ancak bir baskınla giderebilirdi. Sayıca ve silahça üstün bir
kuvvete karşı sürpriz etki yaratılmalıydı. Baskın Afyon güneyinde Afyon - Çiğiltepe
arasında 1. ve 4. kolordularla yapılacak, Kalecik Sivrisi ve Tınaztepe arasında
düşman yarılacak, süvari kolordusu
saldırı öncesi Ahır dağını aşarak Sincanlı ovasına inecek ve düşmana
İzmir yolunu kapayacaktı. Mustafa Kemal, 26 Ağustos 1922 sabaha karşı Afyon
Kocatepe’de sadece talihe değil, Türk milletinin üstün özellikleri ve asla esir edilemeyeceği
gerçeğine güvenerek taarruz emrini verdi. Plan saat gibi işledi. Dumlupınar’da
Başkomutanlık meydan muharebesi sonrası muzaffer Türk Ordusu için Mustafa
Kemal, ‘’büyük vaveyla ile tarih
sahnesine tekrar çıkan Türk ordusu’’ tanımını kullanmıştı. Artık dev
uyanmıştı. 26 Ağustos sabahı, 0530’da Kocatepe’den gürleyen Türk topçu
ateşinden 5 gün sonra zafere erişen Mustafa Kemal, 1 Eylül 1922 günü Başkomutan
olarak savaşı sonlandıracak şu emri verdi:
“Türkiye
Büyük Millet Meclisi Orduları, Afyonkarahisar Dumlupınar Büyük Meydan
Muharebesi’nde zalim ve mağrur bir ordunun esas unsurlarını inanılamayacak
kadar az bir zamanda imha ettiniz. Büyük ve necip milletimizin fedakârlıklarına
layık olduğunuzu ispat ediyorsunuz; sahibiniz olan büyük Türk milleti
geleceğinden emin olmaya haklıdır. Muharebe meydanlarındaki maharet ve
fedakârlıklarınızı yakından müşahede ve takip ediyorum. Milletimizin
hakkınızdaki takdirlerine delâlet etmek vazifemi mütemadiyen ve birbiri ardına
ifa ediyorum. Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri! ‘’
Bu emir, Anadolu’yu ve
Türkleri tarih sahnesinden silen, Anadolu’yu açık denizlerden koparan Sevr
zincirine karşı bir haykırış; Türklerin üzerine Yunanlıları süren emperyalizme
büyük bir meydan okuyuştu. 9 Eylül sabahı Türk süvarileri 450 km uzaktaki
İzmir’e girdi. Dünya askeri tarihinde dokuz günde bu kadar hızlı kat edilen bir
mesafe olmadı.
Bu emir halen yürürlüktedir. 26 Ağustos 1922, bir
başkaldırının kesin sonuçlu zafere dönüşümünün Türk topçu atışı ile başlayan
doğum günüdür. Tarihimizin en büyük
işgal girişimi olan Çanakkale savaşları emperyalizme karşı Mustafa Kemal
önderliğinde Türk ordusunun yenilmez direnişini ortaya çıkarmıştı. Ülkenin Mondros
sonrası işgali yine onun iradesi ile bir varoluş savaşını tetikledi. Bu süreçte
şüphesiz en büyük rolü emperyalizmin vekil devleti Yunanistan Krallığının
Anadolu’yu işgali oynadı. 15 Mayıs 1919 günü 20 bin Yunan askerinin, İzmir’e çıkarak
Anadolu’yu işgali bardağı taşırmıştı. Birinci Dünya Savaşında Gelibolu
cephesinde ısrar ederek İngilizlerin mağlubiyetine neden olan Bahriye Bakanı
Churchill, Çanakkale yenilgisinden 3 yıl sonra yaşanan İzmir’in işgal kararının ne denli yanlış olduğunu hatıratında
şu şekilde anlatıyor: (Winston S. Churchill, The World Crisis, The
Folio Society, London, 2007.)
“Bu meşum olayı, güzel bir Paris
akşamında haber aldım ve dehşete düştüm. Benim Genelkurmaya bildirdiğim kişisel
görüşlerim dikkate alınmamıştı. İngiliz askeri düşüncesindeki Türkler lehine
olan tüm eğilimlere rağmen, kaynaklarımız hızla azalırken, bu kadar basiretsiz
ve başımıza her türlü belayı getirecek bir eyleme müsaade etmelerini affetmek
hiç mümkün değildi....Subaylarımız, ikişer, üçer Küçük Asya’nın her tarafında,
Ateşkes çerçevesinde, ordularla, cephane ve silah teslimini gözetiyorlardı.... Teslim
olmuş Türklerden büyük miktarda tüfek, makinalı tüfek, top, mermi kolaylıkla
toplanıyordu. Türkiye yenilgiyi kabul etmiş ve bunu da hak etiğini düşünüyordu
: ‘Cezalandırılacaksak, bunu dostumuz İngiltere yapsın’…Fakat bu noktadan
sonra, Türk milleti anladı ki, ne Britanya ne de General Allenby’e değil, yüzlerce yıldır
nefret edip küçümsedikleri, her zaman dövdükleri Yunanistan’a itaat etmek
zorundalar. Tamamen kontrolden çıktılar.
İngiliz subaylarının önce emirleri dinlenmedi, sonra hakaret edildi ve sonunda
hayatlarını kurtarmak veya esaretten kurtulmak için kaçmak zorunda
bırakıldılar...Toplanan bu büyük miktarda silah ve cephane bir hafta içinde
tekrar İngilizlerden Türklerin kontrolüne geçti. Mustafa Kemal, ‘’Kaderin Adamı’’,
İstanbul’daki Türk hükümetine isyan etmiş bir asi olarak, savaşçı bir prensin
tüm niteliklerine sahip olduğu gibi,
artık iktidara da sahiptir… Yunanlıların Türkleri fethetmesi hiç bir
Türkün kabul edebileceği bir kader yazgısı olamazdı... Hayallerle uyutulsa,
cinayetlerle lekelense, kötü yönetimle çürüse, uzun yıkıcı savaşlarla,
yenilgilerle sarsılsa ve İmparatorluğu parçalansa da Türk hala yaşıyordu.”
1922-2018 Benzerliği Bugün Akdeniz
bağlamında Türkiye’nin içinde bulunduğu jeopolitik konjonktür, 1922 Eylül’ünün
Başkomutanlık direktifinin ruhunu gerekli kılmaktadır. Zira, Türkiye Batı
tarafından her alanda kuşatılmaktadır. Bu kez asıl harekat alanı denizler
olacaktır. Denize çıkış olan Kürdistan ve Doğu Akdeniz’den soyutlanmış bir
Türkiye. Hedef mavi vatandır. Bu süreçte en büyük enstrüman Yunanistan’dır.
Komşumuz 1919 yılında yaptığı büyük hatayı bugün de tekrar etmektedir. Hegemonyanın
koruyucu şemsiyesi altında yanına Kıbrıslı Rumları da alan Yunanistan, geleceğini
ve jeopolitik gerçekleri hiçe sayarak hareket etmektedir. Geçen hafta içinde
FETÖ teröristlerine siyasi iltica hakkını tanıması Türkiye’ye karşı düşmanca
tutumun son kertesini oluşturmuştur. Aynı günlerde ABD Kara Kuvvetleri
Komutanının Güney Kıbrıs’ta İngiliz üslerinde incelemelerde bulunması; Rum
tarafıyla yaptıkları toplantıda Kıbrıslı Rumlardan üs talep etmesi ve Türkiye
aleyhindeki yorumların gündeme gelmesi kışkırtıcı bir tırmanmanın ip uçlarıdır.
Doğu Akdeniz çok büyük krizlere gebedir. Bu
krizlere Türkiye’nin başta silahlı kuvvetleri ile büyük birik ve beraberlik
içinde hazır olması gerekir. Nasıl ki ekonomik baskıların geleceği 16 Temmuz
2016 sabahından itibaren beklenmiş ve gerçekleşmiş ise, Doğu Akdeniz’deki kriz
de geliyorum demektedir. Ekonomik baskılarla jeopolitik çıkarlarımızın feda
edilmesi için baskılar artacaktır. Zaman kenetlenme zamanıdır. Bizi
kenetleyecek tek çimentonun Mustafa Kemal olduğunu buradan bir kez daha haykıralım. Bu haykırış
sadece iktidara değil, ana muhalefet partisine de yapılmaktadır. Zaman sakin
sularda tatlı su Atatürkçülüğü değil, fırtınalı sularda tuzlu su Kemalizm’inin
zamanıdır.